10 Nisan 2023 Pazartesi

Peygamberliğin Anlamını, Özellikleri, Nitelikleri ve Vasıfları

 


Peygamberler gönderildikleri toplumları; şirk ve küfrün karanlıklarından İslam Dininin nurlu aydınlığına, sapıklıktan hidayete götürmüşlerdir... Peygamberlerin daveti; şirk ve putçuluğun pençelerinden milletleri kurtarmaktır. Çözülme, fesad, anarşi ve bozulmanın getirdiği çöküntüleri ve çirkefleri temizlemek ve düzeltmek olmuştur... Nitekim Kur'an-ı Kerim, bu durumu şöyle anlatmaktadır:


"İnsanlar tek bir ümmet idi. Binaenaleyh Allah, Peygamberleri; müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye o Peygamberlerle beraber gerçekleri içinde taşıyan bir kitap indirdi. Oysa kendilerine kitab verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü o (kitap hakk)ında anlaşmazlığa düştüler. İşte Allah (böylece), İman edenleri kendi izniyle, hakkında ihtilafa düştükleri gerçeğe ulaştırdı. Allah, dilediğini dosdoğru yola iletir.


Bu ayeti kerime; "İnsanların, önceden hidayet ve Hakk din üzere olduklarına, fakat insanların birbirleriyle ihtilaflara düştüklerine, birbirleriyle çekişip durduklarına ve yeryüzünde bozgunculuk çıkardıklarına; sağlam ve güçlü olan Allah'ın yolundan saptıklarına, bunun üzerine Yüce Allah'ın bu topluluklara Peygamberler, uyarıcılar ve müjdeciler gönderdiğine işaret etmektedir.


Abdullah ibn Abbas (r.anhüma)'nın da bu konuyla ilgili olarak şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Adem ile Nuh arasında on asır vardı. Bu ikisi arasında yaşayan Adem oğulları hak üzereydiler. Ne zamanki ihtilaflara düşünce, Allah, onlara; Nuh'u ve ondan sonra gelecek olan Peygamberleri göndermiştir ."

Şanı Yüce Allah -sözlerin en doğrusunu söylediği halde-insanlara, Peygamberler göndermesinin sebebini şöyle açıklamaktadır:


"(Bunları,) müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak (gönderdik) ki, Peygamberler geldikten sonra insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri kalmasın."


Nitekim Yüce Allah, bütün Peygamberleri; gönderildikleri toplulukları, cehalet ve sapıklık karanlıklarından kurtarması için, göndermiştir. Yüce Allah, bu durumu ise şöyle anlatmaktadır: "Biz Mûsâ 'yi, 'kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara, Allah 'in günlerini anlat' diye mucizelerle (İsrail oğullarına Peygamber olarak) gönderdik. Şüphesiz ki bunda, çok sabreden ve çokça şükreden herkes için ibretler bulunmaktadır.


Peygamberliğin Rabbani Bir Hediye Oluşu


Peygamberlik, ilahi bir fazilet ve insanlığa verilmiş Rabbani bir hediyedir.  Yüce Allah, peygamberliği, kullarından dilediğine ve yarattıklarından istediğine verir...

Peygamberlik; gayret etmekle, çalışmakla, her türlü güçlüklere ve zorluklara katlanmakla ulaşılmaz... İtaatin ve ibadetin çokluğuyla da elde edilemez. Ancak Yüce Allah'ın özel ilahi seçmesiyle olur. Yüce Allah, bu konuyu şöyle anlatmaktadır:


"Deki: 'Fazilet, doğrusu Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, rahmeti bol olan ve her şeyi hakkıyla bilendir. Allah, rahmetini dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir."


Buna göre Peygamberlik, "seçilene" ve "tercih edilene" göredir. Yüce Allah, peygamberliği, kullarından taşıyabilecek kimselere verir. Çünkü Peygamberlik, ağır bir yük ve büyük bir tekliftir. Ona ancak insanlardan Ulu'1-azm (azim sahibi büyük kimseler)in gücü yeter.

Nitekim Yüce Allah, bununla ilgili olarak nebilerin ve resullerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v)'e hitaben şöyle buyurmaktadır:

"Doğrusu biz, sana, taşıması ağır bir söz indireceğiz"


Peygamberlik; veraset, galebe ve üstün gelme yoluyla da elde edilemez. Ancak "seçme" yoluyla elde edilir. Bu da, Şanı Yüce Allah'ın, yarattıklarının en faziletlisi ve kullarının en seçkin olanlarından risalet yükünü taşıyabilecek kimseleri seçmesiyle gerçekleşir. Çünkü Allah, bu yüce iş için, onları, insanlar arasından seçer. Nitekim Yüce Allah, bu konuyu Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır:

"Allah, Meleklerden de ve insanlardan da "Peygamberler" seçer. Doğrusu Allah, işitendir ve görendir."

Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır "Doğrusu Allah; Adem'i, Nuh'u, İbrâhîm ailesini ve İmrân ailesini, bütün alemlerin üzerine üstün kılmıştır. "

Yine Yüce Allah, bazı Peygamberlerin hayatını anlatma hususunda şöyle buyurmaktadır:

"Doğrusu Peygamberler, katımızdaki seçkinlerden ve hayırlılardandır."


Mekkeli Müşriklerin, Hz.Muhammed(s.a.s)'in Peygamberliğine İtirazları:


Mekkeli müşrikler, Peygamberliğin; güç, kuvvet ile zenginlik alametlerinden ve kendi yanlarında büyük bir yeri ve değeri bulunan hükümranlık ile meliklik görüntülerinden hiçbirisine sahip olmayan bir fakire ve yetime inmesini garipsediklerinden dolayı, Abdullah'ın oğlu Hz. Muhammed'in -Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun- peygamberliğine itiraz etmişlerdir. Zira böyle bir şey, onların hoşlarına gitmemişti. Çünkü onlar, peygamberliğin; böyle yetim ve fakir bir kimseye değil de, Kureyş'in ileri gelenleri ile büyüklerinden veya Kureyş'in eşrafı ile liderlerinden ya da şerefli ve büyük bir yere sahip zengin kimselerden birisine gelmesi gerektiğini söylüyorlardı. Fakat ardından onların bu isteklerini azarlayan ilahi cevap gelmiş ve Şanı Yüce Allah -bu ilahi cevapta- onların şüphelerini anlatmış ve onların bu isteklerine, keskin ve anlaşılır bir yöntemle şöyle cevap vermiştir:


"(Mekkeli müşrikler:  'Muhammed'e inen)  bu  Kur'an,  iki  şehirden  büyük bir adama indirilmeli değil miydi ?' Yoksa Rabb'inin rahmetini (peygamberliğini), onlar mı paylaştırıyorlar? Halbuki dünya hayatında onların geçimliklerini, aralarında, Biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık Rabb 'inin rahmeti, onların toplaya geldiklerinden daha hayırlıdır.


Görüldüğü üzere ayeti kerime; Mekkeli müşriklerin "Peygamberlik, ancak Mekke'nin (veya Taifin) zenginlerinden veya büyük kimselerden birisine inmeli, Ebu Talib'in yetimi gibi fakir ve yetim birisine inmemeliydi" şeklindeki iddialarını, onların zayıflıklarını ve ahlaksızlıklarını dile getirerek Yüce Allah'ın onların bu isteklerine karşı, Peygamberliğin (rahmetin) ancak kendisinin yarattıklarından ve kulları arasından dilediğini seçmesiyle ve tercih etmesiyle olabileceğini anlatmaktadır.

Yine Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Allah, Peygamberlik işini nereye vereceğini çok iyi bilendir."

Peygamberlik; mal, mevki ve meliklikten konum itibariyle daha yücedir. Buna göre Allah'ın, Yüce hikmeti gereği, mal ve rızıktan her insana rızkını ve her yarattığına bundan hissesini belirlemiş olmaktadır. Üstelik mal, peygamberliğe nispetle daha küçük bir iştir. Dolayısıyla maldan daha yüce ve daha büyük bir konuma sahip olan Peygamberlik, insanların arzularına ve isteklerine nasıl bırakılabilir? Halbuki Yüce Allah, rızkı dağıtma işini bile yeryüzünde bulunan insanlara bırakmayıp aksine herkese düşen hisseyi, kendisi paylaştırmış, belirlemiş ve ayırmıştır. Buna göre rızkı dağıtma işini bile insanlara vermeyen Yüce Allah, Peygamberlik gibi Önemli bir meseleyi insanların arzularına ve isteklerine nasıl bırakılabilir? Şanı yüce Allah'ın şu ayetinde de belirtildiği üzere, Peygamberlik meselesi (nin kime verileceği konusu) gizli ve çok önemli bir konudur:

"Yoksa Rabb'inin rahmetini (peygamberliğini) onlar mı paylaştırıyorlar? Halbuki dünya hayatında onların geçimliklerini Biz paylaştırdık"

Buna göre insanlara verilen rızık, Peygamberliktir.  


Peygamberlik ile Meliklik Arasındaki Fark



Peygamberlik, şanı yüce Allah'ın; yarattıklarından ve kullarından dilediğine verdiği bir lütfü ve hediyesidir. Bundan dolayıdır ki, Peygamberlik, özü itibariyle meliklikten ve sultanlıktan farklıdır. Bu farklılıkların en önemli noktaları da şunlardır:


1). Peygamberlik, veraset yolu ile olmaz. Dolayısıyla peygamberin çocuğu, babasından mirasla Peygamber olamaz. Aksine Peygamberlik, özel ilahi bir üstünlük ve Rabbani bir seçilmeyle olur.

Yüce Allah bu hususu şöyle anlatmaktadır:

"Biz onları (İsrail oğullarını) alemler üzerinde seçkin kıldık Yine Yüce Allah, konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Doğrusu Allah; Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini, bütün alemlerin üzerine üstün kılmıştır. "


2). Peygamberlik, sultanlığın ve melikliğin aksine hiçbir zaman kesinlikle kafir bir kimseye verilmez. Peygamberlik sadece mümin kimselere verilir. Fakat sultanlık ile meliklik ise, mümin kimselerin dışındaki herkese verilebilir. Yüce Allah, Sultanlığın ve melikliğin, mümin kimselerin dışındakilere de verildiğine dair, Firavundan naklen şöyle buyurmaktadır:

"Firavun, kavmi arasında seslendi ve: 'Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akan şu ırmaklar, benim değil mi? Hala görmüyor musunuz?' dedi "


Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrahim (a.s) zamanında "İlahlık" iddiasında bulunan Nemrut'tan naklen de şöyle buyurmaktadır:


"Allah, kendisine mülk (hakimiyet ya da hükümranlık) verdiği için ibrahim'le Rabbi hakkında çekişeni görmedin mi? Hani Ibrâhîm: 'Benim Rabbim; hem diriltir ve hem de Öldürür' deyince, O: 'Bende diriltir ve öldürürüm' demişti. Ibrâhîm: 'Allah, güneşi doğudan getiriyor. Haydi sende onu batıdan getir' deyince ise, o kafir şaşırıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez. "


3). Peygamberlik, erkeklere özel bir durumdur. Kadınlar için ise kesinlikle böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü bir teklif olmasından dolayıdır. Buna göre tabiatı gereği zayıf olan kadın, ağır ve zor olan Peygamberlik görevini yüklenemez. Çünkü Peygamberlik görevini yüklenen kimsenin, cihad etmeye ve sabretmeye ihtiyacı vardır. Bundan dolayıdır ki, bütün Peygamberler, iman etmiş topluluklarıyla birlikte zor ve güç mihnetler içerisinde kalmışlar ve Allah'ın davasını tebliğ etme yolunda şiddetli belalara, musibetlere ve sıkıntılara maruz kalmışlardır. Nitekim Yüce Allah, bu konuyu şöyle anlatmaktadır:

"(Ey Muhammedi) Peygamberlerden Ulu'l-azm (azim sahibi) olanların sabrettiği gibi sende sabret!"


Peygamberliğin, erkeklere özgü bir görev olduğuna dair delil, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Biz, senden önce, kendilerine ancak vahyeder olduğumuz erkekleri (Peygamber olarak) gönderdik."


El Lukkani"Cevhere" konu ile ilgili olarak şöyle der:

"Hiçbir zaman kadın, 'Peygamber' olmadığı gibi; çirkin davranışları olan bir erkekte, 'Peygamber' olamaz."


4). Peygamberliğin alanı geniş, gayesi yüce ve hedefi, hedeflerin en üstünüdür. Zira davet, Peygamberliğin temelidir...


Peygamberler, Allah'a ve Ahiret gününe iman etmeye ve Ahireti, insanlardan birçoğunun arzu ettiği geçici dünya hayatına tercih etmeye davet etmektedirler. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey değildir."

Meliklik ise bu Peygamberlik davasıyla çelişmektedir. Çünkü meliklik; Peygamberlerin -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- dünyevi şeylere Önem vermemeye (Zühde) çağırdığı, dünyevi büyüklenmelerin görüntülerinden ortaya çıkmıştır... Eğer Peygamberler; melikler, krallar, emirler ve sultanlar olsa, sonrada insanları, dünyadaki şeylere önem vermemeye çağırsalardı, insanlara yaptıkları davetlerinin, insanlar üzerinde hiçbir tesiri olmazdı. Çünkü kendileri melikler gibi saraylarda konfor ve lüks içinde yaşarlarken, insanlardan, dünya hayatına önem vermemelerini isterlerdi. Bundan dolayıdır ki insanları bir şeylere çağıran davetçi bir kimse, yaşantısıyla insanlara örnek olmadıkça, insanlara dair yaptıkları konuşmalarında da bir etkileme ve tesir gücü olmaz...

Bunun anlamı; bir insanda, hem peygamberliğin ve hem de melikliğin bir arada bulunması imkansız demek değildir. Çünkü Hz. Süleyman (a.s) 'ın şahsında da meydana geldiği gibi, bir kimsede, Peygamberlik ve meliklik, bir arada bulunabilir. Fakat böyle bir şey, hem az ve hem de pek nadir olan bir şeydir, Nitekim Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Süleyman (a.s) 'ın, hem Peygamber ve hem de melik oluşunu şöyle anlatmaktadır;

"(Süleyman:) Rabbim! Beni bağışla ve benden sonra hiçbir kimsenin sahip olamayacağı bir mülk (meliklik) bağışla! Doğrusu bolca bağışlayan Sensin Sen" dedi. Bunun üzerine Bizde, rüzgarı (onun) emrine verdik. Emri ile (rüzgarla) istediği yere kolayca giderdi Bina yapan ve dalgıçlık yapan şeytanlar ile demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları, (onun emrine verdik). Bu, bizim hesapsızca (dilediğimiz kimselere verdiğimiz bir) bağışımızdır (ona dedik ki: ) 'Artık ister ver, ister tut!"

 

Nebi Ve Resul Ne Demektir?


Nebi: Yüce Allah'ın, kendisine bir şeriat vermediği, fakat insanlara, Allah'ın, kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir.


Resul: Yüce Allah'ın, kendisine bir şeriat verdiği ve insanlara, Allah'ın, kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir.


Risalet: Peygamberlik mertebesinin en büyüğüne ve en yücesine denir. Çünkü (yaygın olan görüşe göre;) "her Resul Nebidir, fakat her Nebi Resul değildir."


Nebilerin sayısına gelince; onların sayıları, -bazı rivayetlerde belirtildiği üzere- 120.000'in üzerine çıkarılsa bile, sayıları, kesin olarak bilinmemektedir... Resullerin sayısına gelince; onların sayıları, azdır...


Kur'ân-ı Kerîm'de geçen Peygamberlerin sayısı, 25 olup kendilerine ayrı ayrı iman edilmesi gerekmektedir. Bunların hepsi, Peygamber olup sıralanışları ise şu şekildedir:


"Adem, Nûh, İbrahim, İsmâîl, İshâk, Ya'k'ûb, Davûd, Süleyman, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ, Hârûn, Zekeriyyâ, Yahya, İdris, Yûnus, Hûd, Şuayb, Salih, Lût, îlyâs, Elyesa', Zülkifl, İsâ, Hz. Muhammed (s.a.v) . Allah'ın salât ve selâmı, onlarının hepsinin üzerine olsun.


Onların Peygamberliklerini, kişiliklerini ve isimlerini tasdik etmeyi belirtir anlamda 'onlara ayrı ayrı iman edilmesi' gerekmektedir. Çünkü onlar, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde anılmaktadırlar...

Kur'ân-ı Kerîm'de ismi geçmeyen ve hadiste toplam sayıları belirtilen Peygamberlere gelince; Yüce Kitap'ta anılanların dışında kalanlara, sanki onlar, orada varmışçasına tasdik etmemiz anlamında 'onlara, topluca iman edilmesi'nin vacip olduğu belirtilmektedir. Çünkü Yüce Allah, isimleri, Kur'an'da geçen veya geçmeyen Peygamberler hakkında şöyle buyurmaktadır:


"Öyle Peygamberler (gönderdik ki,) onların kıssalarını sana anlattık. Yine Öyle Peygamberler (yolladık ki,) onların kıssalarını sana haber vermedik. Allah, Musa'ya da konuştu.


Bu Peygamberlerden, Kur'ân -ı Kerîm'deki ayeti kerimelerin peş peşe getirilmesiyle 18 tanesi, bir arada anılmıştır. Geriye kalan 7 tanesi ise; Yüce Allah'ın, Kitabının çeşitli ayetlerinde zikredilmiştir. Az önce bahsi geçen ayeti kerimelere gelince; bunlar, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir:


"İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerdi. Biz, kimi dilersek, onu, derece derece yükseltiriz. Şüphe yok ki, Rabb'in; tam hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir...Biz,İbrahim'e; İshâk ile Ya'k'ûb'u ihsan ettik. Ve her birini hidayete erdirdik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davûd'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf'u, Mûsâ'yi ve Harun'u hidayete kavuşturduk,Biz,iyi hareket edenleri, işte böyle mükafatlandırırız..


Zekeriyyâ'ya, Yahya'ya, İsâ'ya, İlyâs'a da (hidayet verdik). Onların hepsi, salihlerdendir. İsmail'i, Elyesa'yı, Yûnusu, Lût'u da (hidayete ilettik). Her birini, kendi zamanlarında yaşayan insanlara üstün kıldık. Onların babalarından, soylarından, kardeşlerinden kimini de (yine üstün imtiyazlara mazhar ettik). Onları, (insanlar arasından seçtik ve onları bir yola ilettik... "


Geriye kalan Peygamberler ise, ezberlenmesini kolaylaştırmak maksadıyla bir şiirin şu iki beyitin de şu şekilde bir araya getirilmiştir:


"Bizim bu konuda Peygamberlerden bir kısmına dair delilimiz, (Kur'an'ın bir yerinde toplu halde) 18'dir. Bu Peygamberlerden geriye kalanlar ise; İdrîs, Hûd, Şuayb, Salih, Zülkifl, Adem, Hz. Muhammed (s.a.v) ."


Resullerin, risalet (elçilik) görevlerini, tebliğ etmekle emr olunduklarına dair delile gelince, -onlar, bu noktadaki konumları itibariyle Nebilerden farklı olup- o da, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "Allah'tan aldıkları asaletleri, (insanlara) tebliğ edenler; O'ndan korkarlar ve Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmazlar. Allah, hesap gören olarak yeter.'


Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi Hz.Muhammed (s.a.v) 'e hitaben konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:


"Ey Peygamber! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risaletini (elçilik) görevini tebliğ etmiş olmazsın. Allah, seni, insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz.



Peygamberlerin, İnsanların Seçkinleri Oluşu


Şanı Yüce Allah; mükemmelliğe örnek olabilecek, üstünlüğe ad olabilecek, Nur ile îşık meşalesini yüklenebilecek ve geçip gitmekte olan zamana ve asırlara damgasını vurabilecek ve insanlık medeniyeti içerisinde yer alanları yönetebilecek olanları insanlık alemi içerisinde bulunan yarattıkları arasından bir topluluğu Peygamber olarak seçmiştir. Yüce Allah, hikmeti gereği onları, insanlığa bir hidayet yani rehber ve düzelticiler yani ıslahatçılar olmaları itibariyle peygamberliğe seçmiş, zatıyla onları kötülüklerden korumuş, en güzel bir şekilde arıtarak yetiştirmiş, vasıfların en güzeliyle onları şereflendirmiş ve onları, din ile dünya önderleri yapmıştır. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:


"Onları (Peygamberleri), buyruğumuz altında insanlara doğru yolu gösteren önderler kıldık ve onlara; iyi şeyler yapmalarını, namaz kılmalarını, zekat vermelerini vahyettik. Onlar, Bize kulluk eden kimselerdir.


İşte bu nebiler ve resuller, Allah'ın kulları arasından seçilmiş seçkin kimselerdir. Allah, onları; Peygamberlikle şereflendirmiş, onlara hikmeti vermiş, doğru olanı bulabilmeleri için de onlara akıl gücü vermiştir. Ayrıca yüce Allah, onları; kendisi ile yarattıkları arasında arabulucular olmaları, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını insanlara tebliğ; etmeleri, Allah'ın gazabından ve azabından insanları sakındırmaları ve dünya ile Ahirette bulunan mutluluğa erişebilmelerini sağlayabilmek suretiyle insanları irşat etmeleri için seçmiştir.

Dolayısıyla Peygamberler, yaratıkların en hayırlıları ve insanlığın en seçkinleridir... İşte onlar için olan bu ikram, Peygamberliktir. Ancak bu ikram, özel ilahi bir üstünlük ile Rabbani bir hikmet sebebiyle olup insanlardan hiçbirisinin nefsi arzularını terk edip ibadete dalarak ruhunu yüceltme veya itaat ile ibadette gayret etmekle Peygamberlik mertebesine nail olması mümkün değildir. Çünkü Peygamberlik çalışmakla elde edilemez ve daha önce de belirttiğimiz gibi, hayr ile itaat işlemek suretiyle gayret etmek ve ısrarlı olmakla da meydana gelmez. Peygamberlik ancak Allah'tan, kuluna verilmiş bir hediye ve Allah'ın seçmesi ve tercih etmesiyle olur. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Allah, risalet (elçilik) görevini nereye vereceğini çok iyi bilendir"


Peygamberler Arasında Üstünlük:


Peygamberler; üstünlük, yer ve makam yönünden aynı derece olmayıp aksine bazıları, bazılarından daha üstündür. Çünkü Yüce Allah onlara çeşitli dereceler vermiştir. Bu konu da Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'inde şöyle buyurmaktadır:

"Biz, bu Peygamberlerden bazısını, bazısına üstün kıldık."

Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Doğrusu Biz, Peygamberlerden bazısını bazısına üstün kıldık. Davud'a da Zebur'u verdik " Ayeti kerimelerde üstünlüklerinden bahsedilenler, Kur'ân-ı Kerîm'in "Ulu'1-azm" diye isimlendirdiği Resullerdir. Ulu'l-azm olan bu Peygamberler, Peygamberlerin ileri gelenlerinden ve büyüklerindendir. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde onları, güzel övgülerle zikretmiş ve Resulü Hz. Muhammed (s.a.v) 'e de; Müşriklerle olan mücadelesinde onların mücadelesi gibi mücadele etme ve sabır konusunda da onlara uyma konusunda şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammedi) Peygamberlerden Ulu'l-azm (azim sahibi) olanların sabrettiği gibi, sen de sabret. Onlar için acele, etme."'


Ayette kendilerinden bahsedilen Peygamberler, "Ulu'l-azm" Peygamberler" diye isimlendirilmişlerdir. Çünkü onların büyükleri, güçlü, kuvvetli olmaları yönünden olup maruz kaldıkları musibetler ise, şiddetli ve kavimleriyle olan mücadeleleri de zor ve acılarla doluydu. Bundan dolayı Ulu'l- azm Peygamberler, uzun zamanlar sıkıntılara, zorluklara ve yalanlamalara karşı sabretmiş ve bu Peygamberlerin hayatları boyunca peşi sıra sayısız nesiller ve milletler gelip geçmiştir. Çünkü bu Peygamberler, uzun bir ömür sürmüşlerdir. Fakat hayatlarının tamamı, mihnetlerle ve zorluklarla geçmiştir. Örneğin; Hz. Nûh (a.s) gibi... O da, kavmi içerisinde bin seneye yakın bir zaman kalmış, fakat onunla birlikte iman edenlerin sayısı çok az olmuştur. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:


"Doğrusu Biz, Nûh 'u kavmine gönderdik. (Bunun üzerine O) kavminin içerisinde elli yılı müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. Sonunda onlar zulme devam edip dururken kendilerini tufan yakalayıverdi.


Yine Yüce Allah, Hz. Nûh ile birlikte iman eden kimseler hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

"Onunla birlikte iman eden kimseler çok azdı."


Bu Ulu'l-azm Peygamberlerinden bazısına da, üzüntüler ve zorluklar gelmiş; kavminden, kendisinin ateşte yakılmasına dair hüküm vermeleri gibi korkunç musibetler ve belalar ile karşılaşan da olmuştur. Örneğin; Hz. İbrâhîm Halilurrahman (a.s) gibi... Onun, Allah'ın davasını tebliğ etme yolunda karşılaşmış olduğu musibeti ise, ateşte yakılmak olmuştur. Fakat Şanı Yüce Allah, ateşe; Hz. İbrâhîm için serin ve zararsız olmasını emrederek ateşin alevinden onu kurtarmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Bizde: 'Ey Ateş! İbrahim 'e karşı serin ve zararsız ol.' dedik. Onlar O'na hile kurmak istemişlerdi, ama Biz onları en büyük hüsrana uğrattık."


Hz. Mûsâ, Hz.İsâ ve Hz. Muhammed -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- gibi geriye kalan Ulu'l-azm Peygamberlerinin hayatları da, öncekilerden az veya çok aynı şekilde hepside her türlü eziyete uğramışlar, yurtlarından ve evlerinden kovulmuşlar. İşkencelere ve zulümlere maruz kalmışlar, bununla beraber her türlü eziyetlere ve sıkıntılara katlanmışlar, belalara ve zorluklara karşı -Allah'ın zaferinin yakınlığına olan imanlarından dolayı- sabretmişlerdir. Şanı Yüce olan Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"(Peygamberler) Allah yolunda başlarına gelen (belalardan) dolayı ne gevşeklik; ne zayıflık ve ne de düşmana boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever."


Ulu'l-azm Peygamberleri, Peygamberlerin ileri gelenlerinden ve büyüklerinden olmaları itibariyle, insanlığı kurtuluşa ve şirk ile sapıklığın pençesinden kurtarıp tevhid ve iman nuruna ulaştırma yolundaki "Tevhid sancağını" yüklenmelerine müstahak olmalarının sebebi işte budur.



Hz. Muhammed (sav) ın, Nebilerin Ve Resullerin Efendisi Oluşu


Resullerin en üstünü -aynı zamanda bu üstünlük, yaratıkların en seçkinliğini de beraberinde getirir-ve Nebilerin sonuncusu, Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v) 'dir. Bundan dolayı Hz. Muhammed (s.a.v) Peygamber olarak gönderilişinde Peygamberlerin sonuncusu ve makam, yer ve rütbe konusunda da onların en şereflisi ve en üstünüdür. Yüce Allah, Peygamberlik kapısını Hz. Muhammed (s.a.v) ile kapattığı gibi Peygamberlerine indirdiği vahyi de Kur'ân-ı Kerîm ile kapatmıştır. Buna göre Hz.Muhammed (s.a.v) , Peygamberlerin sonuncusu ve ümmetlerin ortanca olanıdır. Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değil. Fakat O, Allah'ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.


İşte bu ayeti kerime; Hz. Muhammed (s.a.v) 'in, Peygamberlerin efendisi ve Nebiler ile Resullerin en üstünü olduğunu göstermektedir. Zira yüce Allah, bir Peygamber gönderdiğinde eğer Muhammed 'in zamanına yetişirse O'na mutlaka iman edeceğine, O'nun mutlak yardımcılarından olacağına ve O'na tabi olanlardan olacağına dair o gönderdiği peygamberden mutlaka ahit ve misâk almıştır. İşte bu, Hz.. Muhammed (s.a.v) 'in yüce kadri kıymetine ve üstünlüğüne delalet eden delillerin ve hüccetlerin en büyüklerindendir. Bu konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmaktadır;


"Allah, Peygamberlerden, "And olsun ki size, kitap ve hikmet verdim. Sonrada size yanımızdaki (o kitap ve hikmeti) tasdik eden bir Peygamber gelecektir. O'na mutlaka iman ve yardım edeceksiniz" diye misâk (ahit) aldığı zaman, "İkrar ettinizmi ve uhdenize bu ağır yükümü alıp kabul eylediniz mi?" dedi. Onlar, "İkrar ettik" dediler. (Allah'ta): "Öyleyse şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim" dedi.


Hz.Muhammed (s.a.v) ; ahirette ki ve dünyadaki önderliğine dair, Allah'ın yalnızca kendisine bahşettiği bu mevki ve makamının yüceliğine işaret ederek şöyle buyurmuştur:


"Kıyamet gününde Adem oğullarının efendisi benim, bunu övünmek için söylemiyorum. Hamd sancağı benim elimdedir ve o gün Adem ve diğerleri (de dahil olmak üzere) bütün Peygamberler benim sancağımın altında olacaktır. Bunu övünmek için söylemiyorum. (Kıyamet gününde) ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilen benim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Cennetin kapı halkalarını ilk açacak olan benim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Bunun sonucu olarak Allah, cennet kapısını bana açacak ve beraberimde müminlerin fakirleri olduğu halde beni cennete girdirecektir. Bunu övünmek için söylemiyorum. Allah katında, öncekilerin (geçmiştekilerin) ve sonrakilerin (gelecektekilerin) en değerli olanı benim. Bunu da övünmek için söylemiyorum." Allame Kadı İyaz, "eş-Şifa" adlı kitabında; Resulullah (s.a.v) 'in diğer Peygamberlerin en değerlisi ve en üstünü olduğunu açıklarken Kur'ân-ı Kerîm'den güzel bir konuya temas etmiştir. İşte bu güzel konu şu şekildedir:


"Yüce Allah Peygamberlere hitap etmiş ve onları kendi isimleriyle nida etmiştir. Bundan dolayı Şanı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) 'in durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:


"Biz, ona: 'Ey İbrâhîm! diye seslendik. Sen (İsmail'i kurban ettiğine dair gördüğün) rüyayı gerçekleştirdin. Doğrusu Biz, ihsan edenleri böyle mükafatlandırırız."


Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s) hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

"Ey Nûh! 'Sana ve beraberinde bulunan ümmetlere, bizden bir selâmla ve bereketle in' denildi..."


Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) 'ı çağırışı hakkında şöyle haber vermektedir:

"Buyurdu ki: Ey Mûsâ! Ben, seni, risâletlerimle, kelamımla bütün insanlardan mümtaz kıldım;' Şimdi şu sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol. "


Yüce Allah, Hz. İsâ b. Meryem (a.s) 'a hitap ederek şöyle haber vermektedir:

"Allah: 'Ey Meryem oğlu İsâ! İnsanlara Allah'dan başka beni ve annemi iki ilah edininiz diyen sen misin?' dediği zaman, O, (şöyle) söyledi: 'Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemem bana yakışmaz."


Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v) 'in dışında geriye kalan bütün Peygamberleri (s.a.v) isimlendirilmiş oldukları kendi özel isimleriyle nida etmiş. Fakat Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.Muhammed (s.a.v)'in kadr-ü kıymetinin büyüklüğünü ve üstünlüğünün yüceliğini ortaya çıkarmak için ise, ona; Peygamberlik veya risalet vasfiyla hitap etmiştir. Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Biz, seni, (insanlara) hakikaten bir şahid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik."


Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Sana da, mü'minlerden senin izince gidenlere de Allah yeter. Ey Peygamber! Müzminleri savaşa teşvik et..."


Yine hikmeti yüce olan Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Rabb 'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risalet (elçilik) görevini tebliğ etmiş olmazsın. Allah, seni, insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz. "


Yine şanı yüce olan Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Kalpleriyle sana inanmadıkları halde ağızlarıyla 'inandık' diyen (münafık) lar ile Yahudilerden, küfürde koşuşup yarışanlar seni üzmesin."


Şanı Yüce Allah'ın kendi kitabında, diğer Peygamberlere yaptığı hitap hususunda gelen ayetlerin bir benzerini (yani onlara kendi özel isimleriyle hitap etme hususunda) açık bir isimle; Hz. Peygamber (s.a.v) 'e de aynı şekilde yaptığı bir hitabı (Kur'an'da) bulamıyoruz. Ancak Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Peygamber (s.a.v) 'e işaret eden her ayeti kerime; ona, sadece Peygamberlik vasfıyla hitap etmekte olup Hz Peygamber (s.a.v) 'in isminin geçtiği ayeti kerimelerdeki herhangi bir ayet: "Ey Muhammedi" şeklinde gelmemektedir. İşte bu durum, Hz. Peygamber (s.a.v) 'in kadr-ü kıymetinin büyüklüğüne ve Peygamberlerin en üstünü olduğuna işaret eden delillerin en güzel ve en hoş olanlarından birisidir."


Bundan dolayı Rabb'imin selâmı; kendi zamanında hiçbir kimsenin, ona, sahabesi dışında değer vermediği, fakat Şanı Yüce Allah'ın büyük kıymet ve değer verdiği, öncekiler ile sonrakilerin efendisi kıldığı ve alemlere rahmet olarak gönderdiği, yaratıkların en seçkini olan Hz.Muhammed (s.a.v) 'in üzerine olsun...

Hz. Peygamber (s.a.v) ile ilgili şu sözü söyleyen, ne güzel söylemiştir:

"Muhammed; Allah'ın en seçkini, en merhametlisi ve Arap olan ile olmayanın en hayırhsıdır."

Şair Tayyibe ise Hz. Peygamber ile ilgili olarak şöyle der:

"Rabb'in, kainatta rahmetini tecelli ettirmek istedi. Bundan dolayı da Hz. Muhammed (s.a.v) 'i, peygamberliğe seçti. Böylece onu, övülmüş vasıflarla süsledi. Bunun üzerine, bütün yaratılmışların üzerine efendi olmuştur." 



Peygamberler Arasında Üstünlük Caiz Midir?


Birisi, Kur'ân-ı Kerîm'de; "O'nun Peygamberlerinden hiçbirini, diğerlerinden ayırmayız (hepsine inanırız). " (Bakara: 2/285) buyrulduğu halde, Nebiler ile Resuller arasında nasıl üstünlük olur?" diye soru sorabilir.


Buna şöyle cevap verilir: Ayeti kerimedeki Peygamberlerin arasını ayırmaktan kasıt; insanoğlunun, Peygamberlerden bir kısmına iman etmesi ve diğer kısmını da inkar etmesi demektir. Nitekim Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberlerden bir kısmının risâletine iman etmişler ve diğer kısmının risaletini ise inkar etmişlerdir. Buna göre onlar, Peygamberlerin arasını böylece ayırmış olmaktadırlar.


Şanı Yüce Allah, bu manayı, Kur'ân-ı Kerîm'deki birçok ayetleriyle desteklemiştir. Bunlardan birisi de şudur:


"Allah'ı ve Peygamberlerini inkar edenler ve 'Allah ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isteyen, (Bunlardan) bir kısmına inanırız, diğer kısmını da inkar ederiz' diyen ve böylece (küfür ile iman) arasında bir yol tutmayı isteyen kimseler (yok mu?), işte onlar, gerçek kafirlerin ta kendileridir. Biz, o kafirlere, hor ve hakir edici bir azab hazırladık.


Peygamberlerin arasını ayırmaktan (bir kısmını diğerlerine üstün tutmaktan) kasıt; Yüce Allah'ın açık Kur'an nassıyla, Peygamberlerin bir kısmını diğer bir kısmına üstün tutmasıyla ilgili değildir. Çünkü Şanı Yüce Allah, bu konuda şöyîe buyurmaktadır:


"Biz, bu Peygamberlerin bir kısmını, diğer bir kısmından üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmıyla konuşmuş, bir kısmını da çok üstün derecelere yükseltmiştir. Meryem oğlu İsâ 'ya, apaçık deliller verdik ve Onu Ruhu'l- Kudüs (Cebrail)'le destekledik..." Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır;


"And olsun ki, Biz, Peygamberlerden bir kısmını diğer bir kısmına üstün kıldık. Davud'a da, Zebur'u verdik."


Buna göre Peygamberlerin bir kısmını diğer bir kımına üstün kılma, ayeti kerimeden anlaşılmaktadır...


Nitekim îmam Müslim'in, "Sahîh" adlı hadis kitabında geçtiği üzere bu ifadeyi, Resulullah (s.a.v) 'in şu sözü de desteklemektedir:


"Muhammed'in nefsini elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten olan bir Yahudi veya Hıristiyan, beni işitirde sonra benimle gönderilen (Kur'an)'a iman etmeden Ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur."



Peygamberlerin Gönderiliş Sebebi:


Hidayete ışık tutacak, üstünlüğü haber verecek, insanlık arasında parlayan yıldızları ve alem için hayır yollarını aydınlatacak kimseler olması için; İnsanları ebedi mutluluğa götürmedeki dosdoğru yolu gösterecek, İnsanları şirkin ve putculuğun pencerelerinden kurtarıp izzet ve kemal derecelerine yükseltecek nebiler, resuller, müjdeciler ve uyarıcıları İnsanlara göndermesi Şanı Yüce Allah'ın kullarına olan nimetinden... kullarına olan lütfunun güzelliklerinden... ve kullarına olan ihsanındandır...

Allah'ın yarattıkları hususundaki sünneti; bir topluluğu hayra ve iyiliğe çağıracak, onları şer'den ve kötülükten nehyedecek bir Peygamber göndermeden önce o topluluğa azab etmeme şeklindedir. İşte Allah'ın sünnetinin bu şekilde olmasının sebebi; insanoğlundan hiçbiri için bir mazeret kabul edilmemesi için "Biz, Peygamber göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edici değiliz. (İsra: 17/15) ve kıyamet gününde de insanların "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi." (Maide: 5/19) dememeleri için veya insanların iman etmemelerinden ötürü, Allah'ın bu sününetini bir vesile edinmemeleri için yahut ta azabı hakketmediklerini ileri sürerek yüce Allah'a bir delil getirmelerini engellemek içindir. .

"Eğer Biz, daha önce (Kur'ân -ı Kerîm veya Resülullah 'dan önce) onları helak etseydik, muhakkak ki onlar; "Ya Rabbi! Bize bir Peygamber gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ayetlerine uysaydık diyeceklerdi"


Peygamberlerin İnsanoğluna Gönderiliş Nedeni?


Peygamberlerin (Allah'ın salât ve selâmının en üstünü onların üzerine olsun) gönderilmesinden maksat; Yüce Allah'ın emirlerini ve yasaklarını insanlara tebliğ etmeleri ile yine insanları, Şanı Yüce Allah'ın istediği dosdoğru yola götürmeleri ve istemediği yola götürmeme konusu nda Yüce Allah ile onun kulları arasında Elçiler olmaları; gidişatlarında, ahlaklarında ve tasarruflarında insanlara örnek olmaları içindir...

Elçinin insanları ile bir araya gelmesi ve yine onların elçiden, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını almasının mümkün olması gerekmektedir... İşte Şanı Yüce Allah'ın, kendisinin emirlerini ve nehiylerini tebliğ edecek ve insanları, ahiret ile dünya mutluluğuna çağıracak Peygamberleri insanoğlundan göndermesinin işte sebebi budur.


Eğer Peygamberler meleklerden olsaydı, insanların onlardan Allah'ın emirlerini ve nehiylerini almaları veya onlarla bir araya gelmeleri güçleşirdi. Onların, Peygamberlere tabi olmama konusu, insanlar için bir delil olurdu. Bu da, onların şöyle demelerine sebep olurdu: "Onlar; Allah'ın bize gönderdiği, kimselerdir ve biz onlara tabi olmakla emrolunduk. Fakat onlar, bizim cinsimizden değildirler." Üstelik bir insan bile değiller. Onlar ancak meleklerdir. Bizim yaratılışımız, onlarınkinden farklıdır. Bundan dolayı iki cins arasında uyuşma sağlanması mümkün değildir. Buna göre onlar, ahlak bakımından bizden daha üstün, amel bakımından bizden daha temiz ve makam bakımından bizden daha değerlidirler..." Çünkü melekler, tertemiz varlıklardır. Nitekim Şanı Yüce Allah, onlardan şöyle bahsetmektedir:


"Allah 'in, kendilerine olan buyruğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır."


Melekler, Allah'a ibadet etme konusunda devamlı olup hiçbir şekilde ibadet etmekten geri kalmazlar. Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Melekler, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) teşbih ederler."

Ayrıca melekler, insanların yediği gibi yemezler, içtiği gibi içmezler ve onların içerisinde günah işlemeye istek ve arzuları yoktur. Çünkü onlar, çok değerli varlıklardır. Eğer insanlara gönderilen Elçi, melek olsaydı, insanlar ondan Allah'ın emirlerini ve nehiylerini almada ve onunla bir araya gelmede zorluk çekerlerdi.


Çünkü Elçi, insanlara, bu durumda insan şeklinde değil de, bir melek şeklinde gelmiş olacaktır. Buna göre meleğin asli şeklini gören insanlar, korkuya kapılacak, yıldırım çarpmışa dönecekler ve ondan korkmuş olarak arkalarına doğru geri dönüp kaçacaklardı. Çünkü bu duruma düşen insanlar, meleğin bu asli şeklini daha önceden bilmiyorlardı. Üstelik bu yüce varlığın bir benzerini de daha önceden görmemişlerdi.


Rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v) bir gün (Hıra mağarasına doğru) yürürken birdenbire gökyüzünden bir ses işitmiş, başını kaldırmış ki; Hıra mağarasında kendisine gelen meleği (Cebrail'i), asli şekliyle gökyüzü ile yeryüzünü doldurmuş ve bir kürsü üzerinde oturur bir halde görmüş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) korkmuş ve titremeye başlamış, peşi sıra evine dönüp: 'Beni örtün, Beni örtün...' demiş."


Başka bir rivayette ise; Resulullah (s.a.v) başka bir sefer, Hz. Cebrail (a.s) 'ı; iki kanadı, doğu ile batı arasına doğru yayılmış ve ufku kaplamış bir şekilde görmüştü.


Eğer melek, onlara, insan şeklinde gelse, onlar bu defada meleğin bu durumu hususunda şüpheye düşecekler ve bu durum ise, onları, içerisinden çıkamayacakları bir duruma getirecek ve "Bize vahyi getiren o varlık, melek midir? Yoksa insan mıdır?" diye kuşkuya kapılacaklardır.


Müşrikler, gönderilen elçinin insandan değil de meleklerden olmasını istediklerinde, Kur'ân-ı Kerîm, onların bu isteklerini ret etme mahiyetinde şöyle buyurmaktadır:


"Müşrikler, (Muhammed'e, bizimde görebileceğimiz) 'Bir melek gönderilmeliydi' dediler Eğer Biz, (onların istedikleri şekilde) bir melek gönderseydik, elbette (onların helak olma) işi bitirilmiş olur, sonra da (tevbe etmeleri için) kendilerine göz bile açtırılmazdı. Eğer Elçiyi bir melek kılsaydık herhalde onu bir insan suretinde gönderirdik ve onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük. (Bu sefer, 'Bu İnsan mı! Melek mi?' diye münakaşaya düşerlerdi)."


Bu ayeti kerimenin anlamı şu şekildedir: Eğer Biz, Elçiyi, inkarcıların önerdikleri gibi, melek kılsak bile, onların bir araya gelebilmeleri ve ondan Allah'ın emirlerini ve nehiylerini alabilmelerini mümkün kılabilmek için Biz o meleği, insan oğlundan bir adam şeklinde kılardık. O zamanda bu iş yani meleğin bir adam şeklinde gelmesi durumu onları şüpheli bir duruma sokar. Bunun üzerine onlar, "O melek midir? Yoksa insan mıdır?' diye melek konusunda şüphe etmeye başlarlar ve Elçinin meleklerden olmasına dair istedikleri ilk andaki gidişatlarına ve görüşlerine dönerler.

Allame Kurtubî, "el-Camiu-li Ahkami'l-Kur'an" adlı tefsirinde, Yüce Allah'ın "Eğer Biz, Elçiyi, bir melek takaydık, herhalde onu bir insan suretinde gönderirdik." (Enam: 6/9) ayetini açıklama mahiyetinde şöyle der:


"insanlar, meleği asli suretinde görmeye güç yetiremezler, ancak çeşitli şekillere büründükten sonra onu görebilirler. Çünkü her cins, kendi cinsinden olan varlığı sever ve kendi cinsinin dışındaki varlıktan nefret duyar. Buna göre eğer Yüce Allah, elçiyi, insanlara bir melek olarak gönderseydi, insanlar onunla karşılaşmaktan nefret duyarlar ve onunla birlikte olmaktan kaçınırlar ve meleğin, kendilerine Allah'ın emir ve yasaklarına dair söylediği sözlerden dolayı korkuya kapılıp birbirlerine girerlerdi veya onun sözlerinden vazgeçip ondan sakınırlar ve ona soru sormaktan da kendilerini alıkorlardı. Buna göre Yüce Allah'ın, Elçiyi, melek olarak göndermesi insanlara bir fayda ve menfaat sağlamayacaktı. Eğer Yüce Allah, onlara gönderdiği meleği, melek suretinden sıyırıp çıkarıp onların suretine benzer bir suretle gönderse, bu defada onlar, onunla arkadaşlık kurarlar ve onun haline alışıp: "Sen! Melek değilsin, sen ancak bir insansın. Bundan dolayı biz sana iman etmeyiz" derler ve Hz. Muhammed (s.a.v) 'e dair: "O, bir insandır. Onunla melekler arasında bir fark yoktur" dedikleri zamanki hallerine ve görüşlerine dönerler. Buna göre onlar, bu fikirleriyle insanların kafasını karıştırırlar ve insanları şüpheye düşürürler. İşte Şanı Yüce Allah daha iyi bilir ya, eğer onlara insan şeklinde bir melek indirseydi (onların da yaptıkları gibi) yine de ondan şüphe etmeye dair bir yol bulurlardı."


Şanı Yüce Allah ayeti kerimede, Elçinin, meleklerden değil de insanlardan olmasının başka bir hikmetini de anlatmıştır ki, o da şudur: "Gönderilen Elçinin kendilerine gönderilenin cinsinden olması gereğidir. "Buna göre yeryüzünde ikamet etmekte olanlar (insanlar değil de) melekler olsaydı, Yüce Allah, onlara, melek olan bir Elçiyi" gönderirdi. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Zaten onlara (Allah 'tan bir) hidayet (elçi) geldiğinde, insanların çoğunu ona inanmaktan alıkoyan sadece: 'Allah, Elçi olarak bir insanı mı göndermiştir?' demeleri olmuştur. (Ey Muhammed! onlara) Eğer yeryüzünde yerleşip dolaşmakta olan melekler olsaydı, Bizde onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik de."


Müşriklerin, Hz.Muhammed (s.a.s)'in Peygamber Olarak Gönderilişine İtirazları:


Müşrikler, Hz.Muhammed (s.a.s)'in Peygamber olarak gönderilişine itiraz ederek, "Peygamberlik iddiasında bulunan o zat, nasıl insanoğlundan olur? O da bizim gibi yiyen, içen, gece olduğunda uyuyan, çarşılarda ve sokaklarda gezip dolaşan bir insandır!!" dediler. Onlar, Resulullah (s.a.v) 'i yalanlamak ve onun risâletine itiraz etmek için bu çareye başvurdular. Zira onlar, Resulullah (s,a.v) 'in, Peygamberliğe uygun olduğuna dair onunla birlikte bir delil, bir destekçi ve bir melek; bol mal, büyük hazineler, zengin bahçeler ve krallar ile büyük kimselerin adeti olan bütün dünya güzelliklerinin ve nimetlerinin olmasını istediler.

Bu isteklerinden sonra Resulullah (s.a.v) 'i fakir ve yetim olarak gördüklerinde, böyle bir şeyi yani peygamberi bu şekilde göndermesini Allah'a yakıştıramadılar. Bundan dolayı da Resulullah (s.a.v) 'in asaletini kabul etmediler ve bununla da kalmayıp: "Muhammed, bir sihirbazdır. Dilinin tatlılığı ve konuşmasının güzelliğiyle insanları büyülemektedir. Onun getirdiği de ancak öncekilerin hikayelerinden ibarettir" diyorlardı. Yüce Allah, Furkan Sûresinde bu konuyu şöyle anlatmaktadır:

"Onlar (bir de): 'Bu ne biçim Peygamber ki, (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda geziyor dolaşıyor! Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olarak bir melek indirilmeli değil miydi? yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyip (zorluk çekmeksizin geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalı değil miydi?' dediler. O zalimler (müminlere), 'siz olsa olsa büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız!' dediler. (Resulüm)! Senin hakkında bak, ne biçim misâller getirdiler. Onlar böyle sapmışlardır ve artık (hidayete) hiçbir yol bulamazlar. Allah'ın Şanı yücedir ki O, dilerse sana bunlardan daha iyisi olan; alt. tarafından ırmaklar akan bahçeleri verir ve sana sarayları da ihsan eder. Onlar üstelik o (kıyamet) saatini de yalan saydılar. Biz ise, o vakti yalan sayanlar için alevli bir ateş hazırladık.

Böylece her asır ve zamanda az da olsa değişmeyen ve aynı zamanda bir düşünce sistemi olarak, şirk ve sapıklık düşüncesini bulmaktayız. Kendini üstün gören ve inatçı müşriklerin, Allah'ın, kendilerine gönderdiği Peygamberin asli şeklinin (insandan mı? yoksa melekten mi? olması gerektiği) konusunda birbirlerine: "O (Muhammed) de bizim gibi bir insandır. Zira O da, bizim yediğimiz gibi yiyor, bizim içtiğimiz gibi içiyor ve bizim geceleyin uyuduğumuz gibi uyuyor! Buna göre Allah, peygamberi, niçin meleklerden göndermiyor ? veya büyük ve ileri gelen kimselerden yahut ta zengin, hükümran ve servet sahibi kimselerden göndermiyor?" şeklindeki şüphelerinden dolayı, onlara, insan şeklinde peygamberini göndermiştir. Yüce Allah Hz. Nuh (a.s) 'm kıssasındaki küfrün ve inadın durumunu şöyle anlatmaktadır:


"Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik. (O da): 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilahınız yoktur. Hala sakınmaz mısınız?' dedi. Bunun üzerine, kavminin içinden kafir olan liderler topluluğu, "Bu (Nûh)! tıpkı sizin gibi bir insan olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah (Peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle (Allah'a kulluk etme gibi) bir şey duymadık Bu (Nûh)! yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyleyse, bir süreye kadar ona katlanıp (durumu) gözetleyin bakalım' dediler. "


Yine Yüce Allah, Hz. Hûd (a.s) 'ın kıssasındaki Ad kavminin durumunu şöyle anlatmaktadır:

"0 (Hûd) 'un kavminden, kafir olup ahirete ulaşmayı inkar eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler, "Bu (Hûd)! Sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer. Gerçekten, tıpkı kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz. Size, öldüğünüz toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (tekrar) meydana çıkarılacağınızı mı va 'd ediyor?


Bu size vad edilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!' dediler." Yine Yüce Allah, Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn (Allah'ın salât ve selâmı ikisinin üzerine olsun) Peygamberlerin doğruluğu hususunda, ileri gelenleriyle birlikte zalim Firavun'un temsil ettiği "azgınlığı""şöyle anlatmaktadır:


"Mucizelerimiz ve apaçık bir delille (veya fermanla) Mûsâ ve kardeşi Hârûn Firavuna ve ileri gelenlerine gönderdik. Bunun üzerine onlar, kibire kapıldılar ve ululuk taslayan zorba bir kavim, oldular. Bu yüzden onlar: 'Kavimleri bize kölelik ederken, bizim benzerimiz (gibi insan) olan bu iki adama inanacak mıyız?' dediler. Böylece onları yalanladılar, bu yüzden de helak edilenlerden oldular."


Yüce Allah, daha sonrada Peygamberlerin efendisi olan Hz.Muhammed b. Abdullah'ın (s.a.v) daveti karşısında Kureyşli kafirlerin durumunu şöyle anlatmaktadır:


"Onlar, seni gördükleri zaman, 'Bu mu Allah 'in Peygamber olarak gönderdiği!' diye hep seni alaya alıyorlar. Üstelik onlar, İlahlarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten O bizi neredeyse ilahlarımızdan saptıracaktı' diyorlar. Azabı gördükleri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler!"


Gerçekten de bu durum, az da olsa değişmeyen bir durum ve Allah'ın, kafirlere azgınlık, inat ve kendini üstün görme konusunda mühlet verdiği bir durumdur... Çünkü müşrikler, insanlara gönderilen peygamberin, insanoğlundan olup da meleklerden olmayışı konusundaki Allah'ın ezeli hikmetinde, azgınlaşarak doğruyu göremediler. Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır:


"Senden Önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden (veya insanlardan) başkasını (Peygamber olarak) göndermedik. Eğer: bilmiyorsanız, zikir (ilim) ehline sorun."


Peygamberlerin Önemli Oluşu


İnsan aklı, iyilik ile kötülüğü birbirinden ayırt etmeye tek başına yeterli değildir, çünkü birtakım yerlerde insanın ancak vahy ve şeriat yoluyla bilmesi mümkün olan bazı büyük gaybi işler söz konusudur. Örneğin; Yüce Allah'a iman, yüce sıfatlarına iman, meleklere iman, öldükten sonra dirilmeye iman, kıyamet gününde olacak olan dirilmeye vb. gaybi işler gibi.


Şanı Yüce Allah, kafirlerin mazeretlerini boşa çıkarmak ve kıyamet gününde Allah katında onların bahanelerinin kalmaması için insanlara uyarıcılar göndermiştir. Peygamberler göndermesinin hikmeti işte budur. Nitekim Cenab-ı Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"Peygamber (geldikten) sonra, insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri olmaması için (Biz), Peygamberleri; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderdik). Allah, aziz ve hakimdir." Peygamberler, insanlar için bir örnektir; sözlerinde, davranışlarında ve övülmüş özelliklerinde insanlara örnek olurlar. Cenab-ı Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"O (Peygamberler), Allah 'in hidayet ettiği kimselerdir. O halde (Ey Muhammedi) sen de, onların hidayet yoluna uy..."


İnsanların, kendilerini hayra çağıran davetçinin ve hidayet nuru ile irfana götüren yol göstericinin gösterdiği dosdoğru yolu tutması gerekmektedir. İşte bundan dolayı Allah, hidayete ışık tutmaları ve üstünlüğü haber vermeleri; İslam'ın nur 'unu ve ışığını, dünyanın her tarafında kurulmuş devletlerin içlerine kadar yaymaları için Peygamberler göndermiştir...

Peygamberler, görevleri, yüce ve önemli olan kimselerdir. 


Peygamberlerin Görevleri


Peygamberlerin görevleri şunlardır:


1). İnsanları, Kahhar ve tek Allah'a ibadet etmeye davet etmek: Bu, hakikatte temel bir görevdir. Zira gönderilen Peygamberlerin bu görevleri, büyük bir öneme sahiptir. Bu görev, insanlara; Şanı Yüce Allah'ın birliğine iman etme ve ibadeti, Allah'ın dışında kalan ilahlara değil de sadece O'na mahsus kılmayı bildirmektir. Nitekim Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Senden önce gönderdiğimiz her peygambere mutlaka 'Benden başka hiçbir ilah yoktur, yalnızca Bana ibadet edin diye vahy etmişizdir."


Yine Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki, Biz, her ümmete, 'Allah'a kulluk edin, Tağutlardan kaçının' diye tebliğde bulunması için bir Peygamber gönderdik. Sonra Allah (bu ümmetlerin) içlerinden, kimini hidayete erdirmiş ve kiminin üzerine de sapıklık hak olmuştur."


2). Şanı Yüce Allah'ın emirlerini ve yasaklarını, insanlara tebliğ etmek: İlahi emirleri insanlara tebliğ edecek bir tebliğci gerekmektedir. Bu tebliğcinin de, emirleri ve yasakları Allah"tan alabilmesi için insanoğlundan olması gerekmektedir. İşte bundan dolayı Şanı Yüce Allah (daha öncede anlattığımız üzere) ezeli hikmeti gereği bunun, böyle olmasının daha iyi olacağını bildiğinden dolayı Peygamberleri, insanoğlundan seçmiştir.

Peygamberler, Allah'ın, kendilerine verdiği bu görevi en güzel bir şekilde yerine getirdiler. Buna göre Peygamberlerden hiçbirisi Allah'ın, kendilerine verdiği bu görevi yani insanları Allah'a davet etme görevini yerine getirmekten geri kalmadılar. Kur'ân-ı Kerim bu Peygamberler hakkında şöyle demektedir:


"O Peygamberler ki Allah'ın, kendilerine göndermiş olduklarını tebliğ ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka hiçbir kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah herkese yeter."


Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) 'e hitaben, risalet görevini tebliğ etmesini şöyle açıklamaktadır:

"Ey Peygamber! Rabb 'inden sana indirileni tebliğ et, Eğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risaletini (elçiliğini) tebliğ etmiş olmazsın. (Bu görevini yerine getirmek istediğinde) Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz."


3). İnsanları hidayete erdirmeye çalışmak ve onları, dosdoğru yol olan İslam'a götürmek: Bu görev bütün Peygamberler için çok önemli bir görevdir. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) 'nın durumu hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Biz, Mûsâ 'yı, 'kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara, Allah'ın günlerini hatırlat diye onu mucizelerle gönderdik. Şüphesiz ki bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler bulunmaktadır."


Nitekim Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.Muhammed (s.a.v) 'in durumu hakkında ise şöyle buyurmaktadır:


"Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Yine


Allah 'in izniyle bir davetçi ve nur saçan bir lamba olarak gönderdik."

4). Peygamberlerin, insanlığa güzel bir örnek ve iyi bir model olması: Buna göre Peygamberler, (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) bütün insanlığa güzel bir Örnek ve iyi bir modeldirler. Bundan dolayıdır ki Şanı Yüce Allah, bize, Peygamberlere uymayı ve onların bulundukları yol üzere yürümemizi emretmiştir. Aynı zamanda Allah, onları, mükemmel olma hususunda bir örnek ve üstünlüğe de bir ad kılmıştır. Çünkü onlar, akıl yönünden insanların en uygun olanı, gidişat yönünden insanların en temiz olanı ve derece ve mevki yönünden de insanların en değerli olanıdır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"Andolsun ki, Resulullah'da, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için en mükemmel bir örneklik vardır. "


Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "O (Peygamberler), Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidayet yoluna uy."


5). İnsanlara; öldükten sonra dirileceklerini, sonlarının ne olacağını hatırlatmak ve ölümden sonraki halleri bildirmek: Bu konuya bir çok ayetler işaret etmektedir. Bunlardan birisi de Yüce Allah'ın şu sözüdür:


"Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağını bildirerek sizi uyaran Peygamberler gelmedi mi? (der onlarda) 'Ey Rabbimiz! Kendimiz aleyhine olarak (buna) şahidlik ederiz' diyecekler. Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece gerçek kafir kimseler olduklarına, kendileri de, kendi aleyhlerinde şahid oldular. Bunun sebebi şudur: 'Rabb'in, halkı habersiz bulunurken (yaptıkları) zulüm sebebiyle, memleketleri helak edici değildir."

6). İnsanları; geçici dünya hayatından, ebedi olan ahiret hayatına önem vermeye yöneltmek: Buna göre Yüce Allah Peygamberleri, insanların bakışlarını geçici dünya hayatından ebedi ve kalıcı olan ahiret hayatına yöneltmek için göndermiştir. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı."

Yine Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olma isteğinden ibarettir."


7). İnsanlara, Allah katında ileri sürebilecekleri bir bahane bırakmamak: Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"Peygamberler  (geldikten)  sonra,  insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri


(hüccetleri ve delilleri) olmaması için (Biz), Peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik."


Yani Allah, yarattıklarından birisi; (Peygamber geldikten sonra) "Eğer Allah bana bir Peygamber göndermiş olsaydı, (gönderilen o peygambere) iman eder ve itaat ederdim" demesi şeklindeki mazeretlerini boşa çıkarmak için insanlara, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberlerini göndermiştir. Böylece Allah, Peygamber göndermek ve kitap indirmekle, insanoğlunun yapabileceği bu gibi itirazların önünü almıştır. Nitekim Yüce Allah Tâhâ Sûresinde bunu şöyle haber vermektedir:

"Eğer Biz, bundan Önce onları helak etseydik, muhakkak ki onlar: 'Ya Rabbi! Bize bir Peygamber gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden Önce ayetlerine uysaydık' diyeceklerdi." İşte kısaca naklettiğimiz bu başlıklar, Peygamberlerin, (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) en önemli görevleridir. Başarıya ulaştıran ve dosdoğru yola ileten, şüphesiz ki Allah'tır. 



PEYGAMBERLER TARİHİ

Muhammed Ali Sabuni

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak