RAŞİD HALİFELER DÖNEMİ (HULEFA-i RAŞİDİN) HZ. ALİ DÖNEMİ (656-660)
HALİFE SEÇİLİŞİ
Hz. Osman'ın şehid edilmesi üzerine Emevi ailesine mensup olanlar Medineden süratle uzaklaşmış ve şehir tamamıyla isyancıların hakimiyetine girmişti. İslam devletinin yönetimi bu kargaşa içerisinde bir hafta kadar boş kalmıştı. Medine halkı ve isyancılar, Hz. Sa'd bin Ebi Vakkas, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bin Avvam'a İslam devletinin başı olarak halife olmaları için ayrı ayrı müracaat etmişlerdi. Ancak ileri gelen sahabenin hiçbiri büyük bir karmaşanın yaşandığı siyasi belirsizlik ortamında bu zor görevi üstlenmek istememişlerdi. Çünkü vilayetlerden gelen zorba isyancılar hala hakimiyetlerini sürdürmekte, karışıklıklardan medet uman bir takım çıkar çevreleri de çıkabilecek imkanlar için pusuda beklemekteydi.
Bu keşmekeş ortamından çıkabilmek için önde gelen sahabiler Medine mescidinde bir araya gelerek müzakerelere başladılar. Bu mecliste Hz. Ali kendisine ısrarla teklif edilen halifelik görevini reddetmiş;
"Beni halife değil, kendinizden biri yaparsanız daha rahat edersiniz:' diyerek bu görevi orada bulunan Hz. Talha ve Hz. Zübeyre yöneltmişti. Ancak gerek ileri gelen sahabenin, gerekse isyancıların ağır baskıları sonucunda hilafet görevini kabul etmek zorunda kalmıştı. (Haziran 656)
Hz. Peygamber'in vefatında 34 yaşında olan Hz. Ali, halife seçildiğinde 58 yaşlarında bulunuyordu. Ali bin Ebi Talibe ilk biat edenler Hz. Talha ve Hz Zübeyr olmuş, ardından Medine halkı da ona bağlılığını bildirmişti.
Hz. Ali, seçilişinin ardından halka kendi yönetim anlayışının ayırıcı özelliklerini ve takip edeceği yöntemi anlattığı bir hutbe okudu. Rasulullah dönemindeki ekonomik ve siyasi anlayışların bazı köklü değişimlere uğradığını, mü'minlerin kainata, hayata ve eşyaya bakış açılarında önemli kırılmalar olduğunu, temel değerlerin sarsıldığını dile getiren Hz. Ali, topluma; yeniden Peygamber çizgisi istikametinde bir siyaset takip edeceği işaretlerini verdiği hutbesinde şunları söylemişti:
"Hiç şüphe yok ki, şanı yüce Allah, insanları kurtuluşa götüren bir kitap indirdi. Bu kitabında hayrı ve şerri açıkladı. Öyleyse hayra sarılın, şerri terk edin. Farzları Allah için yerine getirin, sizi cennete götürsün. Allah aşikar olan bir haram koydu ve müslümanın hürmetini bütün haramlardan daha ileride tuttu. İhlasa ve müslümanların birliğine önem verdi. Müslüman, hak edilen durumlar dışında, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Müslümana eziyet vermek, ancak eziyetin vacib olması halinde helal olur. Umumun işini görmek için koşuşun. Özellikle ölenlerinize son hizmeti yerine getirin. Zira insanlar önünüzden, kıyamet ise arkanızdan sizi kuşatmıştır. Güçlük çıkarmayınız ki, ayıplarınız gizli tutulsun. Zira insanlar başkalarına bakarlar. Allah'ın kullarına kötü davranmaktan kaçının. O'ndan korkun. Üzerinde bulunduğunuz topraklardan ve hayvanlardan sorumlusunuz. Yüce Allah'a itaat edin ve O'na isyanda bulunmayın. Hayır gördüğünüzde onu alın, şer gördüğünüzde ise terk edin.
Hatırlayın, bir zamanlar siz yeryüzünde az ve güçsüz idiniz.
CEMEL VAK'ASI (656)
Hz. Ali'nin halifeliği, Emevi ailesi tarafından kabul edilmemişti. Özellikle Şam Valisi Muaviye bin Ebu Süfyan, Medine'den kaçıp yanına sığınan Emevi ailesiyle birlikte meşru halifeye muhalefetin başını çekiyordu. O, Hz. Osman'ın katillerinin yakalanıp cezalandırılmamış olmasını en önemli gerekçe göstererek Hz. Ali'nin hilafetini tanımayacağını ilan etmişti.
Hz. Ali hilafet dizginlerini eline alır almaz, kendinden önceki dönemde halkın şikayetlerinin yoğun olduğu yöneticileri değiştirmeye başladı. Tayin ettiği yeni valilerin bazıları yeni görevlerinin başına geçerken Şam valisi Muaviye, halifenin gönderdiği yeni valiyi Şam'a sokmadı.
Muaviye, Hz. Osman'ın şehadetinin doğurduğu hüzünlü ortamda, muhalefetini kendince meşru ve masum bir temele dayandırıyor, Hz. Osman'ın kanını dava ediyordu. Hz. Osman'ın kanlı gömleği ve eşi Naile'nin kesik parmakları Şam mescidinin minberine asılmıştı. Bu keşmekeş içinde siyasi ağırlığı olan bazı ashab ile Hz. Peygamber'in eşi ve mü'minlerin annesi Hz. Aişe de Hz. Ali hilafetine ters düşmeye başlamıştı. Halife Hz. Ali katilleri korumak ve saklamakla itham olunuyordu.
Bu arada Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Ali'ye gelerek Hz. Osman'ı öldürenlerin kısasla cezalandırılmasını istemişlerdi. Oysa ne Hz. Osman'ın eşi Naile, ne de Hz. Ebubekir' in oğlu Muhammed, Osman'ın kim tarafından öldürüldüğüne şahitlik edemiyordu. Sayıları binleri bulan bir kalabalık; «Osman'ı hepimiz öldürdük!» diyordu. Daha da önemlisi, ayaklanmayı gerçekleştirenler hala Medine'de hakim durumdaydılar ve bu işi hep birlikte yaptıklarını söylemekten kaçınmıyorlardı. Bu tavırları, onların kesinlikle kendi aralarındaki gerçek katilleri teslim etmeye razı olmayacaklarını göstermekteydi. Üstelik halifenin şehre tamamen hakim durumda olmayışı, asilerle hemen başa çıkamayacağı çok açıktı. Bu durumda ortalığın yatışmasını beklemek en doğru yol olarak gözüküyordu. Nitekim Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'e;
"Kardeşlerim, yapılması gerekenleri ben de biliyorum; fakat isyancılar şehre hakimdir, durum müdahale için uygun değildir. Bana yardımcı olunuz, işleri hal yoluna koyalım, sonra gereğini yaparız!" demişti. Yeni halifeyi bu karara sevk eden bir diğer etken de kendisine yalnız Medine'de biat edilmiş olması ve diğer vilayetlerdeki durumun henüz netleşmemiş olmasıydı.
Emevi ailesinin oyunlarının da tetiklediği Cemel Vak'ası bu nazik ortam içerisinde gerçekleşti. Çok geçmeden Hz. Osman'ın kanlı gömleğiyle sembolleşen duygu sömürüsü ilk meyvesini verdi ve Hz. Aişe halifeye bayrak açtı. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Aişe'nin yanında hareket ettiler. Bu üç sahabinin daha önce Hz. Osman'ın bazı uygulamalarına karşı çıktıkları, muhalefet ettikleri Medine halkınca da biliniyordu.
Hz. Aişe önderliğindeki hareket giderek büyümüş, Yemen valisi de elindeki beytülmalle onlara iştirak etmişti. Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, Basra'ya giderek Hz. Ali'ye karşı kuvvet toplamaya başladılar. Hz. Ali bunlara önce nasihatlerde bulundu. Boş yere müslüman kanı dökülmemesini istiyor ve fitneyi önlemeye çalışıyordu. Denediği birçok barış teşebbüsünden de sonuç alamayınca Medine'den ayrılarak Kufe'ye geldi. Aslında Muaviye üzerine gitmeye hazırlanırken mecburi olarak Basra üzerine yürümek zorunda kalmıştı.
İkiye bölünen Basra halkını birleştirmek ve fitne alevini söndürmek amacıyla oğlu Hz. Hasan ve Ammar bin Yasir'i şehre elçi gönderdi. Kendisi de içinde yetmiş Bedir savaşçısının bulunduğu ordusuyla Basra önlerine geldi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ile görüşüp bu anlamsız sürtüşmenin önüne geçmek istediyse de sonuç alamadı. İki ordu arasında meydana gelen savaşın ağırlık merkezi Hz. Aişe'nin bindiği devenin çevresiydi. Bundan dolayı bu savaşa «Cemel Vak'ası» denmiştir. Hz. Zübeyr, Hz. Ali'nin kendisine:
"Rasul-i Ekrem'in: «Sen Ali'yle haksız olarak savaşacaksın!» dediğini hatırlıyor musun?" diye sorması üzerine, bu sözü hatırladı ve savaş alanından çekildi. Ancak Medine'ye dönerken yolda kendi ordusundan Amr bin Cermus tarafından öldürüldü. Diğer sahabi Hz. Talha da kendi ordusunda bulunan Mervan bin Hakem tarafından;
"Osman'ı öldürenlerden biri kaçtı, biri de ayrılmak üzere." diyerek okla öldürüldü. Geçmişte Hz. Osman'ın katibi olan Mervan, Hz. Osman'ın öldürülmesine yol açan olayların da baş aktörlerinden biriydi. Bu şahıs Emeviler döneminde 684 yılında halife olacaktır.
Savaş sonucunda Hz. Aişe ve taraftarları yenildi. Ancak bu savaşta çoğunluğu yenilen taraftan olmak üzere iki taraftan yaklaşık 15 bin kayıp verildi. Hz. Ali, Hz. Aişe'ye hürmet ve saygı göstererek onu kendi yanında çarpışan kardeşi Muhammed bin Ebubekir ve hanımlardan oluşan bir heyetle Medine'ye yolcu etti.
Şüphesiz, bir hiç uğruna ve küçük kırgınlıklarla başlayan bu kavganın en önemli kazananı Şamda siyasi ve ekonomik palazlanmasını tamamlamakta olan Emevi ailesinin siyasi hırsıdır. Bunun doğru olarak tespiti, ilerideki olayların açıklanmasına da yardımcı olacaktır. Asr-ı saadetin şerefli sayfalarına kara leke düşüren bu hadise, İslam dünyasını sarsan iç savaşların da başlangıcını teşkil etmiştir. Hz. Ali savaş sonrası Medine'ye dönmeyerek hilafet merkezini Kufe'ye taşıdı.
Hz. Aişe'nin daha sonraki dönemde bu savaşa katıldığına pişman olduğu, ömrünün sonlarına doğru ağlamaktan gözlerini kaybettiği rivayet edilmiştir.
SIFFİN SAVAŞI (657)
Hz. Ali, Cemel Vak'ası sonrasında içte birliğin sağlanması yolunda adımlar atmaya devam etti. Bilindiği gibi, Hz. Ali'nin hilafetinin önündeki en önemli engel Şam valisi Muaviye idi. Muaviye uzun süre valilik yaptığı Suriye bölgesinde kendine has bir yönetim kurmuş ve gücünü her geçen yıl biraz daha artırmıştı. Dünyevi siyaset ölçeklerinde Arap tarihinin önemli dört dahisinden biri kabul edilen Muaviye sabırlı, temkinli ve hedefi yolunda gözü pek birisi olarak tarif edilmektedir. Şüphesiz onun hedefi hilafetten başka bir şey değildi. Esasen bu yolda önemli mesafeler de kat etmişti. Babası ve o, İslam'ın hakimiyetini ancak geç bir dönemde kabul ederek müslüman olmuşlardı. Tabiidir ki, erken bir dönemde İslam yönetimine talip olmaları hem eşyanın tabiatına, hem de kendisinin ve ailesinin siciline uygun düşmüyordu. Ancak geçen zaman içerisinde gerek Şamdaki valiliği sırasında gerekse Hz. Osman döneminde iktidar alanını tüm Suriye'ye yayarak siyasi ve askeri güç toplamayı başarmıştı. Verimli Suriye topraklarından sağlanan ekonomik güçle etrafını nimetlendirmiş ve mevkiini güçlendirmişti. Suriye halkını kendi taraftarı yaptığı gibi, önceki halifeler döneminden başlayarak önemli bir ordu da hazırlamıştı. Hem halka hem de akrabalarına cömertliğiyle ünlü Hz. Osman'ın tüm ihlas, samimiyet ve ağırbaşlılığına rağmen onun dönemi Muaviye'yi hilafete taşıyacak önemli birikimlerin hazırlandığı bir devir olmuştur. Hz. Osman'ın feci bir biçimde katledilerek şehid edilmesi, Muaviye için bir dönüm noktası oldu.
Nitekim Muaviye Hz. Osman'ın ölümü sonrası ashabın ileri gelenlerine yazdığı mektuplarda Hz. Ali'nin, katilleri sakladığını, katilleri vermezse kendisiyle savaşacağını, Hz. Osman'ı sevenlerin yanına gelmesini istiyordu. Medineli sahabiler mektuba son derece içerleyerek çok sert cevap vermişlerdi. Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, cevabi mektubunda şu satırların altını çiziyordu:
"Beni kendine uymaya, ensar ve muhacirine karşı savaşa kışkırtıyorsun. İyice anlaşılmıştır ki, Hz. Osman'ın kanını istemekteki amacın, şahsi rütbe ve mevki sağlamaktan başka bir şey değildir. Hz. Ali'den ayrılıp da senin emrine gireceğimi sanman büyük yanlıştır. Allah etmesin, ben Hz. Ali'ye karşı olur da ona direnir miyim?
Ey Muaviye! Bilmiş ol ki, ben müslümanlarla savaşmaktan geri duruyorum ama içimden Hz. Ali'nin yanındayım; ikinizden birini seçecek olsam Hz. Ali'yi seçerim çünkü onun İslam'da değeri büyük, Allah katında mertebesi yücedir. Emirlik onun hakkıdır. Rasul'ün ashabının en faziletlisi ve Peygambere en yakınıdır:'
Seçilmiş meşru halife Hz. Ali'nin devletin birliğini ve ümmetin vahdetini sağlama yolunda Cemel Vak'ası gibi acı bir hadiseyle karşılaşması onun gücünü zayıflatmıştı. Siyasetini takva ve fazilet temeli üzerine bina eden Hz. Ali, bu acı olaydan sonra Muaviye'yi tekrar biata davet etti, ancak yine bir sonuç alamadı. Muaviye bununla da yetinmeyerek Hz. Osman'ın kanını dava ederek Hz. Ali'ye karşı bir ordu hazırladı. Hz. Ali'ye karşı güç birliği yapmak üzere Hz. Osman döneminde Mısır valiliği görevinden alınan Amr bin As'ı da Şam'a çağırdı. Amr bin As, tarihçilerin Arap dahileri arasında kabul ettiği bir şahıstır.
Muaviye ve Amr bin As, birlikte hazırladıkları güçlü bir orduyu Rekke yakınlarında Sıffin'e getirdiler. Yaklaşık dört ay süren barış arayışlarından ve savaş hazırlıklarından sonra savaş başladı. Uzun süren savaşın üçüncü ayına gelindiğinde, Hz. Ali, ünlü kumandanı Malik bin Eşter'in de üstün gayretiyle Muaviye ordusuna son darbeyi indirme aşamasına geldi. Bunu gören Muaviye ümidini kaybederek savaş alanını terk edip kaçmaya karar verdi. Tam bu sırada Amr bin As devreye girerek Muaviye'ye onu ağır bir yenilgiyle yok olmaktan kurtaracak bir hile teklif etti. Kur'an yapraklarını mızraklar üzerine asarak:
"Siz ve biz birbirimizi yok ettikten sonra sınırlarımızı kim koruyacak? Allah'ın kitabı aramızda hakem olsun!" diye nida eden çağırıcılar çıkardı. Bunun üzerine Hz. Ali'nin ordusunda dalgalanmalar meydana geldi. Büyük bir çoğunluk:
"Allah'ın kitabı hakem olsun, bu durumda savaşamayız." dedi.
Hz. Ali ordusuna uyarıda bulunarak bu durumun bir hile olduğunu, savaşın mutlaka neticelendirilmesi gerektiğini belirtti. Fakat bütün uyarıları sonuçsuz kaldı. İleri gelenlerin ayak diremesi üzerine hakem kararına başvurulması teklifini kabule mecbur kaldı.
HAKEM OLAYI
Hz. Ali, gelişen bu olayların ardından tahkim kurulunda kendisini temsil etmek üzere Abdullah bin Abbas'ı seçmek istediyse de, savaşı durduranların ağır baskısı yüzünden Ebu Musa el-Eş'ari'yi istemeyerek seçmek zorunda kaldı. Oysa Muaviye'nin tayin ettiği hakem Amr bin As'tı.
Muaviye'nin hakemi Amr bin As ile Ebu Musa bir araya gelerek anlaşmazlığa bir çözüm bulmakla görevlendirilmişti. Ancak kendilerinden ilk yapmaları istenen şey, haklı ve haksız olanı tespit etmekti. Fakat Amr'ın bir hilesiyle hakemler Abdullah bin Ömer'i halife seçip Hz. Ali ve Muaviye'yi azletme kararı aldılar. Ebu Musa aldıkları kararı açıklamak üzere kürsüye çıktı ve;
"Parmağımdaki yüzüğü nasıl çıkarıyorsam Ali'yi de halifelikten öyle çıkarıyorum ve Abdullah bin Ömer'i seçiyorum:' dedi. Onun ardından kürsüye çıkan Amr bin As ise;
"Bu yüzüğü parmağıma nasıl geçiriyorsam Muaviye'yi de hilafete öyle geçiriyorum:' dedi. Böylece hakem olayı krizi çözmek bir tarafa daha da derinleştirmiş oldu.
Hz. Ali cephesinde zaten var olan görüş ayrılıkları büsbütün artarak önceleri Kur'an'ın hakem olması ve savaşın durdurulması yönünde halifeye baskı yapanlar bu kez tutum değiştirerek hakeme gidilmesini kabul ettiği için Hz. Ali'yi küfre girmekle suçladılar. Böylece Sıffin Savaşı ve Hakem Olayı'ndan sonra İslam dünyası yeni bir problemle karşı karşıya gelmiş oldu.
İslam tarihinin daha sonraki yıllarında zaman zaman önemli faaliyetleri görülecek olan Hariciler ilk bu olaylar sırasında ortaya çıkmış, Hz. Ali, önemli bir yekun teşkil eden bu toplulukla da uğraşmak zorunda kalmıştır.
NEHREVAN SAVAŞI
Hz. Ali, Muaviye engelini bertaraf etmede Sıffın Savaşı ve Hakem Olayı gibi türlü engellerle karşılaşmıştır. Muaviye ile mücadele ederken bu defa karşısına Hariciler çıkmıştı. Ayrılıkçı Haricileri ikna etmek ve kendi askeri gücünü tekrar güçlendirmek için Nehrevan'a hareket etti. Üstün hitabetiyle pek çoklarını ikna ederek kendi tarafına çekmeyi başardı. Ancak hala bozgunculuğunu sürdüren, fitne ateşini körükleyen müfrit Haricilerden binlercesini de bertaraf etmek zorunda kaldı. Bu sathi düşünceli mutaassıp topluluk sayıca az olsa da savaşçı ve etkiliydi. Ashabdan Abdullah bin Habbab ve hamile eşini sırf kendi görüşlerini paylaşmadıkları için öldürmüşlerdi. Daha sonraki dönemde de hemen her şeye karşı çıkan, muhalif bir grup olarak tesirlerini devam ettirdiler. Hatta kendi dönemlerini de aşarak bir düşünce ve mantık yürütme yöntemi olarak etkilerini günümüzde de hissettirmeye devam ettiler.
Mü'minlerin Emiri Hz. Ali, Muaviye ile yürüttüğü mücadelede bu olaydan dolayı da güç kaybına uğramıştı. Bu yüzden asiler üzerine ordu hazırlayıp göndermekte zorlanıyordu. Ortam ve insanlar değişmişti. Saadet devrindeki İslami kaygıların yerini dünyevi tasalar almaya başlamıştı. Taşların tevhid ve adalet temeli üzerine yeniden oturtulması anlamına gelen bu fazilet mücadelesinde Hz. Ali bu harici şartlar yüzünden sürekli güç ve irtifa kaybediyordu. Nitekim çok geçmeden Mısır da Hz. Ali'nin kontrolünden çıktı. Amr bin As komutasındaki birlikler Mısır'a girerek Hz. Ali'nin valisi ve Hz. Ebubekir'in oğlu Muhammed'i öldürüp cesedine türlü eziyetler yaptılar. Bu acı olayı öğrenen Hz. Aişe'nin bir daha et yemediği rivayet edilmiştir.
HZ. ALİ'NİN ŞEHİD EDİLMESİ
Hz. Ali, Hakem Olayı'ndan sonra Kufe'ye çekilip Muaviye'ye karşı yeni bir sefer için hazırlıklara başladı. Fakat sebatsız, savaşmaktan bıkmış Iraklı askerlerden yeterli desteği göremedi. Nihayet büyük gayret ve zorluklardan sonra 40 bin kişilik bir ordu teşkil etti. O, tasarladığı son sefere çıkmak üzereyken Hariciler de Mekkede hazırladıkları eylem planına son şeklini vermekteydiler. Hariciler Hz. Ali, Muaviye ve Amr bin As'ı öldürerek kendilerince halife meselesine bir çözüm getirmeyi planlamışlardı. Bu amaçla her üç şahıs için birer suikastçı görevlendirmişlerdi. Hz. Ali'nin öldürülmesiyle görevlendirilen kişi Abdurrahman bin Mülcem'di. Bu şahıs, yardımcılarıyla birlikte Kufe'ye gelerek Kufe Camii'nde mevzilendi. Sabah namazını kıldırmakta olan halifenin arkasına sokularak onu başından yaraladı. Bu yara ağır ve öldürücüydü. Doğdu doğalı Allah'tan başkasının önünde eğilmeyen başı, yüzü ve sakalı kanlar içerisinde kalan Hz. Ali'den:
"Kabe'nin Rabbine and olsun, kazandım!" sözleri duyuldu. Çok geçmeden -iki gün sonra- şehadet mertebesine ulaştı. Bugünkü Irak'ın Necef kentine defnedildi. (Ocak 661)
HZ. ALİ'NİN HAYATI ve ŞAHSİYETİ
Gerçekten o İslam okulunun ilk öğrencisiydi. Hz. Rasul'un elinde ve evinde yetişmişti. İslamın Mekke ve Medine dönemleri de dahil bütün önemli anlarda Hz. Peygamber'in yanı başında, O'nun vefatından sonra da çizgisinin en sadık ve dikkatli izleyicisiydi.
Hz. Peygamber tarafından Ebu. Türab olarak isimlendirilen Hz. Ali'nin el Murtaza ve Esedullahi'l-Galib gibi lakapları da vardır. Onun; İslam'ın ilk günlerinden itibaren ilim, takva, ihlas, fedakarlık. şefkat, kahramanlık ve şecaat gibi yüksek ahlaki ve insani vasıflara sahip olarak yaşadığı, bütün kaynaklarda yer alır. Gerek pürüzsüz ve ideal İslami şahsiyeti, gerekse Kur'an ve sünnete derinliğine vukufiyeti herkes tarafından takdirle karşılanan nadir şahsiyetlerdendi. Hz. Ali İslam kültüründe ve özellikle İslam irfanının oluşmasında adı geçen sembol isimler arasında yer almıştır. lslam okulunun ilk kayıtlı öğrencisi olma şerefini taşımakla kalmamış, Hz. Peygamber'in;
"Ben ilim şehriyim, Ali ise kapısıdır." iltifatlarına mazhar olmuştur.
Kur'an ve sünnete yürekten bağlılığı ve dünyevi hırslardan alabildiğine uzak kalışı onu seçkin bir şahsiyet yapan en temel özellikleriydi. Cemel, Sıffın, Nehrevan gibi talihsiz olaylar sırasında gözyaşı döküp muarızlarının basiret, iman ve hidayetleri için dua edecek kadar hassas, takva sahibi bir mü'mindi. O, mücadelelerle geçen ömründe siyasi çizgisi ve tercihleriyle eleştirilmiş ve hasımlarına üstünlük sağlayan türlü desiselere ve taktiklere başvurmadığı için beceriksizlikle de itham edilmiştir. Ancak Hz. Rasulden gördüğü uygulamaları tavizsiz sürdürmeyi siyasetinin mihverine yerleştirmiş ve sonuçları ne olursa olsun bu ilkeli ve ahlaki çizgiyi ısrarla sürdürmüştür. İktidarını Hz. Rasul döneminde olduğu gibi adalete öncelik veren bir konuma oturtma kararlılığından asla taviz vermemiştir.
Süratli yayılışın sağladığı güven ve refah, kitlelerin yavaş yavaş yüzlerini daha çok dünyaya çevirmesine yol açmıştı. Bu durum İslam hükümetinin yönettiği coğrafyada halkın ekonomik, hukuki ve sosyal münasebetlerinde bazı problemlerin ortaya çıkması sonucunu doğurmuştu. Bu problemler giderek derinleşmiş, sosyal karışıklara ve yer yer isyanlara dönüşmüştü. Bu vahim olayların Hz. Osman'ın Medine'de şehid edilmesi noktasına kadar ilerlemesi, Hz. Ali'yi hiç istemediği halde halifeliği kabul etmek zorunda bırakmıştı. Nitekim duruma hakim olur olmaz, özellikle İslam'a yeni girenlerin eğitilmesi için Medinede bir merkez oluşturmuştu. Bununla da kalmamış, geçmişte halkla yönetim arasında oluşan kopukluğu giderecek önemli tedbirler almıştı.
Hz. Ali yöneticileri ve halkı sade yaşamaya davet eder, bilhassa yöneticilerin bu konuda dikkatli olmaları yönünde titizlik gösterirdi. Nitekim Basra valisi Osman bin Hunayf'ın yoksulları bırakıp zenginlerin davetlerine katıldığını duyunca onu bir mektupla uyarmış ve onun yoksul kitlelere daha ihtimamlı davranmasını tembih etmişti. Kendisi de yoksul ve sade bir hayat sürer, bunu takvalı bir öndere yakışacak davranışlarla hayatın her alanında örneklerdi. Bu özelliğiyle Hz. Ali, sonraki dönemlerde müslüman toplumları derinden etkileyen irfan okullarının en önemli sembol kişiliğini oluşturmuştur. Nitekim;
"Çevremde aç karınlar ve susuz ciğerler varken doymuş bir karınla mı yatayım? Dünyanın güçlüklerini halkla paylaşmadıktan sonra kendime «Mü'minlerin Emiri» denmesine razı mı olayım? Hayatın zorlukları karşısında onlara bir örnek olmalı değil miyim?" derdi.
Onun siyasetinin ana çizgileri, vali ve devlet görevlilerine gönderdiği emirnamede açıkça görülür:
"Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket duyguları besleyin, onlara bir canavar gibi davranmayın ve başarınızın onları azarlayıp sert davranmakta yattığı fikrine kapılmayın!"
O, bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Güçlükler sıkıntılar ve savaşlarla geçen beş yıllık hilafet süresi boyunca sonraki dönemlere örnek teşkil edecek kalıcı izler bıraktı. Yonetimi boyunca iç karışıklarla uğraştı. Cemel, Sıffin, Hakem Olayı ve Haricilerle mücadelesi döneminin en önemli siyasi olaylarıdır. Bu trajik olayları önleme yolunda yoğun çabalar göstermişse de, dünyaya iltifat edenlerin hilafeti saltanata dönüştürmesinin önüne geçememişti. Ancak gerçek liderler dünyevi bir başarı elde etmiş olma ölçüsüyle değerlendirilmezler. Bazen yaşadığı çağda yeterince anlaşılamayan liderler yüzyıllar ötesine gönderdikleri işaretlerle cemiyet çapında değişim ve dönüşümlere ilham verirler, adalet ve özgürlük arayışlarının tutuşturucu meş'alesi olurlar.
Hz. Ali de bu özellikleriyle şanlı Peygamber'in yolunun ve bu yolun yolcularının ışığı olmuştur. Gerçek başarı budur. Zaten kendisi de şehadet şerbetini içerken:
"Kabe'nin Rabbine and olsun, kazandım!" derken bu gerçeğe işaret etmiştir.
Hz. Ali'nin şehid edilmesinin ardından taraftarlarından 40 bin kişi, oğlu Hz. Hasan'a bağlılıklarını bildirmişti. Mekke, Medine, Hicaz ve Yemen halkı da halife olarak Hz. Hasan'a biat ettiler. Ancak öteden beri planlı bir şekilde Suriye'de gücünü artırmakla meşgul olan Şam valisi Muaviye ve onun etkisindeki Mısır, Hz. Hasan'a biat etmedi. Bir süre sonra Muaviye Şamda halifeliğini ilan etti. Bununla da kalmadı, 60 bin kişilik bir kuvvetle Irak üzerine yürüdü. Hz. Hasan kendisine destek veren topluluklarla birlikte Muaviye'ye karşı tedbirler almışsa da bu toplulukların çelişkili tavır ve davranışları, samimiyetten uzak tutumları yüzünden onurlu bir anlaşmayla iktidarı Muaviye bin Ebu Süfyan'a bırakmak zorunda kaldı. Bu anlaşmaya göre Muaviye Hz. Ali'ye hakaret edilmeyeceğine ve ehlibeyte iyi davranacağına dair teminat veriyor, kendisinden sonra oğlu Yezid'i halife tayin etmeyeceğini kabul ediyordu. Ayrıca Hz. Hasandan önce ölürse halifelik Hz. Hasan'a geçecek veya Hz. Hasan'a sorulmadan yeni bir halife seçilmeyecekti.
Böylece İslam tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu. Dört Halife döneminin aksine, bu yeni dönemde hilafet saltanata dönüştürüldü ve cumhuriyete benzer nitelikteki istişari yönetim biçimi bütünüyle sona erdi. Yaklaşık 90 yıl boyunca Emevi ailesinden kişiler art arda hilafet görevine getirildiler.
Beni Ümeyye ailesinin Hz. Ali ve ehlibeyte karşı mücadele ederek kurdukları Emevi Devleti, işe yönetim merkezini Kufeden Şam'a taşımakla başladı. Yaptıkları kökten değişikliklerle yönetme biçimini değiştirdikleri gibi, yöneten ile yönetilenler arasındaki ilişkiyi de önceki dönemden tamamen farklı bir eksene oturttular. Zamanla Emevi yönetimi baskıcı ve etnik üstünlük iddiası güden bir anlayışa kapıldığı gibi, hilafet de tamamen dünyevi bir makam haline geldi. Bazı sahabiler Muaviyeyi hilafeti saltanata dönüştürmekle itham etmekle birlikte, toplumu iç savaşlara götürecek isyanlardan kaçınarak mevcut durumu kabullenmeyi tercih etmişlerdir. Bir kısım sahabe ise Emevi zulmüne karşı girişilen bazı isyan hareketlerine açık veya gizli destek vermişlerdir.
Fetihlerle artan zenginliğin bir sonucu olarak sadece Emevi ailesi değil, başta büyük eyaletlerin valileri olmak üzere, toplumun ileri gelenleri de refah ve konfor içerisinde saraylar ve evler yaptırmışlardı. Nitekim Emevi Devleti'nin kurucusu Muaviye de Şamda Bizans yönetim kültürünün etkilerini yansıtan el-Hadra adında bir saray yaptırmıştı. Unvanı halife kalmakla beraber, artık fiilen melikti ve iktidarını ilk melik olarak tamamladı. Zaten Suriye valiliği sırasında topladığı askeri ve ekonomik güçle kendi iktidarını tahkim etmiş, melikliğe giden yolda güçlü bir altyapı oluşturmuştu. Selefi Hz. Ali'den farklı olarak siyasetin menfaate dayalı tüm kurallarını uygulamış, bu sayede yönetim çarklarının kendi istediği istikamette dönmesini ustaca sağlamıştı.
Muaviye, iktidarını pekiştirir pekiştirmez, devletin siyasi bütünlüğü ve istikrarını yeniden tesis etmek amacıyla yoğun bir çalışma içerisine girdi. Bu amaçla Muğire bin Şu'be'yi Kufe valiliğine atamış, onun kabiliyetleri sayesinde Hz. Ali taraftarlarını ve Haricileri kontrol altına almayı başarmıştı. Öte yandan Amr bin As'ı Mısır valiliğine atayarak ülkenin batı sınırlarını güvenceye almayı da ihmal etmemişti. Mervan bin Hakemi Medine valiliğine getirerek ensar ve muhacirinin kendi iktidarına karşı muhtemel tepkisini önlemişti. Güçlü komutan ve muktedir yönetici Ziyad bin Ebih'i Basra valisi yaptı. Onun sadece yetkilerini artırmakla kalmadı, bazı kimselerin Ebu Süfyan'ın oğlu olduğu yolundaki şahadetini esas alarak onu kardeşi ilan etti.
Muaviye'nin Emevi Devleti'ni kurma yolundaki yöntemlerinden birisi de, sağladığı maddi çıkarlarla rakiplerinden önemli kişileri kendi saflarına katmasıdır. İnsanların mala ve mevkie olan zaaflarını çok iyi değerlendirmiştir. Nitekim Hz. Hasan'ın ordusunu askeri bakımdan zaafa düşürmek için öncü kuvvetlerinin komutanı Ubeydullah bin Abbas'a yarısı peşin yarısı Kufede ödenmek üzere bir milyon dirhem gibi yüksek bir meblağ teklif etmiş ve onu kendi saflarına katmayı başarmıştır Genel olarak Emevi yönetimi, Arap kabile dengeleri üzerine oturmaktaydı. Yönetim, çoğu zalim ve siyasi hileleri kullanan valilerin etkisiyle afakta kalmış, baskı ve zorbalıkla da olsa içte birliği sağlamıştır. Emeviler bazen müslüman halktan bile cizye almaktan kaçınmamış, geçmiş uygulamaların aksine, devletin gelir politikasını zengin veya yoksul tüm halktan ağır vergiler almak üzerine kurmuşlardır.
Ziyad bin Ebih, Haccac bin Yusuf, Halid bin Abdullah Kasri gibi her biri zorba vali ve bürokratlar Emevi tarihinin şekillenmesinde önemli roller oynamışlardır. Yaptıkları zalimce uygulamalarla sadece bir medeniyet havzasını değil bütün insanlık tarihini kirletmişlerdir. Büyük alim Ebubekir bin Cessas, o günün valisi Haccac için; "Bu adamın Kur'anda bahsi geçen günahlardan işlemediği yoktur." diyerek onun zulüm ve haksızlıklarına işaret etmiştir.
Muaviye bir yandan güçlü ve muktedir valileri yoluyla içte otoritesini sağlamlaştırırken, diğer taraftan da uzun süredir iç karışıklar yüzünden durmuş olan fetih hareketlerine devam etti. Kartaca'ya kadar seferler düzenleyerek Kuzey Afrika'da kontrolü sağladı. Öte yandan İslam donanmasını güçlendirerek hakimiyet alanını Sicilya'ya kadar genişletti. Rodos Adası alındığı gibi, Bizanslılara karşı kara ve deniz savaşlarını kendinden öncekilerin hepsinden daha ısrarlı ve aralıksız olarak devam ettirdi. Bu amaçla bizzat elini iki defa düşman başkentine uzattı. İstanbul kuşatmaları gerçekleştirildi.'
669 yılında yapılan İstanbul Seferi'ne Peygamberimiz'in yakın arkadaşlarından olan Ebu Eyyüb el-Ensari de katılmış ve Bizans surlarının dibinde şehid olmuştur.
Bu dönemde müslüman Araplar, idareci olarak Türkistandan Pirene Dağları'na, Toroslardan Hint Okyanusu'na uzanan geniş sınırlar içerisinde ülkenin her tarafına yayıldılar.
Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder