Cahiliye Çağında Şiir
Araplara göre şiir uyaklı ve vezinli sözden oluşur. Oysa bu tanım nazımlar için geçerli olabilir. Asıl şiirin tanımı bu değildir. Çünkü nazım şiirden ayrıdır. Bir insan şair olur ancak nazmı bilmeyebilir. Böylece bir insan nazım olur ancak nazm ettiği sözlerde şiir denilecek bir şey bulunmaz. Bununla beraber nazmın şiire ne kadar tatlılık ve incelik verdiğini ve onun duygulara olan etkisini ne kadar artırdığını inkar etmek mümkün değildir. Nazım, şiirin bir kalıbından ibarettir. Genel anlamda şiire gelince; bunu kapsadığı ifade üslüplarıyla ve düz yazının üstün olarak duygular üzerindeki etkileri yönünden kısa bir cümleyle tanımlamak olası değildir. Düz yazı ile şiir arasındaki fark şudur ki, düz yazıda hayatın eylemlerinden gördüğümüz veya çıkardığımız şeyleri benzetmeye veya kanıt ve delile dayandırarak söyleriz. Şiirde ise kişisel içerleme ve öfkelerimizle doğan duygularımızı benzetme ve kanıt aramaksızın betimleriz. Şu durumda düz yazı "Aklın dilidir" şiir ise "Ruh veya kalbin dilidir" demek gerekir. Bazılarının tanımına göre şiir, gözükmeyen gerçeklerin görünen biçimidir."
Bu yüzden şiir çok eskidir. Eskide olsun yenide olsun dünyada hiçbir millet şiirden ayrı kalamaz. Şiir milletlerin edep aynası, din, olay ve ahlaklarının divanıdır.
İnsanlar, akıl ve düşüncelerini sistematik olarak kullanmayı öğrenmeden önce duygusal yönden ilerlemeyi ve kalben harekete geçmeyi öğrendiklerinden, bilimle konuşmaktan önce şiirle konuşmuştur. lnsanlık olaylarının en eskisinin hayallerden olması ve şiir kitaplarının milletlerin düzenlediği ve koruyup bıraktığı şeylerin en eskisi bulunması bundan kaynaklanıyor. Söz konusu şiir kitaplarında bizden önce gelenler dini, edebi ve kahramanlıklarının törenlerini vs. diğer şeyleri her şeyden önce kaydetmişlerdir. Hintlilerde Mahabharata ve Ramayana, Yunanlılarda Ilyada ve Odysseia, Romalılarda Eneide ve Yahudilerde Tevrat'ın bazı bölümleri, İranlılar da şehname, o milletlerin özellikle ibadetleri, ma'budları, adetleri, ahlak ve olayları kapsayan şiirlerden başka bir şey değildir. Çünkü şiir duyguların dilidir. Ruhta oluşan duygu ve hisleri betimler. Nefis onunla amacına ulaşmak ister onda kıyas ve delil aramaz. Din ise teslimiyet ve hayal aleminde dolaşıp akabilmesi için, ruhu en iyi besleyen ve ona güç veren gıdalardandır.
İbrani Şiiri
Sami milletler hayallere ve hayal dünyasına en çok düşkün olan milletlerden oldukları için duyu organlarıyla temas etmeyen inançlara diğer milletlerden daha çok yöneldikleri gibi, yine bu sebepten şairce düşüncelerde de diğer milletlerden daha fazla ileri gitmişlerdir. Sami milletlerin bıraktıkları şiirlerde bunu açıkça görürsünüz. Samilerin bu alanda en eski eseri Tevrat'tır. Şairce düşünceler Tevrat'ın en eski ciltlerinde görülmüştür. (sefer-i tekvin - kitab-ı tekvin) (s. 4/23) de Limek'in kendi iki karısı Ade ve Sıla'ya söylediği sözler tamamı kaybolup yalnız matla'ı kalmış olan ve asıl lbranicesi vezinli ve uyaklı şiir olduğunu göstermekte bulunan bir manzumenin bir bölümünden başka bir şey değildir. Bu beyitler, lbranilerde manzumların en eskisini ve bütün dünyada uyaklı şiirlerin ilkini oluşturur.
Tevrat'ta şairce tasavvurların daha birçok örneği vardır. Hz. Musa elinde iki şahadet levhası bulunduğu halde dağdan indiği zaman (Huruç, 32: 17) Yaşu Hz. Musa'ya "Orduda bir savaş sesi vardır" deyince Hz. Musa "o ses zafer veya yenilgi sesi değildir. İşittiğim şarkı ve müzik sesidir" cevabını vermiştir. Bu parçanın bir beyit olduğu ve Hz. Musa'nın onu bu yerde söylediği sanılıyor.
Tevrat'ta Eyyub'un kitabı, gibi birtakım bölümler daha vardır ki bunlar tamamen şiirdir. Hatta bu bölümün aslında bir Arapça şiir olduğu da rivayet olunur. Eşiya'nın kitabı, Davud'un mezamirleri vs. hepsi şiirdir. lbrani şiiri Hz. Süleyman zamanında egemen olan asayiş ve düzen, geniş mülkler, halkın içinde bulundukları bolluk ve zenginlik çağında en yüksek dereceye ulaşmıştı.
Araplarca el-Me'mün'un zamanı nasıl altın bir çağ ise Musevilerce de Hz. Süleyman'ın çağı öyle kabul edilir. Ayrıca el Me'mün nasıl hakim (hikmetle sıfatlanmış) ve şair idiyse Hz. Süleyman da öyleydi.
Arap Şiiri
Araplar lbraniler gibi sami milletlerden olduklarından şiir konusunda da onlar gibi yaratılıştan gelen bir yeteneğe sahiptiler. Artı olarak Arap dilinin sahip olduğu zenginlik şairce tasavvur ve duyguları ifade etmede lbranice'den çok daha uygundur. lklim ve geçim durumlarını göz önüne alacak olursak, Araplar çöllerde yaşadıklarından eylem, düşünce ve diğer durumlarda hür ve bağımsız olmalarından dolayı şairce duygu ve betimlemelerde lbranilerden daha çok yetenekli olduklarını görürüz. Yaşamlarının gereği Arapların çoğunlukla şiirlerini kahramanlık, fedakarlık, yiğitlik, ata binmede ustalık vs. şeyler oluştururdu. lbranilerin şiirleri ise bu toplumun en görünür özelliği olan zillet (aşağılık, horluk), inkisar (kırılma, gücenme) ve tedeyyünden (dinini koruma ve sakınma) ibaretti.
Şiirde nazım kullanma işinde, ulusların kullandıkları yöntemler çeşitlidir. Ancak şiir genellikle manzum olur. Bazı uluslar, şiirin yalnızca manzum olmasıyla yetinerek uyağa önem vermemişlerdir. Bazıları ise tam aksi olarak şiiri ölçüsüz ancak uyaklı söylemişlerdir. Bazıları ise şiirin hem ölçülü hem de uyaklı olması gerektiğini kabul ettiler. Araplar arasında şiirin manzum ve uyaklı olması şarttır. Yoksa o gibi sözler yani manzum ve uyaklı olmayan cümleler şiir sayılmaz. Oysa kardeşleri olan Süryanilerle lbranilerde şiirlerin yapısı bunun tam tersidir. Eski Süryaniler olan Afram Süryani ve lshak Antaki'nin şiirlerinde olduğu gibi şiirde uyak kullanmayıp yalnız nazımla yetinirlerdi. lbranilerin şiirlerinde ise ne vezin ne de uyak bulunurdu. Belki yalnızca uyağa dikkat olunuyordu. Bu yüzden lbraniler uyak ile beraber şairlere özgü dini duygu ve düşünceleri içeren Kur'an-ı Kerim ayetlerini işittikleri zaman kendi dillerindeki şiirle karşılaştırarak onu da şiir sanmışlardı.
Hiç kuşkusuz uyak ve veznin bir tınısı vardır ki, bunlar şaire özgü anlamların insan benliği üzerindeki etkilerini artırır. Ancak hiçbir zaman yalnızca vezin ve uyak sözü şiir yapamaz. Hatiplik veya güzel söz söyleme sanatı ölçülü ve uyaklı olmadığı halde insanı etkiler ve duyguları heyecanlandırır. Bu da şairlere özgü duygu ve düşüncelerden sayılmıştır. Yalnız uyaklı ve vezinli değildir.
Şiirde Nazım
Araplarda şairce tasavvurlar yaratılıştan gelen bir yetenekse de nazım sonradan ortaya çıkmıştır. Büyük olasılıkla önceleri şiiri atasözleri gibi ezberleyip kullanmak için kısa cümlelerden oluşturuyorlardı. Hikmetli sözler de bu şekildedir. Durumdan anlaşılıyor ki, şiir o halde yani "emsal" (kıssa, hikaye ve masal) sınıfından olarak birçok yüzyıllar geçirmiştir. Bundan sonra biri masal veya öykü anlatırken sözü tesadüfen bir veya birbirine yakın manada iki atasözü şeklinde cümlelerin sonu veya ortası uyaklı iki bölüm yapmış. Bu uyaklarla sözde bir tını ortaya çıkmış ve belli bir makamla söylenmiştir. Halk bunu onun ağızından işitip almış, sevinç anlarında veya yolculukta, develer arkasında şarkı şeklinde söylemeye başlamışlardır. Bilindiği üzere musiki dili doğal bir dildir. Bu şekilde vezin ve uyak tınısı halkın hoşuna giderek bir uyak üzerine bir veya iki dize eklemişler. Böylece en basit olarak "recez" vezni ortaya çıkmış. Bir öğünme veya bir ayrılma (şöhret ve üstünlük yarışması) için bir şairin şaire yakışır duyguları heyecana geldikçe recezden 2 veya 3 beyit şiir söylemiştir. Böylece yüzyıllar geçmiş ve zamanla büyük şairler yetişmiş ve recez de geliştirilmiştir. Kasidelere gelince, bu alanın en büyük üstatları ve en ünlüleri şairlerin imamı lmru'l Kays ile beşinci miladi yüzyılda yaşamış olan büyük babası Mühelhel'dir. Rivayete göre Araplarda ilk kaside söyleyen Mühelhel ve kasideleri ilk uzun yapan, şiiri ilk kez bölüm ve çeşitlere ayıran ve şiire açıklık veren, ona his yoğunluğunu katarak ağlayan lmru'l Kays idi. Atları hızlı ve çabuk hareket eden karakuşlara ve geyiklere ilk benzeten de bu şairdir. lmru'l Kays böylece Araplarda ilk duygusal gazel vs. de söyleyen şairdir. lmru'l Kays'ın Rum ülkelerine yaptığı gezilerde onların veya Yunanlıların şiirlerini işiterek Arap şiirinde bir ilerlemeyi oluşturmak istemesi de mümkün gözükmektedir. Zaten yaratılıştan gelen zekası bu yeni kültür ve şiirlerle bir kat daha parlar. Kendisinde bulunan şairlik yeteneğini, bu yeni bilgilerle besleyip güçlendirerek Arap şiirinde bir yenilik oluşturmuştur. Cahiliye devri şairleri Rum ülkesine nadiren ayak basarlardı. Bunlar Arap beldelerinden yola çıksalar bile, pek azı hariç, Belka ve Hire'den öteye geçmezlerdi.
Araplar en eski tarihlerinden beri yaratılışlarından gelen şairlik yeteneklerine sahiptirler. Öncelikle yaratılıştan hayal sahibi olan sami ırkındandırlar. İkincisi, çöllerde yaşayarak hürriyet ve bağımsızlığa alışmış bir toplumdurlar. Üçüncüsü, göçebelik özellikleri ve işleri, aralarında düşmanlık ve övünmenin yerleşmesine neden olmuş, bu gibi zihni durumlar yetenekleri artırmada destekçi olmuştur. Dördüncüsü, dillerinin nazma çok uygun ve yatkın olmasıdır. Araplar çok eski bir ulus oldukları için eski zamanlarda da şiir söylemiş olmaları gerekir. Oysa Arapların eserlerinden günümüze ulaşan en eski şiirler lslam'dan önce 2 yüzyıldan öteye geçmiyor. Acaba Araplar o tarihten daha önce şiir söylemiyorlar mıydı? Bize göre Araplar o zamanlarda da kardeşleri lbraniler gibi şiir söylemişler ve şiirle uğraşmışlardır. Yukarıda sözü geçen Eyyüb'un kitabında geçen şiirin, o eski Arap şiirleri kalıntısından olması ve bunun lbrani dilinde korunarak asıl Arapça'sının kaybolmuş bulunması olasıdır. Bu şiir lbranice'de korunmamış olsaydı, Arapların okuyup yazma bilmemelerinden ve okuyup yazma bilen toplumlardan uzak bir şekilde yaşamalarından dolayı diğer eski Arap şiirleri gibi yok olup gidecekti.
Araplarda Şiirin Çok Kullanılmasının Nedenleri
Arapların lslamiyet'ten önce gerçekleşen son uyanışları çağındaki devre ait olarak bize bıraktıkları şiirlerin çokluğu, daha eski zamanlarda da oldukça çok şiir yazdıklarının kanıtı sayılır. Araplar o son bir veya iki yüzyıl içinde o kadar çok şiir yazmışlardır ki, diğer toplumlarda, özellikle göçebelik zamanlarında birkaç yüzyıl içinde o kadar şiir söylenmemiştir. Homeros'un llyada ve Odysseia'sı Yunanlıların Cahiliye dönemine ait şiirlerin büyük bölümünü oluşturuyor. Oysa o iki manzum eserin beyit sayısı 30.000 i geçmez. Aynı şekilde Hintlilerin Mahabharata'sı 20.000 ve Ramayana'sı 48.000 beyitten fazla değildir.
Araplara gelince lslam'dan önce son uyanışları döneminde yazdıkları şiirlere ait gördüğümüz bilgilere göre bunlar, sözü edilen sayıdan çok daha fazla şiir söylemişlerdir. Araplar manzumelerini beyde değil kasidelerle sayarlardı. Rivayete göre "kitab al-humase" yazarı Ebu Temmam, Cahiliye devri şairlerine bağlı olmak üzere kaside ve makta'lardan başka 14.000 ercuze ezberlerdi. Hammad Raviye alfabeden her harfin kafiyesinden bin kaside olmak üzere 27 bin kaside ezberlemişti.
Halife Harunürreşid zamanında yetişen Arap tarih ve edebiyatı bilginlerinden Esmai 16.000 ercuze ve Ebu Da'dam hepsinin ismi Amr olmak üzere 100 şairin şiirini ezberlemişlerdi. Bu rivayetlerde abartma bulunduğu sanılmakla beraber, özellikle lslam devrinde şiir rivayetçilerine intikal eden şeylerin ancak Cahiliye devri şiirlerinin bir kısmı olduğunu göz önüne alırsak yine de Araplardan kalan manzumelerin çokluğuna kanıt sayılırlar.
Cahiliye devri şiirlerini aktaran ravilerinden birçoğu lslam fetihleri sırasında ölmüşlerdi. Bu yüzden bunların hafızalarında bulunan şiirler de onlarla beraber yok olup gitmiştir. Ebü Amr bin el-Ala diyor ki: "Arap şiirlerinden size az bir şey kaldı. O şiirlerin hepsi size ulaşmış olsaydı daha pek çok bilgi ve şiir görürdünüz."
Artı olarak, Arapların bu kadar çok şiir söyledikleri dönem, Yunanlılar ve Hintlileri şiir söylemeye ve yazmaya teşvik eden devlet, birlik, din vs. sahibi olmak gibi bir itici güce bağlı olmadıkları bir dönemdir. Araplar hükumetsiz ve sözü edilen diğer teşvik edici nedenlerden yoksun bulundukları halde, yalnızca yaratılışlarında bulunan şairlik duygularına bağlı olarak şiirler söylemişlerdi. Bu yetenekleri olmasaydı, Romalılarda olduğu gibi şiir söylem ve düzenlenmesi için devlet kurduktan sonra düşünme ve zihinsel yetenekleri açılıncaya kadar bekleyeceklerdi. Çünkü Romalılarda şiir kültür ve sanatı devlet kurduktan birkaç yüzyıl sonra ele alınıp düzenlenebilmiştir. Latin şiiri, Roma'nın kuruluşunun ancak sekizinci yüzyılında (birinci miladi asırda) Auguste ve Tibere zamanlarında altın çağına ulaşmış, daha sonra gerilemeye başlamıştır. Günümüz Avrupa milletlerinde de aynı durum söz konusudur. Bunlarda da şiir ancak devlet kurduktan, bilim ve eğitimde epey yol aldıktan sonra olgunlaşma devrine ulaşmıştır.
Şiirin Bölümleri
Şiir konu açısından iki büyük bölüme ayrılır. Birincisi, şairin kendi duyguları veya kendisini ilgilendiren kişilerin (kabile ve milletin) duygularını kapsar. İkincisi, şairin bu konular dışında çeşitli durumları tavsif ettiği şiirlerden ibarettir. Birinci kısma Avrupalılar "Lyric" yani şarkı veya musiki adını verirler. Bu isim "ud" anlamına gelen "Lyre" kelimesinden türetilmiştir. Sevgi, arzu, aşk övgü, hamaset, övünme, intikam gibi benzeri nefsin duygularıyla masal ve öykü, hüküm vs. gibi deneyim çokluğu ve akıl gücüyle ile oluşan şeyler bu kısma girer. İkincisi, şiirin diğer çeşitlerini içine alır. Avrupalılarca "Epic" adı verilen şiir hikayesi (olayları betimleyen şiirler) ve "Drama" adı ile bilinen açıklayıcı ve uygulayıcı şiirler (tiyatroya ait şiirler) bu kısma giren şiirlerdendir. Sami ulusların ve özellikle lbranilerin birçok şiiri birinci kısımdandır. lbraniler mersiye okumada, duygusal şiir söylemede, ağlamakta, arzu ve şikayetleri dile getirmede çok ileri noktalara ulaşmışlardır. Tevrat'taki mazmurlar ve mersiyeler vs. duygusal masal ve öyküleri anlatan şiirler ise hüküm çeşidindendir. Kısaca denebilir ki, lbranilerde şaire özgü duygular ibadet, yakınma, bağlılık gibi dinsel duygulara yönlendirilmiştir.
lbranilere dayandırılan bu düşünceler Araplar için de geçerlidir. Şu kadar ki Araplarda şairlere özgü duygu ve düşünceler kendilerinin durum ve konumlarının gerektirdiği övünce, cesaret ve kahramanlık, gazel, kılıç ve atları anlatma ve övme gibi şeylere yönlendirilmiştir. Araplarda şiir ondan fazla çeşide ayrılmıştır bunların çoğu gazel, fahr (övünme), medh (övme), heca' (şekil, kıyafet), 'ıtab (azarlama, paylama), i'tizar (af ve özür dileme), zühd (dünyadan el etek çekme), resa' (ağıt), tehniyet (kutlama), vaid (tehdid), tahzir (uyarma, sakındırma), hamaset (yiğitlik, cesaret ve kahramanlık) gibi duyguları anlatan şiir ve müsiki cinsinden, bazıları da zühriyat ve hamriyat (çiçek ve şarapa ait şiirler) gibi nitelendirme, bazıları da ahlak ve hikmet gibi öğüt ve nasihat çeşidindendir. Bunların anlamları incelenirse şairin kişisel duygularını veya bağlı olduğu kabilenin duygularını anlatan şeylerden oluştuğu görülür. Nitelendirici şiir veya öykü ve masal anlatan şiire gelince, bunun esas olarak Arap dilinde olmadığını söyleyemezsek de, Arap şiirinde ve özellikle Cahiliye zamanına ait şiirler arasında bu gibi şiirlerin çok az olduğunu itiraf etmek zorundayız. Bu çeşit şiirler bazı alet ve araçların veya bazı hayvanların, kıssa ve olayların nitelendirilmesini içeren şeylerden oluşmuştur. Homeros'un Ilyada ve Firdevsi'nin Şehnamesi tarzında olan kıssa şiirine gelince; Araplarda bu çeşit bir şiirle söylenmiş yapıt yoktur. Bununla beraber bu durum, Arapların o gibi eserler ortaya koymadıklarını göstermez. Bizce Araplar kendi kabileleri arasında gerçekleşen ünlü savaşların bölümlerini nazm ettikleri halde kaydedilmediği için o tür şiirler kaybolmuş ve yalnız her kasidesi bir olayın tamamını veya bir kısmını anlatan birtakım parçalar kalmış ve lslamiyet'in doğuşundan sonra şiir kayıt ve derlendiği zaman öncekilerin eseri olmak üzere bu parçalar da toplanmıştır.
Daha önce de birkaç kez işaret edildiği gibi, Araplarda şairlik doğuştan gelen genel bir yetenektir. lçlerinde şiir söylemeyenler çok azdı. Hatta deliler ve hırsızlar bile şairdi. Erkekler arasında olduğu gibi kadınlar içinde de ünlü şairler vardı. Şair olmayanlar da şiir okumak için kurulan toplantı yerlerine devam ederek şiirden yararlanmanın yollarını ararlardı. Çoğu kez kadınlar da şiir söyler, şairleri anarlar, şiirleri eleştirmek veya övmek ve şairlerin birbirlerine üstünlüklerini belirlemek için meclis kurarlardı. Birçokları henüz çocukluk yaşında edebiyat ve şiir hakkında hiçbir bilgi ve eğitim almaksızın şiir söylerlerdi. Şiir yeteneği olmayan birisi aralannda alay konusu olur, bu onun için bir eksiklik ve bağlı olduğu kabile için de bir ayıp sayılırdı.
Şairlerin Yerleri ve Dereceleri
Araplar şiir okuma ve güzel söz söyleme konusunda çocuklarının gayret ve ilgilerini artırmak için büyük çaba harcarlardı. Çünkü Cahiliye çağında şairler, toprağın koruyucuları, olayların hafızları ve bilgilerin nakledicileriydiler. Öyle ki, Araplar kendilerinden büyük bir şair yetişmesini büyük bir komutanın yetişmesine yeğliyorlardı. Bu nedenle bir kabilede bir şair çıktığında, diğer kabileler o kabilenin yanına gelerek kutlamada bulunurlar ve düğünlerde yapıldığı gibi yemekler pişirilir, kadınlar toplanıp ud çalarak eğlenirlerdi. Büyükler küçükler birbirlerini tebrik ederdi. Böyle bir şaire sahip olmanın ırzlarını diğer şairlerin saldırısından korumaya, soy ve soplarını korumaya, kabileye ait durum ve olayları ebedileştirmeye ve isimlerini yüceltmeye hizmet edeceğine kesinlikle inanıyorlardı.
Gerçekten de Cahiliye devri Araplarının olayları, bilim ve kültür ve ahlakıyla ilgili bize ulaşan bilgiler ancak bu şiirler yoluyla aktarılmıştır.
lslami dönem Arapları kendilerinden önceki Cahiliye devri Araplarıyla ilgili olay ve haberleri onların bıraktığı şiirlerden çıkarmışlardır. Ünlü Sicistani, ancak bu şiirlerden aldığı bilgilerle kitabını yazabilmiştir. lbn Kuteybe vs. gibi Alimler de eski şairlerin durumlarını bu şiirlerden bularak şairlerin hayatlarıyla ilgili eserler yazmışlardır. Şehirlerin dağların derelerin vs.'nin tanım ve nitelendirilmeleri hepsi bu şiirlerden alınmıştır. Cahız'ın Kitab al-Hayvan'ı ve Ebu Hanife-i Dineveri'nin Kitab al-Nebat'ı gibi hayvan ve bitkilerle ilgili yazılan kitapların temeli de bu şiirlerdir. Arapların Cahiliye dönemlerinde bağlı oldukları dinlerin ne olduğu, o şiirlerden öğrenildiği gibi ziyafetlerde, düğünlerde, matemlerde vs.'de ne gibi adet ve geleneğe dikkat ettikleriyle ilgili ne biliniyorsa yine bu şiirler sayesinde öğrenilmiştir.
Aşiretlerinin ırz ve adını güçlü ve etkileyici şiirleriyle savunan ve koruyan bir kısım şairlerde zikrediliyor. Ziyad A'cem'in Abdülkays kabilesini Ferazdak'ın kötüleyici dilinden ve Utbe b. Rebia'nın Kusay oğullarını korumaları gibi. Bu şekilde hareket eden daha birçok şair vardır. Eski zamanlarda Araplar şiir ve şairlere saygı ve hürmette çok ileridir. Bu nedenle eski şiirlerden yedi kaside seçerek bunları altın mürekkeple, Mısır kumaşı üzerine dolambaçlı bir şekilde yazdıktan sonra Kabe'nin duvarına asmışlardı. "Muallakat-ı seb'a" (yedi askı) bunlardır. Bu Yedi Askı'ya, bu yüzden "müzehhebat" da (altınla yazılmış ve süslenmiş) denilir: lmru'l Kays'ın müzehhebesi, Züheyr'in mühezzebesi gibi. Bununla birlikte bazıları müzehhebatın, muallakattan ayrı şiirler olduğunu da iddia etmişlerdir. Cahiliye devrinin en seçkin şiiri 49 şaire ait 49 kasideden oluşur. Bu kasideler her biri 7 kasideyi içermek üzere 7 koleksiyona ayrılmıştır. Her koleksiyon bir özel isimle anılır: Muallakat, mücemherat, müntakiyyat, müzehhebat, merasi', müşevvebat, mülhamat. Tüm bu şiirler Ebü Zeyd Ensari'nin Cemheretü eşd'r el-Arap adındaki kitabında toplanmıştır.
Şiirin Etkisi
Şiirin ırz, namus ve adın korunması üzerindeki büyük etkisinin nedeni, Arapların yaratılışlarında var olan hamaset ve hayal duygusundan dolayı belli sözlerden çok fazla etkilenmeleri ve belki yalnız bir beytin kendilerini ayaklandırıp sakinleştirmeye yeterli bulunmasıdır. Bu yüzden şairlerin taşlamalarından korkarlar ve övmeleriyle övünürlerdi. Hatta Hz. Ömer iki şair arasında ortaya çıkan bir anlaşmazlık kendisine getirilince bu işe karışmaktan çekinirdi. Anlaşmalığın çözümünü şair Hasan b. Sabit gibi şairlere havale ederdi. Hz. Ömer bir şair, halkı diliyle rahatsız edecek olsa ihtar ve tekdire başvurmaksızın daha şiddetli bir ceza şekli olarak bu tür şairlerin benzeri şiir söylemelerine engel olurdu. Örneğin, Hatie adındaki şaire 3000 dirhem vererek bir daha kötü şeyler söylemeyeceğine dair kendisinden söz almıştı. Araplar kendilerinden sonrakilere kalır da dillerde dolaşır korkusuyla, taşlamadan veya hicivden çok çekinirlerdi. Kabileler arasında ortaya çıkan savaşlarda bir şair esir düşerse kendilerini hicvetmeyeceğine dair ondan yeminli söz alırlardı. Kimi zaman, yine bu amaçla şairin dilini bir parça kayışla bağlarlardı. Nitekim Teym oğulları "yevm-i kilab" olarak bilinen günde Abdyagus ibn Vakkas adındaki şairi esir ettikleri zaman dilini böyle bağlamışlardı.
Aynı şekilde, şairlerce övülmek için elden gelen her türlü fedakarlığı da yaparlardı. O dönemde şairler kimi överlerse o adamın mevkii ve itibarı yükselirdi. Övülen kişinin kızları varsa kolayca koca bulurlardı. Nitekim el-A'şa el-Ekber adındaki şair Ukkaz panayırında Muhallak adındaki bir kişiyi bir kasideyle övünce o kişi bununla ün kazanmış ve derhal kızları nişanlanmıştı. Yine şairlerden Miskin Daremi'de siyah yaşmak takan güzel bir kadını iki beyitle övünce elde kalan siyah yaşmaklar halk arasında kapışılır olmuştu.
Bunun üzerine halk siyah yaşmaklara yönelmiş, hepsini satın almıştır.
Şairlerin Lakapları (Takma isimleri)
Eski Araplar döneminde, şairlerden her biri kendi şiirinde geçen bir sözle lakaplanırdı. Avf b. Sa'd b. Malik şiirinde geçen "erkaş" (benekli) lakabıyla lakaplanmıştı. Diğer tüm şairlerin de bu şekilde lakapları vardı. Arap kabileleri şairlik derecesinde de farklı gruplara ayrılıyordu. Şairlikte en seçkin kabile Rebia idi. Büyük şairlerden Mühelhel, Merkaşi Ekber, Merkaşi Asgar, Turfe b. el-Abd, Ömer ibn Kumle vs. bu kabileye bağlıydı. Daha sonra Kays kabilesi geliyordu. Büyük şairlerden iki Nabiga, Züheyr b. Ehi Selma, Rebia, Lebid vs. bu kabiledendi. Sonra Temim kabilesi geliyordu. Mudar şairi Evs b. Hacer bu kabile şairlerindendir. lkinci derecede Hüzeyl kabilesi vs. şairleri gelir. Himyerlilerden de bazı şairler vardı. Garip olan nokta şudur ki, diğer Arap kabileleri, Kureyş kabilesinin her şeyde kendilerinden önde ve ilerde olduğunu kabul ettikleri halde yalnızca şiirde ona bu üstünlüğü vermezlerdi. Durumdan anlaşıldığına göre Arapların Arap olmayanlarla karışmaları yeteneklerini güçlendirerek kendilerini şiir yazmaya yöneltmiştir. Bu yüzden Irak taraflarına en fazla yakın olan kabileler en çok şiirle uğraşanlardı. En şairleri de İranlılarla karışan kabilelerdi. Bunlardan daha üstün şair olanlar ise hem İranlılar hem de Rumlarla ilişkide bulunanlardı.
Kısacası şiir Araplar arasında çok yaygın ve etkin bir araçtı. Hiçbir kabile kendisini savunmaya ve duygularına tercüman olmaya yarayacak bir veya daha fazla şairden yoksun değildi. Şiir Cahiliye devrinde olayların korunması edep, ahlak ve geleneklerinin hazinesiydi. Bu yüzden "Şiir Arapların divanıdır" denmiştir. Atasözleri de, milletin adet, ahlak, gelenek ve göreneklerinin aynası olması açısından şiir gibi kabul ediliyordu. Arapların Cahiliye çağındaki gelenek ve göreneklerinden birçoğu o zamana ait atasözlerinden çıkarılmıştır.
Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder