Av Hayvanlarının Kemiklerinin Muhafazası
Avlanan hayvanların kemiklerinin muhafazası konusu av âdetleri arasında önemli bir yer tutar ve bu âdetlere riayet edilmemesi hâlinde, artık avda şanslarının yaver gitmeyeceğine inanılır. Özellikle ayı şölenlerinde bu âdetler çok büyük bir titizlikle yerine getirilir ve öldürülen ayıya karşı son bir saygı görevi addedilir. Gösterilen bu titizlik ve saygı, etin parçalanması aşamasında başlayarak, kemiklerin sadece eklem yerlerinden ayrılmasıyla, en ufak kemiğe bile zarar vermekten kaçınılarak devam eder. Aynı ihtimam yenirken de gösterilir ve kemiklerin hiçbir parçasının zarar görmemesine dikkât edilir, bu sebeple yerken, bıçak veya benzeri keskin cisimler kullanılmadığı gibi, yemekten sonra bütün kemikler ihtimamla toplanır.
Bogoraz, Lamutların ayı kemiklerini titizlikle toplayıp, canlı bir ayının bedenindeki gibi sırayla dizip birbirlerine bağlayıp, sonra da bir insan cesedine yaptıkları gibi, ormanda direkler üzerine kurdukları bir kerevet üzerine koyduklarını aktarır. Orokeler de ayının bütün iskeletini özel olarak hazırladıkları bir kerevetin üzerine koyup, göğüs omurlarını da bir söğüt dalına dizerler. Goldeler kemikleri yüksek bir ağaca asmak suretiyle defneder, bazı Tunguz kabileleri ayı kemiklerini bu şekilde defneder ve bu esnada tek bir kemiğin bile kaybolmamasına azami dikkât gösterirler. Yakutlar da kemiklerin kaybolmaması veya kırılmaması için çok büyük ihtimam göstererek, bunların hepsini genelde kayın kabuğundan bir kılıfa sarıp, bir ağacın veya dört direk üzerine kurulmuş bir kerevetin (aranga) üzerinde defnederler.
Ayı kemiklerinin böylesi bir ihtimamla saklanması, genel olarak bütün avcı kültürlerinde rastlanan çok eski bir âdet olup, Laponlar hakkındaki eski kaynaklarda, ayı etini parçalarken sadece kemiklere zarar vermemeye değil, aynı zamanda atardamar ve kas kirişlerini de zedelememeye özen gösterdikleri anlatılır. Bu sebeple hayvanın kafasını bedeninden ayırırken, soluk borusu ve ona bağlı diğer organları kafada asılı bırakılıp, hepsini birlikte pişirirler. Ayıdan geriye kalanlar, kayın dallarından bir sedye üzerinde defnedilirken, her kemiğin doğru yerde olmasına özen gösterilir, cinsel organları, daha önce yüzülmüş olan ağız çevresi derisi ve kuyruğu yerli yerine konarak defnedilirken, bazen Orokelerin yaptıkları gibi, ayının omurlarını sıralarını bozmadan bir ağaç dalına asarlar. Köpeklerin ve orman hayvanlarının huzurunu bozmamaları için ayının mezarı çam yaprakları, çalı, çırpı v.s. ile örtülür.
Turuhansk bölgesindeki yerli gelenekleri üzerine incelemelerde bulunan Tretjakov, Kuzey Sibirya’da ayının kemiklerini asmak veya bir kerevet üzerinde defnetmek gibi âdetlerden bahsetmez. Ancak buna karşı, Tunguzlar ve Goldeler de ayı eti veya yağının yere düşürülmesi yasaktır. Laponlarda ayının kemiklerini gömmek dışında, ağaçlara defnettikleri görüldüğü olur. Graans; “ayı kemikleri bir araya getirilip bağlanır ve hayvanın öldürüldüğü yerde bir ağaca asılır” diye aktarır. Bazı yerlerde de yontulmuş ağaçlardan yapılan bir nevi kerevetin (peäleb) üzerine konulup, bir ağacın köpeklerin veya başka yabani hayvanlarının ulaşamayacağı yükseklikteki bir ağaç dalına asılır. Kemikler kerevetin üzerine dizilirken, Sibiryadaki gibi titizlikle sıralanırlar.
Dobromyslov, Oroçonların ayının kemiklerini defnedilmek üzere ormana götürürken, ayının burnu, kulakları, boynu, nefes borusu, ayakları ve kuyruğundan parçaları yanlarına aldıklarını ve kemikleri dizerken bunları da yerlerine yerleştirip, ayının bir nevi tekrar “canlandırmasını” yaptıklarını aktarır. Titov da, Tunguzların ayı kemiklerini bir kerevetin üstüne yayıp, üzerine yosun örtüp, ayrıca kalp, bağırsak, göz ve kulaklardan parçaları yanına koyduklarını anlatır. Defnederken ayının ağzı Batıya dönük olacak şekilde bırakılır ki, burada Batının, ölen hayvanın gitmesi gereken yön olduğu addedilir ve defin töreni esnasında ayıdan tekrar af dileyen ve avda yeni başarılar ihsan etmesini isteyen Tunguzlar, bu sırada elleriyle ayıya Batıyı işaret ederler. Angara nehrinin üst havzasında yaşayan Tunguzlarsa, ayının kafası ve bedeninin sol tarafından kesilmiş etleri dört tarafı balta ile yontulmuş bir ağaca asarlar. Bu aktarılanlardan da anlaşılacağı üzere, ayı definlerinde Batı yönü ve sol taraf, ölü defin adetlerindekine benzer bir anlam taşımaktadır.
Günümüzde bir çok bölgede ayının sadece kafatası bu şekilde itina ile saklanıyor olması, muhtemelen buralarda bu geleneğin asli hâlinde bütün beden kemiklerinin muhafaza edilmekte olduğunu göstermektedir. Meselâ, Karagasseler sadece ayının kafatasını bir ağaca asmakla yetinirler ki, kafatasını kırmamak için beynini yemezler. Sagalar, Kalarlar ve Karginzler ayının kafatasını bir ağaca asar, Tubalar ve Telengitler ise çoğu zaman ayının kafatasını dilinin bir parçasıyla birlikte gömerler. Karginzler, defin öncesinde ayının burun deliklerini yosunla doldurur, Sagalar ayının çene kemikleri arasına taş koyup, bazı kabileler ot veya saman doldururken, Soyoteler ayının çene kemiğini bir ağaca yahut yol kenarında dikili bir direğin üstüne asarlar.
Ayının bütün beden kemiklerinin muhafaza ediliyor olmasına karşılık, genel olarak kafatasına özel bir önem atfedilmesi hususunda Maack, gezileri esnasında Yakutların ve Tunguzların ayının kemiklerini ormana götürüp, kesilmiş üç ağacın üzerine kurulu bir kerevete defnettiklerini ve üzerini ot ve dal parçaları ile örttüklerini, ancak ayının kafatasını bir zafer nişanesi olarak evlerinin yakınında bir yere astıklarını anlattığı aynı eserinde, Oroçonların da ayının kafatasını kayın ağacı kabuğuna sarıp bir ağaca astıklarını belirtir. Lehtisalo, Orman Jurakları ayının kafatasını yol kenarındaki bir ağaca asıp, geri kalan kemiklerini toplayarak, ya toprağa gömdüklerini yahut suya attıklarından bahseder. Evde beslenip, büyütülmüş bir ayının kurban merasimini izleyen Leontovitsch, Amur bölgesinde kayın kabuğuna sarılıp insanlara yapıldığı gibi defnedilmiş ayı mezarları olduğunu, ancak Amur bölgesinde ayının kafatasının, ayının öldürüldüğü yere yakın bir yerde bir ağaca veya oraya dikilen bir direğin üzerine takıldığını aktarır.
Ayının kafatasının bu şekilde diğer kemiklerden ayrı tutulması, çoğunlukla büyü amaçlı olup, evlerin yakınlarında muhafaza edilmesi, yol kenarlarında direklere veya ağaçlara asılması onun koruyucu özelliği olduğuna inanılmasıyla ilgilidir. Soyote inançlarından birinde, yoldan geçenlerin ayının kafatasına selâm verdikleri takdirde, onun yolda karşılaşacağı diğer ayılar tarafından kendisine zarar vermeyeceğine ilişkindir.
Truhansk bölgesindeki Tunguzların öldürdükleri hayvanın kafa derisini çadırlarında saklıyor olmaları, hayvanın kafasının dinî bir anlamı olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, Yenisey vadisindeki kürk tüccarları bana; Tunguzlardan kafası olan bir ayı postu alamadıklarını, avda şanslarının kaçmaması için ayının kafasını kendilerine vermediklerini anlatmışlardı. Jurak-Samoyedleri de ayının kafa derisininin kulaklarını çıkartıp keten bir beze sarar ve onu bir nevi “Ev tanrısı” (Kaehe) yerine koyup, zaman zaman dudaklarına içki sürerler. Bu konuda yapmış olduğu çalışmalarla tanınan Lehtisalo, Samoyed dilinde yer alan ve “Tanrı resmi/tasviri” gibi anlamlara gelen “kaehe”, “haehe”, “koika” gibi kelimelerin, aslında Türkçe’de “kafa derisi” anlamına gelen bir kelimeden Samoyed diline geçmiş olduğunu ileri sürmektedir. Belli ayin ve törenin öznesi olma şerefi, her ne kadar ayı gibi görünse de, hiç kuşkusuz bu sadece ayı ile sınırlı değildir. Maack, Tunguzların beslenme alışkanlıklarında yer alan bütün hayvanların kemikleri ve ren geyiği boynuzlarını da kesik üç ağaç gövdesi üzerine yerleştirilen bir kerevet üzerine koyarak defnettiklerini aktarır.
Prijanski, Tunguzları için yabani ren geyiklerinin kafatasları ve bacak kemikleri özel bir önem taşımakla, bu kemikler ya bir ağaca asılmakta veya ormanda bir tahta kerevet üzerine yerleştirilip, bunun yanında, hayvanın çeşitli organ ve uzuvlarından kesilmiş küçük parçaları yüzdükleri kafa derisine sarıp bohçalanarak, bunu bir direğin üzerine koydukları bir kutunun içinde muhafaza ettiklerini ve bu kutu içinde yer alan bohça sayısının, avcı tarafından öldürülen ren geyiği sayısını gösterdiklerini aktarır.
Yakutlar avladıkları geyiklerin kemiklerini toplayıp, ormana defnederken, kemikleri muhafaza etmeyeceklerini düşündükleri kişilere geyik eti satmadıkları anlatılır. Altay Tatarları, avladıkları samurların bedenlerini dört direk üzerine diktikleri ve çalı çırpı ile örttükleri bir iskelede muhafaza ederken, Karagasseler samurun etini ve kemiklerini ağaçlara asarlar. Tilki eti yemeyen Yakutlar, avladıkları tilkinin derisi yüzülmüş bedenini, kuru otlarla sarmalayıp, ya yüksek ağaçlar arasında bir yere yerleştirir veya toprağa gömerler. Aynı şekilde avladıkları kurdun derisi yüzülmüş bedenini kuru ot ile sarıp, bir ağaca asarlar. Prijanski, Tunguzların avladıkları tilkinin, Laponlar da kurdun yüzülmüş bedenini bir ağaca asarlar. Sibirya halkları, kendileri için herhangi bir özel anlamı olmayan hayvanlar için meselâ, ayı veya ren geyiği için gösterdikleri tarzda bir ihtimam göstermemekle beraber, Yakutlar bazen tavşanların da kafataslarını kulübelerinde muhafaza ettikleri olur ki, Maack, Amur bölgesinde bazı çadır duvarlarında ipe dizili tavşan kafatasları görmüş olduğunu aktarır.
Tretjakov, Turhansk bölgesinde ayı kemiklerinin yakılma geleneğinden bahseder ki, eğer bu gelenek ayıyı “cezalandırma” maksadı taşımıyorsa, daha eski geleneklerle çelişen bir gelenektir. Diğer taraftan Laponlar ve Sibirya halkları, ayının en değersiz parçasının bile ateşte yakarak yok etmekten sakınırlar. Yakutlar, et ateşe düştüğü takdirde, ayının çok öfkeleneceğine, Altay Tatarları da ayı kemiklerini yakan bir avcının bir daha asla ayı avlayamayacağına inanırlar. Tunguz ve Buryatlar, avlanan hayvanın veya kuşun tüyleri ateşte yakıldığında, avdaki şanslarının kaçacağını düşünürler. Burada ateş, sunu törenleri, arınma ve kötü ruh kovma ayinleri için uygun bir yardımcı unsur olup, av hayvanlarının kalanlarının ortadan kaldırılması için değildir.
Ölen hayvanlardan geriye kalanlarla, insanlar için yapılan törenler kıyaslandığında aralarında ciddi benzerlikler bulunduğu görülür. Sibirya halklarının çoğunluğu ölülerini ağaçlar veya direklerin üzerindeki korunaklı yerlere defnederler. Her ne kadar cenaze âdetleri artık değişikliğe uğramış olsa da, hayvan kemiklerine yapılan defin törenleri bu geleneklerin eski hâllerini hâlen büyük oranda muhafaza etmektedir. Sözün gelişi Schrenck, Goldelerin “ayı mezarlıkları”nda ölmüş insan mezarlarına bırakılan kayın ağacı kabuğundan yapılma kaplardan gördüğünü aktarır ve bu kapların, aslında öldürülen ayının “gölgesi”ne sunu yapma olduğunu ileri sürer. Bu kaplar muhtemelen avlanan ayının kemiklerini taşımak için kullanılmıştır. Ayı için de, ölen insana yapıldığı gibi bir nevi yol azığı konması ihtimâli pek de göz ardı edilecek bir husus değildir.
Gerek insanlar, gerekse hayvanlar için uygulanan bir başka gelenek, kafa derisinin yüzülmesi ve saklanmasına ilişkin olup, Turhansk Tunguzları bana eski dönemlerde çadırlarında sadece ayıların değil, öldürdükleri düşmanlarının da kafa derilerinin sakladıklarını anlatmışlardı. Fin kökenli Ostyaklar ve Amerikan Kızılderililerin eskiden uyguladıklarını bildiğimiz bu âdetin, bir zamanlar Tunguzlarda da var olduğundan şüphe etmemiz için bir sebeb görünmemektedir. Hiç şüphesiz o dönemlerde, insan kafatasına, günümüzde ayı kafatasına verilen önem verilmekteydi. Nitekim, buna ilişkin birtakım örneklere Sibirya’da rastlanmakla, Jochelson, Jukagirlerin eski dönemlerde kabile reisi veya büyücüsü öldüğünde, bedenindeki etleri kesip güneşte kurutarak sakladıklarını anlattığı çalışmasında, bu ritüel yerine getirilirken ellerini ölüye sürmemek için maske ve eldiven takıp, kesilen parçaları bir nevi tabutun içine yerleştirerek, yüksekçe bir ağaca veya direklerin üzerine konduğu, kemiklerininse akrabalara dağıtıldığından bahseder. Akrabalar, bu kemikleri bir nevi uğur veya tılsım maksadıyla üzerlerinde taşıyarak, zor bir duruma düştüklerinde ondan medet umarlar. Ölen kişinin kafası ise kabilenin en yaşlı kişisine verilir.
Konuyla ilgili olarak bazı seyyah ve araştırmacılar, yukarıda aktardığımız şekilde kemikleri saklanan hayvanların aslında kurban edilen hayvanlar olduğunu, bu hayvanların “Orman ruhu” için kurban edilmiş olduklarını ileri sürmektedirler. Maack da aynı fikirde olup, çalışmalarında belirttiğine göre Tunguzlar ona ilk başta uyguladıkları defin tarzının sadece kemikleri köpeklerden ve diğer yırtıcılardan korumak olduğunu söylemiş olmasına rağmen, Maack’ın konuyla ilgili sorusunda ısrar etmesi üzerine, bu kemiklerin “Orman ruhu”na kurban edilen hayvanlara ait olduklarını söylemişlerdir. Maack’ın ısrarlı ve yönlendirmeli soruları karşısında, karşı tarafın onun fikrini tasdik etmiş olmayı tercih etmeleri de elbette ihtimâl dahilinde olabilir. Avcı halkların av öncesi ritüelleri veya av esnasında sarf ettikleri cümlelerde, “Orman ruhu” ile ilgili çok bir şey olmaktan ziyade, avın kendisinin yatıştırılması ve teskin edilmesi bütün bu ayinlerin ve konuşmaların merkezini teşkil eder. Kemiklerin muhafaza edilişinin arkasında yatan sebepse, muhtemelen kemikler var oldukları müddetçe hayatın esrarlı bir şekilde devam edeceğine ilişkin inançtır. Fjellström, Laponların ayının kemiklerini tam olarak yerli yerine yerleştirdikten sonra, ayıya “koşup gitmesini ve arkadaşlarına kendisinin nasıl bir izzet-i ikram gördüğünü ve korkmak direnmek yerine, onların da insanlara yakalanmalarını tavsiye etmesini” söylerler. Ayının kemiklerini ağaçlara asarken Goldeler de ayı ile konuşur ve ona “bize öfke duyma, biz sana güzel muamele ettik, bize avlayabileceğimiz başka hayvanlar yolla” derler. Finlilerin bir ayı avı şarkısında da benzeri düşünceler şu şekilde ifade edilir:
Sano täältä saatuasi
Buradan gidip
Metsolahan mentyäsi
ormana döndüğünde de ki;
Ei täällä pahoin pietty
Bana orada kimse kötü davranmadı,
Simoa täältä syötettihin
bana bal petekleri verdiler, yemem için
Mesijuomat joutettihin
ve içmem için tatlı bal şerbeti
Laponların bundan başka, kemikleri ihtimam gösterilen bir ayının ayağa kalkacağına ve ileride kendisini tekrar avlatacağına inandıkları anlatılır ki, diğer ilkel toplumlarda da benzeri tasavvurlar, meselâ Amerikan Kızılderilileri arasında avladıkları bizonların kemiklerinin doğru sıraya göre dizili halde bozkırlara bırakmaları ve bir sonraki av sezonunda tekrar hayata döneceklerine olan inançlarıyla, Eskimolar arasında, tekrar hayata dönmeleri ve tekrar avlanabilmeleri için samur kemiklerini suya atma âdetlerinde görmek mümkündür. Thurenius’un Laponlar hakkında aktardıkları arasında özellikle şu bilgi oldukça ilginçtir. “Ayı, tavşan ve vaşak kemiklerine köpek veya benzeri yabanî hayvanların ulaşamaması için kuru kum tepelerinin altına gömülmeli veya dağlardaki kaya yarıklarına saklanmalıdır. Buraların tercih edilmesinin sebebi, bu hayvanların kara hayvanları olmalarıdır, su canlılarının kemikleri ise su kaynaklarına saklanır”
Bu tür inanç biçimlerini yansıtan avla ilgili masal ve destanlarda oldukça yaygındır. Meselâ, Kafkasyada anlatılan bir masalda, “Orman ruhlarının” bir hayvanı öldürüp pişirdikten sonra kemiklerini hayvanın postuna sarıp bohça yaptıkları, sonra bu bohçaya dallarla uzun uzun vurmak suretiyle hayvanı tekrar canlandırdıkları anlatılır. Masalda anlatılana göre “Orman ruhlarının” böylesi bir ziyafetine davet edilen bir avcı, ruhlara fark ettirmeden kemiklerden bir tanesini alarak yerine bir sopa parçası koyar. Daha sonra tekrar canlanan hayvan bir gün tesadüfen aynı avcıya av olur ve avcı hayvanın bedenindeki kemiklerden birinin yerinde kendi sopası olduğunu şaşkınlıkla görür. Buna benzer masallar başka bölgelerde de görülür ve meselâ Tunguzların avladıkları hayvanın kemikleriyle birlikte göz ve kulaklarından aldıkları parçaları defnetmeleri, hiç şüphesiz bu inanışın bir yansımasıdır.
Yukarıda bahsi geçen bütün bu örnekler, insan kemiklerinin de hayvan kemiklerinin de muhafazasının aynı maksada matuf olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konu üzerinde çalışan bazı araştırmacılar, bu ritüellerle defnedilen hayvanların aslında bir hayvan ruhundan çok daha yüksek bir ruhu barındırdığına inanılan hayvanlar olduklarını ileri sürmekte olup, bunlardan Karsten’in Brezilya’da bir yerli kabile hakkında vermiş olduğu bilgiler bu inanışın bir tezahürü olarak görülmektedir. Karsten’in anlattığına göre, bu kabilede avlanan hiçbir hayvan veya balık, kabile büyücüsü gelip kutsanmadan yenmez. Bu kabilenin inancına göre, ölen büyücülerin ruhları av hayvanları veya balıkların bedeninde tekrar dünyaya gelir ve bu hayvanlar en değerli yiyecekler olarak kabûl edilirler. Finlandiyada, ayının bedenine kötü bir insanın ruhu girmişse, ayının insanlara kötülük yapmayacağı inancı hâkimdir. Böyle bir insanın ruhunun girdiği ayı için “Ayı şöleni” yapıldığına dair herhangi bir örneğe rastlanmamakla birlikte, daha önce belirtilmiş olduğumuz gibi, Sibirya halkları bir insanı yediği ve dolayısıyla muhtemelen bir insan ruhu taşıdığını düşündükleri bir ayının etini hiçbir şekilde yemezler ve bedenini tamamen yok ederler.
Sibirya ve başka pek çok bölgede anlatılan masallarda, ayının zekâsı aslında bir zamanlar insan olmasına bağlanır. Turuhansk bölgesindeki bir inanca göre, bir ağacın tepesine üç kere tırmanıp, orada ayının sesini taklit eden biri ayıya dönüşebilir. Yakutlarda da bu inanış kesik bir ağaç gövdesinin üzerinden üç defa atlamak şeklindedir. Yine başka bir rivayete göre, bazen ayının derisi yüzüldüğünde, kürkünün altından bir insan bedeni çıktığı, hâtta bir defasında derisi yüzülen bir dişi ayının ortaya çıkan çıplak bedeninin bir kadın bedeni olduğu, göğüsleri ve ayaklarının bile bulunduğu anlatılan hikâyeler arasındadır. Laponlarda da görülen bu masallar, öldürülen ayıya gösterilen saygının, aslında barındırdığına inanılan insan ruhuna gösterildiğine dair bir delil teşkil etmezler.
Yakutların “Ayı şöleni” esnasında “Ormanın efendisi”nin (bajanai) bir resmini yapıp, ona taptıkları anlatılır. Anlatılana göre, ayının eti yenip, kemikleri dikkâtle toplandıktan sonra, hepsi kayın ağacı kabuğuna sarılır, içine “Ormanın efendisi”nin resmi konulup, bir ağaca asılır ve onunla: “Büyük baba! seni, Ruslar veya Tunguzlar yediler, biz tesadüfen senin kemiklerini bulduk ve topladık” diye konuşurlar. Bu ritüelde telâffuz edilen bütün sözler ayıya yönelik ve ayının kemikleriyle beraber ağaca asılan resim de muhtemelen eski dönemlerde ayıyı temsil eden bir resimdir. Yakutların- bazı başka kabileler gibi-hangi düşünceyle ayıyı “‘Ormanın ruhu” olarak adlandırmış olduklarını bilemiyoruz. Bu resim geleneği, ölen kişinin bir resimle temsil edildiği anma şölenleriyle paralellik gösterir. Schrenk’in aktarmış olduğu bir âdete göre, Gilyaklar “Ayı şöleni” esnasında ayının Gilyak giysileri giymiş olarak temsili bir resmini başköşeye koyarlar. Sternberg, her “Ayı şöleni”nden sonra ayının bir resminin yapıldığını ve bu resmin özel bir yerde koruyucu ruhların resimleri gibi ihtimamla muhafaza edildiğini anlatır. Çukçeler ve Koryaklar ayı şölenlerinde, ayı postuna bürünmüş bir kişiyle ayıyı temsil ederken, bazı bölgelerdeki Koryaklar da ayı şöleni için ayının bir resmini hazırlarlar. Bütün bu örnekler göz önüne alındığında, Yakutların bu âdeti gayet tabii görünmektedir. Yapmış olduğu araştırmalarda Kuzey Asya şamanizmindeki avlanma ritüellerinde, sadece avlanan yaban hayvanlarının değil, beslenme amaçlı olarak kesilen ev ve çiftlik hayvanlarının da belli ritüeller takip edilerek bir kurban sunusuymuşçasına öldürüldüklerini belirten Stadling, bu konuda yanılmamaktadır. Eski dönemlerde kesilen ev hayvanlarının kemikleri muhafaza edilir ve kemiklerinin kırılmaması için et parçaları ancak eklem yerlerinden kopartılırdı. Laponlar, kendi evcil ren geyiklerinin kemiklerini de, avladıkları vahşi ren geyiklerinin kemikleri gibi köpeklerin ulaşamayacakları şekilde defnederlerdi. Yakutlar, sadece yaban hayvanlarının değil, at, ren geyiği ve inek kafataslarını da ağaçlara asar, Kırgızlar kestikleri at ve koyunların kafataslarını yüksekçe bir yere veya bir direğin tepesine koyar, Buryatlar da kestikleri ev hayvanlarının kafataslarını ahırlarının damına asarlardı.
Avrupadaki tarım toplumları arasında buna karşılık gelen geleneklere rastlamak mümkündür. Ev hayvanları, vahşi hayvanların ehlileştirilmesi yoluyla elde edildikleri için, onların kesilmesi esnasında eski avcı kültüründen kalma bazı âdetlerin uygulanması bu açıdan anlaşılabilir bir durumdur. Bu, özellikle Kuzey bölgelerinin en değerli ev hayvanı olan ren geyikleri için geçerlidir. Günümüzde bile Laponlar, hâlâ ren geyiklerini kulübelerinin kutsal kabûl ettikleri tarafında keser, etini arka kapıdan içeri sokar ve hayvanın etini de erkekler pişirirler. Hayvan kesimine ve kemiklerinin muhafazasına yönelik bu geleneklere her ne kadar et ihtiyacı için kesilen ev hayvanları için riayet edilirse de, bu hayvanlara kurban anlamı yüklenmemiştir. İlginç bir başka nokta ise, tarım toplumlarının kurban ayinlerinde de avcı toplumlardan gelen eski geleneklerin devam ettiriliyor olmasıdır. Tarım toplumları ile, avcı toplulukların kurban törenlerindeki âdetler arasında hayvanın postunun sunak yerinde bırakılması dışında pek belirgin bir fark yoktur. Av âdetleri arasında görmüş olduğumuz ve paleolitik dönem Avrupasında örneklerine rastlanan “avlanan hayvanın kafatası ve bacak kemiğinin muhafaza edilmesi” geleneği, aynı şekilde kurban törenlerinde de uygulanmaktadır. Benzer şekilde, av hayvanlarının kemikleriyle beraber, çeşitli organ ve uzuvlarından parçaların saklanması, kurban edilen hayvanlar için de geçerlidir. Avcı topluluklarda görülen ve avın bazı parçalarının ayrı pişirilmesi veya bazı parçalarının kadınların yemelerine ilişkin yasaklar, tarım toplumlarındaki kurban törenleri için de geçerlidir.
Bütün bunlar, av hayvanlarının kemiklerinin muhafaza edilmesinde kendini gösteren eski avcılık geleneklerinin kurban törenlerindeki yansımalarına işaret eder. Bu törenlerde kurbanın “öbür dünyaya” gönderilmesi, kurban yemeğinin en önemli parçasıdır. Kurban yemeği her ne kadar şatafatlı olursa olsun, bu yemekte kurbanın kemiğinin kırılması veya kaybedilmesi, bütün kurban merasiminin boşa çıkmasına sebep olur. Karjalainen doğru bir tespitle, Ostyakların kurban törenlerinin aslında “kurban edilen hayvanın koruyucu ruha teslim edilmesi” anlamına geldiğini belirtir. Laponlar, kurban töreninden sonra kemikleri eksiksiz olarak toplayıp, doğru sıralamayla kutsal sunaklarına götürmeleri hâlinde, tanrıların kemikleri tekrar etle donatıp kurban hayvanını canlandıracaklarına inanırlar. Bir tayı kurban ederken Çeremisler Gök Tanrıya şu şekilde dua ederler: “Sana gelen bu ruhu, tüyleri, yelesi parlayan, gümüş kuyruklu, gümüş toynaklı bir tay hâline getir.” Kurban ettikleri atın kemiklerini bir ağaca asan Votyaklarsa, hayvanın aslında ölmeyip, yaşıyor olduğuna ve nihai hedefine gittiğine inanırlar. Kurban geleneğinin kökenlerini anlayabilmek için, bu gelenek ve tasavvurlar büyük bir önem taşımaktadır.
Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.
Çeviren: Erol Cihangir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder