Hz. ZEKERIYYA (30)
Süleyman aleyhisselâmın soyundan gelen ve Israiloğulları'na gönderilen son peygamberlerden biridir. Kur'an-ı Kerim'de ismi birçok âyette geçmekte ve bazı kıssaları anlatılmaktadır. Beyti Makdis'te oturur; peygamber, din bilgini ve danışman olarak görev yapardı.
Imam-ı Müslim'in "Sahih" isimli eserinde belirtildiğine göre o, Beyt-i Makdis'deki görevi karşılığında kimseden bir ücret istemez, dülgerlik yaparak elinin emeği ile geçinirdi. Zaten bütün peygamberler yaptıkları tebliğin karşılığında kavimlerinden bir ücret talep etmemiş, "bizim mükafatımız âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir" demişlerdir.
Hazreti Zekeriyya'nın 70 yaşına kadar çocuğu olmadığı, daha sonra yüce Allah'a niyaz ederek kendisinin görevine varis olacak hayırlı ve salih bir evlat istediği Kur'an âyetleriyle sabittir. Meryem Sûresi'nin ilk âyetlerinde Hazreti Zekeriyya'nın bu duası ve kendisinin Yahya isimli bir oğulla müjdelendiği anlatılmaktadır. Zekeriyya aleyhisselâm bu niyazı sırasında: "Rabbim! Sana duamda (bir istekte bulunduğumda) hiç red olunmadım" diyerek Allah'ın kendisine olan büyük lütuf ve ihsanlarını anmıştır. Nitekim bu sefer de duası kabul olunmuş, saçları ağarmış yaşlı bir insan olduğu ve üstelik hanımı da kısır bir kadın olduğu halde Hazreti Yahya ile müjdelenmiştir.
Hazreti Zekeriyya'nın hem küçük yaşta kendisine ilim ve hikmet bağışlanan sevgili oğlu Yahya aleyhisselâmın, hem de hanımının kızkardeşi olan Hanne'nin kızı Meryem'in yetişmesinde büyük emeği geçmiştir. Hazreti Meryem'in bakım ve terbiyesini üstlenmiş, onun için Beyt-i Makdis içinde bir hücre yaptırıp orada dua ve niyaz içinde, tertemiz bir hayat sürmesini sağlamıştır.
Sonunda kavmi olan nankör ve hain Yahudiler; Hazreti Meryem'in babasız olarak Hazreti Isa aleyhisselamı doğurması üzerine Zekeriyya aleyhisselâma ağır iftiralar atmaya başlamışlar, gözleriyle gördükleri mucizelere rağmen onu öldürmeye kalkışmışlardır. Tehlikenin büyüdüğünü farkeden Zekeriyya aleyhisselâm bulunduğu yerden kaçmaya çalışmışsa da, gizlendiği ağacın içinde yakalanarak, bir testere ile başı hizasından kesilip hunharca şehid edilmiştir.
Kur'an âyetlerine ve Hadis-i Şeriflere göre Yahudiler, kendilerine gönderilen pek çok peygamberi şehid ettikleri gibi, vefatı sırasında hayli yaşlı olduğu bilinen Zekeriyya aleyhisselamı da böylece şehid etmiş, büyük zulümlerden birine daha imza atmışlardır.
Hz. YAHYA (30)
Yüce Allah'ın büyük peygamberlerinden biri ve Hazreti Zekeriyya aleyhisselâm'ın oğludur. Kendisine hikmet, kalp yumuşaklığı ve safiyet verilmiş; daha önce hiç kimseye verilmemiş olan Yahya ismi ile şereflenmiştir. Hazreti İsa'nın çağdaşı ve anne tarafından yakın akrabasıydı.
Yahya aleyhisselâm çok genç yaşta vaaz ve irşad görevine başlamış olup, Kudüs ve civarındaki insanları Allah'ın yüce dinine davet etmiştir. O Tevrat'ı tamamen bilen ve ona göre amel edilmesini isteyen bir nebî idi. Daha sonra İncil nazil olunca Hazreti İsa'nın şeriatı ile amel etmeye ve fetvalarını da buna göre vermeye başladı.
Dönemin idarecisi Vali Heredos bir Yahudi olmasına rağmen, bağlı bulunduğu Roma devletine yaranmak için kendi idaresi altında bulunan kimselere zulmeden hain ve zalim bir despottu. O, kendisinden başka kimseyi düşünmez, heva ve heveslerinin arkasında koşup, büyük günahlar içinde yaşardı. Kardeşinin kızını metres edinmiş, sonunda onunla evlenmek için Hazreti Yahya'dan bir fetva istemişti. Yeni şeriata göre bunun haram kılındığını bildiren büyük nebî istediği fetvayı vermeyince hemen onu tutuklatıp hapse atmıştı.
Önceleri Hazreti Yahya'nın halk nazarındaki itibar ve sevgisinden çekinerek kendisini öldürmekten korkan Heredos bir eğlence sırasında iyice sarhoş olmuş; bu arada huzurunda dans eden bir fahişenin isteği üzerine Hazreti Yahya'nın katledilmesi emrini vermiştir.
Hemen Yahya aleyhisselamın kapatıldığı hücreye giden cellatlar onun mübarek başını kesip bir tepsi üzerine koyarak getirmiş ve Heredos ile fahişesine takdim etmişlerdir.
SEZAR (44)
Hazreti İsa'nın doğumundan önceki 101 yılında dünyaya gelen Sezar (Caisus Julies Caesar) eski Roma'nın soylu ailelerinden birine mensuptu. Kendisini iyi yetiştirmiş; hatip, yazar ve yetenekli bir asker olarak temayüz etmişti. Genç yaşından itibaren Roma'nın başına geçip imparator olma isteği duymuş, çalışmalarını buna göre yürütmüştü. Uzun mücadelelerden sonra emeline kavuştu. 49 yaşına eriştiğinde o, artık bütün dünyanın tanıdığı, bir çok parlak zaferlere imza atmış, doğu ve batının bir çok devletini mağlup ederek Roma'nın sınırlarını akıl almaz derecede büyütmüş bir imparatordu. Beş yıl süreyle Roma'nın tek hakimi olarak göründü.
Dinî ve siyasî bütün liderlikleri kendinde toplayarak, olağanüstü bir güç kazandı. Halk tarafından da sevilip sayılıyor, ağzından çıkan her söz kanun yerine geçiyordu.
Ancak yüksek Roma Senatosu'ndaki arkadaşları, onun bir tiran haline geldiğini görünce kendi aralarında gizlice anlaştılar ve senatoda yapılan bir toplantı sırasında Sezar'ı aralarında sıkıştırarak hançerlemeye başladılar. Kendisini öldürmeye çalışanlar arasında çok güvenip sevdiği ve evlatlık olarak yetiştirdiği Brütüs de vardı. Vücudunu delik deşik eden hançer darbeleri altında son nefesini verirken:
"Sen de mi Brütüs?" demiş ve bu sözüyle de tarihe geçmiştir.
Anadolu'yu fethettikten sonra söylediği "Geldim, gördüm, yendim" (Veni, vidi, vici) sözü de ona aittir.
Sezar öldürüldüğünde 57 yaşındaydı.
PAVLUS (Sen Pol) (67)
Hıristiyanlığın mimarı olarak kabul edilen Pavlus (Sen Pol) Tarsus'lu bir Yahudidir. Soydaşı Yahudilerin birçoğu gibi Hazreti İsa ve havarilerinin amansız düşmanlarından biri olarak kendini göstermiş, fakat daha sonra bu yeni dine girdiğini, Şam yolundaki bir seyahat sırasında isa'nın kendisine göründüğünü ve elçi olarak vazifelendirdiğini söylemiş; akıl almaz bir azim ve kararlılıkla icad ettiği dini yaymak için çalışmıştır.
Hazreti İsa'yı hiç görmediği bilinen Pavlus, havariler tarafından da şiddetle eleştirildiği halde yoluna devam ederek, "Teslis Akidesi"ni yaymak için uğraşmıştır. Ona göre Hazreti İsa Allah'ın oğludur.
Allah, oğlu İsa ve Ruhu'l-Kuds üçlemesiyle gerçek bir şirk dini doğuran Pavlus, bir kısım araştırmacılara göre Hazreti İsa'nın tebliğleriyle köşeye sıkışıp yok olma tehlikesi geçiren Yahudiliği kurtarmak için böyle bir yol çizen, ikiyüzlü bir kimsedir.
Pavlus, davası uğruna uzun seneler hapis yatmış ve nihayet Roma'da, dönemin putperest imparatoru ve adamları tarafından, miladın 67. yılında, başı kılıçla kesilmek suretiyle öldürülmüştür.
NERON ( 68)
Dünya tarihinin en zalim ve eli kanlı hükümdarlarından biri olan Neron, Roma imparatorlarındandı.
Annesi, Agrippina isimli bir kadındı. Bu kadın, kocası öldükten sonra imparator Claidius'la evlenmiş, oğlu Neron'un imparator tarafından evlat edinilmesini sağlamıştı. Asıl maksadı ise bir yolunu bulup onu hükümdar yapmaktı. Nitekim bir süre sonra kocasını zehirleyerek öldürdü ve sentoyu da kendi safına çekip henüz 17 yaşında bulunan Neron'u imparator olarak ilan ettirdi. Acımasız bir katil olan Neron ise imparatorluğun asıl veliahdı olan üvey kardeşini hemen ortadan kaldırıp kendisini emniyete aldıktan sonra, devlet üzerindeki gücünü hazmedemediği annesini de öldürmekten kaçınmadı. Karısından boşanıp onu da öldürttükten sonra safahat alemleriyle gününü gün etmeye başladı. Hakkında en küçük şüphe duyduklarını hemen yok ediyor, evlerini ve sokaklarını beğenmediği Roma'yı yakıp yeniden inşa etmek istiyordu. Bir süre sonra bu çılgın emelini de gerçekleştirerek bütün şehri ateşe verip, evlerin ve insanların yanışını sarayının balkonunda lir veya keman çalarak seyretti. Şehir harabeye döndükten sonra yeni inşa faaliyetlerine girişti ve kendisi için "Alün Ev" dediği muhteşem bir saray yaptırdı. Yangının suçunu da, Petrus ve Pavlus önderliğinde gittikçe yayılmaya başlayan ilk Hıristiyanların üzerine atıp, onları da arenalarda vahşi hayvanlara parçalatarak keyifli günler geçirdi. Yakalanan asiler, geçeceği yol kenarındaki direklere sıra sıra bağlanıyor, reçine sürülmüş çıplak vücutları tutuşturulup yakılıyordu.
14 yıl kadar vahşetin her türlüsünü sergileyerek imparatorluk yapan Neron nihayet ispanya'da çıkan ve dalga dalga yayılarak bütün ülkesini kuşatan ayaklanmalar karşısında ne yapacağını şaşırdı ve kendisini hain ilan eden senatodan canını kurtarmak için Roma'yı terketti. Aldığı bütün tedbirlere rağmen yolda yakalandı ve azadlı bir köle tarafından hunharca öldürüldü.
Onun, yakalandığı sırada intiharı tercih ettiği yahut kaçtığı bir çölde vahşi hayvanlar tarafından parçalandığı da söylenmiştir.
MANİ (277)
Maniheizm adıyla bilinen bir dinin kurucusudur. M.S. 215 veya 216 yılında Irak'ta doğduğu, kendisinin Hazreti Isa tarafından müjdelenen son peygamber olduğunu iddia ettiği bilinmektedir. Kaynaklarımızda eski İran, Mazdekizm, Süryanilik, Hıristiyanlık, Yahudilik ve Budizm karışımı ve güya bütün cihana şâmil, universal bir din ortaya koymak istediği nakledilmiştir. Mani, bunun için muhtelif kavimlerin dinî fikirlerini ve teolojik ıstılahlarını kullanmıştır.
Kısa zamanda etrafına büyük kalabalıklar toplamaya başaran bu yalancı peygamber, 26 Şubat 277 yılında, derisi yüzülerek öldürülmesine rağmen öğretilerinin tesiri devam etmiş; hatta aradan asırlar geçmesine rağmen 759 yılında tahta çıkan bir Uygur hakanı Maniheizmi resmî din olarak kabul ve ilân etmiştir. Yine kaynaklarımıza göre bu dinin üç büyük esası "elin, dilin ve belin muhafaza edilmesi" tarzında ifade edilen ahlâkî bir telakkidir.
İslâm dünyasında dalâlete sapmış fırkalara, yani Mani akidelerine kapılan kimselere "zındık" veya "mülhid" denilir.
Islamın Irak, Suriye, İran ve Türkistan topraklarına yayıldığı sıralarda burada yaşayan kimselerin pek çoğunun mani akidesine bağlı kimseler olduğu bilinmektedir. Bunların çoğunluğu İslâm'ı kabul etmişlerse de içlerinden bir kısmı, eski inançlarından kopamayıp, yeni dine bu batıl fikirleri bulaştırmayı istemişlerdir. Bu hususta birçok yalan yani (mevzu) hadis uydurulmuştur. Müslüman idarecilerin "zındık" adı verilen bu gruplarla uzun mücadeleleri tarih sayfalarını doldurmaktadır. Büyük hadis alimleri zındık ve mülhidlerin İslâm'a sokmak istediği batıl itikatları yıkarak, uydurdukları hadisleri ortaya çıkarmış, Mani akidesini kökünden yıkmayı başarmışlardır.
ATİLLA (453)
Dünya tarihinin en büyük cihangirlerinden biri kabul edilen Batı Hun imparatoru Atilla, M.S. 400'lü yıllarda Orta Macaristan'da hüküm sürmüştür.
Bütün Almanya'yı fethederek inanılmaz zaferler kazanan Atilla, daha sonra İstanbul ve İtalya üzerine yürümüş, buraları da fethetmesi mümkünken anlaşmalarla geri çekilmiş; İtalya seferinden dönüşünde, 60 yaşında iken, yeni evlendiği genç bir kadın tarafından, zifaf gecesi, zehirlenerek öldürülmüştür.
Sabahleyin büyük imparatorun cenazesini görenler, bir iç kanama geçirdiğini, ağız ve burnundan kan gelerek öldüğünü anlamışlardır. (M.S.453)
Mezarının nerede olduğu bilinmemektedir.
Hz.YASİR (r.a.) (612)
Peygamberimize iman eden ilk Müslümanlar arasındadır. Hazreti Sümeyye'nin kocası, büyük sahabi Hazreti Ammar'ın babasıdır. Mekke'ye, Yemen'in bir köyünden gelmiş, burada Sümeyye isimli bir cariye ile evlenmiş ve oğlu Ammar'la birlikte topluca Müslüman olmuşlardır. Kendilerine ağır işkenceler uygulanarak islâm'dan döndürülmek istenmelerine rağmen, büyük sabır göstererek direnmişler ve Resûlullahın: "Sabrediniz ey Yasir ailesi! Allah'ın size va'dettiği Cennettir" sözü üzerine dinlerinden vazgeçmemişlerdir. Sonunda Mekke reislerinden, müşriklerin lideri Ebû Cehil; işkence edilmek üzere kızgın kumlar üstüne yatırılarak elleri ve kolları bağlanan Yasir ve Sümeyye'yi, mızrağı ile vurarak şehid etmiştir. Yasir ve Sümeyye İslâm'ın ilk şehidleri olarak kıyamete kadar şeref ve hayırla anılacaklardır. Kendilerini hunharca katleden Ebû Cehil de Bedir Harbi'nde başı kesilmek suretiyle Cehenneme gönderilmiştir.
EBÛ CEHİL (624)
islâm'ın azılı düşmanlarından biri ve Kureyş müşriklerinin liderlerindendir. Asıl ismi Amr İbni Hişam, künyesi Ebu'l-Hakem'dir. İslâm'a ve Müslümanlara olan düşmanlığı sebebiyle, peygamberimiz, onun künyesini Ebû Cehil şeklinde değiştirmiştir. Rivayetlere göre çirkin suratlı, şaşı ve ahlakî zaaflarla dolu bir kimse idi. Mekke dönemi boyunca Müslümanlara eziyet etmiş, onlar içinde zayıf ve kimsesiz bazı kimseleri öldürmüş veya kışkırttığı kimselere öldürtmüştür. Acımasız, zalim ve inatkâr bir kimse idi. Bedir Harbi sırasında, Kureyş müşriklerinin lideri olarak savaşırken Muaz ile Muavviz isimli iki ensarlı genç tarafından vurularak atından düşürülmüş, tam ölmek üzereyken başucuna gelen ve daha önce kendisine akıl almaz zulümleri reva gördüğü Abdullah İbn-i Mesud'a bakarak: "Sizin öldürdüğünüz kimse yüksek kimsedir!" diye övünmeyi sürdürmüştür.
İbn-i Mesud (r.a.) konuyla ilgili olarak şunları anlatmıştır: "Ben vardığımda Ebû Cehil'i son nefesinde buldum, ayağımı boynuna basarak: 'Ey Allah'ın düşmanı! Allah seni hor ve zelil kılsın' dedim. Ebû Cehil: 'Niye beni horluyorsun? Sizin gibi adamların öldürdüğü kişi hakir olur mu?' dedi. Ben de onun başını kopartıp sürüyerek Resûlullah'ın huzuruna getirdim."
NASIL ÖLDÜRÜLDÜLER?
YAZAN: AHMET EFE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder