12 Mayıs 2023 Cuma

BİZANS İMPARATORLUĞUNUN DOĞUSUNDAN GELEN İSTİLALAR VE İSKÂN POLİTİKASI

 


Ermeniler


Roma İmparatorluğu’nun Kafkasya bölgesinde yer alan Armenya ile İberya bölgesine yönelik olarak idari ve askeri hâkimiyete dayanan bir politika izlemiştir.


Bizans İmparatorluğu açısından Ermenistan, Gürcistan (İberya) ile Antitorosların doğu eteklerinde kalan alanlar stratejik ve politik açılardan büyük önem taşıyan yerlerdir.


IV. Yüzyıl sırasında inançsal olarak Hıristiyanlaştırılan Ermenilerin toprakları idari açıdan da 3’e bölündü. Bu topraklar doğrudan Doğu Romanın denetiminde olan Fırat’ın batısında bulunan bölüm (Armania Minor),doğuda Büyük Ermenistan krallığı ve güney bölümünde bulunan strablık olarak adlandırılan bölümlerden oluşmaktaydı. 4.yüzyılın sonlarından itibaren bu yapı değişikliğe uğradı. Doğu Roma’nın denetimi, toprakların batı kesiminde devam ederken denetim alanlarını krallığın batıda bulunan en uç mıntıkalarını kapsayacak şekilde genişletti. Büyük Ermenistan’ın kalan bölümleri ise Perslerin idaresine bağlı olarak Persarmania’sı adıyla askeri vali tarafından idere edilen bölgenin bir parçası durumundaydı. İmparator Iustinianus döneminde Ermenistan bölgelerinin idari taksimatında değişikliğe gidildi. Dört İmparatorluk vilayeti oluşturularak (Armenia I-IV) komşu vilayetlerle birleşmesi sağlandı.


Bizans İmparatorluğu, Sasani Krallığına son veren Müslüman Arapların imparatorluk topraklarına yönelik saldırılarına engel olamadı.7. yüzyılda İmparatorluk büyük mücadeleler vererek Sasanilerden almış olduğu Mısır, Filistin, Suriye ve Mezopotamya ile Ermenistanı Müslüman Araplara karşı savunamayarak kaybetti. Bizans İmparatorluğu Araplar karşısında uğradığı büyük toprak kaybı sonucunda elinde Küçük Asya, Balkan Yarımadası’nın bazı yerleri, Girit’inde olduğu Ege Adaları, İtalya ve Sicilyanın bazı şehirlerinden oluşmaktaydı. 6. yüzyıl sonuna kadar Ermeniler üzerinde imparatorluğun tam bir hâkimiyeti mevcuttu. Ancak Müslüman Arapların önlenemez ilerlemeleri karşısında Ermenilerin yaşadığı bazı bölgeler resmi olarak İmparatorluk hâkimiyetinde gözükmesine rağmen buralarda kontrolü kaybetmiş durumdaydı.


Bizans İmparatorluğu’nda Ermenilerin iskân edilmeleri bir birine zıt iki farklı şekilde gerçekleşmiştir. Ermeni halkı, yaşadığı topraklarda meydana gelen siyasi gelişmeler sonucunda topraklarının hâkimiyetinin Bizans İmparatorluğundan çıkması durumunda kendi istekleriyle yaşadıkları yurtlarını terk ederek imparatorluğa sığınmaları talebinde bulunmuşlardır. İmparatorluk ordusuna alınan bu kimseler yabancı devletlerin hâkimiyetinden kaçıp geldikleri için ya macera peşindeydiler ya da amaçları sığınacak bir yere kavuşmaktı.


VI. yüzyılda yine Ermeni grupların kendi istekleriyle İmparatorluğa sığınmalarına dair bir gelişme yaşanmıştır. Pers yönetimine karşı 571 yılında başlatılan isyan girişiminin başarıyla sonuçlanmaması üzerine isyan girişiminin içinde yer alan birçok ileri gelen ile birkaç papazın yer aldığı grup imparatorluğa kaçarak sığındılar. Katolik Ermeni olmayan Vardar Mamiconian ve kendisine bağlı olan grup imparatorluğun ordusunda görev alırken geriye kalan Ermeniler ise Bergama bölgesine daha önceden gelmiş olan soydaşlarının yanına gittikleri tahmin edilmektedir.


Ermenilerin imparatorluk topraklarında iskân edilmeleriyle ilgili uygulanan diğer yöntem imparatorluğun gördüğü lüzum üzerine veya ihtiyaçlar nedeniyle zorunlu göçe dayanan iskân uygulamasıdır. Zorunlu olarak yurtlarından çıkarılma uygulaması ilk olarak Iustinianus döneminde görülmektedir. İmparator Iustinianus anavatanlarında yaşamakta olan kalabalık olmayan sayıdaki Ermenileri yurtlarından çıkararak Trakya bölgesinde zorunlu olarak iskânlarını gerçekleştirmiştir. Ermenilerin kalabalık kitleler şeklinde zorunlu iskân uygulamalarıyla karşılaşmaları ise Teberios ve Mauricius’un imparatorluk dönemelerinde yaşanmıştır. İmparator Teberios döneminde sayıları 10 bin olan Ermeni kitlesi yaşadıkları yurtlarından zorla göç ettirilerek Kıbrıs adasında iskân edildiler. Evagrius bu iskân neticesinde meydana gelen durumu şu şekilde nakletmiştir “Hiç işlenmeyen toprağın her tarafı tarıma açıldı. İçlerinden kalabalık bir ordu meydana getirildi. Esirlerden sağlananlarla bütün evler kolaylıkla dolduruldu.” Evagrius’un aktarımlarından imparatorluğun zorunlu iskân politikasından beklentilerinin neler olduğunu ve bunun uygulanabilir olduğunu göstermektedir. İskânla birlikte tarım yapılmayan boş arazilerin tamamı yeniden ekilerek tarımın canlanması sağlandı ve zorunlu yerleştirilenler arasından asker vasfına sahip olanlardan güçlü bir ordu oluşturuldu. 

İmparator Mauricius dönemi iskân politikasının kapsamı ve uygulayıcısı bakımından farklılık gösterdiği bir dönem olarak öne çıkmaktadır. İmparatorun köken olarak kesin olmamakla birlikte Ermeni olduğu yönünde güçlü bilgiler mevcuttur.


İmparator Mauricius, uygulamayı düşündüğü iskân politikası öncekilerden farklı olarak kapsamı bakımından Ermenilerin tamamını yurtlarından çıkarıp başka yerlere göndermeye dayanmaktaydı. Dönemin en önemli kaynakları arasında sayılan Sebeos iskânın gerçekleştirmek amacıyla imparatorun Pers kralına birlikte hareket etmeleri yönünde yazdığı mektuba dayanarak şu bilgileri aktarmıştır: “Ermeniler sahtekâr ve asidirler. Aramızda meskûn olup fesat çıkarmaktalar. Benimkileri yerlerinden çıkarıp Trakya’ya göndereceğim sen de seninkileri doğuya gönder. Bunlar ölürlerse sayısız düşman ölmüş olur tersi olursa sayısız düşmanı öldürmüş olurlar.” Bizans imparatorluğu planı hemen uygulamaya geçirince Ermeniler kurtulmak için İran’a sığındılar. Bu durum Perslerin uygulamada pek de istekli davranmadığını göstermektedir. İmparator Mauricius aynı zamanda Ermenileri imparatorluk ordusunda askeri güç olarak kullanma taraftarıydı. 30 bin Ermeni ailesinin Trakya topraklarında iskânlarını gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Bu iskâna göre her bir aile bir asker verecek şekilde planlanmıştı. Ancak uğradığı darbe, planını gerçekleştirmeye fırsat vermedi. İslam fetihlerinin Ermenistan’ı alma girişimleri İmparator Heraclius ve takip eden imparatorlar tarafından bölgenin imparatorluk açısından taşıdığı stratejik önemin ve orduya insan kaynağı sağlama noktasındaki yerini oldukça değerli hele getirmiştir.


Bizans İmparatorluğu’nun Ermenilerin iskân edilmesinde uygulayageldiği ana siyaset Ermenilerin sahip oldukları askeri vasıflarından dolayı imparatorluğun ihtiyaç duyduğu bölgelerde ordunun asker ihtiyacını giderme yönünde olmuştur. Trakya’da ve Kıbrıs ‘ta iskân politikası askeri kaygılardan kaynaklanarak oluşturulurken iskân edilen ailelere boş arazilerden toprak verilerek tarımsal faaliyetlerin gerçekleştirilmesi de sağlanmıştır. Böylece iktisadi kaygıların önüne geçilmeye çalışılmıştır.



Müslüman Araplar



Hz. Muhammed liderliğinde Mekke’de başlayan İslamiyet’in ortaya çıkışı ve yayılış süreci olan VII. yüzyılda Bizans İmparatorluğu ile doğu sınırlarında ezeli düşmanı olan Sasaniler arasında yoğun mücadeleler yaşanmaktaydı. Müslüman Arapların VII. yüzyıl ortalarına kadar gerek Doğu Roma gerekse Sasani İmparatorluğu topraklarında hızlı şekilde ilerlemesini durduramadılar ve şehirlerin bir biri ardına ele geçmesine engel olamadılar. Bu durum Müslüman Arap saldırılarından önce Bizans ve Sasani İmparatorlukları arasında meydana gelen savaşlarda her iki tarafın birbirlerini askeri, ekonomik ve beşeri kaynaklarını zayıflatmalarından kaynaklanmaktaydı. Müslüman Arapların Sasani ve Doğu Roma topraklarına yönelik yaptığı saldırılarını her iki imparatorluğunda durdurmaya gücü yoktu. Bizans İmparatorluğunda Phocas yönetiminin neden olduğu kargaşa ve anarşi dönemi yönetime karşı bir dizi ayaklanmaların çıkmasına neden oldu. Kartaca eksarhı olan Heraclius, taraftarlarıyla birlikte başkent Constantinopolis’e ulaşarak Phocas dönemini sona erdirdi. İmparator Phocas’ın icraatları sert şekilde eleştirilirken Peygamberin çağdaşı olan İmparator Heraclius’un tahta geçmesi İslam tarihinde olumlu şekilde karşılanmıştır. Taberi’nin Bizans İmparatorluğundaki bu taht değişimine bakışı şu şekildedir. “Rum ahlaksızlığını, Allah’a karşı terbiyesizliğini ve kötü yönetimini gördüğü imparator Phokas’ı öldürdü. Perslerin neden olduğu yıkımdan kurtarması için yakaran İreklius adında birini başa geçirdi”.


İslamiyet’in ortaya çıkmasıyla birlikte başlayan Bizans İslam münasebetleri imparatorluğun başkentinin fethine kadar sürecektir. İslam peygamberinin imparator Herokleos’a gönderdiği, içeriği İslam’a davet olan ve Ehl-i Kitap ile Müslümanların benzer özelliklerine vurgu yapan mektubuyla siyasi ilişki süreci başlamıştı.


Foedus sistemi İmparatorluğun doğu bölümünde Arap aşiretleriyle kurulan ittifaklar üzerinden yürütülüyordu. Sınır güçlerinin ortadan kalkmasıyla birlikte imparatorluğun güney sınırlarında Gassanililer güvenliğin en önemli birincil unsuru haline gelmişti. İmparatorluk güney sınırında karşı karşıya kaldığı 497-506 yıllarında Sasani Lahmi müttefik saldırıları ve Hristiyan Arap kabilelerinin 498 yılından itibaren imparatorluk idaresine başkaldırı girişimleriyle karşı karşıya kalmıştı. Bizans İmparatorluğu Gassani ve Kinda krallarına Arabistan ve Filistin “Phylarhos” unvanları verilerek siyasi müdahalelerle müttefiklik ilişkileriyle bölge üzerinde varlığını sürdürmeye çalıştı. İmparatorluk III. yüzyıldan itibaren Fırat’ın doğusunda sınırlarını güvenli hale getirmek için Arap kabileleriyle yürüttüğü işbirliğini arttırarak devam ettirmiştir. Müslüman Arapların İmparator Heraclius dönemini kapsayan fetihler döneminde Müslüman savaşçılara karşı koyacak en önemli gücü müttefiki olan Arap kabileler ve Ermenilerden oluşmaktaydı. İmparatorluğun Toros sınırının güney topraklarını korumak için coğrafi ve iklimsel şartlara uygunlukları ve Müslümanların savaş metotlarına yakın olmaları müttefik Arap kabilelerini en önemli unsur haline getirmiştir.


VII. Yüzyılın ikinci yarısında Hazarlar ile Müslüman Arapları karşı karşıya geldiler. Zamansal olarak iki güç merkezi bir birlerinin aleyhine olacak şekilde genişleme siyaseti yürütüyorlardı. Sasani Devleti, Hazarları müttefik olarak yanına alan imparatorluk güçleri karşısında tutunamayarak ağır bir yenilgiye uğradı. Sasaniler bu yenilgiyle sadece aldığı toprakları imparatorluğa teslim emek durumunda kalmadı aynı zamanda devlet parçalanma sürecine girdi. Sasani devletinin İslam güçlerinin ilerleyişi karşısında varlık gösteremeyince toprakları Müslüman Arapların eline geçti. Ermeniya üzerinden Kafkaslar, Suriye toprakları üzerinden ise Bizans İmparatorluğu yeni bir güç olarak ortaya çıkan İslam güçlerinin tehdidi altındaydı. Ortak düşmana karşı güç birliğinin oluşturulması kaçınılmaz oldu. Hazar Bizans ortak menfaatleri sonucu oluşan siyasi ittifak zaman içerisinde Hazar prenseslerinin Bizans İmparatorları ile evlenmeleriyle kan bağıyla güçlenen birlikteliğe dönüştü.


Hazarların Karedeniz’in kuzey bölgeleri yönünde genişlemeleri Balkan Yarımadasında hâkimiyet kuran “Büyük Bulgar” devletiyle karşı karşıya gelmelerine neden oldu. Bulgarlar Hazarlar karşısında tutunamayarak parçalandılar. Dinyaper’e kadar uzanan bölgenin hâkimiyeti Hazarlara geçerken Kafkasların güneyinden ilerlemeye çalışan İslam güçlerine güçlü bir set oluşturdular. Darben’i geçen İslam güçleri Hazarların başkenti olan Balencer için büyük bir tehdit haline gelmişti. Hazarlar tarafından şehrin işgalini önlemek için güçlü tahkimatlar oluşturulmuştu. Hazarların güçlü direnişiyle karşılaşan Arap güçleri geri çekilmek durumunda kaldı. Hazarlar ile İslam kuvvetleri arasında ilk karşılaşma gerçekleşmiş oldu. Müslümanların ikinci halifesi Hz. Ömer dönemindeki ilk karşılaşmadan sonra Müslümanlar Araplar içinde yaşanan siyasi çekişmeler Kafkaslar yönünde dikkatin azalmasına neden oldu. Bu dönemden itibaren yaklaşık yarım asır karşılıklı sınır saldırılarıyla geçen bir süreç yaşandı.


İslam peygamberi Hz. Muhammed’in vefatından sonra başlayan Hulefa-i Raşidin dönemi Müslüman Arapların Sasani ve Doğu Roma topraklarına doğru hızla sınırlarını genişlettiği dönemi ifade etmektedir. Bizans İmparatorluğu Sasanilerden almış olduğu şehirleri Müslümanların ikinci Halifesi olan Hz. Ömer’e terk etmek durumunda kaldı. Bizans İmparatorluğunun İslam kuvvetleri tarafından ilk istila edilmelerinin zirvesini Yermuk savaşı oluşturmaktadır. Yermuk savaşı imparatorluğun Arap müttefiki olan Gassanilerin otlak ve su kaynaklarının bulunduğu yerleşim biriminde başladı. İslam kuvvetleri karşısında tutunamayan imparatorluk, Yermuk (636) te uğradığı yenilgiyle birlikte Suriye’yi tamamen kaybetti. Halep’in alınmasını takip eden yılı Antakya’nın ve Urfa’nın alınması izledi. Suriye ve El-Cezirenin alınması Müslümanların Toroslara kadar olan bölgenin hâkimi durumuna getirdi. Patrik Sophronios Kudüs şehrinin savunması için gösterdiği mücadelenin başarıya ulaşamayacağını anlayınca anlaşma yoluna giderek şehri Halife Ömer’e teslim etmek durumunda kaldı. Şehirde yaşayan Hristiyan halkların sahip oldukları sosyal ve dini hakları bu anlaşma neticesinde güvence altına alındı. Filistin’de İslam kuvvetlerine karşı direniş gösterilmişse de neticeye ulaşılamadı. Doğu Roma İmparatorluğu’nun siyasal ve idari olarak hâkimiyeti altında tuttuğu bu şehirler üzerinde hiçbir zaman mezhepsel hâkimiyet kuramadı. Şehirlerin Nesturî ve Monofizit inancına sahip halkı Sasanilerden sonra Müslüman Arap fetihlerini kabullenmekte direnç göstermediler. Sasani İmparatorluğu’nu yıkarak topraklarına hâkim olan Müslümanlar, Bizans Mezopotamyası’nın hâkimi olarak imparatorluğun güneydeki en büyük rakibi haline geldi (639-640). İmparatorluk için oldukça stratejik bir kent olan Mısır, Müslümanların sefer güzergâhında bulunuyordu. Heraclius’un bir bir ele geçirdiği şehirler gözlerinin önünde yok olup gidiyordu.

İslam fetihlerinin büyük bir hızla Doğu Roma aleyhine genişlemesi, taraflar arasında meydana gelen nüfus değişimleri doğal olarak daha karışık ve zor olan sınır bölgelerini belirleme ve geliştirme sorununu ortaya çıkardı. Sınırların belirlenmesi doğal olarak halkların tanımlanmasını gerektiriyordu. Hz. Ömer’in Bizans’ın müttefiki olan ve imparatorluğa sığınan Gassani kralı el-Ayham’ın ve diğer sığınan Arapların geri verilmesi konusundaki girişimleri, Halifenin bütün Araplar üzerinde kontrolü sağlama yönünde kararlığını göstermektedir. Halife fetihlerle ele geçirilen topraklar üzerinde yaşayan halkların varlığının devamıyla bu bölgelerde nüfus açığının oluşmasının önüne geçmeye çalışmıştır.


İmparator Heraclios’un ölümünden sonra yerine geçen Constans II dönemi, Arap hücumlarının şiddetlenerek arttığı bir devam niteliğindeydi. Müslüman komutan Amr tarafından kuşatılmış olan Mısır 641 yılında Müslümanların idaresine geçti. Şehrin 4000 villa ve hamama sahip olduğunu ayrıca 40 bin cizye (Baş vergisi) verecek durumda olan Yahudi ailesi bulunduğunu, komutan Amr Halife Ömer’e yazdığı fetih ile ilgili bilgi veren mektubunda bahsetmektedir. Müslüman Arapların Akdeniz kıyılarına ulaşmasıyla birlikte denizlerde varlık gösterebilmek için deniz gücüne duyulan ihtiyaç çöl halkı için önemli bir sorundu. Bizans İmparatorluğu karşısında başarılı olmak için güçlü bir donanmanın olması gerektiğini ilk olarak ortaya koyan Şam Valisi Muaviye olmuştur. Muaviye tarafından bu amaç doğrultusunda gemiler yaptırılmaya başlanıldı. Kurulan donanma ilk seferini Akdeniz de stratejik öneme sahip merkez konumunda olan Kıbrıs’a yaparak buranın alınmasını sağladı. İmparator Constans II, Muaviye’nin denizlerde yaptığı fetihlerle ele geçirilen yerlerin İmparatorluğun kalbini oluşturan Anadolu’yu kuşatma altına almanın çabaları olduğunun farkındaydı. Tehlikeli kuşatmanın oluşmasına fırsat vermemek amacıyla hazırlanan donanmanın başında harekete geçen imparatorun komuta ettiği deniz gücünün Lycia (Muğla)’da yenilgiye uğraması İslam kuvvetlerine Rodos’u kazandırdı (655). Savaşta mağlup olan imparator hayatını güçlükle kurtarabildi. Müslüman Arapların denizlerde izledikleri fetih güzergâhı asıl hedefin başkent olduğunun göstergesiydi. Müslüman Araplar Constantiniye olarak adlandırdıkları başkentin Bizanslılar için taşıdığı anlamın ve öneminin farkındaydılar. İslam coğrafyacısı olan İbn Hurdazbih, bu önemi “Rum’un en büyük şehri ve onların sığınağı” olarak ifade etmiştir. 

Doğu Roma İmparatorluğu’nun Müslüman Araplar karşısında tahıl ihtiyaçlarını sağlayan Mısır’ı, işlek ve canlı pazar ve limanlara sahip olan Antakya, Beyrut, Gazze’yi, gelişmiş sanayiye sahip Suriye’yi kaybetmesi imparatorluğun idari olarak sınırlarının küçülmesini ifade ederken iktisadi manada ise hazinenin büyük gelir kaynaklarından mahrum olması ve halkın ekonomik gücünün zayıflaması anlamlarını taşımaktaydı.

Müslüman cephesinde başlayan iç çekişmeler neticesinde Bizans üzerindeki baskı hafifledi. İmparator Constans II bu durumdan yaralanarak imparatorluğun batısıyla ilgilenme imkânı buldu. Balkan coğrafyasına yerleşmiş olan Slavlar üzerine yarım asır sonra sefer düzenledi. Bu sefer sonuçları itibariyle Balkanlar’da yeniden hâkimiyetin sağlanabileceğini göstermekteydi.


Müslüman dünyasındaki iç mücadeleler Muaviye’nin yönetiminde Emeviler adıyla yeni bir dönem başlamasıyla sona erdi. Muaviye’nin düzen ve istikrarı sağlamasıyla birlikte Bizans’a yönelik saldırılar tekrardan başladı. İmparatorluk tahtına geçen oğul IV. Constantinos döneminde (668-685), Müslüman Arap saldırıları imparatorluk başkentini hedefine alarak devam etti. İslam donanması Çanakkale boğazını geçerek başkent saldırılarında üst olarak kullanacakları Cyzicus (Aydıncık)’a yerleştiler. Constantinopolis’i almak amacıyla (673-678) beş kez yapılan Müslümanların saldırı girişimi, IV. Constantinos’un başarılı savunmasını geçemedi. Yapımı ve mucidi Mimar Kallinikos olan Grek ateşi Müslüman Arap gemilerine oldukça zayiat verdirdi. Bu durum karşısında kuşatmayı sonlandırmak durumunda kalan İslam kuvvetleri dönüş yolunda donanmalarının fırtınaya yakalanması sonucunda büyük bir kayba uğradı. Karadan yürütülen seferin de başarısızlıkla sonuçlanması Müslümanlarla İmparatorluk arasında 30 yıllık bir dönemi kapsayan yıllık 3000 altın ve 50 şer köle ve at vermeyi taahhüt eden anlaşmanın yapılmasıyla sonuçlandı. İmparatorluğun elde ettiği bu başarı etkisini diğer milletler üzerinde de gösterdi. Balkanlarda sorunlara neden olan Avar ve Slav liderlerinin imparatorluğun üstünlüğünü kabul etmelerini sağladığı gibi dostluk ve ittifak kurmanın arayışı içinde oldular. Bu durumu Theophanes “gerek doğuda gerekse batıda berrak bir barış kuruldu” diye nakletmektedir. İslam güçlerinin askeri bir güç olarak ortaya çıktıkları tarihten itibaren aldıkları ilk yenilgi oldu. 

İmparator Constantinous’un 685 tarihinde ölümü üzerine yerine oğlu II.Iustinianus geçti. Yeni imparartor Müslüman Arapların batı yönündeki ilerleyişinin durdurulduğu ve imparatorluğa iktisadi kazanç sağlayan 678 yılı, siyasi başarı sağladığı huzur ortamında tahta çıkmıştı. Emevi hanedanının ilk yöneticisi olan Muaviye’nin ölümü neticesinde iç çekişmelere neden olan bir süreç yaşanmaktaydı. Bizans İmparatoru II.Iustinianus ile aynı zamanda Emevi yönetiminde olan Abdülmelik (685-705), devlette yönetimini sağlamlaştırmak için Bizans İmparatorluğu ile yapılan anlaşmayı yenilemek durumunda kaldı. İmparatorluk açısından Muaviye döneminde ödenen yıllık vergi artırılırken aynı zamanda Kıbrıs adası, Armenia ve Iberia (Gürcistan) gelirleri iki taraf arasında paylaşıldığı bir statüde kavuşturuldu. II.Iustinianus dönemimin vuku bulan gelişmelerden bir diğeri ise Toros sınırında Müslüman Araplara sorun teşkil eden Mardaitlerin imparatorluğa kabul ve iskan edilmesidir. II.Iustinianus döneminde Mardait’lerin imparatorluğa kabulleri İmparatorluğun farklı iskan politikalarının olduğunu göstermektedir. Suriye Lübnanı’nın dağlık alanlarında yaşayan ve silahlı gücü olan eşkıya millet Mardaitler Suriye’nin Müslüman güçleri tarafından alınmasıyla daha kuzeye çekilerek Bizans imparatorluğu ile Müslümanlar arasında set oluşturmuşlardı. Arap bölgelerine yaptıkları tehlikeli saldırılarla sürekli olarak bölgede huzursuzluğa neden oldular. Yeni fethi gerçekleştirilmiş bu bölgelerde Merdait saldırılarının oluşturduğu huzursuzlukta şüphesiz imparatorluğun bu yöndeki gayretleri etkili olmaktaydı. Müslüman Araplarla varılan anlaşma sonucunda Mardaitlerin imparatorluk sınırları içine alınmasına karşılık Müslüman Araplar senelik belirlenen miktarda para ödemesi şartıyla anlaşmaya vardılar. Tahminler Merdaitlerin toplam 12 bin kişi olduğu yönünde olsa da kesin olan bu sayının tamamının Anadolu’ya getirilmediğidir. İmparatorlukta iskan edilmek üzere kabulü gerçekleştirilen Mardaitler Attaleia (Antalya), Paleponnes, Kefalonya ,Epiros ve Nikopolis kıyı şehirlerinde iskan edildiler. Bölgeden Mardait tehlikesinin ortadan kalkmasıyla Müslüman Araplar tarafından yeni alınan yerlerin denetiminin sağlanması kolaylaşırken aynı zamanda Anadolu’nun iç bölgeleri Müslüman akınlarına karşı daha açık bir hal almıştır. Bu anlaşma Bizans İmparatorluğu ile Müslüman Araplar arasında oluşan Torosların doğal sınırını korumaya yönelik çabaların göstergesidir. Tarafların yaptığı akınlar sınırları değiştirmekten ziyade yağmalamaya yönelik seferlerdir. 

634’lü tarihlerden itibaren Bizans İmparatorluğunun doğu sınırında beliren ve imparatorluk şehirlerinin İslam kuvvetleri tarafında alınması sonucunda imparatorluk sınırları küçülmeye uğradı. Demografik açıdan başkent ve çevresi ile Anadolu, Ege Adalarını kapsayan bölgeler Yunanlılardan oluşan bir yapıya bürünmüştü. Mora yarım adasını içine alacak şekilde Balkan coğrafyası Slav halklarının hâkimiyetinde bulunuyordu. İmparatorluğun batısında ise Sicilya, Güney İtalya, Roma şehri ile Ravenna Eksarhlığını kapsamaktaydı. Mısır ve Kuzey Afrika’nın alınması neticesinde Arapların hâkimiyetini kabullenmeyen Yunanlılar, İtalya’nın güney yerleşimlerine göç ederek bu bölgede mevcut Yunan nüfusunda büyük artışların olmasına neden olmuştur. Nüfus ve demografik yapıda meydana gelen değişmeleri Gelzer gibi tarihçiler ise; Toprak kayıplarının imparatorluğa dolaylı olarak fayda sağladığı görüşündedirler. Onlar “ İmparatorluğun gücünü halen tanıyan Balkan Yarımadası’nı ve Anadolu halkını dil ve inanç yönünden homojen ve imparatora sadık bir kitle vücuda getirildi” görüşündeydiler. Müslüman Arapların İmparatorluğun Anadolu topraklarında verdikleri mücadeleler hâkimiyet alanları oluşturmalarına yetmedi. Müslüman saldırılarına karşı Anadolu coğrafyası sunduğu ulaşılmaz kaleleriyle saldırı altındaki halka sığınak işlevi gördü. Bu dönemde özellikle doğal koruma imkânları olan şehirler büyük önem kazanmıştır. Müslüman Arapların ani yağma girişimlerini önleyecek güçlü kalelere ihtiyaç vardı. Coğrafi yapısı itibariyle ani saldırı ve yağmalara imkân vermeyen uçurum ve kayalık alanlarda kurulan istihkâmlar önem kazanmıştır. Zamanla bunlardan bazıları şehirlerin merkezi konumuna gelmişlerdir. Ahali tarlaları yakarak Müslüman askerlerin erzaklara ulaşmasını engellemeye çalıştı. İki taraf arasında meydana gelen bu mücadele süreci toprakların insansız tarlaların boş kalmasına neden oldu. Sasanilerle başlayan Müslüman Araplarla devam eden Bizans İmparatorluğu topraklarına yapılan saldırı ve ele geçirme girişimlerinin yaşandığı uzun zaman süreci Anadolu topraklarında bulunan yerleşim yerlerinde büyük yıkımlara neden olurken sahip olduğu nüfusta azalmalar meydana geldi. Müslüman Arapların gerçekleştirdiği saldırılar ve fetihler, Bizans İmparatorluğu’nun demografik yapısının bozulma sürecini daha da hızlandırmıştır. Arap fetihlerinin imparatorluk topraklarına yönelik seferlerinin hızı VII. yüzyılın ilk yarısını kapsayan başlangıç dönemine göre düşmeye başlamıştı. Müslüman Arapların Bizans İmparatorluğu’nun içlerine doğru ilerleyişinin önündeki en büyük engel şüphesiz Anadolu coğrafyasının sahip olduğu doğal engellerden kaynaklanmaktaydı. Müslüman Arap ilerleyişi Anadolu’yu (Küçük Asya) Asya’dan ayıran Toros dağ silsilesinde durduruldu. Anadolu’da Seleucia (Silifke) başlayıp Toroslar boyunca devam eden Karadeniz’de Trabzon’a ulaşan yeni bir sınır oluştu. Bizans İmparatorluğu karşı atağa geçerek Afrika topraklarının elde kalması için mücadele etti. Toros dağ silsilesi bir yönüyle de Hıristiyan dünyası ile İslamiyet arasında bir set barikat haline gelmişti.



İmparatorluğun Nüfus Yapısını Etkileyen Faktörler



Yerleşim yerlerinin iklimi sahip olduğu coğrafi özellikleri ve topraklarının kullanımı, nüfusun yerleşim yerlerine dağılımını ve bunların yoğunluğunu, demografik özelliklerini tarımsal kapasitesinin ne kadar insana geçim imkânı sunacağını belirler. Ancak sahip olunan nüfusta meydana gelen artma ve azalmalar genel olarak savaşların doğal sonuçlarını oluşturuyordu. Karşı karşıya kalınan doğal felaketler ve salgın hastalıklar, nüfus ve demografik yapıyı derinden etkileyecek neticelere sebep olmuştur. Hiç şüphesiz imparatorluk nüfusu üzerinde en büyük felaketlerin başında veba gelmektedir. Veba başta olmak üzere felaketlerin imparatorluk nüfusu üzerinde meydana getirdiği tahribatın ne kadar olduğunun önündeki sorunlardan biri imparatorluğun sahip olduğu nüfus sayısıdır.



Doğu Roma İmparatorluğu’nun bu dönem öncesine kadar sahip olduğu nüfus dönemsel değişimler göstermektedir. Bizans Anadolusu’nda M.S II. yüzyıl sonlarında tahmin edilen nüfusun yaklaşık olarak 11.800.000 olduğu yönündedir.3. yüzyıl da bölge nüfusunda önemli bir düşüş yaşanırken izleyen yüzyıl ile birlikte nüfus tekrardan artış yönünde bir gelişim göstermiştir. İmparatorluk genelinde meydana gelen nüfusun azalması Batı Roma’da daha büyük sayılarda gerçekleşirken Doğu Roma’da meydana gelen kayıplar ise daha az sayıda olmuştur. Antiokheia (Antakya) ,Mısır kırsalı, Anadolu’nun batı kıyıları ile Ege’de yer alan bazı adalar nüfusta azalmanın yaşandığına dair izler taşımaktadır. Doğu Roma nüfusunda meydana gelen düşüş, IV. Yüzyıldan itibaren kesilirken nüfusun yukarı doğru artışı V. yüzyıldan itibaren gerçekleşmeye başlamıştır. Tchalenko, Kuzey Suriye yaylalarını kapsayan araştırmasında incelediği Cyrrhus (Kyrrhos), Apamea (Epemiye) ve Chalcis ad Belum ve Antioch, yerleşim yerlerinde 450 ile 550 tarihleri arasında zengin kırsal kesimin bulunduğunu göstermektedir. V. yüzyılda yaşamış olan Piskopos Theodoret, 1,600 mil kare alana sahip Cyrrhus piskoposluk bölgesinde varlık gösteren 800 Hristiyan cemaat sayılarından hareket eden Cumont, bölgenin nüfusunun 200.000 olduğunu ortaya koymaktadır. Eldeki verilerin sayısal ifadeleri her ne kadar kesinlik ifade etmese de kesin olan Suriye’nin nüfusunda III. yüzyıl da görülen azalma eğiliminin IV. yüzyıl ile birlikte toparlanma süreci yaşadığını göstermektedir.



IV. yüzyılın ilk yarısından itibaren toparlanmaya başlayan nüfus artarak imparatorluk 24 milyona ulaşmıştı. Nüfusun imparatorluk sathına dağılımı coğrafi ve ekonomik faktörlere göre oldukça dengesiz bir yayılım göstermektedir. Kıyı şehirlerinde yoğunluk yaşanırken Balkanlar’ın iç kesimleri ve Anadolu platoları nüfusun oldukça seyrek hatta bazı alanları ıssız bir durumdadır. Anadolu yaylasının kuzeyinde bulunan şehirler 350’den 550’ye kadar geçen süre zarfında büyüyerek önem kazanmışlardır.


Doğu Roma İmparatorluğu’nda bu büyük şehirlerin yanı sıra birkaç bin nüfuslu köyler, kasabalar ve aynı zamanda villaelar (büyük yurtluklar) mevcuttu. Barbar kavimlerinin V. yüzyılda neden olduğu güvensiz ve istikrarsız ortam nedeniyle villaeların Makedonya dışındaki büyük bir bölümü terk edilip yok olmuştu. Genel olarak deniz, nehir iskelelerinde ya da yerel pazarların yakınlarında kurulmuşlardır. Anadolu’daki şehirlerin oluşturulmasında askeri kuvvet ulaşım kolaylığıyla birlikte ticari imkânlar ve su ihtiyacı temini belirleyici faktör olmuştur. 


541 yılında ortaya çıkan veba en çok etkisini nüfusun kalabalık batı şehirlerinde göstermiştir. Veba sadece ortaya çıktığı dönem ile sınırlı kalmayıp etkisi VII. yüzyıl süresince devam ederken VIII. yüzyılın ise bir bölümünde hala etkisini sürdürmüştür. Sasani akınlarıyla başlayan Anadolu içlerine doğru yapılan saldırılar imparatorluk şehirlerinde tahribatlara neden olurken Sasani krallığını ortadan kaldıran Müslüman Arapların Anadolu yönündeki saldırıları yoğunlaştırarak devam ettirdikleri VI. Yüzyıl ortaları Anadolu nüfusunun azalma sürecine girdiği dönemin başlangıcını oluşturmaktadır. Topraklarının demografik yapısında meydana gelen değişim ve gerilemeyi gören imparatorlar nüfus azlığının ortaya çıkardığı askeri ve ekonomik sorunların çözümü için başka bölgelerden nüfusun taşınarak iskân edilmesiyle çözme yoluna gitmişlerdir. Ayrıca yaşanan bu büyük salgın döneminde Mısır, yaklaşık olarak 8 milyon nüfusa sahipken, Mezopotamya, Suriye ve Filistin’le birlikte toplamda nüfusu 9 milyon, Anadolu’da 10 milyon, Balkanlar da ise 3-4 milyon arası bir nüfus yaşamaktaydı. İmparatorluğun doğusuna bir bütün olarak bakıldığında ise 30 milyonluk bir insan topluluğu ve bunların yaşadıkları topraklar bulunmaktaydı. Haldon ise veba öncesi imparatorluğun doğusunun nüfusunun 19-20 milyon arasında olabileceğini belirtirken İmparatorluğun batısı için öngörüsü ise 7 milyon olduğu yönündedir.


İmparatorluğun demografik yapısı ve nüfusu üzerinde yaşanılan felaketlerin önemli bir etkisi olmuştur. Savaşlar, isyanlar, kuraklık ve açlık, salgın hastalıklar, depremler, nüfus gelişimi üzerinde engelleyici unsurlar olarak yer almışlardır. Antonia Vebasının III. yüzyılda sona ermesiyle neden olduğu ölümlerin azalttığı nüfus artma eğilimi gösterirken 542 yılıyla birlikte, vebanın tekrar imparatorluk topraklarında baş göstermesiyle başlayan yeni yayılma süreci VIII. yüzyıla kadar imparatorluk topraklarına ölüm getirmeye devam edecekti. Etiyopya’dan yayılmaya başlayan Hıyarcıklı veba, ticari gemilerle Suriye’ ye oradan Filistin topraklarına taşınarak yayılan salgın, Anadolu topraklarına ve Mezopotamya’ya ulaşırken İspanya’dan İran coğrafyasına kadar uzanan bölgede bulunan Akdeniz ülkeleri salgından kendini kurtaramadı. Tüccarların gemilerinde taşınan mallarıyla birlikte yayılma imkânı ve alanı bulan veba, hızla Akdeniz coğrafyasına yayılarak etkili olmaya başlamıştır. Başkent İstanbul’a 542 yılında ulaşan salgın dört ay süresince büyük ölümlere neden oldu. Vebanın başkentteki sebep olduğu ölümleri bizzat gören Prokopios’un nakline göre vebanın ilk çıkışıyla günde 5 bin olan ölenlerin sayısı her gün artarak devam etmiştir. Vebanın yol açtığı ölümlere ve ölümler sonucu yaşanan dehşet anlarına şahit olan Prokopios’un verdiği rakamlar gerçeklerle uyumlu olmasa da yaşanan felaketin büyüklüğünü ve dehşetini ortaya koymaktadır. Vebanın 600 yılı Anadolu ve Balkan coğrafyasının nüfusuna verdiği kayıp %40 civarında azalmaya neden olarak felaketin büyüklüğünü göstermektedir. Salgın en çok gençler üzerinde ölüme sebebiyet vermiştir. Nüfusun yoğun olduğu şehirlerde oldukça büyük tahribatlara ve ölümlere neden olurken ıssız alanlarda yaşayanlar ve göçmen kitleleri vebanın etkisinden kurtuldular. Toprakların boşalması üretimi düşürürken buna bağlı olarak fiyatlarda üç dört misli artışlar meydana geldi. Ölen toprak sahiplerinin vergisi kalanların üzerindeki yükün daha da artmasına neden olmuştur.


İmparatorluk toprakları 500 yılında Akdeniz’den başlayarak Mezopotamya’ya ve buranın kuzeyinden Ermenistan sınırlarına kadar geniş alana yayılan çekirge istilasıyla boğuşmak zorunda kalmıştır. Tarımla geçinen halk hayatta kalmak için tarlasını hayvanlarını çok düşük fiyata vererek kalabalık şehirlere göç etmek durumunda kaldı. Açlığın neden olduğu ölümlere bağlı olarak günde ortalama 130 kişinin hayatını kaybettiği ölümler yaşanmıştır.


Dönemin başkent hiziplerinden Mavi ve Yeşiller arasında 532 yılında meydana gelen Nika ayaklanması şehirlerin içinde bulundukları huzursuz ortamın en önemli göstergelerindendir. İmparatorluğun erken dönemlerinde gerçekleşen Gladyatör mücadelelerin kilise eliyle yasaklanması sürecinden itibaren halkın en önemli eğlence vasıtası araba yarışlarıydı. Renklere göre taraftarlarının oluştuğu gruplar zamanla sadece bir eğlencenin taraftarı olmayıp renkler altında aynı siyasi sosyal ve dini düşünce birlikteliğinin ifade edildiği gruplara dönüştü. 532 yılında iki suçlunun affedilmesi talebinin şehrin valisi tarafından kabul edilmemesi sonucu başlayan olaylar kısa sürede büyük bir başkaldırıya dönüştü. Hipodroma toplanan taraftarlar imparator ve yönetimin aleyhinde taleplerini dillendiriyorlardı. Kitlelerin bu tepkiler kısa süre içinde kontrolden çıkarak saldırgan bir hal aldı. Yakılan yıkılan binalar, büyüyen tepkiler ve öfke imparatorun sarayı dışında bütün başkenti kuşatmıştı. Olaylar imparatoru başkenti terk edecek konuma getirmişti. İmparator eşinin kararlığı kendine bağlı askerlerin çabası sonucu isyan 30 bin kişinin öldürülmesiyle kanlı bir şekilde bastırıldı.526 tarihli Antiokheia depremi ise şehri harabe haline getirirken ahaliden 250 bin kişi hayatını kaybetmişti.


Başta veba olmak üzere birçok doğal felaketlerin ardı ardına yaşandığı 6. yüzyıl Antik dönemden itibaren varlığını sürdüren bazı şehirlerin dağılmalarına ve yok olmalarına neden olurken bazı şehirlerin ise daralmalarına ve küçülmelerine neden olmuştur. VII. yüzyılda Phocas’ın dönemiyle birlikte imparatorluk Asya’dan, Filistin’e, başkentten Doğu’nun tamamında huzur ve güvenin ortadan kalktığı talan anarşi ve cinayetlerin yaşandığı kargaşa ortamının hâkim olduğu toplumsal bir görünüm halini almıştı.


Bizans İmparatorluğunun nüfus ve demografik yapısıyla ilgili rakamlar net ve kesin değildir. Bununla birlikte imparatorluk nüfusunun karşı karşıya kaldığı savaşlar, yaşanılan salgın hastalıklar, doğal afetler ve iç çatışmalar mevcut nüfusun azalmasına ve beşeri açığın oluşmasına etki ettiği de açıktır.




Bizans İmparatorluğunun İskân Siyaseti (IV-VII. Yüzyıllar)

Celal BİÇER

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak