Amaterasu: Sunuş
Amaterasu söylencesiyle Japon yaratılış söylencesinin birbiriyle öyle yakın ilişkisi vardır ki, yaratılış söylencesinin girişi bunun için de geçerlidir. Japon yaratılış söylencesi gibi Amaterasu söylencesi de şu iki eserde anlatılır: Kojiki: Eski Olayların Kayıtları ve Nihon Şoki: Eski Zamanlardan MS 697 ‘ye Kadar japon Kayıtları.
Amaterasu söylencesi aynı zamanda Şinto dini geleneğinin de bir parçasıdır ve bu geleneğe göre doğanın bütün öğeleri ilahi bir ruha sahiptir. Amaterasu Omikami en önemli Japon tanrısıdır. O, güneş tanrıçası. Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıçadır ve bereketten sorumludur; bütün tanrıları ve evreni yönetir. Ayrıca gücü sürekli elinde tutacak kişiliğe ve beceriye sahiptir. Pek çok ilahi sorumluluğuyla Amaterasu, kadınların eski Japon yaşamında sahip oldukları savaşçı, yönetici ve kâhin rollerini yansıtır.
Amaterasu söylencesi, Şinto dininin bereket ve bununla ilişkili törenlere olan ilgisini de yansıtır. Söylence güneş ve avın ayrılışını, dünyadaki yiyeceğin kökenini, tarımın ve ipek dokuma sanayisinin başlangıcını anlatır.
Diğer pek çok kültürde güneşin parlaması ve bereket, iki ayrı tanrıyla ilişkilendirilmesine rağmen aralarında mantıksal bir bağlantı da bulunmaktadır. Güneş olmadan bitkiler büyüyemez ve bitkiler olmadan, insanlar yiyecek yokluğu nedeniyle açlıktan ölürler. Tanrılar da açlıktan ölürler. Çünkü onlar da ya doğrudan ya da insanların onlara sundukları aynı yiyeceklerle beslenirler. Dolayısıyla Amaterasu kendini bir mağaraya kapadığında, bu hareketi tanrılara ve insanlara felaket getirir.
Amaterasu’ya saygı gösterildiği sürece güneş parlamaya devam edecek ve insan refaha ulaşacaktır. Bu iyimser bakış açısı, söylencenin ortaya çıktığı dönemde bitki, vahşi hayvan ve balıkların bol olmasıyla destek bulmaktadır.
Amaterasu
Göklerde hükümdarlığını sürdüren, güneşin ve evrenin tanrıçası Amaterasu, aynı zamanda kardeşi ve kocası olan ay tanrısını, yiyecek tanrıçasına yardım etmek üzere aşağıya, kamış tarlalarına yolladı. Tanrıça onu görür görmez, ağzını yere doğru döndürdü ve kaynamış pirinç tükürdü. Sonra denize doğru döndürdü ve her çeşit balığı tükürdü. En sonunda, dağlara döndü ve ağzından çeşitli kürk-postlu hayvan tükürdü. Daha sonra da bütün bunları yiyecek haline getirdi ve yüz masanın üstüne yerleştirip ay tanrısına yemesi için sundu.
Ay tanrısı onun yaptıklarını görünce çok hiddetlendi. "Beni tükürdüğün yiyeceklerle beslemeye nasıl cesaret edersin" diye bağırdı. "Yiyecekleri pis ve iğrenç hale getirdin!" Kılıcını çekti ve tanrıçayı öldürdü. Sonra Amaterasu'ya gidip yaptıklarını anlattı.
Beklediğinin aksine, Amaterasu bağırmaya başladı. "Sen kötü yürekli bir tanrısın. Artık yüzünü görmeye bile dayanamam. Benim yanımdan uzaklaş ve bir daha yüz yüze gelmeyelim." Böylece güneş ve ay birbirlerinden ayrı yaşadı, gündüz ve gece birbirlerinden ayrıldı.
Amaterasu, elçisi bulut perisini aşağıya yiyecek tanrıçasına yolladı. Elçi, tanrıçanın gerçekten öldüğünü gördü. Ancak bu arada tanrıçanın başından öküz ve atın oluştuğunu, alnından ve gözlerinden tahılların büyüdüğünü, kaslarından ipek böceklerinin çıktığını, midesinden pirincin büyüdüğünü, karnından buğday ve fasulyelerin ürediğini de gördü. Bulut perisi, bütün bunları toplayıp Amaterasu'ya götürdü.
Güneş Tanrıçası bu kadar çeşitli yiyeceği görünce çok memnun oldu. "Beni çok sevindirdin" dedi elçiye. "İnsanlar bu yiyecekleri yiyip yaşayabilecekler."
Amaterasu çeşitli tahıllardan ve baklagillerden tohum topladı ve kuru tarlalara bunları ekti. Pirinç tohumunu alıp sulu tarlalara ekti. Sonra da, bilge özelliklere sahip bir köy önderini bu ekinlerin büyümesine göz kulak olması için görevlendirdi. O sonbahar, hasat görülmeye değerdi. Bu arada, Amaterasu ipek böceklerini ağzına alıp onların ipek tellerini topladı. Böylece güneş tanrıçası ipek böceği yetiştiriciliğini başlatmış oldu.
Çok geçmeden, İzanagi ve İzanami, ölüler diyarını oğulları Sosa-no-wo'ya verdiler ve onu oraya sürgüne gönderdiler. Yerin altındaki diyara gitmeden Önce Sosa-no-wo, ışıldayan kız kardeşini ziyaret etmeye karar verdi. O kadar vahşi bir tanrıydı ki, göklere doğru giderken dağlar ve tepeler inledi, denizlerde fırtınalar koptu.
Onun geldiğini görünce, Amaterasu şöyle düşündü: "Benim kötü yürekli kardeşim, eminim ki buraya iyi niyetle gelmiyor. Benim krallığımı, gökyüzü ülkesini istiyor olmalı. Ancak annemiz ve babamız her ikimize de ayrı bir ülke verdiler. Sosa-no-wo kendine verilen krallıkla yetinmeli. Olabilecek en kötü şeye hazırlıklı olsam iyi olur."
Tanrıça saçlarını bir erkek gibi düğümleyerek yukarı topladı ve eteklerini toplayıp pantolona benzetti. Sırtına birinde bin, diğerinde beş yüz ok olan iki heybe; yanlarına üç tane uzun kılıç astı. Bir eliyle, üzerinde atılmaya hazır bir ok bulunan bir yay tutuyordu; öbür eliyle ise kılıçlarından birini sıkıca kavramıştı.
Karşı karşıya geldiklerinde, Amaterasu görünüşünün kardeşini ürküteceğinden emindi. "Bana niye geldin?" diye sordu sakin bir şekilde.
"Bir sorun bekler gibi bir halin var" diye yanıt verdi Sosa-no-wo. "Benden kesinlikle korkmamalısın. Annemin ve babamın beni sevmemelerine ve beni ölüler dünyasını yönetmekle cezalandırmasına karşın, benim yüreğim hiçbir zaman kara olmadı. Işık dünyasından ayrılmadan önce seni görmek istedim yalnızca. Çok uzun kalmak niyetinde değilim."
Amaterasu kardeşinin iyi niyetine inanmak isteğiyle silahlarını bir kenara bıraktı. Onu diğer göksel tanrılar arasında ağırladı ve ziyaretinin söylediği kadar kısa olmasını diledi.
Ancak Sosa-no-wo, istenildiğinden çok daha uzun kaldı ve davranışları çok kabaydı. Onun ve Amaterasu'nun, kendilerine ait üçer pirinç tarlası vardı. Amaterasu'nun tarlası çok fazla yağmur veya kuraklığa rağmen gelişmeye devam ederken, Sosa-no-wo'nunki hep verimsizdi. Kuraklık zamanlarında toprak parçalanıp çatlıyor, şiddetli yağmurlarda ise toprak akıp gidiyordu. Sonunda Sosa-no-wo'nun duyduğu kıskançlık öfkeye dönüştü. İlkbaharda pirinç tohumları ekildiğinde, Sosa-no-wo tarlalar arasındaki bölmeleri kaldırdı, kanalları doldurdu, oluklara ve borulara hasar verdi. Kardeşinin iyi niyetine inanmak isteyen Amaterasu ise, sakin ve sabırlı olmaya çalıştı.
Sonbaharda ekinler olgunlaşınca Sosa-no-wo göksel tayları serbest bıraktı ve onların pirinç tarlalarının ortasında yatmalarına neden oldu. Amaterasu sakin ve sabırlıydı.
Sonra Sosa-no-wo ilk meyve hasat bayramını, sarayı iğrenç pisliklerle kirleterek bozdu. Amaterasu yine de sakinliğini ve sabrını korudu. En sonunda, Amaterasu gizli dokuma odasında tanrıların giyeceklerine kumaş dokurken, kötü yürekli kardeşi tavanda bir delik açmak için birkaç kiremiti sessizce yerinden oynattı. Sonra da bir göktayını odaya fırlattı. Amaterasu o kadar şaşırdı ki, kumaş dokuduğu kemikle kendini yaraladı.
Bu kez, güneş tarıçası Sosa-no-wo'yu affetmedi. Büyük bir öfkeyle sarayı terk etti ve taş mağarasına girdi. Kapıyı kilitledi ve orada yalnız kaldı. Artık onun parlaklığı gökleri ve dünyayı aydınlatmıyordu; gün, gece kadar karanlık olmuştu. Evren sürekli bir karanlık içinde kalmak zorundaydı. Güneş olmadan bitkiler büyüyemediler. İnsanlar her yerde işlerini bırakıp bu yoksunluğun daha ne kadar süreceğini merakla beklemeye ve izlemeye başladılar.
Bütün tanrılar gökteki Barış Nehri'nin kıyısında toplandılar ve Amaterasu'nun öfkesini nasıl yatıştırabileceklerini tartıştılar. Taş mağaranın önüne güneş tanrıçasının heykelini dikip ona dualar sundular. Ayrıca güzel dokunmuş kumaşlar, pahalı mücevher, tarak ve ayna gibi pek çok özel armağan sundular ve bunları sakaki ağacına astılar. Tanrıçalar kapısında dans edip şarkı söylediler.
Amaterasu müziği duyunca kendi kendine şöyle dedi: "Hem güzel dualarla yakarışlarını hem de müziğin ve dansın seslerini duyuyorum. Benim bu kaya mağarada inzivaya çekilmem, bereketli kamış tarlalarını sürekli karanlığa mahkûm etti, öyleyse tanrılar niye bu kadar mutlular?" Merakı kızgınlığına ağır bastı ve kayada bir yarık açarak dışarı baktı.
Tanrılar Amaterasu'nun tam da bunu yapmasını bekliyorlardı. Güneşin parlak ışıklarının geri gelmesini sevinçle karşılarken Amaterasu'nun elinden tutup onu yeniden aralarına katılmaya ikna ettiler.
Tanrılar Sosa-no-wo'dan bin masa dolusu armağan isteyerek onu cezalandırdılar. Ayrıca saçlarını, el ve ayak tırnaklarını çektiler. Sonunda ona şöyle dediler: "Davranışın dayanılmayacak kadar kaba ve uygunsuzdu. Bundan sonra gökten ve kamış tarlalarından sürgün edildin. Hemen ölüler diyarına git. Senin kötülüklerini yeterince çektik."
Böylece Sosa-no-wo, gökleri sonsuza kadar terk etti ve ölüler diyarına doğru yola çıktı.
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder