Çocuk, Divanü Lügat-It-Türk’de “domuz yavrusu, her şeyin küçüğü” demektir. Ad koyma geleneklerinde gördüğümüz gibi, çocukların nazar alması en korkulur tehlikedir, bu nedenle çocuk sözcüğü daima örtmece konusu olmuştur. Anadolu’da bölgelere göre dağılım gösteren bala (kuş yavrusu), uşak (ufak), çağa (çava: ünlenmek, çağala: ham meyve) gibi sözcükler yanında döl, dal, daşak, doman, encik, enik, göbel, kada, kele, kızan, koşkar, körpe, kuzu, moza, nani, zori sözcükleri de çocuk cins ismi yerine başkaca adlandırma ve lakapların, zaman içinde çocuk sözcüğünün yerini almalarıyla yaygınlaşmıştır. Orta Asya Türk dillerinde çocuk sözcüğü Anadolu’daki anlamıyla bulunmaz; burada en yaygını bala olmak üzere uşak, çağa, nani sözcükleri kullanılmaktadır. Fakat tarih içinde geriye gidildiğinde karşımıza oğul sözcüğü çıkmaktadır; Orhon yazıtlarında un oğul erkek çocuk, kız oğul kız çocuk demektir. Oğmak kökü çoğalmak, üremek anlamına gelir, (Divanda oglıtmak fiili bulunmaktadır). Oğul sözcüğü erkek çocuğun kazandığı değerle eril nitelik kazanınca, çocuk kavramı yukarıdaki sözcüklerle ifade edilir olmuştur.
Türkçede kız çocuk ve kız evlat sözcükleri ayrışmamışken, erkekler için oğlan ve oğul ayrımı doğmuştur. Kabile dillerinde cinsiyet ayrımı olmadığı gibi, çocuk bir ana babaya ait olmaktan çok kabilenin çocukları olarak görülür. Kabilelerin akraba sistemlerinde ilişkinin karşılıklılığı esas olduğundan, aynı değerde kabul edilen ilişkiler aynı şekilde adlandırılır, böylece örneğin Hawaii’de insanın oğlu ve kızı konumunda olan ve bu adla çağırdığı otuz bir ayrı çocuk daha vardır. Akrabalık adlığında temel niteleme kuşaklara göre yapıldığı gibi (büyükbabalar, büyük büyük babalar, torunlar) baba ve anne akrabaları, kardeşler ve kuzenler bu karşılıklılık ilişkisinde birbirlerinin yerine geçen terimlerle adlandırılırlar. Bu karşılıklılık özgün Polinezya dilinde baba ile oğulun, kızın birbirlerine tama demesine kadar varır. Gerçekte eski Türkçede de aba, aka, eçi, ata sözcükleri ata, baba ve amca, ablalar gibi büyükler için kullanıldığı gibi, Kore dilinde aga’nın çocuk, Yakut dilinde agas’ın büyük kız kardeş anlamına gelmesi (Anadolu’da halen eke’nin hem kadın hem erkekler için kullanılması), arkaik çağlarda akrabalık sisteminin bugünün kabile sistemleriyle aynı evrende olduğunu düşündürür.
Feodal dönemle birlikte çocuk, bir beyin yarı yoldaşı, yarı yanaşmasına verdiği sevecenlik gösteren ad olur. İngilizce şövalye demek olan knight’ın kökeni Anglosakson dilindeki cinht, yani oğlandır. Genç kız ve hizmetçi anlamına gelen maid ise eski dilde oğlan anlamına gelen magu sözcüğünün dişil halidir. Bugünün Kırgızları hizmetçiye yiğit derken, Fransızca garçon erkek çocuk, kalfa ve garson demektir. İspanyolcada eskiden oğlan anlamına gelen mozo sonra garson, bugün hamal, kız anlamına gelen moza ise bugün orospu anlamını almıştır. Osmanlılar da hizmetçiye uşak derken oğullarına mahdum (kendisine hizmet edilen), kızlarına kerime diyorlardı.
Evlat anlamında sözcükler ise, çocuktan ayrıştığında, çoğunlukla doğmak, doğurmak köküne çıkıyor. Latin dillerinde (Fransızca fils, İtalyanca figlio, vb.) felare emmekle, Got dilleri ve oradan İngilizcede child rahimle ilgili türetmelerdir. İnsanlar kendi çocuklarını hep bebek görüyorlar demek ki.
Bebek (Anadolu ağızlarında bebe) sözcük olarak o kadar yaygın ki, yansıma sözcük olduğu iddiaları var. Orta İngilizcede baban, babe, babi olarak saptanmış, Fransızcaya İngilizceden geçtiğine dair kayıtlar da var.
yüzyıl öncesinde Türkçede görülmüyor ama bugün Türkmence, Kazakça, Kırgızcada var.
Demografi uzmanları sanayileşmenin belli bir aşamasından sonra Avrupa’da çocuk sayısının azaldığını saptamışlardı, fakat şimdi, Üçüncü Dünya ülkelerinde gecekondu mahallelerinde çocuklar halen sokaklarda çalışıp eve para getirebildiklerinden, bu ülkelerde çocuk sayısının bu projeksiyona uymadığını söylüyorlar.
Kundak
“Yeni doğmuş bir bebeğin gelişmesini engelleyen ve onu eli kolu bağlı bir durumda bırakan eski kundak sistemini, yerinde bir devrimle ortadan kaldıran büyük Türk reformcusu ve düşünürü Ziya Ozdevrimsel (devrimden önceki adıyla Mükrimin Ziya, 1301 -1939) her bakımdan gerçek bir devrimciydi.” Oğuz Atay Tutunamayanlar romanında (1971,2. Cilt, s. 143) ‘kundak’ devrimini böyle aktarır. Gerçekten de, Batı’da kundak kullanılmadığı, kundağın çocuk psikolojisinde olumsuz etkiler yaratabileceği, bizde bireyselliğin gelişmemesinden girişim ruhunun yokluğu ve yurttaş devlet ilişkilerindeki dengesizliğe kadar sorunlarımızın kundaktan kaynaklandığı gibi, Prens Sabahattin tarzı tartışmalar olmuştur. Çocuğun kolay nefes alamadığı, terlemesine ve pişiklere neden olduğu ileri sürülerek yarım kundak tarzı ortaya çıkmıştır ve bugün çocukların kundaklanması giderek azalmaktadır.
Kundak sözcüğünün Farsça kunda’dan Türkçe küçültme ekiyle oluştuğu ileri sürülür. Anadolu ağızlarında bele de denir. Türkmence gundamak fiili bulunduğu gibi, Kırgız, Kazak dillerinde de vardır. Rumcası kuntaki’dir.
Eski kundak takımı zıbın, omuz bezi, etek bezi, ayak bezi, ara bezi, takiye, çenber, gömlek, abani kundak, şal, yeşil duvaktan oluşur, bebek doğmadan hazırlanırdı.
Bebeklerin yatırılma biçimi de kundak âdetleriyle birlikte değişiyor. Bebek boğulma tehlikesi yaşamadan en risksiz nasıl yatırılır tartışması sürerken, yeni usûllerle yatırılan yumurta kafalı çocukların sayısı çoğalıyor. ABD’de bebeklerin kafatası biçimlerinin istendiği gibi gelişmesi için başa takılan aletler deneme aşamasını geçmiş, piyasaya verilmeye başlanmıştır. Bebeklerin kafatasının biçimlendirilmesi Neandertal insandan başlayan çok eski ve birçok kültürde bulunan çok yaygın bir âdettir ve Anadolu’da özellikle Toroslarda başın çemberlenerek önden arkaya doğru eğim sağlanması da uygulanan bir yöntemdi. Göçebeliğin gereği olan sallanma ve darbeden bebeklerin bu yöntemle korunduğu akla geliyor.
Beşik
Beşik iki türlüdür, ipler arasına yapılan salıncak türü bez beşik ilk akla
gelen beşik türü değildir. Özellikle ağaç işlerinin yaygın olduğu yörelerde gösterişli, işlemeli ve bebeğin boyuna göre oldukça büyük çok güzel beşikler üretilmiştir. Beşiğin altına serilen ve bebeğin altını ıslattığında rahatsız olmamasını sağlayan özel emiciliği olan toprağa höllük/öllük denir. Anadolu Türkçesinde başka kullanımı kalmayan bu sözcük Kaşgarlı Mahmud’un Divan’ında öl (ıslak, yaş, nem), ölitmek (ıslatmak) olarak ve başka türetmeleriyle vardır.
Udağacı, demirhindi, pelesenk, abanoz, ceviz, serviden, oyma ve nakışlı, sedef, bağa ve fildişi kakmalı beşikler üretilmiştir. Osmanlı sarayında şehzade bebeklerin kundaktan beşiğe nakli için düzenlenen törene Beşik Alayı denirdi.
Bebeği nazardan koruyan amuletler, bebeği görmeye gelenlerin takacağı altınlar, çocuğun sallanması nedeniyle zararlı görünen beşik yerine çocuk karyolasına takılıyor artık.
Zıbın
İtalyanca giubbone, Venedik ağzında zipon, İspanyolca jubon hırka demektir.
15.yüzyıldan beri Anadolu’da zıbın olarak bilinir, kaftan altına giyilen pamuklu hırka, tulumun adıdır. Eskiden çocuk bir yaşına kadar kundak içinde tutulduğundan zıbın da yoktu. Artık yalnız bebek giyimi olarak kalmıştır.
1969 yılında Kız Enstitüleri ve Akşam Kız Sanat Okulları için Milli Eğitim Bakanlığı tarafından müracaat kitabı olarak kabul edilen Dr. Semih R. Geren’in Doğuma Hazırlık Çocuk Bakımı kitabı, doğumdan önce altı adet merserize zıbının hazır edilmesini öğütler.
Bez
Dr. Semih R . Geren, bezlerin temizlenmesi konusunda, “Bezler ya hemen veya bir ikisini biriktirip öyle yıkanır. Katiyen bir günden fazla biriktirmemelidir, fena halde koku yapar” ve “yeni doğmuş çocuk ilk günler 17-20 defa bezini ıslatır. İlk haftalar içinde günde 7-8 defa bezini değiştirmek lüzumunu hissettirir. Ayrıca vakitsiz zamanlarda kirli ve yaş bezler (!) kendini rahatsız ederse, hiç tereddüt etmeden, huysuzlanır, bağırıp ağlıyarak bezini değiştirmek için sizi haberdar etmekten çekinmez” demektedir. Böylece kışın soba borusuna takılan tellerde asılmış bezleri görmek istemeyenlerin günde kaç hazır bezi kıvırıp atacağını da öğreniyoruz.
Hazır plastik-kâğıt bezler 1980’lerin başında Türkiye’ye geldiğinde pek kullanışlı değillerdi. Bugün çeşitli firmalar tarafından üretilen kız ve erkekler için ayrı ayrı, yaşa-kiloya göre ayarlanmış üç boyu bulunuyor ve işlevlerini mükemmelen yerine getiriyorlar.
Biberon
Biberon Latince bibere (içmek) kökünden türetilmiş, Italyancadan 1301’de Fransızca, 1637’de İngilizceye geçmiştir. İkdam gazetesinde 1913 yılında çıkan reklamda Nestle biberonu “Aliyü’l-âlâ yegâne Nestle emziği” olarak okuyuculara önerilmektedir. 1969 yılında Dr. Geren çocuk bakım kitabında hiç biberon demez, süt şişesi demeyi tercih eder. Biberon önce emzikli şişe olarak kullanılmış, sonra dereceli ve sıcağa dayanıklı özel şişeleri ve değişik emzikleriyle piyasada alıcı bulmuş ve adı konmuştur. Bebek eşyasında öncülüğü elinde tutan İtalyan şirketleri, biberon ürünleriyle de tanınırlar. Klasik anlayışın değişmesiyle artık biberonlar düz şişe biçiminde üretilmemekte, bebeklerin ilgisini çekecek oyuncak, hatta çıngırağımsı biçimler de almaktadırlar. Türk Standartlar Enstitüsü de 1984 standardını 1994’de tadil etmiş, boyut konusunda üreticileri serbest bırakmıştır. Cam veya plastik, vida veya basma kafalı biberonlarda anne babanın dikkat edeceği konu çizik, yarık olmamasıdır.
Emzik
Emzik emmek kökünden gelir; em’in bir anlamı da ilaç, devadır. Memenin Türkçesi de emcik’tir. Bebeklerden söz edilmediği sürece göğüs denmesi gereken meme Latince mamma’dan gelir, çocuk dilinde âhne demektir.
Bugün bazı annelerin çocuk emzirmekten kaçınmalarını eleştirenler, eskiden aynı sınıftan veya onlara özenen kadınların çocuklarını emzirmek için dadı tuttuklarını göz ardı ediyorlar; üstelik bu eleştiride bulunanlar genellikle eski zamanlara hamasiyat yapmadan bakamayanlardır. Hz. Muhammed’in sütannesi Halime’yi hepimiz biliriz; İslam hukukunda süt kardeşlik önemli bir kurumdur. Çocuğu konağa gelen sütanneye teslim etme geleneğinin ötesinde, çocuğun şehirlilere göre çok daha zor koşullarda yaşayan topluluklara, genellikle kırsal kabile yaşantısı sürdürenlere verilmesi de sağlam yetişmesi için şart görünürdü. Arapların bedevi kabileleri, Kırımlılar için Çerkezler, Osmanlılar için Çerkez ve zenciler, Amerikalılar için zenciler bu işlevi yerine getiren topluluklar ve herhalde tarihe geçen ünlü birçok kişiyi bebeklik döneminde gözeten ve onlara sütannelik, sonra sırdaşlık edenler tarihte yer almıyorlar.
Köylerde içine şeker, ekmek içiyle karışık şeker veya bulamayanlarca yalnız ekmek içi konulan tülbent emzik yerine kullanılırdı.
Bebek emziği konusunda TSE tanımı Türkçe Sözlük'ten daha kapsamlıdır: “Bebekleri sakinleştirme, oyalama ve emme duygusunu tatmin için kullanılan bir gereçtir.” Nisan 1984’de standart, başlığın ucundan sipere kadar 30 mm’den çok olmamalı biçiminde iken, 1992’de bu uzunluk 34 mm’ye çıkarılmıştır. TSE üreticilerin “yetişkin gözetiminde kullanınız” ve “bebek boğulabileceğinden boynuna asmayınız” uyarılarının yazmasını isterken, dişlerin çıkmasını geciktireceğinden bal, reçel gibi tatlı maddelere daldırarak verilmemesini de hatırlatmaktadır.
Mama
Ahmet Vefik Paşa mama için “etfal tabiri” der.
İlk hazır mamalardan biri Eczacı Hüseyin Nüshet Ziya’nın “Dakik-i Doktor Ziya” adlı mamasıdır; 1901 yılında beş kuruşa satılan bu mama, “dişlerin gayet suhuletle çıkmasına ve çocukların kemiklerinin büyüyüp çabuk yürümekliğine yardım etmesine ve ishal ve bazı defa muannid kabızlığa duçar etmemesine ve validelerin evladlarını zahmet çekmeksizin büyütmesine ve arslan gibi evlad malik olmasına yardım etmek içün” tavsiye edilir. Ünlü Nestle firması da 1909’da çocuk maması, çikolata, konsantre süt şubesiyle Türkiye’ye girmiştir.
Büyükanneler hazır mamayla büyüyen çocukları kof bulup hemen anladıklarını iddia etseler de, hazır mama yaşlara göre hazırlanmış, çeşitli vitaminlerle zenginleştirilmiş çeşitleriyle çağdaş anneler için vazgeçilmezler arasına girmiştir.
‘Muhallebi çocuğu’ deyimi ise muhallebiyle beslenmiş çocuğu anlatmaz, cinsel iktidarsızlık nedeni ile büyü yaptıranın çocuğu anlamındadır.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder