I. ANDRONİKOS (1185)
Anadolu Selçukluları'nın 1176 yılında, Bizans ordusuna karşı kazandığı ve II. Malazgirt Zaferi olarak bilinen savaştan sonra, Bizans iyice karışmış, siyasî istikrarsızlık baş göstermiş ve gücü ele geçiren imparatorluk tahtına oturmuştur. 12 yaşındaki veliahd Aleksius'u öldürüp imparatorluk tacını giyen I. Andrinikos, iki yıl kadar saltanat sürdükten sonra, 1185 Eylülünde, İstanbul'da çıkan bir halk ayaklanması sebebiyle tahtından indirilmiş ve tarihte eşine az rastlanır bir vahşetle katledilmiştir.
İmparator, yakalandıktan sonra boynuna ve ayaklarına zincir takılarak Anemos Kalesi'nde hapsedilmiş ve isyanın elebaşlarından Isokios'a gösterildikten sonra, binbir türlü hakaretle yumruklanıp tekmelenmeye başlanmıştır. Dişleri kırılıp, saçları yolunan eski imparator daha sonra dışarı çıkarılınca, kocalarını öldürdüğü yahut kör ettirdiği kadınlar ona tokat atmak için yarışmışlar; bundan sonra bir eli ve cinsel organı kesilmiş, ekmeksiz ve susuz bırakılarak daha önce kaldığı zindana atılmıştır.
Bir kaç gün sonra bir gözü çıkarılarak, başı açık olduğu ve sırtında sadece bir iç gömleği olduğu halde bir deveye bindirilip İstanbul sokaklarında dolaştırılmıştır. Halk içinden en aşağılık ve reziller, ne onun işgal etmiş olduğu mevkiye, ne de vaktiyle ona karşı vermiş oldukları bağlılık yeminine hiç bir saygı göstermeksizin, kızgınlığın son haddinde küfürler savurmak için birikmişlerdir. Bazıları kafasına sopalarla vurmuş; başkaları suratına pislik atmış, daha başkaları taşlar savurup vücuduna şiş saplamışlardır, iyice sapıtmış bir kadın başından aşağı bir kazan dolusu kaynar su boşaltmıştır.
Nihayet onu ayaklarından asmışlar, bütün bu azaplara inanılmaz bir dayanıldık gösterdiğine şahit olmuşlardır. Bir ara ağzını açarak bu kudurmuş barbar kalabalığa:
-Artık kırılmış bir fidanın üstüne niçin yürüyorsunuz?" dediği duyulmuştur.
Halkın canavarlığına nihayet yoktur. Daha fazla tatmin olmak için gömleğini yırtıp paramparça etmişler; adamın biri kılıcını ağzından bağırsaklarına kadar sokmuştur. Her biri kılıcını iki eliyle tutan iki İtalyan, hangi kılıcın daha iyi ve hangisinin daha usta olduğunu denemek için bunları, bütün güçleriyle imparatorun vücuduna sallamış ve onu neredeyse ikiye bölmüşlerdir. Bu sırada sağlam elini ağzına götürerek can verdiği görülmüştür. Bazıları bu hareketi yaralarından akan kanı içerek susuzluğunu gidermek için yaptığını sanmışlardır.
III. KILIÇARSLAN (1205)
Çocuk yaşta Selçuklu sultanı olan III. Kılıçarslan, Rükneddin Süleyman Şah'ın oğludur. Babasının ölümünden sonra yedi ay kadar sultanlık yapmış, daha sonra Konya'yı kuşatan amcasının oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yakalanarak Kevele Kalesi'ne hapsedilmiştir. Burada yay kirişiyle boğdurulduğu rivayet edilmiştir.
CAMUKA (1206)
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından birini kurmuş olan Cengiz Han'ın en yakın arkadaşı, kan kardeşi ve komutanlarından biriydi. Daha sonra kendisinden ayrılıp düşmanları safına geçmiş; hatta onları kışkırtıp Cengiz üzerine saldırmalarını sağlamıştı. Uzun mücadelelerden sonra mağlup edilen ve yakalanarak Cengiz'in huzuruna getirilen Camuka, eski arkadaşından, kanının yere dökülmeden öldürülmesini rica etti. Şaman inancına göre "insanın ruhu kanında olduğu için" bir soylunun, kanının dökülerek öldürülmesi ona yapılmış en büyük hakaret ve kötülük sayılırdı. Bu inancın daha sonraki asırlarda, hatta Osmanlılar döneminde de devam ettiği görülmüştür. Düzmece Mustafa'nın, II. Murad'a, kendisinin bir şehzade gibi kanının dökülmeden öldürülmesi gerektiğini söylediği kaynaklarımızda yazılıdır. Anadolu Selçukluları dönemi boyunca sultan ve şehzadeler hep yay kirişiyle boğulmak suretiyle kanları dökülmeden öldürülmüşlerdir.
Cengiz, eski arkadaşının teklifini kabul ederek onun öldürülmesine yeğeni Alçıday'ı memur etti.
Alçıday, yaptığı hataların ve ihanetenin cezası olmak üzere Camuka'nın bütün mafsallarını birer birer kırıp dayanılmaz işkencelere uğrattıktan sonra, özel olarak hazırlanan tahta bir alet üzerine yatırıp bel kemiklerini de kırarak öldürdü.
I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV (1211)
Anadolu Selçuklularının altıncı hükümdarı ve Sultan II. Kılıçarslan'ın 12 oğlunun en küçüğüdür. Ağabeyleri ile giriştiği taht mücadeleleri sonunda hükümdar olmuş ve nihayet 1211 yılında Bizanslılarla yapılan bir savaş sırasında, ordusunun büyük bir zafer kazanması üzerine, savaş meydanını gezerken, ölüler arasından fırlayan bir Frenk askerinin ani saldırısı ve kılıç darbeleri altında devrilerek şehid olmuştur. Sultanı öldürdüğünü söyleyerek imparator Laskaris ve kaçan Bizans ordusunu geriye döndürüp Selçuklu kuvvetlerinin mağlup olmasını sağlayan hain Frenk askeri, zaferin kazanılmasından sonra Laskaris tarafından katledilmiş ve imparator Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev'in cenazesini Selçuklulara teslim etmiştir. Bir süre Akşehir'de kalan cenaze daha sonra oğlu İzzeddin Keykavus tarafından Konya'ya getirilerek Sultanlar Türbesi'ne defnedilmiştir.
NECMÜDDİN KÜBRA (1221)
Kübrevî Tarikatı'nın kurucusu ünlü bir mutasavvıftır. 1145 yılında Harezm'in bir köyünde doğup büyümüş, genç yaşta ilimle meşgul olmaya başlamış ve daha ziyade hadis sahasında temayüz etmiştir. 35 yaşlarında iken tasavvuf mesleğine girerek kısa zamanda olgunluğa erişip kendi bölgesi olan Harezm'de bir tekke açmıştır. İlmi, takvası ve yüksek şahsiyetiyle etrafına çok sayıda insan toplanan ve birçok değerli talebe yetiştiren Necmüddin Kübra, 1221 yılında Harezm'in Moğollar tarafından işgali sırasında, şehri terkedip kaçmadığı gibi, kafir Moğollarla cihada girişmiş; eline geçirdiği taşları onlara fırlatarak mücadele ederken göğsüne saplanan bir okla yere düşüp şehid olmuştur. Son nefeslerini verirken kafir Moğol askerlerinden birinin saçını kavradığı ve askerin onun elinden saçının kesilmesiyle kurtulabildiği rivayet edilmiştir. Büyük mutasavvıf şairlerden Mevlâna Celaleddin bir şiirinde bu olaya işaretle şunları söylemiştir:
"Bir elden nûş edip iman şarâbın
Bir elde perçem-i kâfir tutarlar!"
Adına nisbet edilen Kübrevî Tarikatı pek fazla yaygınlaşmamakla beraber o, yazdığı çok kıymetli eserler sebebiyle kendisinden sonra gelen mutasavvıflar üzerinde ziyadesiyle etkili olmuştur.
Mevlâna Celaleddin'in babası Bahaüddin Veled'in de onun müritlerinden olduğu söylenmiştir.
Necmüddin Kübra'nın asıl ismi Ahmed'tir. Şehid edildiği sırada yaşı seksene ulaşmış bulunmaktaydı.
FERİDÜDDİN-İ ATTAR (1221)
Birbirinden önemli eserleri sebebiyle İslâm dünyasının yüksek şahsiyetlerinden olduğu kabul edilen Feridüddin Attar, bugün İran sınırları içinde kalan ve Meşhed kentine yakın küçük bir kasaba halindeki Nişabur'un bir köyünde doğmuştur. Burada, attarlıkla meşgul olan babasının yanında yetişip büyümüş, o dönemlerde bir ilim merkezi sayılan Nişabur'da eğitimini tamamlamış ve tasavvuf mesleğine olan sevgisi sebebiyle eserlerini bu vadide vermiştir. Tezkiretü'l- Evliya, Mantık al-Tayr ve İlâhînâme isimli kitapları çok tanınmıştır.
Asıl ismi Muhammed olan ve Attar lakabını kullanan bu büyük şair-mutasavvıf kendisinden sonra gelenleri de derinden etkilemiştir. Hatta Mevlâna Celaleddin Rûmî söylediklerinin çoğunun Attar'ın sözü olduğunu belirtmiştir.
Moğolların Nişabur'u istila ettikleri 1221 yılında 90 yaşına ulaşmış bir ihtiyar olan Attar; taş taş üstünde kalmayan ve binlerce insanın kadın, çocuk, genç, yaşlı denmeden öldürüldüğü bu hengame içinde bir Moğol askerinin eline esir düşmüş, rivayetlere göre kendisinin bir torba samana satılması gereken çok değersiz bir kimse olduğunu söylemiş ve bu söze sinirlenen Moğol çerisi gazaba gelerek başını kılıçla kesip onu şehid etmiştir. Halen bir ziyaretgah olan türbesi Nişabur'dadır.
CELALEDDİN HARİZMŞAH (1231)
Büyük Selçuklu imparatorluğu yıkılmaya yüz tutarken Horasan'da Harezmşahlar Devleti kurulmuştur. Bir süre bölgenin tamamında gerçek bir hakimiyet kuran Muhammed Harizmşah zamanında Cengiz Han'ın orduları bölgeye girmiş, büyük bir vahşetle halkı katliama tabi tutmuş, Muhammed Harizmşah ve oğulları büyük zorluklarla kaçmayı başarmışlardır. Hazar Denizi'nde, küçük bir adada, acılar ve yoksulluklar içinde ölen Muhammed Harizmşah, yerine, kahraman oğlu Celaleddin'i halef göstermiş, intikamını almasını istemiştir.
Celaleddin Harizmşah son hükümdar olarak akıl almaz mücadelelere girişip Moğolları epeyce uğraştırdıysa da, Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat ile savaşa tutuşmak gibi büyük bir hata yapınca orduları dağılmış, kendisi de canını kurtarmak için Eyyubi hükümdarı Melik Eşrefe sığınmak üzere kaçarken, Silvan dağlarında, daha önce kardeşlerinden birini öldürdüğü bir Kürt aşiret reisi tarafından katledilmiştir.
TERKEN HATUN (1233)
Harzemşahların kudretli hükümdarlarından Muhammed Harizmşah'ın annesidir. Dönemin ileri gelen şahsiyetlerinden biri idi. Çok nüfuz kazanmış; Harezm ülkesinin gerçek hakimi durumuna geçmişti. Kendisine "Meliketü'n-nisâi'l-âlemîn", "Uluğ Türkan", "İsmetü'd - dünya ve'd-dîn" deniliyordu. Oğuzlardan Sarı Cenkçi Bey Beyatî'nin kızı idi.
1220 yılında Cengiz Han'a esir düştü ve onun tarafından Karakurum'a götürüldü. Burada 13 yıl süren ağır bir esaret hayatı yaşadı. Öyle ki günlük yiyeceğini bile Cengiz Han'ın sofrasının artıklarından, bizzat gelip toplamak suretiyle temine mecbur tutulmuştu. 1233 'te ihtiyar yaşta öldü veya öldürüldü.
Terken Hatun'un pek çok siyasî hatalar yaptığı biliniyor. Hatta Otrar'da bulunan bir adamı, Cengiz'in ticaret kervanına ait malları gasbetmiş, 450 tüccarı hunharca öldürmüş olduğundan Moğolların gazabı doğmuştu.
Terken Hatun taklit edilemeyecek kadar güzel yazı yazabilen, ordular sevk ve idare edebilen, Kübrevî tarikatına bağlı, son derece haris, çabuk kan dökebilen bir kadındı. Oğlu, hükümdar Muhammed Harizmşah'ın çadırını başına yıktırıp görevden aldığı bir veziri, hiç bir şey olmamış gibi vazifesi başında tutabilen Terken Hatun, yaptıklarının hesabını yukarda anlatıldığı gibi pek ağır biçimde ödemiş ve Moğol zulmünün kurbanlarından biri olmuştur.
Cengiz, Otrar'da tüccarları öldüren valiyi yakalayınca onu da işkence ile öldürmüş, kulağına ve gözlerine erimiş gümüş akıtmıştır.
I. ALAEDDİN KEYKUBAT (1237)
Anadolu Selçuklularının onuncu ve en kudretli sultanı olarak tarihe mal olmuştur. Gıyaseddin Keyhüsrev'in küçük oğludur. Ağabeyi İzzeddin Keykavus'un ölümü üzerine tahta çıkmış, pek çok zaferler ve başarılar kazandıktan sonra, kudretinin doruğunda ve henüz 45 yaşında iken Kayseri'de şehid edilmiştir. Ölümüne, çok sevdiği av etine karıştırılmış kuvvetli bir zehrin sebep olduğu bilinmektedir. Aşçıbaşını ele geçirerek sultanın zehirlenmesini sağlayanlar, oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve yakın adamlarından Sadettin Köpek isimli bir vezirdir.
Sultanın zehirlenerek şehid edildiğinde takvim yaprakları 1237 yılının Ramazan Bayramını gösteriyordu. Cenazesi tahnit edilerek Konya'ya getirilmiş ve Sultanlar Türbesi'ne defnedilmiştir.
SADETTİN KÖPEK (1238)
Anadolu Selçukluları'nın büyük vezirlerindendir. Aynı zamanda, kudretli bir sanatkar ve mimardır. Alaaddin Keykubat zamanında şöhret kazanmış, bir süre sonra sultanın oğlu ile anlaşarak onu zehirletmiş ve yerine geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev'e rağmen devletin tek yetkilisi gibi hareket etmeye başlamıştır. Rivayetlere göre henüz 17 yaşındaki bu yeni sultanı da ortadan kaldırıp Selçuklu tahtına oturmayı düşünen Sadettin Köpek, dönemi içinde akıl almaz cinayetlere imza atmış, kendisine engel gördüğü herkesi acımasızca katletmiştir.
II.. Gıyaseddin Keyhüsrev durumun gittikçe kötüye gittiğini ve kendi saltanatının da ayakları altından kaymaya başladığını anlayınca, ustaca bir plan yapıp, Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubadabad Sarayı'nda düzenlediği yemekli bir toplantı sırasında, daha önceden kendisini görevlendirdiği Kayseri Subaşısı Emir Karaca vasıtasıyla Sadettin Köpek'i öldürtmüştür. Onun feci sonu ile ilgili ayrıntıyı veren Selçuklu tarihçisi Ibn-i Bibi'nin yazdıklarına göre; yemek sırasında bir ihtiyaç için dışarı çıkan Sadettin, karşısında pür silah bekleyen Karaca ve adamlarını görünce feryada başlamış, kaçmaya çalışmışsa da hemen yakalanmış ve Bayraktar Togan Bey'in boynuna vurduğu keskin kılıç darbesiyle yere yıkılmıştır.
Sadettin öldürüldükten sonra, sultanın emriyle cesedi bir kafese konulup, sarayın yüksekçe bir burcuna asılmıştır. Sultan, bu zalim adamın öldürüldüğünü herkes görsün ve sevinsin diye böyle bir karar almıştır. Halk kafesteki parçalanmış cesedi seyretmek için surların dibine toplanmış, tam bu sırada ipi kopan ağır kafes kalabalığın üzerine düşmüş ve bir seyircinin ölümüne sebep olmuştur. Olayı kendi penceresinden seyreden genç sultan; "Vay uğursuz alçak! Ölümünden sonra bile kan döküyor!" demekten kendini alamamıştır.
II. GIYASEDDİN KEYHÜSREV (1248)
Babası Alaeddin Keykubat'ı zehirleterek öldürdükten sonra, henüz 17 yaşında iken Anadolu Selçukluları tahtına oturan II. Gıyaseddin Keyhüsrev zevk ve sefa âlemlerinde vakit geçirmekte ve vahşi hayvanlarla oynamakta idi. 9 seneye yakın bir süre tahtta kalmış ve sonunda Alaiye (Alanya) Kalesi'nde, nasıl olduğu anlaşılamayan bir ölümle vefat etmiştir. Görgü tanıklarının ifadesine göre vahşi hayvanlarla oynamaktan çok hoşlanan sultan, bahçede iken "İmdat! İmdat!" çığlıklarıyla sarayı ayağa kaldırmış ve yanına yetişenler onun hiç bir şey söyleyemeden can verdiğini görmüşlerdir.
Cenazesi Konya'ya nakledilerek Sultanlar Türbesi'ne defnedilmiştir. Hadise 1246 yılının Ocak ayı içinde cereyan etmiştir ve sultan henüz 25 yaşındadır.
MUSTA'ZIM BİLLAH (1258)
Abbasi hanedanından gelen son halifedir.
Moğolların Bağdat'ı işgal için ilerledikleri haberlerine inanmamış; "bu bizim tahtımızdır, onlara müsade etmezsek gelemezler! demiş, fakat büyük gafletinin sonunda Tatarlar Bağdat'a girmiş, şehri yakıp yıkarak korkunç bir katliam gerçekleştirmişlerdir. Musta'zım, Hülagu Han tarafından zincire vurulup hapsedilmiş; Moğol hakanı yedi gün yedi gece düşündükten sonra, kanı yere akmadan öldürülsün diyerek onu keçe bir çuval içine sokmuş, ağzı bağlanan çuval Moğol çerilerinin atları tarafından çiğnenmiş ve son Abbasi halifesi bu çuval içinde feci şekilde can vermiştir. Hülagu Han'ın korktuğu tek şey; "Bu adamın kanı yere düşerse zelzele ve diğer felaketler doğabilir!" diyen şamanist büyücülerin sözleri idi. 1258 yılında katledilen Musta'zım Billah şehid edildiğinde 48 yaşındaydı. Oğulları Ebubekir ve Ahmed de kendisi ile beraber öldürülmüşlerdir.
IV. KILIÇARSLAN (1266)
Anadolu Selçukluları'nın 13. hükümdarıdır. 28 yaşında iken veziri Emir Pervane ve Moğolların entrikaları sonucu çağırıldığı Aksaray'da, Napşı Noyan isimli Moğol komutanının çerileri tarafından yay kirişiyle boğdurularak şehid edilmiştir. Moğolların ve Selçukluların törelerine göre hanedana mensup olanlar mukaddes kimseler sayıldıklarından kanlarının akıtılması doğru değildir ve onlar mutlaka boğulmak suretiyle öldürülürler. Nitekim IV. Kılıçarslan da üç tuğlu saltanat çadırında böyle boğdurulmuştur. Cenazesi Konya'ya nakledilerek ecdadının türbesine defnedilmiştir.
III. GIYASEDDİN KEYHÜSREV (1277)
Anadolu Selçukluları'nın son hükümdarlarındandır. Pek çok mücadeleden sonra tahta çıkmış, kardeşleriyle kavgalara tutuşmuş, sonunda Moğolların yardımını almak üzere İlhanlı memleketine gidince Argun Han tarafından Erzincan'da hapsedilmiştir. 1277 yılının Kurban bayramında, hapsedildiği yerden çıkarılıp yeniden Selçuklu tahtına oturtulmayı beklerken, odası önünde ayak sesleri duyup irkilmiş ve ellerinde yay kirişleri tutan Moğol çerilerini görünce hiç bir harekette bulunmadan boynunu uzatmıştır. Gözleri kanlı, iri kıyım 10 Moğol çerisi işlerini çabuk bitirmişler ve tıpkı babası IV. Kılıçarslan gibi onu da genç yaşta öldürmüşlerdir.
EMİR PERVANE (1277)
Anadolu Selçukluları'nın ünlü veziri, uzun yıllar saltanat naibi ve çocuk sultanların iktidarında memleketin gerçek hakimi... Siyasetinin temeli Moğollarla işbirliğine dayandığı için yıllarca görevini sürdürebilmiş, fakat sonunda bazı hareketlerinden şüphelenen Moğol hükümdarı Abaga Han tarafından Aladağ'a çağrılıp muhakeme edilmiş ve idamına karar verilmiştir.
İki yüz Moğol süvarisi, Pervane ve yanında bulunan otuz iki yakınını atlara bindirerek idam mahalline götürmüşler, burada iki rekat namaz kılma müsadesi alan Pervane, Tatar kılıçlarına boynunu uzatırken: "Size hizmet edenlerin mükafaatı bu mu olacaktı?" diye bağırmış, fakat hiç titrememiştir.
NASIL ÖLDÜRÜLDÜLER?
YAZAN: AHMET EFE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder