KABA KUŞLUK (Dahve-i Kübrâ):
Oruç
müddetinin yarısı, öğleden bir saat evvelki zaman. (Dahve-i Kübrâ)
KABA NECÂSET:
İnsandan çıkınca abdesti veya guslü gerektiren her
şey, eti yenmeyen hayvanların, (yarasa hâriç) ve yavrularının yüzülmüş,
dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ile süt çocuğunun pisliği, bevli ve
ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanların kanı ile şarab, leş, domuz
eti ve kümes ve yük hayvanlarının, koyun ve keçinin pisliği. (Necâset)
Deride, elbisede, namaz kılınan yerde, dirhem
miktarı veya daha çok kaba necâset yoksa, namaz sahîh olur ise de dirhem
miktarı bulunursa tahrîmen mekruh olur ve bunu yıkamak vâcibdir. Dirhemden çok
ise yıkamak farzdır. Az ise sünnettir. Şarabın damlasını da yıkamak farzdır,
diyen âlimler de vardır. Necâset (pislik) miktarı bulaştığı zaman değil, namaza
dururken olan miktarıdır. Dirhem miktarı kaba necâsette dört gram ve seksen
santigram ağırlıktadır. Akıcı necâsetlerde açık el ayasındaki suyun yüzü
genişliği kadar yüzeydir. (İbn-i Âbidîn)
KÂBE-İ MUAZZAMA:
Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların
kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında
bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke,
Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de
anılmıştır.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ, Kâbe'yi, o Beyt-i Harâm'ı insanlar
için din işlerinde bir düzen ve dünyâda cinâyetten emin bir yer kıldı. (Mâide sûresi: 97)
Kâbe-i muazzamaya bakmak sevâbdır. İlk görüldüğünde
yapılan duâlar kabûl olunur. Peygamber efendimiz aleyhisselâm Kâbe-i muazzamayı
gördüğü zaman; "Ey Allah'ım! Bu beytin şerefini, saygısını, heybetini arttır. Hac
ve umre yapanların da şerefini, din gayretini, azametini (büyüklüğünü) ve
keremini (cömertliğini) ziyâde et" diye duâ ederdi. (Ezrâkî)
Kâbe-i muazzamayı, ilk olarak meleklerin yardımıyla
Âdem aleyhisselâm inşâ etti. Nûh aleyhisselâm zamânındaki tûfana kadar zaman
zaman tâmir edildi. Tûfandan sonra, İbrâhim aleyhisselâmın, zamânına kadar yeri
belirsiz olarak kaldı. İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil aleyhisselâmla birlikte
Allahü teâlânın emriyle Kâbe-i muazzamayı yeniden inşâ etti. İbrâhim aleyhisselâmdan
sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşâ edilen Kâbe-i muazzama, Peygamber
efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem otuz beş yaşındayken, Mekkeliler
tarafından, 683 (H.64) te Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin
arkadaşlarından) Abdullah bin Zübeyr ve Emevî halîfelerinden Abdülmelik bin
Mervân'ın Mekke vâliliğine tâyin ettiği Haccâc bin Yûsuf tarafından tekrar inşâ
edildi. (Ezrâkî)
Kâbe-i muazzama 17 metre yükseklikte olup, dört
köşe ve taştandır. Kuzey duvarı 8,8, güney duvarı 7, doğu duvarı 11,9, batı
duvarı 12,8 m. uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede
Hacer-ül-esved taşı vardır. Kâbe-i muazzamanın doğu duvarında bir kapı vardır. (Eyyûb Sabri Paşa)
KÂBE KAVSEYN:
Peygamber efendimizin Mîrac gecesinde bilmediğimiz
bir şekilde Allahü teâlâya yakınlığından kinâye olan bir tâbir.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
O
(Muhammed aleyhisselâm) Rabbine Kâbe Kavseyn veya daha yakın oldu. (Necm sûresi: 9)
Ehl-i sünnet âlimleri buyurdu ki: "Mîrâc, ruh
ve cesed birlikte olarak Mekke-i mükerremeden Kudüs'e ve oradan yedi kat göke,
sonra Sidre denilen yere ve Sidre'den Kâbe Kavseyn makâmına uyanık olarak, gece
bir anda götürülmüş ve getirilmiştir. Bunu yapan, Allahü teâlâdır ve ancak O
yapabilir. (Abdülhakîm Arvâsî)
Peygamber efendimiz Kâbe Kavseyn makâmına varınca
ne Cebrâil aleyhisselâm ve ne de başka hiçbir vâsıta olmadan doğrudan doğruya
Allahü teâlâ O'na vahyetti, bildireceğini bildirdi. Beş vakit namaz bu sırada
Farz kılındı. (Fahreddîn Râzî)
Kâbe Kavseyn tahtının Sultânı sen, ben bir hiçim, Misafirinim dememi
saygısızlık sayarım.
(Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
KÂBİD (El-Kâbid):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölürken rûhları
bedenlerden alan, verdikleri sadakaları zenginlerden kabûl eden.
El-Kâbid
ism-i şerîfini söyleyen, elem ve sıkıntılardan kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)
KABR (Kabir):
Ölen
insanın defnedilmesi, gömülmesi için kazılan yer, mezar.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, rüzgârı, rahmeti olan yağmurdan önce
müjdeci gönderir. Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan
toprağa su yağdırırız. O yağmurlu yerden meyvalar çıkarırız. Ölüleri de
kabirlerinden böyle çıkaracağız. (A'râf sûresi: 56)
Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçe, yâhut
Cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Hadîs-i şerîf- Ahvâl-ül-Kubûr)
Meyyit kabre konduğu zaman, amelleri onun etrâfını
sararlar. Allahü teâlâ, o amelleri konuşturur. Ameller şöyle der: "Ey bu
kabirde yapayalnız kalan kul! Dostların, çoluk-çocuğun senden ayrılıp,
gittiler. Bugün senin benden başka bir arkadaşın ve yakının yok. (Yezîd Rakkâşî)
Kabir hergün beş defâ; "Ben, yalnızlık
yeriyim. Bana gelecek kişi Kur'ân-ı kerîm okuyarak kendine arkadaş edinsin. Ben
karanlık yeriyim, bana gelecek kişi, namaz kılarak beni aydınlatsın. Ben, altı
-üstü toprak olan bir yerim. Bana gelen sâlih amel ile gelip yatağını
hazırlasın. Ben, yılanı ve çıyanı içimde barındıran bir yerim. Bana gelen
tiryâk ile gelsin. O tiryak da; Besmele-i şerîf ve çok gözyaşı dökmektir. Ben,
Münker ve Nekir adındaki suâl meleklerinin suâl soracakları bir yerim. Bana
gelen onlara cevap verebilmek için (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah)
sözünü çok söylesin diye seslenir. (Muhammed
bin Selâme el-Mısrî)
Kabre yılanlar, dışardan gelir sanma. Sizin kötü
amelleriniz, sizin için engerek yılanıdır. Dünyâda iken yediğiniz haramlar da
kabre yılan olarak gelir. (Ebû Mansur
Abbâdî)
Kabr Azâbı:
Îmânsız ölenin ve günahkâr müslümanın kabre
konulduktan sonra çektiği, nasıl olduğunu bilemediğimiz azâb, cezâ.
Üzerinize idrâr sıçratmayınız! Çok kimseye kabir
azâbı bundan olacaktır. (Hadîs-i şerîf-Tezkire-i Kurtubî)
Gizleyebilseydiniz, bu kabirlerdeki azâbı duymanız
için Allahü teâlâya duâ ederdim. (Hadîs-i şerîf-Ahlâk-ul-Ulemâ)
Kabir azâbı, şu üç şeydendir: Gıybet, koğuculuk ve
üzerine idrâr sıçratmak. (Hadîs-i-şerîf-Letâif-ül-Meârif)
Ölmek istemeyiniz. Kabir azâbı çok acıdır. Ömrü
uzun olup İslâmiyet'e uymak büyük seâdettir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Kabir azâbı rüyâ gibi değildir. Kabir azâbı, azâbın
görüntüsü değildir, azâbın kendisidir, âhiret azâblarındandır. Dünyâ azâbına
benzemez. Dünyâ azâbları, âhiret azâbları yanında hiç kalır. (İmâm-ı Rabbânî)
Kabir azâbı vardır. Kabir azâbı hem rûha, hem de
bedene olacaktır. (İmâm-ı Muhammed bin
Hasen Şeybânî)
Kabr Hayâtı:
İnsanın ölüp kabre konmasından, kıyâmet koparak, mahlûkların
diriltilmelerine kadar geçen zaman.
Kabir hayâtı, dirilerin hayâtı gibi değildir. Dünyâ
hayâtında hayâtın nizâmı için hem his yâni duygu, hem de irâde ile hareket
vardır. Kabir hayâtında ise, hareket etmek lâzım değildir. Hattâ, kabir hayâtında
hareket olmaması lâzımdır. O hayatta bulunanların, elem ve azâb duymaları için,
yalnız his etmeleri yetişir. (İmâm-ı
Rabbânî)
Kabir
hayâtı insanlara göre değişir.
"Peygamberler, kabirlerinde namaz kılarlar"
buyruldu.
Peygamber efendimiz Mîrâc gecesinde Mûsâ aleyhisselâmın kabri yanından
geçerken, kabirde namaz kılarken gördü. Kabir hayâtı şaşılacak bir şeydir. (İmâm-ı Rabbânî)
Kabr-i Seâdet:
Peygamber
efendimizin mübârek kabr-i şerîfleri. Hücre-i seâdet de denir.
Kabr-i seâdetin bulunduğu yer hazret-i Âişe
vâlidemizin odası idi. Peygamber efendimiz burada vefât etti. "Peygamberler,
vefât ettikleri yere defn edilirler" hadîs-i şerîfine uyularak
buraya defn edilmiştir. Burada, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'in kabr-i
şerîfleri de vardır. (Eyyûb Sabri Paşa)
Kabr Suâli:
Ölü defn edildikten sonra kabre gelen Münker ve
Nekîr adlı iki meleğin meyyite îmândan ve îtikâddan sordukları suâller.
Ölü kabre konulunca, yanına iki melek gelir. Onu
tutarlar. "Rabbin kimdir?" diye suâl ederler. Ölü; "Rabbim
Allahü teâlâdır" der.
(Peygamber efendimizi kast ederek) "Size gönderilen o zât kimdir?"
diye suâl ederler. Ölü; "O, Allahü teâlânın Resûlüdür, peygamberidir"
der. "Bunu nereden biliyorsun?" derler. Ölü; "Allahü teâlânın
kitâbı Kur'ân-ı kerîmde okudum. O'na îmân ettim ve O'nu tasdîk ettim" der. (Hadîs-i şerîf-Letâif-ül-Meârif)
Münker ve Nekir isminde iki melek; "Rabbin
kimdir. Dînin nedir? Peygamberin kimdir? Kıblen neresidir?" diye suâl
sorarlar. Allahü teâlâ kimi muvaffak eder ve kimin kalbine hak sözü
yerleştirirse, der ki: "Sizi vekil ederek bana kim gönderdi ise, Rabbim
odur. Benim Rabbim Allah, peygamberim Muhammed aleyhisselâm, dînim dîn-i
İslâm'dır." (Muhammed bin Hüseyn
el-Acurrî)
Mü'minlerden dokuz kimseye kabir suâli olmaz:
Şehîd, düşman karşısında nöbette iken ölen, vebâ, kolera gibi bulaşıcı
hastalıktan ölen, böyle hastalıklar yayıldığı zaman kaçmayıp, sabr ederek;
başka sebeplerle ölen, sıddîklar, bâliğ (gusül abdesti alacak yaşa gelmiş)
olmayan çocuklar, Cumâ günü veya gecesi ölenler, her gece Tebâreke sûresini,
Secde sûresini okuyanlar ve ölüm hastalığında (İhlâs) sûresini okuyanlar. (İbn-i Âbidîn)
Kabr Ziyâreti:
Ölümü ve âhireti hatırlayıp ibret almak, mezarlıkta
medfûn (gömülü) olanlara duâ etmek ve Kur'ân-ı kerîm okumak ve velî olan
ölülerin rûhlarından istifâde etmek maksadıyla bir kabre veya mezarlığa gitmek.
Kabir ziyâretini önce yasaklamıştım. Şimdi ziyâret
ediniz! Böylece dünyâya gönül vermekten kurtulur, âhireti hâtırlarsınız. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Kabrimi
ziyâret eden, beni diri iken ziyâret etmiş gibi olur. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Bir kimse mü'min kardeşinin kabrini ziyâret eder ve
kabir yanında oturup selâm verirse, meyyit onu tanır ve selâmına cevab verir. (Hadîs-i şerîf-Şevâhid-ül-Hak)
Kabrimi
ziyâret edene şefâatim vâcib oldu. (Hadîs-i şerîf-Şifâ-üs-Sekâm)
Ölümü hatırlamak ve ölüden ibret almak için kabir
ziyâret etmek ve sâlihlerin, velîlerin kalblerinden bereketlenmek müstehâbdır. (İmâm-ı Gazâlî)
Meyyitin çürüdüğünü, yanaklarının, dudaklarının
döküldüğünü, ağzından pis suların aktığını, karnının şişip patladığını, içine
kurtların böceklerin dolduğunu düşünerek, ibret almak için, kabir ziyâreti
yapılır. (İmâm-ı Gazâlî)
Kabir ziyâretinin çok faydası vardır. Bir velînin kabrini ziyârete giden kimse, yolda hep onu düşünür, ona teveccühü (kalben yönelmesi) her adımda artar, mezarı başına gelip toprağını görünce, hep onunla meşgul olur. Teveccühü arttıkça, ondan istifâdesi artar. Evet, ruhlar için bir mâni, perde yoktur. Onlar hatırlandığı her yerde Allahü teâlânın izniyle hazır olurlar. Fakat dünyâda iken, yıllarca berâber bulunduğu beden o topraktadır. Onun için, rûhun o toprağa uğraması, nazarı ve bağlılığı, başka yerlere olandan daha çoktur. (Alâüddevle Semnânî)
KABRİSTÂN:
Mezarlık,
ölülerin gömüldüğü yer.
Kabristâna giren kimse, Yâsîn sûresini okursa, o
gün meyyitlerin azâbları hafifler. Meyyitlerin sayısı kadar, ona da sevâb
verilir. (Hadîs-i şerîf-Habl-ül-Metîn)
Bir kimse, kabristândan geçerken on bir kerre İhlâs
sûresini okuyup, sevâbını meyyitlere hediye ederse, kendisine ölüler adedince
sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Habl-ül-Metîn)
Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip
kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz. (Hacı Bayram-ı Velî)
KABÛL:
Almak, râzı olmak. Alış-veriş, kirâlama, nikâh gibi
sözleşmelerde yapılan teklife rızâ göstermek.
Bir kimse birisine, falan malını bana şu kadar
liraya sat diye yazıp, o da, o malı sattım diye cevap yazsa, alış veriş sahîh,
geçerli olmaz. Birincisinin kabul ettim diye tekrar yazması lâzımdır. (Kayseri Müftîsi Mes'ûd Efendi)
Bir kimse Zeyd'e ve Amr'e şu malımı size 10 bin
liraya sattım dese, yalnız Zeyd kabûl etse alış veriş sahîh geçerli olmaz. (Abdürrahîm Efendi)
KABZ:
Teslim
almak.
Küçük
çocuğa yapılan bağışı, kendisi, anası veya velîsi kabz edebilir. (Abdullah-ı Mûsulî)
Hibe (karşılıksız bağışlanan ve hediyye edilen mal)
kabz edilince mülk olur. Satın alınan mal ise söz kesilince, kabz edilmeden
evvel mülk olur. (Ali Haydar Efendi)
Kabz ve Bast:
Tasavvuf
yolunda ilerleyenlerde görülen sıkıntı ve ferahlık.
Kabz (sıkıntı, daralma) ve bast (ferahlık ve
genişlik) insanı uçuran iki kanat gibidir. Kabz hâli gelince üzülmeyiniz. Bast
sâhibi olunca da sevinmeyiniz. (İmâm-ı
Rabbânî)
Hâllerin değişik olması mahlûkların sıfatıdır,
özelliğidir. Temkîne yâni hâllerin değişmemesine kavuşanlar da, az da olsa
değişiklikten kurtulamaz. İnsan kabz ve bast arasında değişir durur. (İmâm-ı Rabbânî)
Kabz ve bast, erbâb-ı kulûbda (tasavvuf yolunun
başlangıcında bulunan evliyâda) hâsıl olur ki, onlar başlangıç ehlidir. Müntehî
(yolun nihâyetine varanlar) için kabz ve bast yoktur. (Ahmed Fârûkî)
Bahâeddîn-i Nakşibend kuddise sirruh, kabz hâlinde
istiğfârı yâni bağışlanmayı istemeyi, bast hâlinde de şükretmeyi emretmiştir. (Mevlânâ Safî)
KADDESALLÂHÜ TEÂLÂ ESRÂREHÜMÜL'AZÎZ:
Daha çok tasavvuf büyüklerinin, evliyâ zâtların
isimleri anılınca ve yazılınca söylenen veya yazılan Allahü teâlâ onların
kıymetli sırlarını temiz, mübârek eylesin mânâsına duâ ve saygı ifâdesi. Bir
kişi için Kaddesallahü sırrehü; iki kişi için Kaddesallahü sırrehümâ denir.
Kıyâmette yâni öldükten sonra diriltilip, dünyâda
yapılan işlerin hesâbının verileceği gün; önce Peygamberler aleyhimüssallevâtü
vetteslîmât, sonra sâlih kullar, Allahü teâlânın sevdiği ve kendilerinden râzı
olduğu evliyâ-yı kirâm kaddesallahü teâlâ esrârehümül'azîz Allahü teâlanın izni
ile günahı çok olan mü'minlere şefâat edecek, onları azâbdan kurtaracaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ meleklere, cinlere çeşitli şekil
alabilmek kuvveti verdiği için, çok sevdiği evliyânın kaddesallahü
esrârehümül'azîz rûhlarına da bu kuvveti vermektedir. Onlardan birçoğu bir anda
çeşitli yerlerde değişik işler yaparken görülmüşler, sıkıntı ve tehlikeli
durumlarla karşılaşanlar yardım istediklerinde, Allahü teâlânın izni ile onlara
yetişmişlerdir. Bu evliyânın kaddesallahü teâlâ esrârehümülazîz yaptıkları
yardımdan bâzan haberi olmakta, bâzan da olmamaktadır. (İmâm-ı Rabbânî)
Evliyâ-yı kirâm herkes gibi dört hak mezheb
(Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî)den birine tâbi olarak, uyarak yükselmişlerdir.
Cüneyd-i Bağdâdî, Süfyân-ı Sevrî, Abdülkâdir-i Geylânî, Hanbelî idi. Ebû Bekr-i
Şiblî, Mâlikî idi. Cerîrî, Hanefî idi. Hâris-i Muhâsibî, Şâfiî idi.
kaddesallahü teâlâ esrârehüm. (Abdülhak-ı
Dehlevî)
KA'DE-İ AHÎRE:
Namazda
son oturuş.
Ka'de-i ahîrede; erkekler sağ ayağını dikip sol
ayağı üzerine oturur. Kadınlar, teverrük eder. Yâni kaba etlerini yere koyup
ayaklarını sağ tarafından çıkararak oturur. (Halebî)
Ka'de-i ahîrede, tehiyyât duâsı okuyacak kadar oturmak
farz, tehiyyat duâsını okumak ise, vâcibdir. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
KA'DE-İ ÛLÂ:
Üç ve
dört rekatli namazların ikinci rek'atındaki oturuş.
Ka'de-i ûlâda, oturmak vâcib, tahiyyat duâsını
okumak ise, sünnettir. (Muhammed bin
Kutbüddîn İznikî)
Ka'de-i ûlâda Allahümme selli diyenlerin namazı
bozulur. Çünkü salli yerine selli denince mânâ bozulmakta dolayısıyle namaz da
bozulmaktadır. (Abdülazîz Dehlevî)
KADER:
Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan
ilim sıfatı) ile, ilerde olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan
öncelerde) bilip takdîr etmesi; alın yazısı. (Kazâ ve Kader)
Kader,
Allahü teâlânın bir sırrıdır. (Hadîs-i
şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
Kader, tedbîr ile sakınmakla değişmez. Fakat kabûl
olan duâ, o belâ gelirken korur. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
Kader değişmez. Kazâ kadere uygun olarak meydana
gelir. Kazâ her gün çok değişip sonunda kadere uygun olunca yaratılır. (Ebüssü'ûd Efendi)
Kadere Rızâ:
İnsanın, Allahü teâlânın kendisi hakkında takdîr
ettiği şeylere rızâ göstermesi, hoşnud olması başına gelen belâ ve musîbetlere
sabredip, boyun eğmesi.
Kendinize, evlâdınıza kötü duâ etmeyiniz. Allah'ın
kaderine rızâ gösteriniz. Nîmetlerini arttırması için duâ ediniz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İslâm dîni ve bütün semâvî (ilâhî) dinler her işin
Allahü teâlânın takdîri ve irâdesi (dilemesi) ile olduğunu bildirdi. Fakat
insan bir işin ezelde (başlangıçsız öncelerde) nasıl takdîr edildiğini
bilmediği için, Allahü teâlânın emrine uyarak çalışması ve kadere rızâ
göstermesi lâzımdır. Kazâ ve kadere inanmak, kadere rızâ göstermek insanın
çalışmasına mâni olmaz, bilakis çalışmasını kamçılar. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)
İnsan, başına gelen belâ ve musîbetlere sabretmeli,
kadere rızâ göstermelidir. Allahü teâlânın dostlarına dünyâ sıkıntılarının ve
belâların gelmesi bunların günahlarının affolmasına sebeb olur. Sözün doğrusu
şudur ki, sevgiliden gelen her şeyi gülerek sevinerek karşılamak lâzımdır.
O'ndan gelenlerin hepsi tatlı gelmelidir. Sevgilinin sert davranması, ikrâm,
ihsân ve yükselmek gibi olmalıdır. Böyle olmazsa, sevgisi tam olmaz. (İmâm-ı Rabbânî)
Dünyâda
huzûr ve rahat kadere rızâ göstermektedir. (M.
Sıddîk bin Saîd)
KADERİYYE:
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından
kurulan ve "Kul kendi fiillerini kendi yaratır" diyerek kaderi yâni
işlerin, Allahü teâlânın takdîri ile olduğunu inkâr eden bozuk fırka. Bu
fırkaya Mu'tezile adı da verilir.
Kaderiyye
(îtikâdında olanlar) bu ümmetin mecûsîleridir (ateşe
tapanlarıdır). (Hadîs-i şerîf-Ebû
Ya'lâ)
Kaderiyye fırkasında olanlara selâm vermeyiniz.
Hastalarını ziyâret etmeyiniz. Cenâzesinde bulunmayınız, sözlerini dinlemeyiniz
ve onlara sert cevab veriniz! Hakâret ediniz. (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Kaderiyye fırkasının dediği gibi, insan dilediğini,
kendi yaratıyor zannetmek, "Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır"
âyet-i kerîmesine inanmamak olur. (M.
Hâlid-i Bağdâdî)
KÂDI:
İslâm
hukûkuna göre hüküm veren hâkim.
Kâdılar üç kısımdır: Biri Cennet'te, ikisi
Cehennem'dedir. Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kâdı Cennet'tedir. Hakkı
bilen fakat ona göre hüküm vermeyen kâdı Cehennem'dedir. Bilmediği hâlde hüküm
veren kâdı da Cehennem'dedir. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce, Ebû Dâvûd, Tirmizî)
Kâdı yerine oturunca, onun yanına iki melek iner ve
zulmetmedikçe ona yol gösterirler. Onu muvaffak kılmaya çalışırlar. Eğer
zulmederse, oradan ayrılıp kendi hâline bırakırlar. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Kâdı da müftî gibi mutlak olarak Ebû Hanîfe'nin
kavilleriyle (ictihadlarıyla, fetvâlarıyla) amel etmeli, ondan sonra Ebû
Yûsuf'un, ondan sonra İmâm-ı Muhammed'in, daha sonra İmâm-ı Züfer ve Hasan ibni
Ziyâd'ın fetvâlarıyla bu tertip üzerine hüküm vermelidir. (Secâvendî)
Kâdının müctehid olması evlâdır, daha iyidir. Eğer
müctehid kâdı bulunmazsa âdil, sâlih, dîninde emniyetli, aklında, anlayışında
güvenilir olan biri seçilir. Ayrıca fıkhı ve sünneti de iyi bilmesi lâzımdır. (İbn-i Hümâm)
KADÎM:
Başlangıcı
olmayan.
1. Allahü
teâlânın zâtına âit sıfatlarından. Varlığının evveli, başlangıcı olmayan.
Biliniz ki, Allahü teâlâ kadîm olan zâtı ile
vardır. O'ndan başka her şey, O'nun var etmesi ile var olmuş, O'nun yaratması
ile yokluktan varlığa gelmiştir. O, sonsuz olarak var idi. Kadîmdir, ezelîdir.
Yâni hep var idi. Varlığından evvel yokluk olamaz. O'ndan başka her şey yok
idi. Bunların hepsini, O, sonradan yarattı. Kadîm ve ezeli olan, bâkî ve ebedî
(sonsuz) olur. Hâdis ve mahlûk olan (sonradan yaratılan), fânî ve geçici olur,
yâni yok olur. Allahü teâlâ birdir. Varlığı lâzım olan, yalnız O'dur. İbâdete
hakkı olan da, yalnız O'dur. O'ndan başka her şeyin var olmasına lüzum yoktur.
Olsalar da olur, olmasalar da. O'ndan başka hiçbir şey, ibâdet olunmağa lâyık değildir. (İmâm-ı
Rabbânî)
Allahü teâlânın kâmil, noksan olmayan sıfatları
vardır. Bunlar, hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar
(görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn
(yaratmak)'dir. Bu sekiz sıfata, sıfât-ı sübûtiyye denir. Bu sıfatları da
kadîmdir. Yâni sonradan olma değildir. Kendinden ayrı olarak, ayrıca vardır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
2. Zaman
bakımından eski olan şey.
Kadîm, kıdemi üzre terk olunur yâni; İslâm
esaslarına uygun olarak öteden beri mevcûd olan şey, aksine delîl olmadıkça
eski şekli üzere bırakılır. Zarar kadîm olmaz, yâni zarar olan şeye kadîm
olduğuna dâir karar verilip de bulunduğu hâl üzere bırakılamaz. (Ali Haydar Efendi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder