27 Mayıs 2023 Cumartesi

Uzakdoğu ve Pasifik Adaları Söylenceleri -16 ” Yeni Zelanda”



Yaratılış Çevrimi: Sunuş


Polinezyalıların atalarının kökeni Asya'dır. Toprak ve yiyecek kavgası, Pasifik'i aşmalarına ve Tahiti ve çevresindeki adalara yerleşmelerine yol açmış olmalıdır. Tahiti'nin kaynakları da artık onları beslemez olunca, bir kez daha yeni bir yurt aramak üzere denize açılırlar.


Bir grup Polinezyalı güneybatıya gitmiş ve Yeni Zelanda' nın ilk yerlileri olmuşlar; ülkelerine Aotearoa (uzun beyaz bulut), kendilerine Maori (bu ülkenin insanı) adını vermişlerdir. Söylencelerinde geldikleri ülkenin adı, Havvaiki (anayurt) olarak geçer. Başka bir grup Polinazyalı da doğuya, Havvaii Adaları'na gitmişler; bu adanın adı da Hawaiki'den türetilmiştir, ama bilim adamları Polinezyalıların kökeninin Havvaii olmadığında görüş birliği halindedir.

İlk Hıristiyan misyoner Samuel Marsden'in Yeni Zelanda' ya 1814'te varmasına karşın, Maori mitolojisi pek az Hıristiyan etkisi taşır. Maori sözlü geleneğinden yapılan ilk yazılı söylence derlemesi, Sir George Grey'in yaptığı Polynesian Mythology and Ancienl Traditional His tory, 1855'te basılmıştır.


Maori yaratılış söylencesi, yokluktan düşünceye, evrenin ve insanın yaratılışına doğru evrime yaptığı vurguyla alışılmadik bir özellik gösterir. Söylence, doğa ve insan arasındaki yakınlık üstünde durur. Baba Rangi ve Anne Papa'nın altı oğlunun davranışları çevrenin fiziksel özelliklerini açıklarken, insan doğasının da önemli yönlerini yansıtmaktadır.


Maui, Polinezya'nın hileci/şakacı kahraman tipidir. Mitolojideki birçok büyük kahraman gibi yarı tanrıdır; bir tanrıça ile ölümlü bir babanın oğludur. Maui, mitolojideki Hermes, Loki ve Raven gibi Öteki hilekâr kurnazlarla karşılaştırılabilir.

Maui'nin maceralarıyla ilgili söylence dizisi Polinezyalılarla birlikte yeni ülkelere, Tahiti, Küçük Tahiti, Yeni Zelanda, Samoa ve Hawaii Adaları'na gitmiştir. Dizi, Maui'nin gizemli doğumu, ateşi çalması (bir başka versiyonda, ele geçirmesi), güneşi terbiye etmesi, Yeni Zelanda'yı (başka versiyonlarda, Tahiti, Küçük Tahiti veya Hawaii Adaları) balık gibi tutmasını ve ölümsüzlüğü aramasını (başka bir versiyonda, Ölümü getirmesini) içerir. Bu episodlar adadan adaya çok benzer veya oldukça farklı olabilir. Bu geniş yayılım, çok eski olduklarının da kanıtıdır.



Yaratılış Çevrimi


Evrenin ve Tanrıların Yaratılışı


Başlangıçta, düşünceden başka hiçbir şey yoktu. Düşünce anımsanıyordu. Sonra bilince dönüştü. Sonra yaratma isteği haline geldi. Zaman içinde bu yokluktan, boşlukta bile yaşama ve büyüme gücü çıktı.


Öyle oldu ki, bu yaşama ve büyüme gücünden derin, karanlık, uzun ve hüzünlü Gece çıktı. Gece görünmeyen, boş evrende, görünmeyen ama varlığı hissedilen bir şeydi.


Öyle oldu ki, Gece'nin yaşam bulduğu bu güçten, gökyüzü biçiminde Baba Rangi yaşam buldu. Baba Rangi gül rengi şafağın ışığında yaşadı ve Ay'ı yarattı. Sabahın daha sıcak altın ışınlarıyla yaşadı ve Güneş'i yarattı. Sonra ayı ve güneşi, evreni aydınlatsınlar ve onun gözleri olsunlar diye derin, karanlık ve hüzünlü Gece'ye yerleştirdi. Şimdi Gece ve Gündüz vardı.

Baba Rangi sonra, Anne Papa, yani Toprak'la yaşadı. Sevgiyle onun üstünde yatıp birlikte karayı yarattılar.

Baba Rangi ve Anne Papa birçok çocuk yaptılar. Bunlar ana babalarının arasında bulunan karanlıktaki küçük yerde yaşadılar. Anne Papa'nın gövdesi küçük bitkilerle kaplıydı ve deniz Baba Rangi kadar siyahtı.


Baba Rangi Anne Papa'yı sevdi ve ona yapıştı. Aralarına ışık giremedi. İlk çocukları sonsuz karanlıkta yaşamaktan sıkıldılar ve altı oğulları durumlarını düzeltmek için ne yapabileceklerini konuşmak üzere toplandılar.

"Baba Rangi ve Anne Papa'yı öldürebilir veya birbirinden ayrılmaya zorlayabiliriz. Çünkü ancak o zaman bu karanlıktan kurtulabiliriz. Hangisi?"


Şiddetin babası ve savaşçı ruhlu insanların tanrısı Tu, sonunda bağırdı: "Onları öldürmeliyiz!"


Bu sözlere ağaçların, kuşların, böceklerin babası ve tanrısı Tane, "Hayır" diye yanıt verdi, "Baba Rangi'yi itip Anne Papa' dan ayırmak ve yabancı gibi uzakta yaşamasını sağlamak daha iyi. Bu arada Anne Papa şimdiki gibi ayaklarımızın altında kalır ve bizim için büyüttüğü bitkilerle bizi beslemeye devam eder."


Tane'nin sözleri o kadar akıllıcaydı ki, Tu bile kardeşinin öğüdünü hemen kabul etti. Ama kardeşlerden biri, rüzgâr ve fırtınaların babası ve tanrısı Tavhiri ötekilerle uyuşmadı. O andan sonra kardeşlerinden ayrıldı, kendi gücünü kaybedeceğinden korktu ve ana babasından ayrılmak istemedi. Kendisini savunmak için soluğunu tuttu ve hiçbir şey yapmadı. Böylece Baba Rangi ve Anne Papa'nın beş oğlu, ana babalarını ayırmak için ellerinden geleni yaptılar.


Önce tatlı patates ve öteki yenebilir ekilir bitkilerin babası ve tanrısı Rongo geldi. Baba Rangi ve Anne Papa'yı ayırmaya yetecek gücü yoktu. Sonra bütün balıkların ve deniz sürüngenlerinin babası ve tanrısı Tangaroa geldi. Tangaroa Rongo'dan güçlüydü, ama ne kadar iterse itsin, Baba Rangi ile Anne Papa’ yı ayıramadı. Üçüncü olarak, eğrelti kökünün ve öteki yenebilir yabani bitkilerin babası ve tanrısı Haumia geldi. Ama o da başarısız oldu. Sonra gücünden emin, şiddetin babası ve savaşçı ruhlu insanların tanrısı Tu, balta gibi bir silahla ana babasını bağlayan dokuları kesmeye çalıştı. Bu dokulardan akan kan kutsal kızıl çamuru yarattı. Fakat Baba Rangi ve Anne Papa bağlı kaldı.


Son olarak ormanların, kuşların ve böceklerin babası ve tanrısı Tane'ye sıra geldi. Genç bir fidanın topraktan fışkırması ve büyüdükçe gücünün artması gibi, Tane ana babasını ayırmak için kendi gövdesini aralarına soktu, önce el ve kollarını kullanmaya çalıştı, ama bütün gücünü kullansa da Baba Rangi ve Anne Papa'yı birbirinden ayıramadı. Sonra başını ve kollarını Anne Papa'ya ve ayaklarını Baba Rangi'ye dayayıp itmeyi denedi. Çok yavaş bir biçimde Tane'nin sürekli itmesiyle ana babasını birbirine bağlayan dokular gerildi ve sonunda yırtıldı. Acıyla haykırmalarına karşın, altındaki Anne Papa'yı ve üstündeki Baba Rangi'yi itmeye devam etti. Böylece Tane, Baba Rangi ve Anne Papa'nın bütün çocuklarını karanlık dünyadan kurtardı.


Rüzgâr ve fırtınaların babası ve tanrısı Tavhiri, ana babasının birbirlerine olan sevgisine sıcaklık duyuyor ve bağlılıklarını yerinde görüyordu. Onun yapısına uygun olan karanlıkta yaşamaktı; canlı, parlak bir dünyada yaşamak değil. Tavhiri, Tane'nin başarısını kıskançlık ve hiddetle karşıladı. Tane, Tavhiri'nin korktuğunu başına getirmişti. Gecenin hüzünlü karanlığını uzaklaştırma ve evreni aydınlatıp güzelleştirme gücüyle Gündüz ortaya çıkmıştı. Rüzgâr ve fırtınaların babası ve tanrısı bu yeni dünyada kendisine yer kalmayacağından korkuyordu.


Böylece Tavhiri, Baba Rangi'ye katılmak için koşturdu. Gökyüzü ve havanın tanrısı, oğlunun dostluk ve yardımını görmekten memnundu. Birlikte çalışıp kuzeyden, güneyden, doğudan ve batıdan esen büyük rüzgârlar ve fırtınalar yarattılar ve Anne Papa'nın üstündekilere darbeler yağdırdılar. Tavhiri şiddetli darbeler indiren rüzgârlar, yağmur boşaltan rüzgârlar, sulusepken boşaltan rüzgârlar gönderdi. Sonunda hortum biçiminde annesinin diyarına geldi. Ormanlarını devirerek Tane'yi şaşırttı ve güçlü ağaçları toprağa devrilmiş, işe yaramaz halde bırakıp çürümeye terk etti.


Tane'nin ormanlarını deviren Tavhiri, sonra Tangaroa'nın denizlerine saldırdı. Tangaroa deniz kıyısında yaşamaktan hoşlamyordu, ama şimdi kıyıların büyük gelgitler, dönen girdaplar, kocaman dalgalarla dövüldüğünü gördü. Korkarak, Tavhiri'nin onu bulamayacağı, okyanusun en derin yerine saklandı.


Bu arada Tangaroa'nın torunları, balıkların babası ve sürüngenlerin babası, kendi çocuklarıyla birlikte, karada mı denizde mi daha güvende olacaklarını tartıştılar. Köpekbalığı, Kertenkele ve öteki aile üyelerini balıklarla birlikte denizde saklanmaya ikna etmeye çalıştı. "Eğer karada yakalanırsanız" diye uyardı, "yenmeden önce ateşte ölmek zorunda kalacaksınız."


Kertenkele "olabilir" dedi, "ama sizler de yakalanacak ve yeneceksiniz."


Ve böylece Tangaroa'nın çocukları sonsuza kadar ayrıldılar. Tangaroa, Kertenkele ve çocuklarını ormanlarında sakladığı için Tane'ye kızdı. O zamandan beri deniz tanrısı kardeşi Tane ile dövüşür. Tangaroa ormanların deniz kıyısında büyümesini önlemeye çalışır ve Tane'in ağaçlarını dalgalarıyla devirir. Ve Tangaroa sellerin kendisine getirdiği evlerin ahşabını ve ağaçları çiğnemeyi sever. Bu sırada Tane, kardeşi Tu'nun çocuklarına kano ahşabı, balık avlama mızrakları, kancalar ve ağ yapmak için kenevir ve başka bitki dokuları sağlayarak, insanların Tangaroa'nın denize bağlı çocuklarını yakalamalarına yardım eder. Karşılık olarak Tangaroa, dalgalar ve gelgitlerle, kanolarını devirerek ve canlarını alarak Tu'nun çocuklarına saldırır.


Tangaroa ile Tane arasındaki savaş sırasında intikam duygusu Tavhiri'nin düşünce ve hareketlerini tutsak almıştı. Tangaroa'ya verdiği cezadan tatmin olarak Kongo ve Haumia'ya, ekin ve yabani bitki tanrılarına saldırdı. Fakat Anne Papa onların yardımına koştu. Öteki çocuklarının yaşamak için tatlı patates ve eğrelti köklerine gereksinimleri olduğunu bildiğinden, Rongo ve Haumia'yı Tavhiri'nin onlan bulamayacağı yere sakladı.


Sonunda Tavhiri, savaşçı ruhlu insanların babası ve tanrısı Baba Rangi ile Anne Papa'yı öldürmeyi öneren kardeşi Tu'ya saldırdı. Fakat Tu saldırıya karşı hazırlıklıydı. Ayaklarını Anne Papa'nın göğsüne dayayıp ondan güç aldı. Böylece Tu, Tavhiri' nin en güçlü rüzgârlarına direnebildi. Tu'nun başarısı Tavhiri' nin savaştan vazgeçmesi sonucunu getirdi.

Ancak yeryüzünde huzurun egemen olma şansı yoktu. 


Ezeli savaşçı Tu, Tavhiri'ye karşı başarılı olunca, öteki dört kardeşine kızdı. Yeryüzü ve denizin tanrıları Tavhiri'nin gösterdiği cesaret ve gücü gösterememişlerdi. Tane, Tavhiri'nin saldırısı karşısında şaşkınlığa düşmüş, rüzgâr ve fırtınaların babası ve tanrısının ormanları mahvetmemesi için bir çaba göstermemişti. Tangaroa, Tavhiri'yle yüzleşmekten çekinmiş, bunun yerine derin denizlere kaçmıştı. Rongo ve Haumia, Tavhiri'ye karşı korunmak için Anne Papa'nın onları saklamasını istemişlerdi.


Tu, kardeşlerinin hiçbirinin Tavhiri'ye karşı savaşında ona yardım edecek cesaret ve bağlılığı göstermemiş olmalarına çok kızıyordu. Böylece ezeli savaşçı, dördünü de cezalandırmak için krallıklarını ellerinden almak üzere yola koyuldu.


Savaşçı ruhlu insanların öfkeli babası ve tanrısı, Önce sayıları iyice artıp kendi çocuklarından fazla olmadan Tane'nin çocuklarına saldırmaya karar verdi. Yapraklardan ilmikler yaptı ve Tane'nin kuşlarını tuzağa düşürmek için ağaçlara astı. Yakalayınca da onları pişirip hakaret ederek yedi.


Sonra Tangaroa'nın çocuklarına saldırdı. Tane'nin bitkilerinden ağ ördü ve Tangaroa'nın çocuklarını yakalamak için ağları denize attı. Bunları da ateşte pişirip hakaret ederek yedi.


Son olarak Tu, Rongo ve Haumia'nın çocuklarına saldırdı. Tane'nin ağaçlarından birinden kazma çubuğu yaptı, Tane'nin bitkilerinden birinden sepet ördü. Bunlarla toprağı kazıp tatlı patates ve eğrelti kökleri topladı. Yine onları pişirip hakaret ederek yedi.


Tu'nun, böylece Tane, Tangaroa, Rongo ve Haumia'yı yenmesinden beri, savaşçı tanrı ve insan çocukları yeryüzü ve deniz tanrılarının çocuklarına hep hükmedip onları yediler. İnsanlık Tane'nin kuşlarını, Tangaroa'nın balıklarını, Rongo' nun tatlı patateslerini ve Haumia'nın eğrelti köklerini yemeye bugün devam etmektedir. Tu, Tavhiri'ye karşı hiçbir zaman zafer kazanamamıştır, ama bugüne kadar da onunla dövüşmeye devam etmiştir, çünkü Tavhiri'nin rüzgâr ve fırtınaları, yeryüzü ve deniz için yıkıcı bir güç olmayı sürdürmektedir. 


İnsanların Yaratılışı


Erkekten önce kadın vardı ve bu ilk kadını yaratan Tane'ydi. Tane kadını, Baba Rangi ve Anne Papa'yı birbirine bağlayan dokuları kestiğinde akan kandan elde ettiği kızıl çamurdan yoğurmuştu. İşini bitirince burun deliklerine yaşam soluğu üfledi ve ona Hine Ahu Van, yani Toprak Kız adını verdi.


Tane yaptığı kadını sevdi ve onların sevgisinden Hine Titama, Şafak Kızı doğdu. Tane, Hine Titama'yı da sevdi ve bu sevgisinden de ilk erkek ve kadın olan insanlar doğdular.


Hine Titama, "Benim babam kim?" diye sorana kadar her şey iyi gitti.

Kız, Tane'in hem kocası hem babası olduğunu öğrenince, "O kadar utandım ki Tane, seni, çocuklarımızı, sevdiğim bu ışık dolu dünyayı terk edeceğim" dedi. "Büyükannem Anne Papa' yı Yeraltı'nın derinliklerinde bulacağım ve bundan sonra orada kalacağım. Biliyorum ki, bir yol açacağım ve zamanla çocuklarımız, onların çocukları ve onlardan sonra gelen herkes, Ölümü bilecek ve benim ardımdan aşağıdaki dünyaya gelecek.


Gitmesine kimsenin engel olmaması için Hine Titama, Tane'ye zayıflık büyüsü yaptı ve çocuklarına bir uyku düştü. Işık dünyasından aşağılara, aşağıdaki dünyanın ezeli karanlıklarına doğru indi de indi.


Yeraltı'nın girişinde onu bir bekçi karşıladı. "Geri dön sevgili Şafak Kızı" diye Öğütte bulundu, "hâlâ orada kalabilirsin. Bizim ruh dünyamız sana uygun değil. Burası daima karanlık ve hüzünlü. Burada kalmayı gerçekten isteyemezsin, çünkü gerçekten de neşesiz bir yer."


"Söylediklerinin doğru olduğunu biliyorum" dedi Hine Titama. "Ama burada yaşamak istiyorum ve yukarıdaki dünyadan bana gelen çocuklarıma burada sahip çıkacağım."


Hine Titama, bekçiden ayrılıp kapıya doğru giderken gözü Tane'ye takıldı. Derin karanlığa karşın, yaşlı gözlerle kendisini izlediğini gördü.


"Zavallı Tane" diye bağırdı, "yukarıdaki dünyaya dön, ışık dünyasında yaşarlarken çocuklarımıza babalık et. Zamanla bütün çocuklarımızın, onların çocuklarının ve daha sonra gelen herkesin açtığım bu yolu izleyeceğini bil."


"Çünkü kadın erkek herkese ölüm gelecek ve o zaman, geldikleri karanlık dünyaya geri dönecekler. Onun için burada kalmak istiyorum. Bana kavuşma zamanı geldiğinde onlara annelik etmek istiyorum."


Hine Titama, bu sözleri söyleyip geri döndü ve Yeraltı'na girdi; burada Gece Kızı ve Ölüm tanrıçası olarak bilindi. O günden beri güneş, yolculuğuna sabah doğudan başlar, batıdaki evine döner ve Tane de onu takip eder. Ve erkek, kadın ve çocuklar, Ölüm ruhlarını istediğine, Hine Titama'nın Yeraltı'na giden yolunu izlerler.


Bu sırada, zorla ayrılmalarına karşın, Baba Rangi ve Anne Papa birbirlerine büyük sevgi besliyorlardı. Başlangıçta Baba Rangi çok ağladı ve gözyaşları denizi taşırdı, karanın ve insanlarının çoğu sellere kapıldı. Bu insanların çoğu, denizin altında yaşamayı sürdürdüler. Bu kasvetli dünyada yaşamaya o kadar alıştılar ki, güneş ışınları onlara değse ölürlerdi.


Baba Rangi ve Anne Papa'nın oğullarından bazıları, Baba Rangi'nin gözyaşlarını durdurmazlarsa, yukarıdaki dünyanın tamamının yok olacağından korkmaya başladılar. Birbirlerinin gözyaşlarını görmemeleri için, Baba Rangi'yle Anne Papa'nın yüzünü yere çevirmeye karar verdiler. Planları başarılı oldu. Yukarıdaki dünyayı basan sel suları çekildi. O zamandan sonra Baba Rangi'nin gözyaşları sabah çiğini oluştururken, Anne Papa'nınkiler sabah sisini oluşturur.


Oğulları, Anne Papa'yı yüzüstü çevirdiğinde bebek oğlu Ruaumoko göğsünü emiyordu. Başlangıçta Ruaumoko annesine yapışmaya devam etti. Sonra Yeraltı'na düştü. Zamanla büyüdü. Şimdi Yeraltı'nda nereye gitse, yukarıdaki dünyada depremlere yol açar. Bazıları onun Hine Titama'nın kocası olduğunu söylerler.



Yeni Zelanda'nın Yaratılışı 


Tanrıça Taranga ve ölümlü (insan) Makea'nın oğlu Maui, bir kahraman, hileci ve mucitti. Güneşi terbiye edip yeryüzünde yaşayanların yaşamlarını kolaylaştıran oydu. Ama bir eşek şakası uğruna, dünyada yaşayanlardan ateşi çalan ve yaşamı zorlaştıran da oydu. Ve kuş yakalamak için sivri uçlu mızrağı ve balık avlamak için sivri uçlu oltayı bulan da yine oydu.


Maui'nin, karısı ve çocukları için yiyecek bulma yöntemi, kardeşlerinin geleneksel balık avlama yollarından çok daha başarılıydı ve bu başarının sırrını hiçbir zaman açıklamadığı için kardeşleri onsuz avlanmayı ve balık yakalamayı yeğliyorlardı.

Bir gün Maui'nin karısı, daha fazla balık yakalamasını isteyerek söylenip duruyordu. "Daha fazla balık istiyorsan" dedi, "neden bana söylemiyorsun! Benim büyü gücümü unutuyorsun. Eğer istediğin balıksa, o kadar büyük bir balık yakalayacağım ki bitiremeden miden bozulacak. O zaman atmak zorunda kaldığın yiyecek için şikâyet edeceksin."


Maui, büyükannesinin çene kemiğinin bir parçasını kullanarak büyülü bir olta yaptı. Söylenmesi gereken sihirli sözleri söyledi; kardeşlerinin bir dahaki balık avı seferine katılmaya hazırdı. Güneş sabah yolculuğuna çıkarken onların da kanolarına bineceklerini tahmin ediyordu. Kardeşlerinin, girdiği kılıkları bile kaçırmadan kendisini gözleyeceklerini bildiğinden, kanolardan birinin içindeki örtülerin altına saklanmaya karar verdi.


Maui, ortaya çıkmak için kanoların iyice denize açılmalarını bekledi. O anda bile kardeşleri onu evde bırakmak istediler. O zaman Maui büyülü sözleri söyledi. Kardeşleri kanoyu geri çevirirken kanoyla kara arasındaki mesafeyi o kadar uzaklaştırdı ki, onu karaya bırakmanın onlarla birlikte kalmasından daha büyük dert olduğuna karar verdiler.


Kardeşler her zamanki avlanma yerlerine gelip durana kadar her şey iyi gitti. O zaman Maui aniden bağırdı: "Bugün burada demir atmayın! Daha uzaklarda daha iyi balık var!"


Kardeşler de küreklerini toplayıp ikinci balık avlama yerine doğru yollandılar. O zamana kadar iyice yoruldular, ama Maui ısrar etti: "Burada da demir atmayın!" dedi, "eğer gerçekten kayıklarınızı balık doldurmak istiyorsanız, sizi benim istediğim yere götüreyim."


İyi balık sözüne kanan kardeşler, daha da uzaklara açılmayı kabul ettiler. Sonunda artık karayı göremez olmuşlardı. Maui "işte" dedi, "buraya demir atın ve oltalarınızı hazırlayın." 


Maui'nin söz verdiği gibi, balıklar sürekli yemleri kapıp yakalandılar. Kısa zaman içinde kanoları balık yükünün ağırlığından çökmüştü ve kardeşler eve dönmeye hazırlandılar.


"Biraz durun" dedi Maui, "henüz gidemezsiniz! Kendi oltamı denemem gerek."


"Kendi oltanı mı?" diye şaşırdı kardeşler, "senin oltan yok ve bizimkilerden birini kullanmak istiyorsan, unut gitsin!"


"Dertlenmeyin" dedi Maui, "sizinkini istemiyorum, benim kendi oltam var."


Maui kuşağının altından çok güzel bir olta çıkarınca kardeşleri şaşırıp kaldılar. Bir ucunda deniz kabuğu suya batarken, bir parça köpek tüyü de denizin üstünde yüzüyordu, öteki ucuna Maui büyükannesinin çene kemiğinden yaptığı kancayı bağlamıştı.


Maui kanonun dibinde olta ipi buldu, fakat kardeşleri ona yemlerini kullanma izni vermediler. O zaman burnunu kanatıp kendi kanını kullandı.

"İşte oldu" dedi, "avlanmaya hazırım. Ben ne dersem diyeyim hiçbir şey söylemeyin. Ağzınızdan çıkan herhangi bir ses balıkları kaçırtır!"


Sonra oltasını attı ve büyülü sözleri söyledi: "Kuzeydoğu ve güneydoğu rüzgârları yumuşak esin. Buraya büyük ülkem için geldim. İp, uzun ve güçlü ol ve bana avımı getir."


İp aniden titredi ve Maui ipi çekti, kanonun ucunun suya dalmasına neden oldu. Maui'nin büyülü kancası, Tangâroa'nın torununun evine takılmıştı.


Kardeşleri, çılgınca deniz suyunu boşaltmaya çalışırken, "bırak Maui" diye bağırdılar. Batacaklarına emindiler, ama Maui onları dinlemedi. Oltasını ustalıkla kullanıyor ve büyülü sözler söylüyordu. Sabırsızlıkla yanıtladı: "Maui yakaladığını bırakmaz. Ne yakalamaya geldiyse onu yakalayacak!"


Bu arada Maui'nin kardeşleri sallanan kanoda korku içinde sessiz oturdular ve Maui'nin yakaladığı şeyin neden olduğu korkunç dalgalardan ödleri koptu. Artık daha fazla dayanamaz olduklarında, saman kaplı sivri çatıların, peşlerinde binalarıyla ve altlarında da toprağıyla denizden çıktığını gördüler. Maui' nin 'balığı', derinlerde yaşayan bir yaratık değildi. İçinde yaşayan insanlarla koca bir ada yakalamıştı.


Maui oltasının ipini kanodaki küreğe bağladı ve kardeşlerine, "Bu köydeki kutsal yere gidiyorum, tanrılara kurbanlar sunacağım. Ben dönene kadar yiyecek yemeyin ve balığımı ellemeyin" dedi. "Beni dinlemezseniz, Tangaroa size kızar ve hepimizin başına büyük felaketler gelir."


Maui'nin uyarısına karşın kardeşleri, o gözden kaybolur kaybolmaz adanın tatlı meyvelerinden yemeye başladılar. Tanrılar ceza vermekte gecikmediler. Maui'nin balığı sıradan balıkmış gibi çırpınmaya başladı. Hareketleri adada dağların oluşmasına neden oldu ve insanlar için orada yaşamak zorlaştı. Güneş günlük yolculuğunu bitirdiğinde, balık tamamen sakinleşmişti. Fakat adanın yüzeyi o zamandan beri aldığı şekille kalmıştı.


Maui ve kardeşleri, Havvaiki'deki evlerine doğru kürek çektiler. Babaları Maui'yi övgü şarkılarıyla karşıladı. "Maui Tikitiki, sen benim neşem ve onurumsun" dedi, "bizim ata toprağımızı battığı yerden kurtardın. Burası, Baba Rangi'nin Anne Papa'dan ayrılmasına kızıp, Tavhiri'nin yardımıyla gözyaşları her yeri bastığından beri sular altındaydı."


Maui'nin babası sözlerine devam etti: "Gelecek günlerde sen de benim gibi insanoğullarının babası olacaksın, annen gibi tanrıların değil. Çocuklarının ve torunlarının bazıları burada, yurdumuz Hawaiki'de yaşamaya devam edecek, ama ötekiler senin denizden çıkardığın ülkede yaşayacak. Dolayısıyla, senin bu büyük balığı yakalaman onlar için, Baba Rangi'nin Anne Papa'dan ayrılması gibi önemli bir olay."


"Bu şahane av seni büyük bir kahraman yaptı" diye sözlerini bitirdi Maui'nin babası. "Ve bu nedenle sen, sonsuz bir üne sahip olacaksın. Bugünden sonra Maori halkı balık biçimindeki bu kuzey adasına 'Maui'nin Balığı' ve güneydeki adalarına 'Maui'nin Kanosu' ve Heretaunga burnuna 'Maui'nin Kancası' adını verecekler."


"Gerçekten de büyük iş yaptın" diye güldü baba, "öyle ki, öteki adalardaki Havvaiki halkı da deniz dibinden ülkelerini kurtarmak isteyecekler. Ve onlar da o ülkelere 'Maui'nin Balığı' adını verecekler!" 




Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak