16 Mayıs 2023 Salı

NASIL ÖLDÜRÜLDÜLER-10


HAFIZ AHMED PAŞA  (1633)


Sultan IV Murad'ın sadık ve vefakar vezirlerinden, büyük bir devlet adamıdır. Döneminde çıkartılan bir isyan üzerine kellesi istenmiş, sultan tarafından bir kayığa bindirilerek Üsküdar'a kaçması sağlanmışken, yarı yoldan geri çağrılmış ve kendi canından korktuğu için vezirini geri çağırtan sultanına: "Hünkarım! Beni siz öldürmeyiniz, isyancılara veriniz. Böylece onlar haksız yere kanımı dökecekleri için şehid olurum" diyerek abdest alıp dışarı çıkmış ve gözü dönmüş kalabalık tarafından kısa zamanda linç edilmiştir. Daha sonra  başı  da  kesilen  büyük vezirin yerine, katillerini kışkırtan Topal Recep Paşa geçmişse de kısa bir süre sonra o da Sultan IV Murad'ın emriyle idam edilmiştir.


TOPAL RECEP PAŞA  (1633)


IV Murad Han'ın döneminde devletin sadrazamlığına kadar yükselmiş  olan  hırslı ve  iktidar düşkünü bir devlet adamıdır. Yeniçerileri ayaklandırarak kendisinden önceki sadrazamın katline sebep olmuş, hatta bu kargaşalık sırasında genç yaştaki padişahı da; "Siz de abdest alsanız iyi olur sultanım!" diyerek tehdit etmekten çekinmemiştir. Aradan üç dört ay geçip de IV Murad dizginleri ele alınca, bir gün Topal Recep Paşa'yı aniden huzuruna çağırmış ve o, henüz içeri girerken: "Gel beru Topal zorba başı!" diye haykırmıştır. Akibetini hemen anlayıp kıvranmaya başlayan sadrazama sultan:

"Bre melun! Abdest al" dedikten sonra, "Tiz şu hainin başını kesin!" emrini vermiştir.

Pek çok entrikalarla sadrazamlık mührünü ele geçiren Topal Recep Paşa o gün sarayda idam edilerek  tarihteki hikâyesini tamamlamıştır.



NEFÎ (1634)


Divan edebiyatının büyük hiciv şairi Nefî, Erzurumludur. Daha sonra İstanbul'a gelmiş, I. Ahmed, II . Osman, I. Mustafa ve IV. Murad dönemlerinde İstanbul ve Edirne'de yaşamıştır.

Şiirleriyle büyük bir şöhret sahibi olmuş, bir ara padişah IV. Murad'ın yakınları arasına girmeyi de başarmıştır.

Eserlerinin çoğunun hiciv türünde olması sebebiyle insanların ve özellikle devlet adalarının nefretini kazanan Nefî'nin, son olarak vezir-i azam Bayram Paşa'ya yazdığı hicviye sebebiyle, idamına karar verilmiştir.

Muallim Naci "Osmanlı Şairleri" isimli eserinde "O'nun ahlaki yönden şiddetle tenkide şayan bir 'kötü dilli' olduğunu gizlemeye imkan yoktur" dedikten sonra "şairane tabiatında olan iktidar ise hiç bir vakit inkâr olunamaz"  hükmünü vermiştir.

Dilinin cezasını çekmek üzere padişahın emriyle Bayram Paşa'ya teslim edilen ve muhtemelen o sırada  60 yaşını  biraz geçmiş bulunan  şair, Çavuşbaşı Boynu Eğri Mehmed Paşa tarafından; "Gel bakalım Nefî Efendi! Odunlukta hicvolunacak birisi var!" denilerek sarayın odunluğunda boğdurulmuş ve cesedi denize atılmıştır.



SULTAN İBRAHİM (1649)


Sultan I. Ahmed'in oğlu, IV. Murad'ın hayatta kalan tek kardeşidir. Diğer kardeşleri IV. Murad'ın emriyle öldürüldükleri için şehzade İbrahim de daima ölüm korkuları duyarak büyümüş, sonunda ağabeyinin genç yaşta vefatı üzerine Osmanlı tahtına oturmuştur. 8 sene 9 ay kadar bu tahtı işgal ettikten sonra, isyan eden ordu ve devlet erkanının işbirliğiyle hal edilerek bir hücreye kapatılmıştır. Yerine oğullarından IV. Mehmed, henüz, yedi yaşında bir çocuk olduğu halde tahta çıkmıştır. Yeni sultanın çocuk olmasını gerekçe gösteren ve yeniden Sultan İbrahim'in tahta çıkması gerektiğini düşünen bazı kimselere fırsat vermemek için devlet erkânı kendi aralarında anlaşarak Sultan İbrahim'i kapatıldığı hücrede, Cellatbaşı Kara Ali Ağa'ya boğdurtmuşlardır.



KÖSEM SULTAN (1651)


Osmanlı tarihinde kadınlar saltanatının baş temsilcilerindendir. Torunu IV. Mehmet zamanında, Valide Sultan olan Turhan Sultan ve yakınlarının marifetiyle, Saray Ağası Süleyman isimli bir zat tarafından öldürülmüştür.


1651 yılı Ağustosunda bir gece yarısı saklandığı yerden çıkartılan Kösem Sultan, Süleyman Ağa'nın cellatlarından Küçük Mehmet isimli bir zülüflü baltacının eline düştü. Zülüflü, vura vura sersem hâle getirdiği ihtiyar kadını daha sonra yere yatırıp boğdu.



MERZİFONLU K. MUSTAFA PAŞA  (1683)


IV Mehmed döneminin ünlü sadrazamıdır. 1683 yılında Viyana önlerinde Osmanlı ordusunun büyük bir mağlubiyete düşmesine sebep olduğu için, aleyhinde çalışan devlet adamlarının da gayretiyle padişahın gözünden düşmüş, nihayet hakkında ölüm fermanı çıkartılarak Belgrad'da idam edilmiştir.


Köprülü Mehmet Paşa tarafından yetiştirilen ve Fazıl Ahmet Paşa'nın genç yaşta vefatı üzerine sadrazam olan Merzifonlu, aslında fazilet ve ehliyet sahibi bir devlet adamıydı. Viyana bozgunu, kendisine yardım etmesi gereken Budin Beylerbeyi'nin ve Kırım Hanı Murat Giray'ın ihanetleri sebebiyle doğmuş; bu muharebe sırasında en az 10.000 Osmanlı askeri öldürüldüğü gibi, bir çok top, çadır ve mühimmat düşman kuvvetlerinin eline geçmiştir.

II. Viyana bozgunu ile Osmanlıların Avrupa topraklarındaki ilerleyişi durduğu gibi artık geri çekilme dönemi başlamıştır. Nitekim devletin yıkıldığı günlere kadar geçen 238 yıl içinde, kazanılmış bütün memleketler birer birer elden çıkarak, üzerlerinde yeni devletler kurulmuştur.

Merzifonlu'nun idamına ferman çıkartılınca Kapıcılar Kethüdası Ahmet ve Çavuşbaşı Mehmet Ağalar Belgrad'a gönderilmiştir.  Bunlar oraya ulaşınca, yedi seneden beri sadrazam olarak görev yapan bu cihangiri boğarak öldürmüş ve başını kesip Edirne'ye göndermişlerdir. Bu kesik baş padişaha gösterildikten sonra Saruca Paşa hazîresine gömülmüştür. Merzifonlu'nun başsız gövdesi ise Belgrad'a defnedilmiştir.



NEVŞEHİRLİ DAMAD İBRAHİM PAŞA (1730)


Osmanlı tarihinde Lale Devri adıvla meşhur olan bir döneme damgasını vuran büyük devlet adamlarındandır. Uzun süre vezir-i azamlık yaptıktan sonra Patrona Halil ve arkadaşlarının çıkardığı isyan üzerine sarayda kıstırılan sadrazam, senelerce beraber bulunduğu ve beraber eğlendiği Sultan III. Ahmed'e, kendisini isyancılara teslim etmemesini rica etmiş, bunun üzerine kendi canından da korkan padişahın emriyle sarayın bir odasında boğdurulmuştur. Cenazesi bir ot arabasına konularak kapı önünde bekleşen isyancılara teslim edilmiştir. Asiler tarafından üç gün sokaklarda sürüklenen cesedi, geceleri İstanbul köpekleri tarafından da didiklenerek tamamen tanınmaz hâle gelmiştir.



PATRONA HALİL (1730)


Osmanlı tarihinde Lale Devri olarak bilinen dönemin sonunda büyük bir isyan çıkartarak, hem Vezir-i azam Damat İbrahim Paşa'yı katlettiren, hem de padişah III. Ahmed'i tahttan indirip yerine I. Mahmud'un tahta çıkmasını sağlayan Patrona Halil, Arnavut kökenli bir hamam tellala idi. Gidişattan memnun olmayan bir takım kimseleri başına toplayarak ihtilali gerçekleştirdi. Bu olaylar sırasında devlet görevlisi bazı kimselerin de yardımını gören Patrona Halil, 49 gün kadar her istediğini yaptırarak büyük bir saltanat içinde yaşamış, ancak yeni padişahın ustaca düzenlediği bir suikast ile idam edilmiştir.

Önemli işlerin görüşüleceği haber verilerek saraya çağrılan ihtilalci, 900 kişilik gurubuyla Topkapı'ya geldiğinde, "askerlerin içeri girmesi padişaha hakaret sayılır, siz yalnız buyurun!" denilerek iki yakın adamıyla birlikte  Bağdat Köşkü'ne girdirilmiş, onlar azametle köşelerine kurulup sultanı beklerlerken ortada şerbet sunmak  için  dolaşan  pehlivan  yapılı  on  kadar Enderun  Ağası  aniden  üzerlerine  çullanıp kendilerini etkisiz hâle getirmişlerdir.  Neye uğradıklarını anlamadan sürüklenerek dışarı çıkartılan Patrona ve adamları, köşkün kemerleri altında gizlenmiş olan cellatlara teslim edilmişlerdir. Kısa sürede öldürülen ihtilalcilerin cesetleri dış kapıda bekleyen adamlarının önüne atılınca onlar da kendi canları telaşına düşüp kaçmışlardır.

15 Kasım 1730 Cumartesi günü cereyan eden bu olaydan sonra iktidar tamamen Sultan I. Mahmud'un kontrolüne geçmiştir.



ALEMDAR MUSTAFA PAŞA (1785)


Emrindeki ordu ile İstanbul'a gelen ve tahtından indirilen III. Selim'i yeniden padişah yapmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim'in öldürülmesi üzerine II. Mahmud'a biat etmiş, onun sadrazamı olmuş fakat aradan üç dört ay geçmeden yeniçeriler isyan etmişlerdir. Bir gece yarısı kışlalarından çıkan yeniçeriler Bab-ı Ali'yi gizlice kuşatıp, Kethüda Dairesi'ni ateşe verdikten sonra, elli altı cariyesi ile haremdeki mahzene sığınan Alemdar'ı teslime zorlamışlardır. Buna razı olmayan sadrazam, II. Mahmud'un kendisine yardıma geleceğini boş yere beklemiş, nihayet mahzendeki barut fıçılarını kendi eliyle ateşleyerek intiharı tercih etmiştir. Müthiş bir patlama ile yıkılan mahzenin yakınında bulunan birçok isyancı da onunla birlikte yok olmuştur.



DANTON (1794)


1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilali'nin önde gelen liderlerindendir.

1759 yılında doğmuş, Paris'te hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra avukat olarak meslek hayatına atılmış, bu sırada ihtilalci çetelere katılarak adını duyurmuştur. Robespierre ve Marat gibi diğer ihtilalcilerle birlikte kral ve kraliçenin devrilmesi mücadelesine girip başarılı olan Danton, kurdukları ihtilal mahkemesinde başta XVI. Lui ve karısı Fransız kraliçesi Marie Antoinette olmak üzere bir çok kimseyi giyotinle idam ederek öldürünce yeni halk ayaklanmaları başlamıştır. Bunları önlemek için şiddeti artıran ihtilalciler kendi içlerinde de anlaşmazlığa düşmüşlerdir.

İhtilalden beş yıl kadar sonra Robespierre, Danton'u çeşitli yolsuzluklarla suçlayarak mahkemeye çıkarttı. Dört günlük bir duruşmadan sonra, "İhtilal kendi adamlarını yemeye başladı!" diyen Danton ölüm cezasına çarptırıldı. Uzunca bir süredir Fransa'da yaygın olarak kullanılan giyotin bu safer Danton için hazırlandı. O ise bugüne kadar yaptıklarına pişman olduğunu, kendi kurduğu ihtilal mahkemesinin büyük bir hata olduğunu belirterek, Tanrıdan ve insanlardan af dilediğini beyan etti. Başı koparılmak üzere giyotine yatırıldığında henüz 35 yaşındaydı. İdamı fazlaca önemsenmedi. Kendisinden sonra Robespierre ve Marat gibi ihtilalciler de öldürüldüler.



III. SELİM  (1808)


Osmanlı padişahlarının en tanınmışlarından biri olan III. Selim, batılılaşma hareketlerinin sıkı takipçisi, sanatkâr ruhlu, kibar ve nazik bir hükümdardı. Dönemi içinde başlayan Kabakçı Mustafa isyanı ile tahtından indirilmiş ve nihayet kendisini, kapatıldığı hücreden kurtararak yeniden tahta çıkarmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa'nın İstanbul'a geldiği gün, padişah IV. Mustafa'nın adamları tarafından, hanımı ve cariyelerinin gözü önünde öldürülmüştür. Çeşidi kaynaklara göre katiller hücum ettiklerinde efendilerini korumak için yoğun gayret gösteren kadınlar kolayca bertaraf edilmiş, III. Selim silahsız bulunduğundan elindeki ney ile canını korumaya çalışmıştır. Ne var ki on kişiden fazla olan katiller şiddetle saldırıp kılıçları ile vurmaya başlamışlar ve nihayet mahlû padişah kanlar içinde yere serilerek can vermiştir.



IV. MUSTAFA (1808)


Tahtından indirileceği korkusuyla amcası III. Selim'in ve kardeşi Sultan II. Mahmud'un öldürülmesi emrini veren IV. Mustafa, I. Abdülhamid'in oğludur. Alemdar Mustafa Paşa isyanı ile tahttan indirilmiş ve yerine öldürülmesi için emir verdiği, fakat adamlarının bunu başaramadığı II. Mahmud padişah olmuştur. IV Mustafa daha önce Sultan Mahmud'un kapalı tutulduğu Şimşirlik denilen odaya hapsedilmiş, aradan dört ay bile geçmeden, tekrar tahta çıkartılabileceği endişesiyle II. Mahmud tarafından ölümüne ferman çıkartılmıştır. Odasına giren cellatlar onu kendi belindeki şal kuşakla boğmuşlardır. Cenazesi, babası I. Abdülhamid'in türbesine defnedilmiştir.




SULTAN ABDÜLAZİZ (1876)


Osmanlı padişahlarının otuz ikincisi olarak tahta çıkan Abdülaziz, II. Mahmud'un oğludur. Babasının vefatı üzerine padişah olmuş, 15 yıl kadar bu görevde kaldıktan sonra Serasker Avni Paşa, Mütercim Rüştü ve Mithat Paşa üçlüsü tarafından tahtından indirilmiştir. Onu hal eden mütecavizler, şahsî servetini yağma edip, cariyelerine el koyduktan sonra, Dolmabahçe'den Topkapı Sarayı'na götürmüşler, daha önce III. Selim'in öldürüldüğü odaya kapatmışlar, üç gün sonra da Feriye Sarayı'na nakletmişlerdir. Burada daha fazla süre yaşamasını kendileri için tehlikeli gören devlet adamları, görevlendirdikleri cellatlar marifetiyle ve bir tırnak makasıyla sağ ve sol bileklerinin damarlarını kestirmiş, kan kaybından ölmesine sebep olup olaya intihar süsü vermek istemişlerdir. II. Abdülhamid tarafından kurdurulan büyük bir mahkeme Abdülaziz Han'ın öldürülmesi olayına karışanları birer birer yakalayıp cezalandırmış; Mithat Paşa'nın da idamına hükmetmiştir.

Bu cezayı sürgüne çeviren Abdülhamid, onu Taife göndermiştir, İngilizlerin yardımıyla buradan kaçmaya çalışan Mithat Paşa da, zindan görevlileri tarafından boğulmuştur. Abdülaziz'in öldürülüşünde birinci derecede rol alan Serasker Avni Paşa ise, cinayeti işlediğinin üzerinden bir hafta geçtikten sonra, Abdülaziz'in hanımlarından Neşerek Kadın Efendi'nin kardeşi Çerkez Hasan isimli bir kıdemli yüzbaşı tarafından, Mithat Paşa'nın konağında kurşunlanarak ve belki de ölmez düşüncesiyle defalarca hançerlenerek yok edilmiştir. Bu sırada bir köşeye saklanan Mithat Paşa canını zor kurtarmış, yakalanan Çerkez Hasan da ertesi gün idam edilmiştir.





ALİ SUAVÎ (1878)


Hayatı ve mücadelesi hakkında aydınlatıcı birçok bilgiden yoksun olduğumuz Ali Suavî, "Yeni Osmanlılar" arasında öne çıkmış bir siyaset ve fikir adamıdır.

Çankırılı bir babanın oğlu olarak 1839 yılında İstanbul'da doğmuş, ciddî bir tahsil görmemesine rağmen kendisini yetiştirmiş; camilerde vaaz ederek, gazetelerde yazılar yazarak tanınmış, bazı devlet görevlerinde bulunmuş, karıştığı siyasî olaylar sebebiyle İstanbul'dan Kastamonu'ya sürülmüş, oradan Avrupa'ya kaçıp Fransa ve İngiltere'de gazeteler neşretmiş; kendisiyle birlikte hareket eden Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi Yeni Osmanlılarla görüş ayrılığına düşüp yalnız bırakılmış, buna rağmen mücadelesine devam ederek, kendisini destekleyen bazı kimseler aracılığıyla tekrar İstanbul'a dönmüştür. İngiliz bir hanımla evlenen Ali Suavî, daima ön plânda olmak isteyen, egosuna mağlup, hırslı ve karışık fikirli bir kimsedir. Çeşitli kaynaklarda onun bir İngiliz ajanı olduğu, II. Abdülhamid Han'ı devirmek isteyenlerce kullanıldığı, ahlakî zaafları sebebiyle hayat boyu herhangi bir işte başarılı olamadığı; hiç bir görevde bulunmayıp, her hangi bir iş yapmadığı zamanlarda bile Avrupa'da rahatça dolaşıp bol bol para harcadığı yazılıp söylenmiş, Türkçü fikirleri sebebiyle kendisinden sonra gelen bir takım milliyetçilere öncülük ettiği bildirilmiştir.

Ali Suavî'yi meşhur eden asıl hadise, II . Abdülhamid Han'ı tahttan indirip, Çırağan Sarayı'nda gözetim altında tutulan V. Murad'ı tekrar tahta çıkarma girişimidir. Bunun için Rumeli göçmenlerinden topladığı 300 kadar adamla Çırağan'a baskın düzenleyen, kapıdaki nöbetçileri etkisiz hale getirdikten sonra içeri girip V. Murad'ı dışarı çıkarmaya çalışan ve bu sırada "Aman padişahım! Gel bizi Moskoftan kurtar!" diye bağıran Ali Suavî tam bu sırada isyancıları tepeleyip içeri giren Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa'nın kafasına vurduğu sopa darbeleriyle yere yıkılmış, bu arada diğer muhafızların tekme ve dipçik darbeleriyle feci şekilde öldürülmüştür.

Tarihte, Çırağan Vakası olarak bilinen bu hadise 1878 yılının Mayıs ayında vuku bulmuş, Ali Suavî'ye destek veren Rumeli muhacirlerinden 23 kişi de bu kavga sırasında katledilmiştir. Bu sırada kocasından gelecek haberi bekleyen ve bir İngiliz ajanı olduğu bilinen karısı Mary, onun öldürüldüğünü haber alınca kendisine ait bütün evrakları yakarak yok etmeyi başarmıştır.


MİTHAT PAŞA  (1884)



Sultan Abdülaziz,  V.  Murad ve Sultan II. Abdülhamid dönemlerinde ismi öne çıkmış devlet adamlarındandır. Rusçuklu Hacı Eşref Efendi'nin oğlu olarak 1822 yılında İstanbul'da doğmuştur. Zekası ve çalışkanlığı sayesinde kısa zamanda çeşitli memuriyetlere getirilmiş ve nihayet Sultan Abdülaziz'in sadrazamı olmuştur.

Tam bir İngiliz hayranı olarak yetişen ve Osmanlı devlet düzenini batılıların  istediği  bir şekle dönüştürmek için mücadele veren Mithat Paşa, meşrutî bir idare için kendisine engel gördüğü Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilip şehid edilmesi olayına karışmış, V  Murad'ın da istediği adam olmadığını görünce II. Abdülhamid ile anlaşıp  onun  padişah  olmasını  sağlamıştır.

Böylece Kanuni Esâsî'yi ilan ederek I. Meşrutiyet dönemini başlatan Mithat Paşa'nın şahsi emel ve ihtiraslarına bir sınır çizilemediği anlaşılmıştır. O, "Âl-i Osman" yerine "Âl-i Mithat" hanedanlığını bile isteyecek kadar cüretkar davranan, memleketi 93 Harbi denilen büyük bir felakete sürükleyen; başarılı bir memur olmakla beraber siyasî dehaya sahip bulunmayan kültür ve bilgisi zayıf bir adamdır. II. Abdülhamid'in, amcası Abdülaziz'in katillerini açığa çıkartmak için kurdurduğu Yıldız Mahkemesi'nde yargılanan Mithat Paşa,  mahkemece suçlu görülerek hakkında idam kararı verilmiştir.  Sultan II. Abdülhamid bu kararı müebbet hapse çevirdikten sonra mahkumlar Taif Kalesi'ne hapsedilmişlerdir. Burada, İngilizler tarafından kaçırılarak, devletin başına yeni gaileler açılmak istenmesi üzerine zindanda görevli iki zabit, bir çavuş ve altı nefer tarafından içerden kilitlediği kapı kırılmak suretiyle Mithat Paşa tutulmuş ve Edirneli İsmail isimli bir nefer tarafından boğazı sıkılmak suretiyle elle boğulmuştur. Bu sırada Mithat Paşa'nın kendisini öldürmek için gelenlere fazla bir  mukavemet göstermediği nakledilmiştir. 1884 yılının 6-7 Mayıs tarihinde cereyan eden bu hadiseden sonra Mithat Paşa'nın cenazesi zindan civarındaki eski bir kabristana defnedilmiştir. Cumhuriyet döneminde resmî tarihçiler tarafından "hürriyet şehidi" olarak kabul edilip yüceltilen Mithat Paşa'nın kemikleri, 1951 yılında Taiften İstanbul'a nakledilerek Hürriyet-i Ebediye tepesinde yaptırılan anıt mezara konmuştur.



NASIL ÖLDÜRÜLDÜLER?

YAZAN: AHMET EFE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak