JAN DARK (1431)
Fransızların ünlü kahramanı Jan Dark, Janet isimli bir genç kızdır. Bir köy memuru olan babasının ismini alıp, erkek elbiseleri giymek suretiyle, ingilizler tarafından neredeyse yok edilmek üzere olan Fransa'yı kurtarmak için mücadeleye girmiş; bunun kendisine verilen tanrısal bir görev olduğunu ilan ederek davasını Fransa kralına da kabul ettirmiştir. Emrine verilen askerî birliklerle gerçekten büyük başarılar kazanarak bir çok toprakları kurtaran Jan Dark bu sırada henüz 17 yaşında bulunuyordu. Kısa zamanda ünü her tarafa yayılmış ve bir azize konumuna yükselmiştir. Bir süre sonra Fransa kralı ve adamları tarafından yalnız bırakılınca, krala muhalif Fransız gurupları tarafından yakalanmış ve para karşılığında İngilizlere satılmıştır. Bir kuleye hapsedilen ve büyük işkencelere maruz bırakılan genç kız bu sıralarda yirmi yaşlarındadır. Papazlar tarafından kurulan bir mahkemede yargılandıktan sonra, dinden çıkmış bir rafizî, ruhunu şeytana satmış bir şarlatan, bir müşrik olarak afaroz edilmiştir. Cezası, ateşte yakılmak suretiyle idamdır.
30 Mayıs 1431 tarihinde, toplanan büyük halk kalabalığı arasından sürüklenerek getirilen ve kendisi için hazırlanmış odun yığınının üstüne çakarılıp oradaki direğe bağlanan Jan Dark; dininden dönmediğini, gökten emirler aldığını, İsa'yı sevdiğini söylemesine rağmen yakılmaktan kurtulamamıştır.
Kendisine Orleon Bakiresi de denilen genç kızın kömürleşmiş cesedi saatlerce kavrulduktan sonra direkten indirilmiş, tozları bir çuvala konularak Sen Nehri'ne dökülmüştür.
ULUĞ BEY (1449)
Türk-İslâm dünyasının yetiştirdiği büyük astronomi bilgini ve devlet adamlarındandır.
Meşhur Timurlenk'in torunu olup, babası Şahruh'un vefatı üzerine Doğu Türk İmparatorluğu'nun başına geçmiştir.
Dönemi birç ok siyasî ve askerî karışıklıklarla geçen Uluğ Bey 1449 yılında, kendisinin yerine geçmek isteyen oğlu ile giriştiği mücadeleyi kaybedince savaş meydanından kaçıp Semerkant'a sığınmak istemiş, bir süre önce koruması için şehri kendisine teslim ettiği komutan eski hükümdarı şehre kabul etmemiş, bunun üzerine oğlu tarafından kovalanan Uluğ Bey, esir düşmemek için, Türkistan sınırlarına kaçmıştır.
Bu maceranın sonunun gelmeyeceğini anlayınca oğlunun merhametine sığınan büyük hükümdar ne yazık ki, oğlunun yakınlarından ve daha önce bir suçu sebebiyle babasını katlettirdiği Abbas adlı bir kimseye teslim edilmiştir. Abbas, Uluğ Bey'in öldürülme müsadesini alınca onu Semerkant yakınlarındaki Bağrin Köyü'ne götürmek ve bir takım işkencelerden sonra başını kılıçla kesmek suretiyle şehid etmiştir.
Babasının öldürülmesi emrini veren yeni hükümdar Abdüllatif Mirza ise, altı ay kadar saltanat sürdükten sonra bir suikasta kurban gitmiş, onun da kesik başı babası Uluğ Bey'in kabri önünde teşhir edilmiştir.
ÇANDARLI KARA HALİL PAŞA (1453)
Fatih Sultan Mehmed döneminin ünlü veziri Çandarlı Kara Halil Paşa, İstanbul'un fethinden sonra, bu fethe taraftar olmadığı ve hatta padişahı kararından döndürmesi için kendisine Bizans imparatoru tarafından rüşvet verildiği gerekçesiyle ve hakkındaki diğer söylentiler sebebiyle idam edilerek öldürülmüştür.
FATİH SULTAN MEHMED (1481)
Osmanlı padişahlarının en büyüklerinden biri olarak kabul edilen Fatih Sultan Mehmed, istanbul'u fethettikten sonra da bir çok zaferler kazanmış ve devletinin sınırlarını inanılmaz bir büyüklüğe kavuşturmuştur. Son seferinin İtalya üzerine olacağını ve onun, Batı Roma İmparatorluğunu da yıkarak bütün Avrupa'yı fethedeceğini düşünüp büyük bir korkuya kapılan Batılılar, çok iyi tasarlanmış bir suikast planıyla padişahı öldürmek istemişlerdir.
25 Nisan 1481 tarihinde yeni bir sefer için Üsküdar'ı geçip, Malta ile Gebze arasındaki çayırlığa otağını kurduran Fatih'e, hususi doktorlarından Yakup Paşa bir bardak şerbet sundu. Sultan şerbeti içtikten bir kaç gün sonra hastalandı. Tedavisi için yine aynı Yakup Paşa yeni şerbetler ve ilaçlar içirdi.
Bunların her geçen gün tesiri artan zehirler olduğu kimse tarafından fark edilmedi. 3 Mayıs 1481 günü iyice rahatsızlanan padişah henüz 49 yaşında iken hayata gözlerini yumdu.
Hakanın bir suikasta kurban gittiği anlaşılınca askerler, Venedikli bir Yahudi olup, asıl ismi Maestro Lacopo olan Yakup Paşa'yı öldürdüler. Ne var ki Avrupalılar emellerine kavuşmuş ve Fatih'i, ölümle bile olsa durdurmayı başarmışlardı. "Koca kartal öldü!" çığlıklarıyla bütün kiliselerde sevinç çanları çalındı.
GEDİK AHMET PAŞA (1482)
Fatih Sultan Mehmed'in ünlü vezirlerindendir. Arnavut veya Rum dönmesi olduğu, girdiği her mücadeleden galip ayrılmasını bildiği için nâmağlup komutan unvanını aldığı; sert tabiatlı ve acımasız bir kimse olduğu rivayet edilmiştir.
II.Beyazıd'ın Cem Sultan'la olan mücadelesinde Cem'in takibi ve yakalanmasında lakayd davrandığı gerekçesiyle idam edilmiştir. II. Bayezid öteden beri sevmediği bu adamı katletmeyi düşününce idam mahalli olarak İstanbul yerine Edirne'yi seçmiştir. Çünkü yeniçerilerin Gedik Ahmet Paşa'ya olan sevgi ve bağlılıkları sebebiyle isyan çıkartabileceklerini hesaplamıştır.
1482 yılının Ramazan bayramından sonra Edirne'de, Yeni Saray'da, devlet adamlarını bir akşam yemeğine davet eden padişah bir çok kimseye hilat giydirdiği halde, Gedik Ahmet Paşa'nın sırtına, idam alâmeti olan kara bir kaftan geçirilmiş ve bu arada sultanın işaret ettiği saray dilsizlerinden biri hemen ileri atılarak veziri hançerlemeye başlamıştır. Başka bir rivayete göre O, sarayın bodrumuna indirilerek boğdurulmuştur.
CEM SULTAN (1495)
Fatih Sultan Mehmed'in küçük oğludur. Babasının ölümü üzerine tahta çıkan ağabeyi Sultan II.Bayezid'in sultanlığını kabul etmeyerek onunla mücadeleye başlamıştır.
Cem'in Bursa'ya yürüdüğünü duyan Sultan Bayezid, üzerine, Ayas Paşa komutasında bir kuvvet göndermiştir. Yapılan savaşta Cem Sultan galip gelmiş, Bursa'ya girmiş ve burada padişahlığını ilan etmiştir. Ancak devletin ikiye bölünmesine razı olmayan Sultan Bayezid daha güçlü bir orduyla saldırarak Cem'i mağlup etmiştir. En yakın adamlarının da kendisini terk ettiğini gören genç şehzade canını zor kurtarıp Konya'ya kaçmıştır. Takip edildiğini öğrenince önce Adana'ya, daha sonra da Halep, Şam ve Kudüs yoluyla Mısır'a gitmiştir. Mısır'da Sultan Kayıtbay tarafından büyük bir merasimle karşılanan Cem Sultan aynı yıl içinde Hacca da gitmiştir. Geri dönüşünde kendisini yeniden mücadeleye davet eden Karamanoğlu ve diğer bazı beylerin teşviki ile Anadolu'ya geçmiştir. Ancak ağabeyinin gönderdiği ordu ile başa çıkamayacağını anlayınca mücadelesine Rumeli topraklarında devam etmeyi düşünüp, bunun için Rodos şövalyeleriyle anlaşmıştır.
Şövalyeler ise onu yanlarında tutmak karşılığında Sultan II. Bayezid'den büyük miktarda para koparınca Cem'i Rumeli'ye geçirmemişlerdir. Bir süre Rodos'ta kalan genç şehzade daha sonra Fransa'ya, oradan da Vatikan'a götürülmüştür. Kozların eline geçtiğini gören Papa, Osmanlı padişahı II. Bayezid'le anlaşarak ve kendisinden büyük paralar alarak Cem Sultan'ı bir esir gibi yanında tutmaya başlamıştır. O'nun yeniden Mısır'a dönmek isteği de reddedilmiş, fakat Hıristiyan olmayı kabul ederse kendisine kardinallik verileceği söylenmiştir. Bu hayasızca teklifi şiddetle reddeden Cem Sultan büyük acı ve keder içinde hayatını sürdürürken, onu öldürmek ve Osmanlı padişahından daha büyük paralar almak isteyen Papa ve yakınları kendisini alçakça zehirlemişlerdir. Tesiri geç fark edilen bu zehir, Napoli'de bulunduğu sırada Cem Sultan'ı yatağa düşürmüş, yüzü, gözü ve boynu şişmeye başlamıştır. Nihayet 25 Şubat 1495 tarihinde, henüz 36 yaşında iken vefat etmiştir.
Yakın arkadaşları Celal ve Sinan Beyler dinî merasimi yerine getirmişler, şehzadenin cesedi tahnit edilmiştir. Kardeşinin ölüm haberini alan Sultan II. Bayezid, bütün Osmanlı topraklarında gaip cenaze namazı kıldırmış, onun adına pek çok sadaka dağıtmış, ülkede üç gün yas ilan ettirmiştir. Şehzadenin cenazesi dört sene kadar sonra Napoli'den Bursa ya getirilerek daha önce vefat etmiş olan ağabeyi Şehzade Mustafa'nın kabri yanına defnedilmiştir.
ŞEHZADE KORKUT (1513)
Yavuz Sultan Selim'in, kendisinden üç yaş büyük ağabeyidir. Önceleri onun saltanatına karşı çıkmayacağını beyan etmiş fakat sonra taht için mücadeleye giriştiği anlaşılınca valilik yaptığı Manisa'da sıkıştırılmıştır. Sarayın arka kapısından kaçıp kurtulmayı başarmışsa da, gizlendiği mağarada yakalanarak yay kirişiyle boğulmak suretiyle öldürülmüştür.
Kabri Bursa'da, Muradiye Külliyesi içindedir.
ŞEHZADE AHMET (1513)
Yavuz Sultan Selim'in ağabeyidir. Saltanat için ayaklanınca Şah İsmail'den yardım görmesine rağmen mağlup olmaktan kurtulamamış, yapılan savaşta askerinin dağıldığını görünce kaçmaya çalışmış, fakat yakalanarak boğdurulmuştur.
ALÂÜDDEVLE (1515)
1339 yılında Maraş- Elbistan ve hatta Malatya ve Harput'a kadar olan bölgelerde bir beylik kuran Dulkadiroğulları'nın son hükümdarıdır.
Osmanlılar yerine Memluklu devletine tabi olduğu için Çaldıran Savaşı'ndan sonra, Yavuz Sultan Selim'in veziri Hadım Sinan Paşa komutasındaki ordu karşısında mağlup olmuş, Turnadağı'nda uğradığı bu yenilgi üzerine dört oğluyla birlikte esir edilmiş ve derhal öldürülmüştür. Alaüddevle'nin kesik başı Memluk sultanına gönderilerek ona da gözdağı verilmek istenmiştir.
TOMANBAY (1517)
Mısırda hakimiyet kurmuş olan Kölemenlilerin son sultanıdır. Ridaniye Meydan Muharebesi'nde, Yavuz Sultan Selim tarafından mağlup edildikten sonra bir süre de Kahire içinde mukavemete devam etmiş, şehrin Osmanlıların eline geçmekte olduğunu anlayınca, yakınlarıyla beraber kaçıp bir Arap şeyhine sığınmıştır. Ancak şeyh ona ihanet etmiş ve saklandığı yeri haber vermiştir. Yakalanıp, elleri bağlanarak Yavuz'un huzura getirilince; devleti ve vatanı uğruna son ana kadar kahramanca çarpışmış olan bu hükümdarı, Yavuz büyük bir hürmetle karşılamıştır. Kendisine bir esir muamelesi yapılmayacağı söylenmiş, bir süre karşılıklı sohbetten sonra Tomanbay misafir edileceği çadıra gönderilmiştir. Ancak aradan geçen on-on beş gün zarfında Kahirelilerin Tomanbay lehine tezahürat yaptıkları ve onun esir edilmeyip mücadeleye devam etmekte olduğu şayiasının arttığı görülmüştür. Bu durum Osmanlıların aleyhine bir gelişme olduğundan, ilerde isyanların patlak vereceği ve düzenin bozulacağı hesap edilerek Tomanbay'ın idamına hükmedilmiştir.
Bir katır sırtına bindirilerek Kahire içinde dolaştırılan sabık hükümdar, daha sonra Kahire kapılarının biri önüne kurulan darağacında idam edilip öldürülmüştür. Yavuz Sultan Selim, onun, bir hükümdara yaraşır törenle gömülmesini emretmiş ve cenaze masraflarının tamamını kendi kesesinden karşılamıştır.
ORUÇ REİS (1518)
Büyük Türk denizcisi Barbaros Hayreddin Paşa'nın ağabeyidir. 1474 yılında Midilli'de doğmuş, kardeşleri ile birlikte denizci olmaya karar verdikten sonra küçük bir gemiyle ticarete başlamış, kısa bir zamanda Ege ve Akdeniz'de Hıristiyanlarla savaşlara girip büyük bir şöhret kazanmıştır. Bir ara Rodos şövalyelerine esir düşmüşse de kurtularak mücadelesine devam etmiştir.
Kuzey Afrika sahillerinde İspanyol ve Ceneviz donanmalarını mağlup ederek Cezayir ve civarını ele geçiren Oruç Reis, burada bir hükümet kurmuş, bu arada Osmanlı Devleti'nin tabiyetine girmiştir.
Oruç Reis, Cezayir'de hükümet kurduktan sonra Telemsan'ı da fethederek oraya yerleşmiştir. 1518 yılında İspanyollar tarafından büyük bir orduyla kuşatılan Telemsan'da sıkıştırılınca, elli kadar askeriyle kaleden çıkarak, düşmanlarını yarıp kaçmayı başarmış, fakat takipçiler onları Salado ırmağı kıyısında kıstırarak hunharca şehid etmişlerdir. Oruç Reis Salado'yu yüzerek geçip karşı kıyıya geçtiği ve kurtulduğu halde, geride kalarak İspanyollarla vuruşmaya başlayan arkadaşlarının: "Baba Oruç! Bizi düşman elinde koma!" diye bağırmalarına ve feryatlarına dayanamadığı için geri dönmüş ve orada kahramanca çarpışmak suretiyle can vermiştir. Ölürken, kardeşi Hızır Reis'in intikamını almasını vasiyet ettiği ve ilerde Barbaros Hayreddin adıyla anılacak olan Hızır Reis'in de bu vasiyeti yerine getirip bütün Akdeniz'i bir Türk gölü haline getirdiği bilinmektedir.
MOLLA KÂBIZ (1527)
Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamıştır.
Nerede doğduğu belli olmamakla beraber bazı kaynaklarda iran'dan İstanbul'a geldiği ve burada yetişerek ilmiye sınıfına girdiği yazılıdır. Hem İslâmî ilimlerde hem de Hıristiyan teolojisinde geniş bilgi sahibi olan Molla Kabız, Hazreti İsa'nın Hazreti Muhammed aleyhisselâm'dan daha üstün ve faziletli olduğunu iddia ederek bütün İstanbul'da büyük bir çalkantıya sebep olmuş, gittiği her yerde davasını isbat için ilmî ve aklî deliller ileri sürerek kafaları karıştırdığı anlaşılınca yakalanıp sorguya çekilmiş; padişahın da takip ettiği bu ilk sorgulama sırasında Kazaskerler karşısında üstün konuma geçip, sultanın sinirlenmesine sebep olmuştur. Kanuni, peygamberinin savunulmasında yetersiz kalan kazaskerlerine çıkışarak, Molla Kabız'ın Şeyhülislâm Ibni Kemal karşısına çıkartılmasını emretmiştir.
Tutuklu bulunduğu yerden çıkartılarak yeniden saraya getirilen Molla, karşısında Şeyhülislâm'ı görünce büyük bir şaşkınlık geçirmiş, fakat daha önce ileri sürdüğü delillerle davasının haklılığını isbata çalışmıştır. Kendisini dikkatle dinleyen İbn-i Kemal, iddiaların her birini hem İslâm hem de Hıristiyan kaynaklarına dayanarak birer birer çürütmüş ve neticede Molla Kabız, boynunu eğip, cevap veremez hale gelmiştir. Bunun üzerine kendisine, tevbe edip, zındıkça düşüncelerinden vazgeçmesi teklif edilmişse de sözünün ve fikirlerinin arkasında duracağını açıklayarak yaptıklarından pişman olmadığını söylemiştir.
Onun batıl davasına olan inanç ve kararlılığı herkesi şaşırtmışsa da idamına hüküm verilmiştir. Boynu vurulmak üzere cellada teslim edilen Molla Kabız'ın ektiği şer tohumları bir süre daha İstanbul'u meşgul etmiştir. Nitekim Şeyhülislam İbn-i Kemal bu olaydan sonra Resûlullah'ın bütün peygamberlerden üstün olduğuna dair bir kaç risale yazmıştır.
Tarihte Molla Kabız ve onun gibi düşünenlere " Hub Mesîhî" denilmektedir.
PÎRÎ MEHMED PAŞA (1532)
Yavuz Sultan Selim'in son vezir-i azamıdır. Kanuni'nin ilk yıllarında da görevini sürdürmüş, beş seneden fazla süren bu vazifesinden 1523 yılında azledilince Silivri'deki çiftliğine çekilmiştir. Aslen Konyalı, Amasyalı veya Aksaraylı olduğu söylenen büyük vezir iyi bir eğitim ve terbiyeden sonra hızla yükselerek önemli başarılara imza atmıştır. Çaldıran, Belgrad ve Rodos zaferlerindeki payı yanında Osmanlı denizciliğinin gelişmesi için de hayırlı çalışmalar yapmıştır.
Kendinden sonra yerine geçip sadrazam olan Makbul İbrahim Paşa, onun yeniden göreve döndürülmesi endişesini duymaya başlayınca bir plan yapmış ve Piri Mehmet Paşa'nın Edirne kadısı olan öz oğlu Mevlâna Mehmed Reşid Efendi'yi, yüksek mevki ve mansıp vereceği vaadi ile kandırıp babasını zehirlemesini istemiştir. Mehmet Raşid kapıldığı hırs sebebiyle bu cinayeti işlemekten çekinmemiştir. Bir gün, 66-67 yaşlarında olan babasına gelerek, şehre teşrif edecek olan padişaha dinç görünmesi gerektiğini söyleyip ona zehirli bir macun yedirmiştir. Zehirlendiğini anlayan eski vezir oğluna "Beni yaktın, Hak teala da seni yaksın!" diye beddua ederek ölmüş ve Silivri'deki kabrine defnedilmiştir.
Babasının ölümünden sonra arzu ettiği mevki ve mansıbın kendisine verilmediğini gören Mehmed Raşid Efendi büyük bir üzüntü içine düşüp esrar ve içki müptelası olmuş, bir kış günü yanan mangalın kenarında sızıp kalmışken eteğinin tutuşmasıyla uyanmış, ateşi söndürmek için su zannıyla rakı testisini dökünce alevler daha da artmış ve yanarak feci şekilde can vermiştir. Bu ibretâmiz ölüm, baba bedduasının tutacağını ve dünyanın gerçekten bir "etme bulma dünyası" olduğunu göstermesi bakımından hatıralardan silinmemiştir.
PÎRÎREİS (1543)
Konyalı bir ailenin çocuğu olarak 1465 yılında Gelibolu'da doğan Pîrî Reis, ünlü Türk denizcilerinden Kemal Reis'in yeğenidir. Amcasının yanında denizci olarak yetişmiş, Barbaros Hayreddin Paşa ile birlikte çalışmış, bir çok deniz cenginde büyük basanlar kazanmıştır. Aynı zamanda coğrafya ilmi ile de ilgilenerek sırları hala çözülememiş olan ve tarihî değeri çok yüksek bulunan haritalar çizmiştir. Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfinden önce bu kıtanın da haritasını çizdiği bilinen Pîrî Reis büyük eseri "Kitab-ı Bahriye"yi Kanuni Sultan Süleyman'a takdim ederek dönemin en ünlü kişileri arasına girmiştir. Daha sonra Mısır donanmalarının reisliğine getirilmiş, Hind Denizi ve Umman kıyılarını fethetmiş, fakat daha sonra, Portekiz korsanlarınca Basra civarında sıkıştırılınca donanmayı orada bırakıp Mısır'a döndüğü gerekçesiyle ve hakkında uydurulan başka iftiralar yüzünden, 1543 yılında, seksen yaşına ulaştığı bir sırada, Kanuni'nin fermanıyla idam edilmiştir.
ŞEHZADE MUSTAFA (1553)
Kanuni Sultan Süleyman'ın büyük oğludur. Üvey annesi Hürrem Sultan'ın entrikaları sonucu taht için isyan edeceği varsayımıyla, Konya Ereğlisi'ndeki Aktepe Menzili'nde; babasının elini öpmek üzere girdiği çadırda, dilsiz cellatlara boğdurularak şehid edilmiştir. Öldürüleceğini anlayınca babasını imdada çağırdığı, fakat yan taraftaki çadırda bulunan Kanuni'nin, nizâmı âlem uğruna, gözyaşı dökerek, sessiz kaldığı rivayet edilmiştir.
ŞEHZADE BAYEZİD (1554)
Kanuni Sultan Süleyman'ın oğludur. Babasından sonra sultan olmak isteyen II. Selim ve yakınlarının entrikalarıyla, isyan etmiş gibi gösterilmiş; üzerine gönderilen ordu sebebiyle mağlup olup, dört oğluyla beraber İran Şah'ı Tahmasb'a sığınmış, fakat bir süre sonra Kanuni ile anlaşan Tahmasb, Şehzade Bayezid'i ve oğullarını teslim etmekte bir mahzur görmemiştir. Hemen yay kirişleriyle boğulan Şehzade Bayezid ve oğullarının cenazeleri Sivas'a getirilerek defnedilmiştir.
PİR SULTAN ABDAL (1560)
16.yüzyılda yaşamış büyük halk şairidir. Efsane haline dönüşmüş hayat hikâyesinden anlaşıldığı kadarıyla o, Sivas'ın Yıldızeli Kazasına bağlı Banaz Köyü'nde doğup büyümüş ve nüfuzlu bir alevî dedesi olarak hayatını sürdürmüştür. Söylediği âşık-tekke tarzı şiirleriyle de edebiyat tarihine geçmiş olan Pir Sultan Abdal, dönemin İran hükümdarı Şah Tahmasb'a bağlılık gösterdiği ve bulunduğu yörede Osmanlılar aleyhine bir isyan başlattığı anlaşılınca takibe alınmış ve nihayet isyanı bastıran Hızır Paşa tarafından yakalanarak Sivas'da idam edilmiştir.
Hayatı boyunca alevilik davasını sürdüren ve Osmanlı devleti yerine İran şahlarını tercih ederek onlara övgüler düzen Pir Sultan Abdal, şiirlerinden açıkça belli olduğu gibi ideolojik saplantılara düşmüş; bir alevi dedesi olmaktan öte, siyasî kimliği ile tanınmış ve şiirlerini de tamamen bu kavgaya tahsis etmiştir. Gerçekten bütün yazdıklarında Şah'a olan sevgisi, Osmanlı ve sünnî düşmanlığı ve bir çok batinî görüş ve açıklamalar vardır.
İdam edildikten sonra daha da meşhur olan ve hayatı efsaneleştirilen Pir Sultan Abdal, Alevi-Bektaşîler arasında en büyük yedi şairden biri olarak kabul edilir. Bu yedi şair arasında Nesîmî, Fuzûli, Hatâyı (Şah ismail), Kul Himmet, Yemînî ve Virânî vardır.
TURGUT REİS (1565)
Ünlü Türk denizcilerinden Turgut Reis, 1485 yılında Menteş'te fakir bir ailenin oğlu olarak doğup büyümüş, genç yaşta denizciliğe merak salıp bir korsan gemisine levent yazılmış, bundan sonraki hayatı tamamen denizlerde geçmiştir. Önceleri bağımsız olarak hareket ederken, sonra Barbaros Hayreddin Paşa'nın emrine girerek onun yakınlarından biri olmuştur. Preveze'de Osmanlı donanmasının kazandığı zaferde büyük bir pay da Turgut Reis'e aittir. Bir ara Ceneviz korsanlarına esir düşmüşse de Barbaros Hayreddin Paşa tarafından kurtarılmıştır.
80 yaşına geldiği sıralarda Malta Savaşı'na iştirak eden ünlü denizci, hayli ilerlemiş yaşına rağmen kahramanca çarpışırken, düşman tarafından atılan büyük bir taşla vurularak şehid düşmüştür. Cenazesi Trablusgarb'a götürülerek buradaki kabrine defnedilmiştir.
SOKULLU MEHMED PAŞA (1579)
Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde sadrazamlık yapmış olan büyük devlet adamlarından biridir. İyice yaşlandığı bir çağda, iktidar hırsıyla gözü dönmüş hasımları tarafından kiralanan meczup bir Boşnak tarafından hançerlenerek öldürülmüştür. Sokullu'nun her fırsatta sadaka vererek sevindirdiği meczup Boşnak'tan hiç şüphelenmediği ve onun, yanına kadar sokulmasına müsade ettiği bilinmektedir. 30 Eylül 1579 da cereyan eden bu olay sırasında sadrazamı öldüren meczup'ta hemen katledilmiştir.
ŞEHZADE MAHMUD (1603)
Sultan III. Mehmed'in büyük oğludur. Daha çok annesi Safiye Sultan'ın kışkırtmasıyla, Sultan III.Mehmet, oğlunun tahta göz diktiğini varsayarak, onu bir sabah namazı vakti, yatağında, gecelik entarisi ile, yalın ayak, başı açık olarak boğdurtmuştur. Cenazesi Şehzade Camii avlusuna defnedilmiştir.
ŞEHZADE MEHMED (1621)
Sultan I. Ahmed'in oğlu, Genç Osman'ın da kardeşidir. Büyük şehzade Genç Osman padişah olunca, son derece zeki ve kabiliyetli bir genç olan Şehzade Mehmet'in öldürülmesini emretmiş; cellatlarıyla amansız ve umutsuz bir mücadeleye girişen talihsiz şehzade son nefeslerini vermeden önce ağabeyine beddua ederek:
"Bre Osman! Allah'tan dilerim ki ömrü devletin berbad olup, beni ömrümden nice mahrum eyledinse sen dahi behremend olmayasın!" demiştir. Şehzade Mehmet'in bedduası tutmuş olacak ki Genç Osman da kısa bir süre sonra bir takım kanlı katillerin urganından kurtulamayıp feci şekilde can vermiştir.
GENÇ OSMAN (1622)
Osmanlı padişahları içinde katledilerek öldürülen ilk padişahtır. Çocuk yaşta iken tahta çıkmış, 18 yaşında iken yeniçerilerin çıkardığı bir isyan sonucu, ağır hakaretlere maruz tutulduktan sonra Yedikule Zindanı'nda hunharca boğulmuştur. Tarihî kayıtlara göre güçlü kuvvetli bir delikanlı olan Genç Osman, zindan hücresine girmeye çalışan katilleri ile epeyce mücadele etmiş, silahsız olduğu için karşısındaki on bir caniye fazla mukavemet edememiş, içlerinden birinin balta ile sağ omuzuna vurması ve bir diğerinin de hayalarını sıkması sonucu yere yığılmış, nihayet boynuna geçirilen iple boğularak şehid edilmiştir. Cenazesi gece vakti zindandan çıkartılıp Topkapı Sarayı'na getirilmiştir. Bazı kaynaklarda, öldürüldüğünün hasımları tarafından anlaşılması için kulaklarının ve burnunun da kesildiği ve bu azaların hasımlarına gösterildiği yazılıdır.
NASIL ÖLDÜRÜLDÜLER?
YAZAN: AHMET EFE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder