8 Mayıs 2023 Pazartesi

İslam öncesi Araplarda Bilim, Eğitim ve Kültür-2

 



Kehanet-Arafet ve Kıyafet (Gelecekten Haber Verme ve İz Bulma Bilimleri)


Kehanet ve arafet aynı anlamda iki kelimedir. Bununla beraber bazıları bu iki kelimeyi birbirinden ayırarak kehanetin gelecekteki işler ve arafetin ise geçmişteki işlerle ilgili olduğunu söylemişlerdir. İster geleceğe isterse geçmişe işaret etmiş olsun her iki kelimeden amaç gaibten (görünmeyen ve bilinmeyen evrenden) haber vermektir. Araplar kahinlerin her işi yapabilecek güçte olduklarına inandıklarından işlerinde onlara danışırlar ve aralarında uyuşmazlık ve düşmanlık olduğunda kahinlerin hükmüne başvururlardı. Hastalandıkları zaman onlara tedavi olurlardı. Zor bir durumla karşılaşırlarsa onların görüşlerini sorarlardı. Rüya görünce onlara yorumlatırlardı. Gelecekte ne olacağını onlardan öğrenmek isterlerdi. Kısacası kahinler Babilliler, Fenikeliler, Eski Mısırlılar vs. gibi bütün eski uluslar yanında nasıl önemli bir yer tutmuşlarsa eski Araplarda da ilim, felsefe, tıp, kadılık, din adamlığı vs. ilimleri kendi ellerine almış ruhani reisler makamındaydılar.



Kahinlik, Araplara dışarıdan yani kendilerine komşu olan milletler aracılığıyla gelmiş ilimlerdendir. Bizce Keldaniler astronomi ile beraber kehaneti de Araplara götürmüşlerdir. Arapça'da kahine "hazi" veya "huzza'" adı da verilir. Bu ise "görücü" veya "bakıcı" anlamına gelen Babilce bir sözcüktür. Bundan başka bu sözcük, Keldanilerde "hikmet-Şinas" (hikmet bilen) ve "peygamber" anlamına gelmektedir. Kahin sözcüğüne gelince, Araplar bu sözcüğü, özellikle Kudüs M. 70 yılında Roma imparatoru Titus tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra karşılaştıkları felaketler üzerine Arap ülkesine göç eden Musevilerden almışlardır. Araplar Musevilerden bu konumuzla ilgisi olmayan daha birçok gelenek ve kültür de aktarmışlardır.


Büyük olasılıkla astronomiyi Araplara getiren Keldanili kahinlerle birlikte kahinlik de gelmiştir. Arapların "Huzza"' kelimesini hem kahin hem müneccim için kullanmaları da bu görüşümüzü desteklemektedir. Babil halkı lslam'ın doğuşundan sonraki zamana dek Arap şehirlerine göç etmeyi sürdürmüşler ve bilime verdikleri önem nedeniyle Araplar yanında daima saygı ve sevgi bulmuşlardır.


Yukarıda da söylediğimiz gibi, kahinlerin her şeyi bildiklerine ve bu bilginin ruhlar aracılığıyla kendilerine ulaştırıldığına inanıyorlardı. Tek Tanrı inancına sahip olanlar, kahinlerin meleklerden gaybı öğrenerek söylediklerine, putperest inancına sahip bulunanlar ise, putların içinde ruhların olduğuna ve bu ruhların kahinler ve puthane kapıcı ve görevlilerine tabiat sırlarını ifşa edip öğrettiklerine inanıyorlardı. Araplara göre putlarda cinniler (ruhlar) bulunur ve bu cinler kahinlerle konuşurdu. Cini, kahine gökte ne oluyorsa ona ait bilgiler getirirdi. Araplar bu cinlere bazen hatif adını verirlerdi. "Ahbar (hahamlar) Musevilerden, ruhbanlar Hıristiyanlardan ve kahinler de Araplardandır" derlerdi.


Kahinin yaptığı her şeyin kaynağı gayb bilimiydi. Birisi, kahine bir yel veya bir baş ağrısından dolayı bir tedavi için başvuracak olsa, kahin onu efsun (okuyup üfürmek metodu) ile tedavi ederlerdi. Zor bir iş hakkında görüşünü sorsa, kahin ok atarak veya bir ipte düğümler yapıp üzerine üfürerek kendisine görüşünü söylerdi. İki davacı kahini hakem olarak kabul ettiklerinde kahin kura oklarıyla davayı çözerdi. Bir hırsızın bulunması için kendisine başvurulsa kahin eline bir güğüm alarak içine üfürmek vs. hareketlerle hırsızı bulmaya çalışırdı. Bir rüyanın yorumlanması için kahine gidilse kahin anlaşılmaz sözler söyleyerek gaipten haberler aldığını göstererek rüyayı yorumlardı.


Daha önce söylediğimiz gibi kahinlik "iki nehir arasından" (Mezopotamya) Araplara geçmiş olduğundan Araplar arasında yaşayan eski kahinlerin çoğu (Arapların sabiler dedikleri) Keldanilerdendi. Bilim ve eğitim bu kahinlerin kişiliğinde toplanmıştı. Daha sonra Musevi ve diğer uluslardan da kahinler türediği gibi Araplar da zamanla bu sanatı öğrenerek kendilerinden de kahinler çıkarmaya başlamışlardır. Bununla beraber bazı Araplar kehanet bilimlerinden yalnız biriyle yetinirdi. Bu durumda her biri doktorluk, rüya tabiri, iz araştırması, veya anlaşmazlıklan çözme sanatlarından birini yaparlardı. Arap ülkelerinde kahinlerden birçok kişi ün kazanmıştı. Bunların en eskileri Şakk ve Satıh'dır. Bu iki kahin hakkında rivayet olunan hikayeler hurafe ve efsane gibidir. Eski Araplara göre Şakk adındaki kahin bir insanın yarısı yani ortadan bölünmüş insan yarısıydı. Bunun yalnız bir eli, bir ayağı ve bir gözü vardı. Aynı şekilde Arapların inanışına göre, sözü edilen kahin kumaş gibi dürülür, bir et parçasıydı. Kafatasından başka kemiği yoktu. Yüzü de göğsünde bulunurdu. Bu iki kahinin birkaç yüzyıl yaşadıkları vs. gibi birçok evham ve hurafe daha aktarılmıştır. Hanafir ibn Tev'em el-Himyeri ve Sevad ibn Karib el-Devsi, Arapların uyanma dönemi yıllarında ortaya çıkan ünlü kahinlerdendiler. Bunların bazıları bağlı oldukları ülke veye kabile adıyla bilinirdi. Kureyş kahini, Yemen kahini, Hadramut kahini vs. kahinler hakkında yukarıda verdiğimiz bilgiler, arraflar için de geçerlidir. Bunlar da çoğu kez bağlı oldukları ülke veya kabilenin adıyla ünlenirdi. Bunların da en ünlüsü Yemame arrafıdır. Ünü şiirlere kadar geçmiştir.


Kadın kahinlere gelince bunlar da çeşitliydiler. Yemen kahinesi Tarife, bunların en eskilerindendir. Bu kahinenin Ma'rib seddinin yıkılacağını ve Aram selinin geleceğini olmadan önce haber verdiğini rivayet ederler. Şahr ve Hadramut arasında Zebra ve Selma el-Hemdaniyye ve Afira el-Himyeriye ve Mekke'de Fatıma el-Haşa'miye ve Zerka el-Yemame vs. Cahiliye çağında ünlenen kahineler arasındaydılar. Bu kahineler bağlı oldukları şehir veya kabile adlarıyla anılırdı. Beni Sad kahinesi gibi. Bu kahinenin Şakk ve Satıh'tan daha eski zamanlarda yetiştiğini ve söz konusu iki kahini kendisinden sonra halef olarak bıraktığını rivayet ederler. Kehanet, "Peygamberlikten sonra kahinlik yoktur." hadisi şerifiyle ortadan kaldırılıncaya kadar Araplar arasında devam etmişti.

Kahinlerin kendilerine ait şifreli gizli bir dilleri vardı ki "kahin seci'i" adıyla bilinirdi. Büyük olasılıkla o kahinlerin bu anlaşılmaz söz ve kelimelerle amaçladıkları -günümüzde birtakım müneccimlerin ve falcıların, yalanları ortaya çıkınca hatalarını halkın anlamaması için farklı şekilde yorumlamaya açık iki anlamlı sözler gibi- muhataplarında bir vehim ve etki oluşturmak ve sözlerinin tersi olursa te'vil yapabilmekten kaynaklanıyordu. Yemen kahinesinden nakledilen sözler kahinlerin kullandıkları müsecca' (cümlelerin sonu veya ortası uyaklı olan düz yazı) cümlelere bir örnektir. Ma'rib halkı Amr ibn Amir'in saltanatı zamanında aram selinden korkarak bu kahineye başvurdukları zaman kahine kendilerine: "Size gidiniz deyinceye kadar Mekke'ye gitmeyiniz. Diyeceğimi bana öğreten ancak hakim, muhkem olan Arap ve acem bütün ümmetlerin Rabbi öğretti" demişti. "Görüşün nedir?" diye sorduklarında ise; "şedd-i kum cinsinden deveyi alınız. Onu kanla boyayınız. Beytullah'ın yanında olan Cürhüm'ün yeri sizin olur."


Kıyafet


Kıyafet de kehanet çeşidindendir. Şöyle ki kıyafet ilmi izlerin incelenmesiyle iz bırakanların belirlenmesiyle uğraşır. Kıyafet; biri "kıyafet el-eser" diğeri "kıyafet el-beşer" olarak ikiye ayrılırdı. Birincisi insanların veya hayvanların kum veya toprak üzerinde bulunan ayak izlerini inceleyerek o izlerin sahiplerini keşif ve tayin etmekle uğraşırdı. Bundan amaç firarda bulunan insan veya hayvanları bulup yakalamaktı. Araplar bu ilimde o kadar ustalaşmışlardı ki, bazıları; ayak izinden, basanın yaşlı veya genç, erkek veya kadın, kız veya dul olduğunu bile çıkarabiliyordu.


İkincisi olan kıyafet el-beşer; iki kişinin organının şekli arasındaki benzerliği karşılaştırarak o iki kişinin soy ve sop açısından bir olup olmadığını anlamaktır. Bu ilim de bir feraset (anlayış ve çabuk seziş) çeşididir.

Kıyafet bilmi tüm Arap toplumları içinde yaygın ve geçerli bir bilimken, daha sonra özellikle bazı kabileler bu alanda sivrilmişlerdir. Araplardan kıyafet-i eser ile en ünlü kabileler Müdlic Oğulları ve Leheb Oğullarıydı. Bu bilgi veya sanat Necd kabilelerinin bazılarınca günümüze kadar ulaştırılmıştır ve günümüzde de uygulanmaktadır. Kaynaklara göre söz konusu kabilelerden bu alanda en geniş bilgiye sahip olanlar Mürre oğullarıdır. Bu konuda yeteneklerini o derece geliştirmişlerdi ki, bir insanın özelliklerini ayağının izinden anlayabiliyorlardı. Hatta bazen bir devenin ayak izinden o devenin kime ait olduğunu da çıkartabiliyorlardı. Bir adamın memleketini; Iraklı, Şamlı, Mısırlı veya Medineli olduğunu da bir görüşte belirleyebiliyorlardı.


Feraset bilimi (çabuk anlayış ve seziş) eski Arapların başvurduğu ve kullandığı bilimlerdendi. Bu bilimde uzmanlaşmışlardı. İnsanın duruşundan, şekil ve renginden, söz ve eylemlerinden, ahlakını ve hayat hikayesini, iyilik ve kötülüklerini ortaya çıkarırlardı. Feraset, güçlü zeka ve güçlü anlayış yeteneği olup, yaratılıştan gelen bir özelliktir.


Araplar arasında yaygın ve geçerli olan rüya tabiri de kehanet benzeri bir sanattı. Araplar rüya gördükçe yorumlanması için hemen kahinlere başvururlardı. Bununla birlikte kahin olmayanlardan da bu ilimle uğraşanlar vardı. Bunların en ünlüsü Hz. Ebubekir'di.


Zecr-i tayr (kuşlarla uğur veya uğursuzluğu anlama), hatt-ı remi (remi atmak) bu konu içerisine giren bilimlerdendir. 



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak