17 Nisan 2023 Pazartesi

İSLAM TARİHİ-3

 RAŞİD HALİFELER DÖNEMİ (HULEFA-i RAŞİDİN)



HZ. ÖMER DÖNEMİ (634-644)


FETİH, ÖNCE GÖNÜLLERDE GERÇEKLEŞTİ


Hz. Ebubekir'in ölmek üzereyken yaptığı tavsiye üzerine müslümanların ikinci halifesi seçilen Hz. Ömer, Hz. Ebubekir döneminin de perde arkasındaki en önemli ve etkili kişisiydi. Hz. Ômer'in yönetimde kaldığı on yıl, İslam'ın Ortadoğu coğrafyasına yayılışı açısından en hızlı, askeri zaferleri açısından da en görkemli yılları oldu.


İslamiyet'in Ortadoğu halklarının gönlünde taht kurduğu, ordularıyla inanılmazı gerçekleştirdiği, Suriye ve Anadolu üzerinden Bizans'ı dize getirmeye başladığı, Kudüs, Filistin ve Mısır'ın müslümanlar eline geçtiği dönem de yine bu dönemdir. Şaşkınlık kadar hayranlık da uyandıran bu başarıların ardındaki önemli müessirlerin başında, İslam ordularının ulvi bir gaye etrafında birleşerek her türlü fedakarlığa katlanmaları ve davetçi kimliklerini askeri kimliklerinin önüne geçirmiş olmaları vardı. İslam zaferlerinin şanlı fihristine en büyük kayıtları düşüren bu muzaffer ordu, yaşlılara, kadınlara, çocuklara ve mabetlere çekilenlere dokunmuyor, yakıp-yıkma ve tahrip etme siyaseti izlemiyordu. Hakim oldukları topraklarda adil bir vergilendirmeye gidiyor ve en geniş anlamda din ve mezhep hürriyeti sağlıyordu.


İslam ordularının gerek bu yüksek ahlaki seviyesi ve gerekse Hz. Ömer'in dillere destan olmuş adaleti sayesinde fethedilen bölgelerde İslamiyet hızla yayılmakta ve adeta bölgedeki gayrimüslim çevrelerin bile tercih ettiği kurtarıcı bir yönetim olarak algılanmaktaydı. Nitekim Bizans İmparatoru Herakliyüs'ün çok büyük bir orduyla saldırıya geçeceğini haber alan İslam orduları komutanı Ebu Ubeyde bin Cerrah, işgal tehlikesiyle karşı karşıya kalan Suriye bölgesindeki şehirlerin valilerine daha önce halktan topladıkları cizye vergilerinin derhal iade edilmesini emrediyor ve halka hitaben şu açıklamayı yapıyordu:


"Büyük bir düşman kuvvetinin üzerimize doğru ilerlediğini haber aldık. Aramızdaki sözleşmeye göre bu vergi karşılığında sizi himaye edecektik. Fakat şimdiki durumda bu himayeyi sağlayamıyoruz. Bu sebeple ödediğiniz cizyeleri size geri veriyoruz. Şehrin ileri gelenleri bu alicenaplığa şöyle karşılık vermişlerdi:


"Ey müslümanlar! Bizanslılar bizim dinimizde bulunmakla beraber sizi onlara tercih ederiz. Çünkü bize verdiğiniz söze sadakatle bağlı kaldınız. Siz, bize karşı daha merhametlisiniz. Bize adaletsizlik yapmaktan sakınıyorsunuz. Sizin idareniz onlarınkinden elbette daha iyidir. Onlar bizim mallarımızı aldılar ve evlerimize el koydular:· Bu sözlerle yetinmeyip İslam ordusunun başarısı için de dua etmişlerdi. Bir başka rivayete göre ise:


"Bize asker bırakın, sizinle beraber şehrimizi sonuna kadar savunalım:· diyerek müslümanlardan yana açıkça tavır koymuşlardı. Öte yandan aynı durumla karşı karşıya kalan hıristiyan Emessa halkı, kale kapılarını Herakliyüs'ün askerlerine kapamışlar ve müslümanlara;


"Sizin hükumetinizin adaletini kesinlikle Bizanslıların haksızlıklarına tercih ederiz" demişlerdi.


BİZANS'TAN SURİYE ve FİLİSTİN'İN ALINMASI


Hz. Ebubekir döneminde başlayan Yermuk ve Ecnadin savaşları bu şartlar altında başarıyla tamamlanmış, Suriye ve Filistin tamamen İslam ordularının eline geçmiştir. Nitekim iki yıllık bir direnişin ardından Kudüs halkı teslim olmuş, yapılan bir akitle Patrik Sofranyus şehrin anahtarlarını Hz. Ömere teslim etmeyi kabul etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer, kan dökülmesini ve mukaddes mekanların tahrip edilmesini önlemek ve Kudüs'ü barış yoluyla teslim almak üzere Medineden yola çıktı. Büyük bir sadelik ve alçakgönüllülük içerisinde Kudüs kentine girdi. Bu yolculuk sırasında tek binekleri olan deveye kölesiyle nöbetleşe binmesi, şehre girmek üzereyken sıranın kölesine gelmesine rağmen sırayı bozmaması Hz. Ömer'in faziletleri arasında dilden dile dolaşmış ve İslam edebiyatının sayfalarını altın harflerle süslemiştir.


Yapılan anlaşma icabı, hıristiyan ileri gelenleri büyük bir saygı içerisinde şehrin anahtarlarını Hz. Ömere teslim ettiler. Hz. Ömer Kudüs'te önce Mescid-i Aksayı, ardından da diğer hıristiyan kilise ve mukaddes mekanlarını ziyaret ederek şehri tanıdı. Bu gezisi sırasında yanındakilere namaz kılacağı uygun bir yer sorduğunda patrik, kendisine içinde bulunduğu kilisede kılabileceğini ifade etti. Ancak Hz. Ömer, orada namaz kılması halinde kendisini izleyen müslümanların da aynı şeyi yaparak o mekanı bir hıristiyan mabedi olmaktan çıkarabileceklerinden endişelendi ve teklifi kabul etmedi.


Hz. Ömer, Kudüs hıristiyanlarına verdiği emannamede Ortadoğu'nun yeni sahiplerinin adil, hoşgörülü ve hürriyetçi yönetim anlayışını şu tarihi sözlerle ortaya koydu:


"Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın kulu ve mü'minlerin emiri Ömer tarafından Kudüs halkına verilen emannamedir:


Emiru'l-mü'minin, hasta veya sağlıklı tüm halkın mal ve can emniyetinin korunacağını garanti eder. Aynı zamanda mabetlere, dinlerine veya dini sembollerine karışmayacağına teminat verir. Kiliseler mesken haline getirilmeyecektir. Daha önceden sahip oldukları haklar aynen korunacaktır. Halkın sahip oldukları şeylere herhangi bir zarar verilmeyecektir. Mezhepleri konusunda kendilerine bir baskı yapılmayacaktır. Hiç kimseye hiçbir şekilde zarar verilmeyecektir:' (Taberi)


Fetihleri kolaylaştıran en önemli unsurlardan biri de Bizans'a bağlı o bölgelerdeki baskıcı ve zalim yönetimlerdi. Antakya Patriği büyük Mihail, mevcut yönetimlerin bu zulmünü «Chronique» adlı eserinde şöyle anlatıyor:


"Her şeye kadir olan, fanilerin kurdukları imparatorlukları istediği yolda değişikliklere uğratan, onları dilediğine veren, düşkünü en üste çıkaran, Romalıların bize yaptığı kötülüklere şahit olan Cenab-ı Hak, hakim oldukları memleketin her tarafındaki kiliseleri yağma eden bu merhametsizlere karşı bizi Romalılardan kurtarmak ve onlardan intikam almak üzere güneyden İsmailoğullarını gönderdi. Böylece Romalıların zulümlerinden, kötülük ve gaddarca uygulamalarından kurtulduk:


Bizans'ın Suriye ve Filistin bölgelerinden kolayca çıkarılmasını müslümanların sadece askeri maharetlerine veya yeni dinin ahlaki öğretisini uygularken çevrelerine verdikleri olumlu intibalara bağlamak elbette ki eksik bir değerlendirme olur. Bizans'ın bölgedeki çöküşünün en önemli sebeplerinden biri de, hiç şüphesiz İstanbul Rum Kilisesi'nin doğu hıristiyanlarına ağır dini baskılar yapmakta oluşuydu. İstanbul Patrikliği'nin kendi itikadi şablonlarını bölge hıristiyanlarına zorla dayatmaya kalkması ve kabul etmeyenlere çeşitli eziyetlerde bulunması, Bizans'ın çözülüşünde göz ardı edilmemesi gereken ana dinamiklerden biridir.




MISIR’IN ALINIŞI


Tıpkı Suriyede olduğu gibi Mısır'ın kıpti sakinleri de monofizit bir hıristiyan inancı taşımaktaydılar. Bu sebeple İstanbul Rum Kilisesi'nin dayatmalarına şiddetle karşı çıkmaktaydılar. Nitekim Bizans imparatoru Herakliyus, Mısır'ı 628 yılında Sasanilerden geri aldığında Kıpti Monofızit Kilisesi'ni başkentteki imparatorluk kilisesiyle birleştirmek ve aradaki sürtüşmeleri ortadan kaldırmak istedi. Bu amaçla 631 yılında Yrus (Muvakkıs) adındaki bir piskoposu İskenderiye Patriği ve sivil otoritenin başkanı olarak Mısır'a gönderdi.


Ancak Bizans'ın bu yeni kilise ve vergi politikası, uzak Mısır eyaletindeki karmaşayı önlemekte başarılı olamadı. Özellikle vergilerin ağırlığı karmaşayı daha da artırmıştı. Yeni çıkarılan kelle vergisi dışında meslek erbabından ağır vergiler alınıyor, kadınlar, ev eşyaları hatta ölülerin gömülmesi bile vergiye tabi tutuluyordu. Ayrıca merkezden gönderilen bütün askeri ve idari görevlilerin yiyecek, içecek ve barınma dahil tüm masrafları yerli halktan karşılanıyordu.


İslam fetihleri için böylesine elverişli bir durumda Amr bin As Hz. Ömerden izin almaksızın Mısır üzerine yürüdü. Hz. Ömer bu davranışından dolayı Amr bin As'a kızmasına rağmen Zübeyr bin Avvam komutasındaki yaklaşık beş bin kişilik yardımcı bir kuvveti arkasından Mısır'a gönderdi. Amr önce Helipolis'i ve daha sonra da Zübeyr bin Avvam'ın yardımıyla Babilyon şehrini fethetmeyi başardı. Herakliyüs'ün ölümünden sonra (Şubat 641) Müslüman-Arap ordularının Mısır içlerindeki ilerlemesi devam etti. Bu sırada Bizans İmparatorluğu taht kavgaları içerisinde çalkalanıyor, bir taraftan da batı yakasında, İtalya'da Longobardlarla savaş halinde bulunuyordu. Bu durum Bizans'ın Mısır'a takviye güç göndermesini büsbütün engelliyordu. 642 yılı Eylül'ünde muzaffer İslam ordularının uzun süren kuşatmalarına dayanamayan tarihi İskenderiye şehri de sonunda teslim oldu. Büyük İskender tarafından kurulan ve Bizans'ın denizden askeri yardımına rağmen teslim olmaktan kurtulamayan İskenderiye şehri ile beraber Mısır toprakları da yapılan bir barış anlaşmasıyla İslam devletinin himayesine girdi.


Bu muazzam tarım ülkesinin arazisi, fetihten sonra yerli halka bırakılmış, idari, adli ve ekonomik yeni düzenlemelere gidilerek eski düzenin kötü izlerinin silinmesi devletin ana politikasını oluşturmuştur. Tarımın daha verimli hale getirilmesi için sulama kanalları açılmış, Nil Nehri'nin taşmasını önleyen ek tedbirler alınarak yerli halkın durumu iyileştirilmiştir. İmar faaliyetlerine hız verilmiş, bu amaçla Fustat şehri kurularak askeri ve idari yönden Mısır'ın merkezi yapılmıştır.


SASANİ İMPARATORLUĞU'NUN YIKILMASI ve İRAN'IN İSLAM HAKİMİYETİNE GİRMESİ


Hz. Ömer yönetiminin en önemli askeri başarısı, hiç şüphesiz doğunun büyük ve köklü imparatorluklardan biri olan Sasani İmparatorluğu'nun ortadan kaldırılması olmuştur. Bu muazzam gelişme, bereketli hilal olarak bilinen verimli toprakların ardı ardına müslümanların eline geçmesine yol açmıştır. Sasani İmparatorluğu'nun çökmesiyle İslam devletinin sınırları Irak, İran ve Horasan'a kadar genişlemiş, buna bağlı olarak daha sonraki dönemlerde gittikçe gelişecek olan klasik devlet kurumları da İslam devletinde ilk defa o dönemde kurulmuştur.


Bu fetihler, İtalyan tarihçi Caetani'nin iddia ettiği gibi: «Açlık ve yoksulluk içerisindeki heyecanlı bir halkın pek çorak olan sahraları bırakarak komşularının daha zengin ve verimli topraklarına saldırısı... » olarak izah edilebilecek bir durum değildi. Çünkü yüzyıllardan beri o verimli topraklar orada bulunmasına rağmen Araplar bedevi bir hayat tarzı içerisinde sadece birbirleriyle didişmekle kalmış ve tarihe kayıt düşecek hiçbir birliktelik becerisi ortaya koyamamışlardı. Nitekim bizzat Sasani lmparatoru'na çıkarak onu İslam'a ve Allah'ın emirlerine boyun eğmeye çağıran İslam elçileri ile onların bu mağrur ve cüretkar tutumları karşısında şaşkına dönen İran hükümdarı arasında geçen ilginç diyalog tarihin kayıtları arasındadır.


İSLAM ELÇİLERİ KİSRA'NIN SARAYINDA


Kisranın;


-Sizi buralara kadar getiren şey nedir? Bu ülkeye ve benim yanıma ne maksatla geldiniz?" sorusuna İslam davet heyetinin başkanı olan Nu'man bin Mukrin tarafından şu ifadelerle cevap verilmiştir:


-Ey padişah! Biz çok değil, kısa bir süre önce gayet yabani, medeniyetten uzak, cahil bir millet idik. Fakat Allah bize doğru yolu gösteren, iyiliğe sevk edip fenalıktan sakındıran bir elçi gönderdi. Bize dünya ve ahiret saadeti va'deden bu elçinin dinine girdik. O hak Peygamber bize bu dinin mesajını komşularımıza da duyurmamızı, onları da hidayet yoluna çağırmamızı istiyordu. Bu Peygamber emri gereğince zamanın halifesi bizi size gönderdi. Sizi bu hak dine davet ediyoruz. İslamiyet iyiyi kabul edip beğenen, kötülüklerden uzaklaştıran bir dindir. İsteyerek İslamiyet'i benimseyenlerin şeref ve itibarları artar. Eğer siz bundan kaçınırsanız sizin için ehven olan cizye vermektir. Onu da kabul etmezseniz bizimle sizin aranızdaki hukuku savaş belirler:


Bu mealdeki sözler üzerine İran Hükümdarı Yezdücerd şöyle dedi:


" -Yeryüzünde sizden daha zavallı, sayısı az ve daha fena halde bir millet bilmem. Biz eskiden beri sizin idarenizi Hirelilere terk etmiştik. Sizin hakkınızdan daha iyi geldiği için İran'a karşı ayaklanmayı aklınıza bile getirmezdiniz. Sonucu tehlikeli ve boş çıkacak hayallere kapılıp aldanmayınız. Yok, eğer gelişiniz ihtiyaçtan ise fakirlerinize yiyecek, reislerinize giyecek veririz. Size anlayışla davranan bir emir tayin ederiz:'


Kisranın bu sözlerine Kays bin Zürare şu karşılığı verdi:


-Ey hükümdar! Bunlar Arab'ın eşrafıdır. Eşraf eşraftan utanır. Eşraf, eşrafa hürmet ve saygı gösterir. Ya cizye, ya kılıç ... İkisinden birini seç! Yahut İslamiyet'i kabul ederek dinde kardeşimiz ol!


Bu sözlerden son derece rahatsız olan Kisra;


-Benden evvel bir elçi öldürmüş ceddim olsaydı, ben ikincisi olur sizi öldürürdüm. Şunu iyi biliniz ki, hepinizi Kadisiye hendeğine gömmek ve şehirlerinizi Şapurdan daha şiddetli bir biçimde çiğnemek için Rüstem'i göndermek üzereyim!" diyerek hiddetini ortaya koymuştur.


KÖPRÜ, KADİSİYE, CELULA ve NİHAVEND SAVAŞLARI



Sasanilerle ilk savaş Zapsuyu köprüsünün İran yakasında meydana gelmiş, savaşın kaderini ise filler belirlemişti. Nitekim Ebu Ubeyde bin Cerrah'ın komutasında saldırıya geçen İslam ordusundaki atlar fillerin homurtusuyla ürkerek paniklemiş ve ordunun dağılarak bozguna uğramasına yol açmıştı. Bu durumu önlemeye çalışmak amacıyla Ebu Ubeyde fillerden birinin hortumunu kesmiş ancak azgın fil tarafından çiğnenerek şehid düşmüştür. Müsennanın komutayı ele alması da bozgunu önleyememiş, çok sayıda şehid verilmiştir. Buna rağmen İran başkenti Medain'de çıkan isyan, uğranılan hezimetin boyutlarını biraz olsun hafifletmişti.


Bu gelişme Hz. Ömer'i çok üzmüştü. Önce civardaki bazı Arap kabilelerini Müsennaya yardım için görevlendirdi, diğer yandan da Sa'd bin Ebi Vakkas komutasında yeni bir orduyu Irak'a gönderdi. 636 yılında Kufe'ye otuz kilometre uzaklıkta bulunan Kadisiyede dört gün süren savaş, Hilal bin Alkame'nin ünlü İran komutanı Rüstem'i öldürmesi üzerine müslümanların üstünlüğüyle noktalandı. Böylece Fırat nehrinin batısını ele geçiren İslam ordusu, Kisranın şehri terk etmesi üzerine Sasani başkenti Medain'i kolayca teslim aldı.


İslam ordularının önlenemez ilerleyişiyle Celula denilen yerdeki Sasani ordusunun son direnişi de kırıldı ve Kisra bu kez de Horasan'a çekilmek zorunda kaldı.


İslam tarihine «Fetihler Fethi (Fethü'l-Fütuh)» diye geçen Nihavend Savaşı (642) ise sadece Sasani imparatorluğu'nun sonunu getirmekle kalmamış; İran, Azerbaycan ve Taberistan topraklarının birer birer müslümanların eline geçmesinin de yolunu açmıştır.


HZ. ÖMER'İN ŞAHSİYETİ


Kureyş kabilesinin Beni Adiyy koluna mensup olan Hz. Ömer, İslamın ilk doğduğu günlerde ona şiddetle direnç göstermiş hatta yeni dine girenlerin gittikçe arttığını görünce Hz. Peygamber'i bizzat öldürmeye niyetlenmişti. Bu amaçla yola çıkmış ancak kız kardeşinin evinde Kur'andan etkilenerek yolunu Safa Tepesi'nin eteklerinde bir İslam eğitim yuvası olan Erkam'ın evine çevirmiştir. Orada iyi karşılanmış ve Rasulullahın çağrısıyla müslüman olmuştur.


Hz. Ömer'in İslam'a girişi İslam tebliğ tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Onunla beraber müslümanların sayısı kırkı (çocuklarla beraber yüzü) geçmiş, bu müslümanların Kabede ilk defa topluca namaz kılması ancak onun katılımıyla mümkün olabilmiştir. Herkesin Medine'ye gizlice hicret ettiği bir dönemde o kendi kişiliğine uygun olarak açıktan hicret etmiş, kılıcını kuşanıp Harem'e giderek Kureyş'in ileri gelenlerine şöyle hitap etmiştir: «Annesini ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen benim hicretime engel olsun! İşte gidiyorum!» Onun bu tavrı cesaret ve yiğitliğinin boyutlarını göstermektedir.


Hz. Peygamber'in bütün askeri faaliyetlerinde rol aldığı gibi, O'nun hikmet dolu uygulamalarının da şahidi olmuştur. Hz. Ebubekir'in seçiminde çok önemli rol oynadığı gibi, yeni kurulan İslam devletinin siyasi, ahlaki ve askeri stratejilerinin oluşmasında da halifenin bir numaralı yardımcısı olmuştur. Sert kişiliği, hasbi tavırları, şefkat dolu yüreği, alçakgönüllülüğü ve adalet prensibine bağlılığı onun yüzyılları aşarak günümüze ulaşan sembol kişiliğinin tezahürleridir.


Halife seçildiğinde ilk icraatı Fedek Bahçesi'ni Hz. Peygamber'in varislerine iade etmek olmuştu. Fedek Bahçesi Hz. Peygamber'in malı olup onu hayatında iken kızı Fatıma'ya bağışlamıştı.


İSLAM DEVLETİNİN TEŞKİLATLANDIRILMASI


Yeni fetihler sonucunda sınırların fevkalade genişlemesi ve yönetilen nüfusun öncekine göre kat kat artması, yönetimin yeni şartlara göre teşkilatlanmasını zaruri hale getirmişti. Bu amaçla Hz. Ömer tepeden tırnağa idari, adli, askeri ve mali alanda yeniden yapılanmaya gitti. Onun gerçekleştirdiği bu değişiklikler ve kurduğu müesseseler yüzyıllar boyu ilham kaynağı olmaya devam etmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:


iller oluşturuldu ve bu illere merkezden valiler atandı.


ilk adli teşkilat kuruldu, mahkemelere kadılar tayin edilerek geniş yetkilerle donatıldı.


Fethedilen ülkelerde Kufe, Basra, Fustat gibi yeni şehirler oluşturuldu. Buralara müslümanlar yerleştirildi. Bu kentler uzun süre hem ilim merkezi oldular hem de askeri açıdan önemli vazifeler gördüler.


İlk defa divan (danışma-şura meclisi) oluşturuldu.


Eğitime önem verildi, özellikle yeni fethedilen bölgelerin ve İslam ile yeni tanışanların dini açıdan aydınlanmaları için camiler açıldı.


İlk ordu teşkilatı kuruldu, daimi ordular ve ordugahlar oluşturuldu.


Memurlara, gönüllü askerlere ve din adamlarına maaş bağlandı.


İkta' isimli toprak düzeni yürürlüğe girdi. Bu sistemle toprak gelirlerine karşılık asker yetiştirme esası benimsendi.


Fethedilen yerlerde ilk defa gayr-i müslimlerin güvenlikleri ve askeri muafiyetlerine karşılık onlardan «cizye» vergisi alınmaya başlandı. Vergide adalete titizlikle uyuldu ve eski yönetimlerin ağır vergileri hafifletildi.


Hz. Ali'nin teklifi üzerine «hicri takvim» benimsenerek ilk defa uygulamaya konuldu.


HZ. ÖMER'İN ŞEHİD EDİLMESİ


Medinede Firuz isimli, künyesi Ebu.Lü'lüe olan Zerdüşti bir köle yaşıyordu. 642 yılında Sasani devletinin yıkılmasına yol açan Nihavend Savaşı'nda esir alınmıştı. Muğire bin Şu'be'nin kölesi olarak Medine'de çalışmakta ve kazancını sahibine vermekteydi. Ebu Lü'lüe, Hz. Ömere, sahibinin kendisinden almakta olduğu ücretin fazlalığını şikayet etti. Hz. Ömer, kendisine ne iş yaptığını sordu. Firuz marangozluk ve demircilik yaptığı cevabını verdi. Hz. Ömer: «Bu kazançlı mesleğe göre senden alınan miktar çok değildir» deyince kızarak yanından ayrıldı. Firuz ertesi gün sabah namazında Hz. Ömer'i elbisesinin içinde sakladığı bir hançerle ağır bir şekilde yaraladı. Yakalanmaktan kurtulamayacağını anlayınca da intihar etti. Hz. Ömer'in yarası da hayati tehlike arz ediyordu. Yaralanmasının üçüncü günü Kasım 644'te şehid oldu.


Hz. Ömer (r.a.)'ın bir suikast sonucu ağır yaralanmasının ardından yeni halifenin kim olacağı önemli bir mesele olarak ortaya çıkmıştı. Hz. Ömer'e kendisinin görüşü sorulduğunda, değişik kanaat ve tereddütlerden sonra yedi kişilik bir kurulun bu meseleyi üç gün içerisinde çözmesini tavsiye etmişti. Tavsiye ettiği «Hilafet Şurası» sadece rey hakkı bulunan Abdullah bin Ömer dışında şu altı büyük sahabeden oluşmaktaydı:


Abdurrahman bin Avf: Zühreoğulları kabilesine mensup zengin bir tüccardı. Uhud Savaşı'nda 20 yerinden yaralanmış ve hafif aksak kalmıştı. Yaşı ve fiziki yapısı ağır hilafet görevini yerine getirmeye pek elverişli olmadığı gibi kendisi de bu vazifeye talip olmamıştı.


Sa'd bin Ehi Vakkas: Zühreoğulları kabilesinden olup, Sasanilerle yapılan savaşlardaki başarılarıyla öne çıkmış gözde bir komutandı. Emirliği yürütüp yürütemeyeceği konusunda Hz. Ômer'in tereddütleri vardı.


Zübeyr bin Avvam: İslamiyet'in yayılışında önemli yararlılıkları görülen bu sahabi, Esedoğullarından olup, ticarette önemli başarılar göstererek çok zengin olmuştu. Başından beri makam ve mevkie düşkün değildi. Aynı zamanda Hz. Ebubekir'in damadıydı.


Talha bin Ubeydullah: Uhud Savaşı sırasında Hz. Peygamber'i korumaya çalıştığı sırada kolundan yaralanarak sakat kalan bu sahabi, Teym kabilesindendi.


Hz. Ali bin Ehi Talib: Ebu Talib'in oğlu olan Hz. Ali, Hz. Peygamber'in hem amcaoğlu hem de damadıydı. Çocuk yaşta müslüman oldu, ilmi, dindarlığı, takva sahibi olması ve şecaati ile tanınırdı. Hz. Ömer de onun başarılı ve yetenekli bir yönetici olduğunu takdir ediyor, ancak onun hilafete gelmesiyle Haşimoğulları'nın baskın hale geleceği ve dolayısıyla Emeviler başta olmak üzere birçok kabilenin rahatsızlığına yol açacağı endişesini taşıyordu.


Hz. Osman bin Affan: Emevi ailesinden takva ve hayırseverliğiyle meşhur, Hz. Peygamber'in iki kez damadı olmuş ve bu yüzden iki nur sahibi anlamına gelen «Zinnureyn» lakabıyla anılan bir sahabiydi. Halim-selim ve hoşgörülü mizacından Emevi ailesinin istifade edeceğinden korkuluyor ve bu durumun dahili çekişmeleri körükleyeceği endişesi taşınıyordu.


Hilafet şurasında Hz. Abdurrahman bin Avf belirleyici oldu. Uzun müzakerelerden sonra Mescid-i Nebevide Hz. Osman'a biat edilmiş, böylece Hz. Ômer'in genişleterek muazzam bir coğrafyaya yaydığı İslam devletinin yeni halifesi Hz. Osman olmuştu. Onu, son derece zor bir görev bekliyordu. İslam yayılışının sınır tanımaz bir noktaya ulaştığı bu devirde, çeşitli din, mezheb ve soydan meydana gelen unsurların kaynaştırılma zorlukları, yeni fetihlerin muhtemel güçlükleri elbette takva sahibi yeni halifenin yaşlı omuzlarında bir yük olarak duruyordu. Hz. Peygamber sonrası idari, adli, mali ve içtimai alanlarda devlette köklü yeni düzenlemelere gidilmiş, kadrolaşma açısından da çok önemli adımlar atılmıştı. Yeni halife Hz. Osman, bir yandan idari yapılanmaları kurum haline dönüştürme, öte yandan da fetihlerin aksatılmadan devam ettirilmesi gibi mühim meselelerle karşı karşıyaydı .



Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak