SELÇUKLU SULTANLARI'NIN HALİFELERLE MÜNASEBETLERİ
Tarihi seyri içerisinde gelişerek ve değişerek Selçuklular dönemine kadar gelen Halifelik kurumu, Selçuklularla birlikte yeni bir güç ve kuvvete kavuşmuştu. Artık horlanan ve hakir görülen halifeler gitmiş, onların yerine kendilerine saygı duyulan, hürmet gösterilen halifeler gelmişti. Bu durum bir yandan halifelerin eski güç ve kudretlerine yeniden kavuşma arzularını kamçılarken, diğer taraftan mevcut siyasi otorite ile kuvvet ve yetki paylaşımı meselesini de gündeme getirmişti. Bu konuda dönemin alimleri ve siyaset bilimcileri değişik görüşler ileri sürerek meseleyi hukuki zemine oturtmaya çalışmışlarsa da, hayatın akışı ve siyasi zaruretler her zaman bu teorileri haklı çıkaracak uygulamaları ortaya koyma imkanı vermemiştir. Halifeler ile Sultanlar arasında çeşitli sebeplerden kaynaklanan birtakım çatışmalar ve ilişkiler ağı yaşanmıştır.
1 - Tuğrul Bey Dönemi ( 1040 - 1063 )
Selçuklu Sultanları ve Halifelerle olan ilişkilerinin ilk ve en geniş şekilde yaşandığı dönem, hiç şüphesiz ki Tuğrul Bey dönemidir. Sünni dünyanın lideri olan Halife ile ilk temasa geçen ve onun yanında siyasi bir güç olarak yer alan da Tuğrul Bey olmuştur. Bu sebepten dolayı Tuğrul Bey zamanındaki Halife-Sultan ilişkileri sonraki devirlere göre daha büyük önem arz etmektedir.
a - Halifeyle Yazışma ve Hakimiyetin Meşruiyet Kazanması
Abbasi Halifeleri, Selçuklular Devleti kurulmadan önce de, Türk sultanları ile yazışmalar yapmışlardı. Özellikle Halife Kadir Billah (991-1030), gittikçe güçlenen ve halifelere baskı yapan Büveyhilerin tasallutundan kurtulmak için Gazneli Mahmud'un (997-1030) desteğini istemek mecburiyetinde kalmış, onlara güvenerek Büveyhileri tehdit etmişti. Babasından sonra tahta geçen Mesud (1030-1040) da aynı politikayı devam ettirmiş, Abbasi Halife'sine elçilerle birlikte hediyeler göndermiş ve hürmette kusur etmemişti. Bu şekilde başlayan Türk hükümdarlarıyla yazışmalar Kaim Biemrillah (1030-1074) zamanında da devam etmiştir.
Selçukluların Horasan'da varlıklarını kabul ettirerek devletlerini kurmalarıyla birlikte, Abbasiler ile münasebetlerin başladığı görülmektedir. Nitekim Sultan Mesud ikinci defa yenilgiye uğratılarak Tuğrul Bey, Nisabur'da tahta oturup "Sultanu'l-Muazzam" unvanı ile kendi adına hutbe okutmuş ve devletin istiklalini ilan etmişti. Bu sırada Çağrı Bey ve diğer Oğuz Beyleri'nin Rey, Hemedan ve Cebel bölgelerine akınlar yapıp, yağmalarda bulunması üzerine Halife Kaim Biemrillah Tuğrul Bey'e bir elçi göndererek, yağma ve akınlardan vazgeçmelerini, bunun yerine ele geçirdikleri beldelerde imar faaliyetlerinde bulunmalarını istemişti (1038). Selçuklular, Halife'nin elçisi Ebu Bekir et-Tusi'nin kendilerine gönderilmesinden son derece memnun olarak bayram etmişler ve elçiye onüç kat hilat giydirmişlerdi.
Abbasi Halifesi'nin elçi göndermesi Selçuklular ile Halife arasında ilk diplomatik temastır. Nitekim İslam dünyasının lideri Halife'den kendilerine elçi gelmesi, Selçukluları da son derece memnun etmiştir. Zira elçinin gelmesi demek; onların Halife'ce tanınması anlamına gelmekteydi ki, devletin yeni teşekkül döneminde bu büyük önem arz etmekteydi. Aynı zamanda Halife'nin isteklerine son derece titizlikle uyulması da onların bu diplomatik münasebete verdikleri değeri gösterir.
Selçuklular, Sultan Mesud'u Dandanakan'da (1040) kesin bir yenilgiye uğrattıktan sonra Horasan'da hakimiyetlerini kesinleştirdiler. Topladıkları ilk kurultayda Abbasi Halifesi ile temasa geçme karararı alarak, dönemin önde gelen alimlerinden Ebu İshak el-Fukkai'yi bir mektupla birlikte Halife'ye gönderdiler. Bu mektupta: "Biz Selçukoğulları kullarınız, mukaddes peygamberlik huzur ve devletinin her zaman taraftarı olan ve ona itaat eden bir kabile idik. Her zaman gaza ve cihada çalışıyorduk ve büyük Kabe'yi ziyarete devam ederdik. Bizim aramızda ileri gelmiş ve muhterem lsri'il bin Selçuk adlı bir amcamız vardı. Yemin-ed Devle bin Sevüktekin onu, cürüm ve kabahati olmadan, yakalayıp, Hindistan'da Kalendr kalesine göndererek, yedi yıl hapsetti. Nihayet o, orada ömrünün sonuna erip öldü. Bizim akraba ve taallukatımızdan birçoklarını kalelerde mahpus tuttu. Mahmut ölüp yerine oğlu Mes'ud geçince, memleket işleriyle uğraşmayarak, eğlence ile gezip dolaşmakla meşgul oluyordu. Muhakkak ki Horasan'ın meşhur ve ileri gelenleri, kendilerini himayemiz altına almamızı istediler. Mes'ud'un ordusu üzerimize geldi. Aramızda ilerlemeler ve gerilemeler, mağlubiyetler ve galibiyetler oldu. Nihayet iyi baht yüz gösterdi. Son defasında, Mes'ud, büyük bir ordu ile bizzat üzerimize yürüdü. Tanrı'nın yardımı ve Peygamberin temiz ve mukaddes huzurunun ikbali ile, bizim taraf galip geldi. Mes'ud mağlup, zelil ve bayrağı baş aşağı gelmiş bir halde, sırt çevirip kaçarak, ikbal ile devleti bize bıraktı. Tanrı'nın bu vergisine şükür, bu yardımına hamdolmak üzere adalet ve insaf ile hareket ettik, zulüm ve adaletsizlik yolundan ayrıldık. (Şimdi) istiyoruz ki, bu iş din yolu ile Emir el-Müminin buyruğu ile olsun." denmekteydi.
Mektubun muhtevasına dikkat edildiğinde Selçukluların Halife katında meşruiyet aradıkları ve meşruiyetlerinin tanınması için Islami esaslara ne kadar bağlı olduklarını vurguladıkları görülmektedir. Halife tarafından daha önceden meşruiyeti tanınan Gazne Sultanları'nın zülüm ve haksızlık yaptıkları, oyun ve eğlence ile uğraştıkları zikredilerek, onların bir Müslüman sultanın yapmaması gereken şeyleri yaparak meşruiyetlerini büyüttükleri de, açıktan söylenmese bile, dolaylı yoldan -dile getirilmektedir. Neticede kendilerinin, önceden cereyan eden tatsız olaylar Halife tarafından da bilindiği için, zulüm ve adaletsizlik yolundan ayrılarak devletlerini tesis ettiklerini, bu devletin de Halife'nin yüksek otoritesi ile tasdik edilmesini istedikleri bildirilmektedir.
Bahsedilen hususlar Işığında bakıldığında, her ne kadar siyasi olarak hakimiyetlerini temin etmiş olsalar da, Selçukluların Halife'nin manevi otoritesi tarafından tanınmak için gayret sarf ettikleri görülür. Bu iş için önceki sultanların yaptıkları fena şeyler hatırlatılarak, kendilerinin bu tür işlerden uzak durdukları, insanları mutlu edecek adil bir idare tesis· ettikleri gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu, o dönemde geçerli olan teamüllerin bir gereği olarak Halife tarafından tanınmanın lüzumundan kaynaklanan bir husustur. Zira Halife tarafından tanınmadıkça, o devletin meşruiyeti kabul edilmemiş olurdu; Selçukluların da bu düşünceden ·hareketle; Halife'ye elçi göndererek tanınmalarını talep ettikleri anlaşılmaktadır.
Tuğrul Bey, bir taraftan Halife tarafından tanınmak için yazışma yaparken, diğer taraftan Halife'nin yüksek otoritesini tanıdığını uygulamalarıyla gösteriyordu. Nitekim kurultaydan sonra fethedilen ülkeler hanedan üyeleri arasında taksim edilerek buraların idareleri onlara tevdi edilirken, hutbelerde de Abbasi Halifesi'nin adı okunarak Halife'ye olan bağlılık gösterilmiş oluyordu. Halife'nin doğuda itibarı artarken, tam tersi bir durumla Bağdad merkezinde gün geçtikçe durumu zorlaşmaktaydı. Bağdad'a hakim olan Şii-Büveyhiler, Halife'ye baskı yapmaya, hatta Halifenin gelirlerine el uzatmaya başladılar. Halife'nin ismini hutbelerde okutan ve onun tarafından tanınmayı bekleyen Tuğrul Bey, bu duruma rıza göstermedi. Büveyhi Sultanı Celalu'd-Devle'ye bir mektup yazarak ona "el-Meliku'I-Celil" şeklinde hitap edip, Halife'ye ve reayaya karşı iyi davranmasını istedi ( 435/1043). Celalu'd-Devle, giderek artan bir şekilde güçlenen Selçuklulardan çekindiğinden dolayı yaptıklarından vazgeçerek Halife'nin gelirlerini iade etti. Gerek bahsedilen dönemde Horasan emiri olan İbrahim Yınal'ın Bağdad'a gönderdiği, gerekse Tuğrul Bey'in Celalu'd-Devle'ye gönderdiği mektuptan anlaşılacağı üzere, Selçukluların Bağdad'daki gelişmeleri yakından takip ettikleri ve bölgeyle ilgilendikleri anlaşılmaktadır.
Rey şehrini· kendisine merkez yaparak buraya yerleşen Tuğrul Bey, . 1043'de Halife'ye Ebu Talib Muhammed b. Eyyub'u elçi olarak göndererek, ilk elçisi ile Halife'den gerekli iltifatı görmediğine kani olmuş olacak ki, bu ikinci elçisi ile, Halife'den hizmetlerinden dolayı kendisinin daha fazla yüceltilmesini istedi. Elçi, Halife'ye: "Ben Arap saltanatının başında bulunan şahsın vekiliyim (yahut bendesiyim). Hakim olduğum bütün beldelerde Halife'nin adını ilan ettim. Ahaliyi, seleflerim olan Mahmud ve Mes'ud'un valilerinin zulmünden kurtardım. Ben de her hangi suretle seleflerimin ma'dunu değilim. Onlar· da Halife'nin bir takım ülkeleri idare eden köleleri idiler. Ben ise hür insanların evladıyım ve Hün'lerin kral hanedanına mensubum. Bundan başka seleflerim derecesinde saygı görmekle beraber bana yapılacak hizmetlerin ve beni ayırdeden meziyetlerin onlardan üstün olacağını sanıyorum" şeklinde, Tuğrul Bey'in mektubunu iletti."
Bu mektupta açıkça belirtildiği gibi, Tuğrul Bey, kendisini Halife'nin· vekili olarak addetmekte ve yaptığı işlerle Halife'nin şanını yücelttiğini bilmektedir. Kendinden önceki · sultanların gördüğü hürmet ve iltifatı hatırlatarak, kendisinin soy olarak onlardan daha yüce, hizmet olarak daha ileride olduğunu belirtip, bu hizmetlerine ve şanına yakışır unvan ve mükafat beklediğini göstermektedir. Bu istek belki de ilk elçisini gönderdiğinde umduğunu bulamamanın vermiş olduğu hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır. Nitekim daha sonra bu beklentisine kavuşacaktır.
Selçuklular ile Abbasi Halifesi arasındaki bu elçi teatisinin belki de en önemlisi ve dönüm noktası olanı, Halife tarafından ünlü Şafii alimi Maverdi'nin 1043'de Tuğrul Bey'e elçi olarak gönderilmesidir. Maverdi'nin elçi gönderilmesiyle birlikte Halife, Selçukluları siyasi bir teşekkül ve devlet olarak tanıdığını kabul etmiş oluyordu. Maverdi, o sıralarda Cürcan'da bulunan Tuğrul Bey tarafından şehrin dört fersah dışında karşılanmıştır. Gerek Halife'nin elçisi olması, gerekse ilimdeki şöhreti bakımından Tuğrul Bey tarafından son derecede önemsenen ve şehrin dışında karşılanan Maverdi, elçilik görevini ifa etmiş ve Tuğrul Bey'in yanında bir sene kaldıktan sonra Sultan'ın Halife'ye olan bağlılığını bildirmek üzere geri dönmüştü. Dönüşünde, Selçukluları şereflendirmesinden dolayı kendisine 30 000, Halife için 20 000 ve Halife'nin etrafındaki şahıslara verilmek üzere 10 000 dinar hediyeyi de beraberinde getirmişti.
Maverdi'nin geri dönüşünde getirdiği haberler Halife için büyük önem arz etmekteydi. Büveyhiler tarafından devamlı baskı altında tutulan Halife, kendisine yeni müttefikler aramaktaydı. Beklediği müttefikin Selçuklular olması kuvvetle muhtemel olmakla beraber, onların Halife'ye gerekli bağlılığı gösterip göstermeyeceklerinden emin olmak lazımdı. Bu sebepledir ki, Maverdi gibi hilafet konusundaki teorik bilgilere vakıf, aynı zamanda Büveyhi Sultanları'na karşı Halife'nin tarafı olarak görüşmelere katılmış bir şahsın gönderilmesi uygun görülmüştü. Maverdi'nin gönderilişinde görünen sebep, kaynakların naklettiği meseleler olmasına rağmen, gerçekte Halife'nin zihninde uyanan istifhamlara beklediği cevapları almak için olduğu anlaşılmaktadır. Maverdi'nin Sultan'ın yanında bir yıl gibi uzun bir süre kalması da, Sultan'ın düşüncelerini öğrenmek ve Halife'nin hukuki durumunu ona anlatmak için uygun bir zaman olmuştur.
Maverdi'nin verdiği izahat üzerine, Halife'nin Selçuklular ve Büveyhileri kendi menfaatleri açısından tarttığı ve öncekilerin tahakkümünden kurtulmak için Selçuklular lehinde karar verdiği ileri sürülebilir. Halife, Maverdi'nin getirdiği haberlerden umduklarının bulmuş ve Tuğrul Bey'e güveni gelmiş olmalı ki, daha sonraları onu Bağdad'a davet edecektir.
Bu arada Bağdad'da yeni gelişmeler olmuş, Celalu'd-Devle vefat etmiş (1044), yerine Melik Ebu Kalidr geçmişti. Ebu Kalidr, Bağdad'a girerken Halife onu istikbale çıkmamış, önceki sultanın vezirlerini göndermekle iktifa etmişti. Bağdad'da hakimiyetini sağlamlaştıran Ebu Kalidr (Ağustos 1045)'de adına hutbe okutmaya başladı." Bağdad'da meliklerin beş vakit davul çaldırması adet olmadığı halde ki, Adudu'd Devle üç vakit çaldırmıştı, Ebu Kalidr beş vakit çalınmasını emretti. Meydana gelen bu gelişmeler Halife'yi iyiden iyiye rahatsız ettiği için, daha önceden Maverdi vasıtası ile hakkında bilgi sahibi olduğu Tuğrul Bey'le tekrar temasa geçme gereği duydu.
Görülen lüzum üzerine Halife, Tuğrul Bey'e yeni bir elçi daha gönderdi (1044). Elçinin götürdüğü mektupta dört mesele vardı: Fethettiği yerlerle yetinerek yeni yerler fethetmemesi, Halife'ye karşı kesin bağlı kalması ve bunu yeminlerle teyit etmesi, Halka adil davranması ve fethettiği yerlerden adet gereğince Halife'ye vergiler göndermesi. Eğer bu şartlar yerine getirilirse sizi şeref hilatleri ile süsleriz, sizi hükümdar tanıtacak şeref unvanları veririz, denmekteydi. Tuğrul Bey, Halife'nin ileri sürdüğü birinci şart için: "Benim askerim pek çoktur ve bu memleketler onlara kafi gelmemektedir" cevabını verince; elçi de, "Bunun sebebi sizin bu memleketleri tahrip etmenizdir. Bütün dünyayı alsanız ve bu şekilde tahrip etseniz size ve milletinize yetmez" şeklinde cevap verdi. İkinci şart için: "İstediğiniz bu yeminlere belki katiplerin aklı erer, fakat benim aklım ermez. Benim hiç hata etmemek üzere kendimi zaptu-rapt altına almama imkan mı vardır?" dedi. Elçi buna: "Siz bütün kalbinizle bize bağlı olduğunuzu gösterir ve ancak doğru olanı yaparsanız, hatadan korunmuş olursunuz" cevabını verdi. Sultan üçüncü şart için: "Ben dürüst hareket ıçın dikkat ediyorum. Şayet yanımdaki aç kimselerden bazıları kötülük ediyorsa buna karşı ne yapabilirim?" cevabını verdi. Dördüncü madde için: "Istediğiniz verginin miktarını bana bildirin. Elimden gelirse geri kalmam" şeklinde cevap verdi. Muhakkak olan şudur: Tuğrul Bey, bu dört maddenin birini bile kabul etmedi.
Halife'nin ileri sürdüğü ve hiçbiri Tuğrul Bey tarafından kabul görmeyen bu şartlara dikkat edilirse, Selçuklu Sultan'ı hakkında hala bazı tereddütlerin olduğu, bu sebepten dolayı da, ondan birtakım güven artırıcı davranışlar beklediğine hükmedebiliriz. Tuğrul Bey'in şartlara uyması karşılığında hükümdarlığını tanıyacağını, şerefli unvanlar vereceğini vaadettiği dikkati çekmektedir. Belki de Halife, bu şekilde davranarak, dönemin hukuki anlayışı gereği İslam aleminde bir sultanın meşru kabul edilmesi için kendisi tarafından hükümdarlığının onaylanması ve uygun unvanlar verilmesi şartını dolaylı yollardan Tuğrul Bey'e hatırlatmaktadır. Tuğrul Bey'in gönderdiği önceki elçilerle birlikte ona uygun unvan vermemiş olması da bu düşünceden kaynaklanmış olabilir. Ama, Halife'nin bu tutumuna karşılık Tuğrul Bey de gelişen şartlarla, Halife'nin mecbur kalacağı ihtimalinin arttığını görerek, isteklerinden hiç birisini yerine getirmemişti. Aslında her iki tarafta kendi isteklerini garanti altına almak düşüncesinden dolayı, diğerinin isteklerini savsaklamakta, bununla birlikte elçilik teatisi de devam etmekteydi. Bu ilişkilerin akışı içerisinde Tuğrul Bey'in, dönemin önemli Hanefi alimlerinden ve İsfehan kadısı olan Ali b. Ubeydullah el-Hatibi'yi ( öl. 1074) 1048 yılının ortalarında Bağdad'a elçi olarak gönderdiğini görmekteyiz.
Halife ile ilişkiler gelişmekte iken Tuğrul Bey, Ebu Mansur b. Alau'd-Devle'nin elinde olan İsfehan'ı kuşatarak uzun süre muhasara etti (1050). Kuşatmanın uzayarak dokuz ayı geçmesi üzerine sıkıntı içinde olan halk, Halife'ye elçi göndererek ondan şefaatçi olmasını istediler. Tuğrul Bey'in kendisinden meşruiyyetinin tanımasını beklediğini ve bu isteğin Tuğrul Bey'e ödün vermek anlamına geleceğini bilen Halife bu isteğe sıcak bakmadıysa da, sonradan ricada bulunmayı kabul edip "Meşru hükümdar", "Müslümanların sığınağı" ve "Rüknüddin Sultan Tuğrul Bey" unvanlarını kullanarak mektup yazdı ve İsfehan ahalisi lehinde ricada bulundu. Halife'den istediği unvanları alarak meşruiyyetini tastik ettiren Sultan, Halife'nin ricasını yerine getirmenin yanında ona 20 000, adamlarına da 2 000 dinar gönderdi. Bu tarihten itibaren sultanlık mührünün üzerine bir yay ve bu unvanları kazıttırmıştır ki, bu işarete tuğra denecektir. İbnu'l-Esir'in ifadesine göre; "Tuğrul Bey'in elçilik heyeti 1051'de Bağdad'a ulaştı. Halife'nin vermiş olduğu unvanlardan dolayı Sultan teşekkür ediyordu. Halife'ye 10 000 dinarın yanında değerli mücevherler, elbiseler ve güzel kokular gönderilmişti. Ayrıca 5000 dinar Halife'nin yakınlarına ve 2000 dinar da vezire gönderilmişti. Halife, Tuğrul Bey'in elçilerini büyük bir sevinç içerisinde karşılamış, heyetin gelişi bayram gününe tesadüf ettiğinden, üniformalar içindeki askerlerine bir karşılama merasimi yaptırarak, Sultan'ın elçilerine gücünü göstermek istemişti.
Zaman Tuğrul Bey'den yana işlemiş ve bekleyip de alamadığı unvanları İsfehan kuşatması sırasında almış oldu. Halife'nin Tuğrul Bey'e bu unvanları vermesi ve bahsedilen unvanları kullanarak mektup yazması, Selçukluların Halife tarafından tam olarak tanındığının işaretidir. Kendi meşruiyetinin Halife tarafından da tanınması üzerine Tuğrul Bey, Türk geleneğinde hakimiyet sembolü olan yayı mührüne kazıtmış ve Halife'nin verdiği unvanları serbestçe kullanmağa başlamıştır. Bağdad'a gönderilen mukabil elçi ve hediyeler de bu tanınmanın memnuniyetinin ifadesidir.
b - Sultan'ın Bağdad'a Davet Edilişi
Tuğrul Bey'in Hemedan'ı zaptından sonra, Halife gizli bir elçi göndererek (1052) Tuğrul Bey'i Bağdad'a davet etti. Bağdad'da durumun gittikçe Halife'nin aleyhine gelişmesi sebebiyle Halife'nin inadından vazgeçerek Tuğrul Bey'e beklediği unvanları vermesi, Tuğrul Bey'in ise meşruiyet meselesini hallederek hukuken tanınan bir devlete kavuşması, taraflar arasındaki güvensizlik meselesini sona erdirmiş ve daha yakın ilişki kurma gereğini ortaya çıkarmıştır.
Taraflar arasındaki yazışmalar devam etmiş, bahsedilen olaydan iki yıl geçmeden, bazı kaynaklara göre bizzat Halife, bazılarına göre ise Vezir Reisü'r-Rüesa Ibnü'l-Mesleme bir elçi göndererek Arslan Besasiri'ye karşı Tuğrul Bey'i Bağdad'a davet etmişti. Elçi Tuğrul Bey'i ikna edebilmek için onun yanında uzun süre kalmak mecburiyetinde kalmıştı.'' Tuğrul Bey'in daveti kabul etmesine karşılık kendisine 300 000 dinar verileceği de vezir tarafından vaad edilmişti.
Halife'nin Tuğrul Bey'e son bir defa (dördüncü kez) müracaatından sonra, Tuğrul Bey, Halife'ye bir elçi göndererek, birtakım işlerini yerine getirmek üzere Bağdad'a gelmek istediğini bildirdi. Tuğrul Bey: "Peygamber (Muhammed)e hizmetle şeref kazanmak istiyorum ve Mekke'ye gidip orada dua ve ibadette bulunmak emelindeyim. Hacıların geçtikleri bütün yolların emin olmasını diliyorum. Yollarda eşkıyalık eden Maaddileri ( göçebeleri) ortadan kaldıracağım. Sonra Suriyeli asilerle ve yanlış yol tutan Mısırlılarla Allah'ın izniyle harp edeceğim" demekteydi. Halife de onun dini gayret ve hamiyetini överek Bağdad'a gelme hususunda gecikmemesini rica etti.
Seneler süren yazışmalar ve elçi teatisinin sonucunda Tuğrul Bey, isteklerine kavuşmanın yanı sıra, Sünni dünyanın liderliğini ele alacak yolculuğa çıkmaya hazırdı. Bir Türk sultanının Bağdad'a gelişi hem Abbasiler tarihi açısından, hem de Türk tarihi açısından bir dönüm noktası olacaktır. Şimdiye kadar Sünni inancın sadece müntesibi olan Türkler, bu tarihten sonra, ona muarız olan bütün siyasi ve fikri düşüncelere karşı da Sünniliğin müdafii olmaya başlayacaklardır. Bu iç ve dış baskılar karşısında neredeyse yok olma noktasına gelmiş olan Sünni düşüncenin yeniden canlanmasını sağlayacağı gibi, onun fikri yönden de gelişerek karşı fikirlere meydan okuyacak kadar güçlenmesine de vesile olacaktır. Tuğrul Bey'in Bağdad'a gelişi, siyasi ve fikri yönden Sünniliğin ihya edilmesinin başlangıç tarihidir.
c - Birinci Bağdad Seferi
Tuğrul Bey, Bağdad'a gelme arzusunu ortaya koyup gerekli hazırlıklara başladı. Dinaver, Karmasin, Hulvan ve diğer yerlerdeki adamlarına haber gönderip erzak ve yem tedarik etmelerini istedi. Bu haber Bağdad'da büyük çalkantılara ve karışıklıklara sebep oldu (1055). Zira bahsedilen dönemde el-Meliku'r-Rahim'in komutanlarından olan Arslan Besasiri, Büveyhi Sultanı’nı bütün yetkilerinden soyarak idareyi elinde toplamıştı. Besasiri gün geçtikçe gücünü artırarak her meselede söz sahibi olmuş, hilafet sarayını yağmalamaya ve Halife'yi tutuklamaya bile niyetlenmişti.
Rey'de bulunan Tuğrul Bey, işlerini yoluna koyduktan sonra Muharrem ayında Hemedan'a geçti. Halifeye elçi göndererek emrine icabet edeceğini ve bu yüzden Bağdad'a gelmekte olduğunu bildirdi. Bu arada Tuğrul Bey, Hac yapmak, Mekke yolunu ıslah etmek Şam ve Mısır'a yürüyerek Şii Mustansır’ın hakimiyetine son vermek istediğini açığa vurdu. Ayrıca Bağdad'daki Türklere de mektup göndererek onlara iyilik vaad etti. O sırada Vasıt'da bulunan Büveyhi Sultanı el-Meliku'r-Rahim de Bağdad'a dönmüş ve Tuğrul Bey'le yapılacak anlaşmanın şartlarını Halife'ye bırakmıştı.
15 Aralık 1055'de Bağdad camilerinde hutbeler Tuğrul Bey'in adına okunmaya başladı. Bu sırada Bağdad'a yaklaşan Tuğrul Bey, Halife'ye haber göndererek şehre girmek için izin istedi. Bu izin verildiği gibi, halifenin veziri, kadılar, eşraf, şahitler ve el-Meliku'r-Rahim'in önde gelen kumandanları Sultan'ı karşılamaya çıktılar. Tuğrul Bey de onların kendisini istikbalinden memnuniyetini göstermekte gecikmedi ve gelenleri istikbal maksadıyla kumandanlarıyla, vezir Kunduri'yi görevlendirdi.
Reisü'r-Rüesa yanındakiler Sultan'ın maiyetine yaklaştıklarında, bir hacib yanında getirdiği atı Reisü'r-Rüesa'ya göstererek: "Bu Sultan'ın gözde atlarındandır; sizin binmeniz için gönderildi" dedi. Reisü'r-Rüesa, beygirinden inerek bu hayvana bindi. Sonra vezir Kunduri geldi ve onu karşıladı. Vezir bu karşılaşma esnasında hayvanından yere inmek istediyse de, o buna müsaade etmedi ve hayvanların üzerinde iken kucaklaştılar. Halife'nin veziri Tuğrul Bey ile Nehrevan'da mülaki oldu. Sultan ona Halife'nin durumunu sordu. O da Halife'nin durumunu arz etti ve teşekkür nişanesi olarak yeri öpmek kastıyla ima etti. Böylece büyük bir alay ve tören ile Tuğrul Bey şehre girdi.
Tuğrul Bey'in Bağdad'a girmesiyle birlikte Büveyhiler Devleti sona erdiği gibi, tek otoritenin hükmü altında birleşen İmparatorluğun gerçek hakimi de Selçuklular oldu. el-Meliku'r-Rahim'in yakalanıp hapse konmasıyla birlikte Bağdad'daki Şii iktidarı sona erdirilerek, Sünniliğin iktidarı yeniden tesis edildi. Bağdad'daki minberlerde Halife'den sonra Tuğrul Bey'in ismi okundu. Ayrıca Şiilerin oturduğu Kerh Mahallesi halkına da sabah namazlarında "es-Salitü Hayrun mine'n-Nevm" ibaresini okumaları emredildi.
Tuğrul Bey, Bağdad'a girer girmez, Büveyhilerin idare merkezi olan "Daru'l-Memleke"ye yerleşip, valiler ve tahsildarlar tayin ederek Selçuklu teşkilatını kurdu. Çıkardıkları kargaşadan sonra kaçan Türkler ve Deylemilerin evlerine askerlerini yerleştirip, onların iktalarına el koydu. Hemen Bağdad şahneliğine Aytekin b. Süleyman adlı adamını getirerek, şehrin idaresini düzene koydu. Vezir Kunduri, "Kanun Kitabı" (vergi defterleri) ni getirterek "Sultaniyyat" adı altında alınmakta olan vergileri Selçuk hazinesine (Kalem-i Divan) nakletti. Hakimiyetin sembolü olmasından dolayı, darb edilen altın ve gümüş paraların üzerine Tuğrul Bey'in adı yazıldı. Basra ve Ahvaz eyaletlerini yıllık 30 000 dinar karşılığında Hazaresb'e ikta olarak verdi. Büveyhilerin Halife'ye bağladıkları tahsisata ek olarak 50 000 dinar ve 500 kurr buğday tahsis etti. Hatta elinde yeterli imkan olsa daha fazla vereceğini, "Araplığa yardım eden askerlerim bu kadar çok olmasaydılar, Türklerin evvelce Halifeden almış oldukları her şeyi geri verirdim" şeklindeki ifadesiyle belirtti.
Bağdad'da hakimiyetini tesis eden Tuğrul Bey, hemen şehrin imar faaliyetlerine başladı. 1056'da Bağdad’da Dicle kenarındaki şehrin surunu tamir ettirdi. Buradan kesilen ağaçlada Adudiyye Sarayının (Daru'l Memleke) birçok yerini yeniden imar ettirdi. Bu iş için civar yerlerdeki evler ve mahalleler yıkılarak yeni mekanlar kazanıldı. Sarayın yanı başında beylerin oturacakları konaklar, askerler için kışlalar ve cami yaptıran Sultan, buraya geçici olarak gelmediğini ortaya koydu.
Tuğrul Bey'in bu yaptıklarına bakıldığında, onun sadece Halife'yi Besasiri'nin elinden kurtarmak kastıyla değil, Irak-ı Arab'da Selçuklu hakimiyetini tesis etmek üzere geldiğini söylemek mümkündür. Üstelik Halife'ye dini otoritenin dışında bir hakimiyet hakkı tanınmaması da bu düşünceyi teyit etmektedir. Son Büveyhi Sultanı el-Meliku'r-Rahim'in Halife tarafından Tuğrul Bey'e gönderilmesi ve garanti verilmesine rağmen tutuklanıp hapse konması da, siyaset gereği yapılması gereken hususlarda Halife'ye fazla söz hakkı tanınmadığının bir işaretidir. Nitekim Halife de, bu durumun farkına vararak, " ... bu insanlar benim emrimle sana geldiler; ya onları serbest bırakırsın, ya da ben Bağdad'ı terk ederim, ben seni şeri emirlere daha saygılısın diye davet ettim, oysa sen zıddını yapmaktasın" diye, Tuğrul Bey'i ikaz etmişti.
Tuğrul Bey, Selçuklu Devleti'nin menfaatine gerekli gördüğü bütün kararları almaktan çekinmemişti. Fakat meydana gelen bazı uygulama hataları yüzünden iki taraf arasında nahoş olayların meydana geldiği de bir gerçekti. Sultan'ın Bağdad'da kaldığı onüç aylık sürede askerler ile halk arasında bazı tatsız olaylar yaşanmış ve meydana gelen bu olaylar sebebi ile Tuğrul Bey'le Halife'nin arası açılma noktasına gelmişti. Bu durum ise Tuğrul Bey'i çok üzmüştü. Askerlerin halkın evlerinde kalmalarından dolayı birtakım istenmeyen olaylar meydana gelmiş, Halife, vezirini çağırarak Kunduri ile görüşmesini ve durumu düzeltmesini istemişti.
Halife'nin veziri vasıtasıyla Selçuklu askerlerinin Bağdad'dan çekilmesini, aksi taktirde kendisinin harekete geçeceğini bildirmesi üzerine Tuğrul Bey faaliyete geçti. Zaten bu sırada Tuğrul Bey, rüyasında Hz. Peygamber'i görmüş ve askerlerinin yaptığından dolayı Hz. Peygamber'den azar işitmişti. Gördüğü rüyadan çok etkilenen Tuğrul Bey, derhal askerlerini halkın evlerinden çıkarıp, meydana gelen tatsızlıkları gidererek Temmuz 1056'da yeniden Halife'nin gönlünü kazandı.
Alınan kararların ve yapılan uygulamaların bir kısmı Halife'yi rahatsız edince, hem Halife'nin gönlünü hoş etmek, hem de gerginliği artırmamak için bir taraftan Halife'nin tahsisatları artırılmış; bununla da kalınmayarak, Halife ile evlilik bağı kurulma cihetine gidilmiştir. Çağrı Bey'in kızı Hatice Hatun, Halife Kaim Biemrillah'la evlendirilerek iki aile arasında akrabalık kurulmuş (Ekim 1056), böylece Tuğrul Bey'in gücü ve azameti artarken, Halife'nin de Selçuklulara güveni sağlanmıştır.
Abbasilerle akrabalık tesisinden sonra, Halife'nin sarayının yanında kendisi için yaptırdığı saraya yerleşen Tuğrul Bey, Halife'nin kendisi için gönderdiği değerli taşlarla işli tahta burada oturmuş ve şehir eşrafı gelerek hürmetlerini arz etmişlerdi. Bu sırada Besasiri üzerine gönderilen Selçuklu kuvvetleri Sincar yakınlarında yenilgiye uğramış; Mevsıl, Kufe ve Vasıt'da Şii hutbesi okunmaya başlamıştı. Musul üzerine yürüyen Tuğrul Bey, buradaki hakimiyetini yeniden tesis edip, Abbasi Halifesi adına hutbe okuttuktan sonra (1057), kardeşi İbrahim Yınal'ı burada bırakıp kendisi tekrar Bağdad'a döndü. Kendisini karşılayan vezir Kunduri ile beraber Halife'nin veziri Reisu'r-Rüesa da Halife'nin selamlarını bildirdi ve içi mücevher dolu altından bir kap takdim etti. Ayrıca Halife'den getirdiği cübbe ve sarığı yastığının üzerine koydu. Sultan da ona hizmet etmek üzere ayağa kalktı ve yer öptü, Halife ile görüşmek istediğini bildirdi.
Tuğrul Bey Bağdad'a dönerken büyük törenlerle karşılanmıştı (Ocak 1058). Sultan gemiyle gelmiş, adamları da onun çevresinde yer almışlardı. Gemiden inince Halife'nin gönderdiği bir ata binerek saraya gitti. Halife, yerden yedi arşın yüksekliğinde bir taht üzerine oturuyordu. Üzerinde Hz. Peygamber'in bürdesi ve elinde hayzuran ağacından yapılmış bir asa vardı. Sarayda gerçekleşen ilk buluşmada Tuğrul Bey, Halife'nin önünde önce yeri, sonra da elini öpüp, kendisi için kurdurulan ikinci bir taht üzerine oturdu. Halife, bir tercüman vasıtasıyla, İslam'a yaptığı hizmetlerden dolayı Tuğrul Bey' e teşekkür etti.
Halife ona altın işlemeli miski sarık giydirerek, Arap ve Arap olmayan kavimlerin tacıyla taçlandırmış, kendisine yedi iklimi tevcih ettiğinin ilamı olarak yedi hilat giydirmiş, murassa iki altın kılıç kuşatarak iki devletin idaresini uhdesine tevdi etmiştir. Sultan'a "Rüknü'd-Din" (Dinin temeli), "Meliku'l-Meşrık ve'l-Mağrib" (Doğunun ve batının hükümdarı) unvanları ile birlikte "Kasımu Emiru'l-Müminin" (Halifenin ortağı) lakabını vermiştir. Halife bu unvanları verdikten sonra üç tane sancak istedi; bunların ikisi güzel sarı işli, üçüncüsü altınla yaldızlanmış sim işli olup "Livau'l-Hamd" adlı sancaktı. Halife bu sancağı eline aldıktan sonra hazırlatmış olduğu ahitnameyi Tuğrul Bey'e teslim etti ve: "O bizim sözümüzü sana okuyor. Onun gereklerinin neler olduğunu sana tefsir ediyor. Onunla bize emredilenler; Allah tarafından bize, sana ve Müslümanlara emredilenlerdir ki, biz onun içinde yazdık ve sağlamlaştırdık. Ben, onunla Allah'ın emrettiklerini sana emrediyor, nehyettiklerini sana nehyediyorum. Bu Mansur b. Ahmed senin yanında bizim naibimiz, dostumuz ve halifemizdir (vekilimizdir) ahitnameyi sana o okur. Onu koru ve gözet, çünkü o doğru, emin ve güvenilir kişidir" dedi. Tuğrul Bey de, her fasılada eğiliyor ve bağlılığını bildiriyordu.
Tuğrul Bey, Halifenin önünde ikinci defa yer öpmek istediyse de başındaki taç buna mani oldu. Onun üzerine Halife'nin elini iki defa öptükten sonra teberrüken gözüne sürmüştü. Halife bu unvanlada birlikte, "Allah'ın kendisine verdiği yerlerin tamamını Sultan'ın idaresine tevdi ettiğini ve kulların hukukunun korunmasını yine ona bıraktığını, idaresini tevdi ettiği meselelerde Allah'tan korkması, adaleti yayması ve zulme mani olması gerektiğini" açıkça belirterek, bu işleri Tuğrul Bey'e havale etti. Bunu üzerine Tuğrul Bey izin isteyerek; "Ben Emiru'l-Muminin'in hizmetçisi ve kölesiyim. Onun emirleri ve yasaklarını yapıp, memur ettiği şeyleri yerine getirmekle müşerref olacağım. Allah'tan yardım ve başarı diliyorum" dedi. Bu merasimden sonra huzurdan çıkan Sultan, Halife'ye değerli hediyeler gönderdi. Bunların arasında 50 000 dinar, atları ve silahlarıyla birlikte elli tane seçkin Türk köle ve elbise gibi değişik şeyler mevcuttu.
Halife, Tuğrul Bey'e "es-Sultan" unvanını da bağışladı. Bu zaten Tuğrul Bey tarafından kullanılan unvanın resmileşmesidir. Ayrıca Tuğrul Bey'e verilen "Doğunun ve Batının Hükümdarı" sıfatı ile bütün Müslüman topraklarını, özellikle de Abbasi Halifeliğini tanımayan bölgeleri fethetme yetkisi Sultan'a verilmekteydi. Bu yetki ile birlikte Sultan'ın yaptığı ve yapacağı bütün işlerin onayı alınmış, meşruiyet zeminine oturtulmuş oldu. Özellikle Selçuklular için iki ana hedef olan Fatımiler ve Bizans meselesinin halledilmesi için Selçuklular daha rahat hareket etme imkanı bulmuşlardır.
Sultan'ın Bağdad'a gelmesi ve yaptıklarını ele alan bazı muasır tarihçiler, Tuğrul Bey'in Halife'ye sadece dini sahayı bırakıp, dünya işleriyle ilgili kısmı kendi üzerine almasını "hilafet" ve "saltanatın" birbirinden ayrılması olarak kabul etmektedirler. Bazıları ise " ... dünya işlerinin din'den ayrı tutulmasından ibaret bu eski Türk geleneği Halife el-Kaaim Bi'emrillah'ın para ve erzak tahsisatını artırmakla yetinen Sultan Tuğrul Bey'in saltanat meselelerini kendi üzerine alması ile fiilen yürürlüğe konmuştu" şeklindeki ifadelerle, Tuğrul Bey'le birlikte biri dini, diğeri dünyevi olmak üzere iki otorite kaynağının ortaya çıktığını ifade etmişlerdir. Bu düşünceden hareketle günümüzdeki "laiklik" kavramının Selçuklular döneminde ortaya konduğuna daır bir kanaate ulaşılmıştır. Oysa laiklik, ortaya çıktığı medeniyetin tarihi, sosyal, kültürel ve inanç değerlerinin bir neticesi olup, Selçuklular döneminde bahsedilen tarihi yapı ve kültürel değerlerle fazla ilişkisi olmayan bir meseledir.
d - İkinci Bağdad Seferi
Musul valisi İbrahim Yınal'ın isyan ettiğine dair şayialar yayılınca, Tuğrul Bey ve Halife ona bir mektup yazarak Bağdad'a çağırdılar. O da, bu davete icabet ederek Bağdad'a geldi ve merasimle karşılandı (Şubat 1058). Tuğrul Bey'in Bağdad'a dönmesinden sonra üç ay geçmeden, İbrahim Yınal'ın da şehirde olmamasından istifade eden Besasiri tekrar Musul önlerinde gözüktü. Yardımda geç kalınması üzerine Musul'u ele geçiren Besasiri'nin işini bitirmek üzere tekrar Bağdad'dan ayrılmak isteyen Tuğrul Bey'i Halife vaz geçirmeye çalıştı. Fakat o, askerlerinin Musul'da mahsur kaldığını belirterek gitmesi gerektiğini bildirmiş, dolayısıyla Halife isteğinde başarılı olamadı. Sultan bölgeye hareket ederek Musul'u ikinci defa ele geçirdi (18 Eylül 1058).
Rahbe'ye çekilen Besasiri, Fatımi Halifesi'yle yazışarak, Selçukluları Bağdad'dan çıkarmak ve bölgeyi yeniden ele geçirmek için ondan yardım istedi. İbrahim Yınal'ın isyanı üzerine Tuğrul Bey'in Bağdad'dan ayrılmasından sonra, Besasiri Bağdad üzerine yürüdü. Bağdad şahnesi Aytekin de Ahfaz'a kaçınca Bağdad savunmasız kaldı. Besasiri hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Bağdad'ı ele geçirdi (27 Aralık 1058).
İbrahim Yınal meselesini haleden Tuğrul Bey, Besasiri gailesini ortadan kaldırmak ve Halife'yi tekrar tahtına oturtmak üzere Bağdad'a doğru harekete geçti. Yalnız bu hareketinden önce Besasiri ve Kureyş'e elçi göndererek yaptıklarını terkedip Halife'yi makamına döndürmelerini istedi. Tuğrul Bey'in kendi üzerlerine geleceğini anlayan Kuren, Besasiri ile yazışarak bu işten zararlı çıkacaklarını dolayısıyla Halife'yi makamına döndürmeyi teklif etti. Halife'nin güvenliğini düşünen Tuğrul Bey, Kureyş'e baş tarafında kendi el yazısı ile yazılmış saltanat sembolü olan bir mektup yazarak ondan "el-Emiru'l-Celil İlmu'd-Din" diye sitayişle bahsederek, Halife'ye yaptıklarından dolayı teşekkür etti. Ayrıca Halife'nin tahtına oturtulup, hutbelerde isminin okunması ve Halife adına sikke kesilmesi durumunda Bağdad'a gelmeyeceğini bildirdi. Bunların yapılmaması durumunda Irak'a gelerek tamamını alacağını ve devlet başkanlığı görevinde Halife'ye vekalet edeceğini söyledi. İmam İbn Furek'i mektupla beraber Kureyş'e elçi olarak göndererek Halife'ye iyi muamelesinden dolayı ona teşekkür etti. İbn Furek'ten de Halife'nin yanında kalarak ona arkadaşlık etmesini istedi. İbn Furek'le birlikte Halife'ye kırk elbise ve 5 000 dinar gönderdi (Ekim 1059) .
Tuğrul Bey'in Bağdad'a gelmekte olduğunu öğrenen Besasiri, Ebu Mansur Abdulmelik b. Muhammed b. Yusuf'u yanına çağırarak durumu ona anlattı ve kendisi ile Halife arasında elçi olmasını istedi. Besasiri'nin bu elçilikle birlikte Halife'den istediği tek şey, Halife'nin kendisine garanti vermesi ve Tuğrul Bey'i Bağdad'a gelmekten vazgeçirmesiydi. Besasiri kendi işlerini garantiye alacak çalışmalar içinde iken, Tuğrul Bey de, Halife'nin hayatını garanti altına almak için çaba sarf ediyordu. Bu maksatla Kuren'in Halife'yi emanet ettiği Muhariş'le yazışarak Halife'yi hapis olduğu yerden çıkarmasını ve güvenliğini sağlamasını istedi.
Besasiri'nin durumunun kötüye gitmesi ve Kureyş'in amcası oğlundan Halife'yi kendisine göndermesi isteğine Muhariş red cevabı verdi. Bununla da yetinmeyerek, gelmekte olan Sultan'ın emrini beklemek ve Halife'ye daha iyi koruma sağlamak kastıyla Bedran b. Muhalhil'in beldesine gitmeyi Halife'ye teklif etti. Böylece Besasiri'nin şerrinden emin olma imkanları olacaktı. Halife duruma rıza göstererek el-Hadise'den ayrıldı. Muhariş'le birlikte Tellu Akbari kalesine vardıklarında, Tuğrul Bey'in Halife'ye gönderdiği elçi İbn Furek de burada Halife'ye ulaşarak Sultan'ın selam ve gönderdiklerini iletti.
İstekleri yerine getirilmeyen Tuğrul Bey harekete geçti. Bağdad'ı ele geçirdikten sonra hükümet konağının imarına başladı. Çeşitli hediyeler, çadırlar, binek hayvanları ve yolculukta lazım olabilecek malzemeleri bazı adamlarıyla birlikte Halife'nin yanına gönderdi. Arkasından da vezir Kunduri'yi gönderdi. Vezir adamlarına, kendisi ulaşmadan önce çadırların kurulup, Halife'ye şanına layık elbiseler giydirmelerini emretti. Bu işlerden sonra Halife'nin huzuruna girmek için istedi. Kunduri yanındakilerle beraber Halife'nin huzuruna girip yer öptüler. Halife'ye, kurtuluşundan dolayı Sultan'ın duyduğu sevinci, Muhariş'e de Sultan'ın teşekkürlerini bıldırdi. Kunduri, Tuğrul Bey'e bir mektup yazarak olup bitenleri anlattı. Sultan'ın gönlü mutmain olsun diye de, mektubun baş tarafına Halife'nin damgasını vurdurmak istedi. Fakat Halife'nin yanında divit olmadığı için, Kunduri kendi-çadırından divit ve bir kılıç getirttirerek Halife'nin çadırına bırakıp; "Muhammed b. Mansur'un (Kunduri) hizmeti, bu devlette kılıç ile kalemin arasını cem etti" dedi. İki gün burada kalındıktan sonra Nehrevan'a hareket edildi.
Sultan, vezirine haber göndererek Halife'yi burada dinlendirmesini, kendisinin gelip ona hizmet edeceğini bildirdikten sonra karşılamak üzere hareket etti. Halife'yi Nehrevan,da karşılayan Sultan (Aralık 1060) Halife'nin çadırını uzaktan görünce, saygısından dolayı atından inerek ona ulaşıncaya-kadar yaya yürüdü. Halife'nin otağına vardığında yedi kez yer öptü; Halife- bir yastık alıp önüne bıraktı, Tuğrul Bey,_ yastığı alıp öptü. Halife'nin İşareti üzerine yastığın üzerine oturdu. Ona son derecede hürmetkar davranarak, -çeşitli hediyeler takdim etti ve kardeşi İbrahim Yınal yüzünden_.yardıma gelmekte geciktiği için özür diledi. Besasiri ve Mısır Halifesi'ni cezalandıracağını bildirdi. Halife, teşekkür ettikten sonra yanında bulunan tek eşyası, belindeki kılıcını ona verdi. Tuğrul Bey, diğer askerlerine- Halife'ye hizmette bulunmaları için izin verdi. Otağın çevresindek( perdeler. kaldırılınca Halife'yi gören Türkler yer öptüler.
Törenin bitmesinden sonra Halife kendi çadırının Tuğrul Bey'in ordugahtaki çadırının yanına kurulmasını isteyerek: "Besasiri laini hakkında · hüküm belli oluncaya kadar ben Sultan'la birlikte olmak istiyorum" dedi. Bu durum karşısında Tuğruf Bey: "Bu İş doğru olmaz. Çünkü biz harp için, hücum ve tehlike ile beraber olan insanlarız. Emiru'l Muminin'in bu şekilde kendisini bizim aramıza kalmasıyla bizim yapacağımız şey ne olabilir, bizden ona hangi hizmet yapılabilir? Uygun olan şey Halife'nin kendi evine götürülmesidir" dedi.'"' Bu sebepten dolayı Halife'yi Bağdad'a sarayına ulaştırmayı amaçladılar. Bağdad'da şehrin ileri gelenlerinden Kadı Ebu Abdullah ed-Dameğani ve şahitlerden üç kişi hariç Halife'yi karşılayacak kimse kalmamıştı. Ama Sultan, daha önceden Bağdad'a ulaştığından, Babu'n-Nevbe'de Halife'yi karşılayıp, atının dizgininden tutarak, omuzunda eğer örtüsü olduğu halde sarayının has odasına kadar götürdü. Besasiri'nin peşinden gitmek üzere izin isteyerek ayrıldı.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Sultan vezir Amidulmülk Kunduri'yi çağırarak Halife'ye bir haber gönderdi: Bu haberde sık sık Bağdad'a gelmesi icap ettiği, yanında çok insan olması hasebiyle masraflarının çok olduğu, bu yüzden de Bağdad civarında kendisine bir arpalık (nan) tahsis edilmesi isteği vardı. Vezir, aynı şeyi Halife'nin senden istemesi yakındır, fakat ben emre uyarak gideyim dedi. Yolda Halife'nin veziriyle karşılaştı. Niçin geldiğini sorunca; Sultan'dan Halife'ye arpalık istemek için, cevabını aldı. İkisi birlikte Sultan'ın huzuruna çıktılar. Kunduri, Bağdad kanun kitabını isteyerek, Halife'nin arpalığını artırdı ve bu resmi muhaberatı divan yazısı ile kaydetti. Tuğrul Bey ve askerleri tarafından bunca izzet ve ikram gören Halife, anlaşıldığı kadarı ile mali yönden şanına yakışır derecede imkanlara sahip değildi. Sünni dünyanın dini lideri artık Sultan'ın kendisine tahsis ettiği mallarla geçinmek mecburiyetindeydi.
Selçuklu kuvvetlerince Vasıt civarında yakalanan Besasiri, yenilgiye uğratılarak başı kesilip, önce Sultan'a, sonra da Bağdad'a gönderildi. Bir mızrağın ucuna geçirilen kesik baş bir hafta sokaklarda teşhir edilerek halkın görüp rahatlaması sağlandı. Tuğrul Bey, Bağdad'a döndükten sonra (Mart 1060), Halife, sarayında büyük bir davet vererek Tuğrul Bey ve umeranın ileri gelenlerini ağırladı. Onların yanında halk da bu sofrada yemek yedi. Arkasından Tuğrul Bey büyük bir ziyafet tertipleyerek halkı yemeğe davet etti. Yemeğe davet edilenlerden de anlaşılacağı üzere, birtakım siyasi ve askeri sebeplerden dolayı - zarara uğrayan, incitilen Bağdad halkının gönlü kazanılmaya, meydana gelen üzücü olayların isteyerek değil, - arızi sebeplerden dolayı --olduğu anlatılmaya çalışıldı. Bağdad' da yeniden hakimiyetini tesis eden ve asayişi sağlayan Tuğrul Bey, Cibal'a (Nisan 1060) dönerken şehrin işleriyle ilgilenmesi için emir Porsuk'u Şahne olarak, Ebu'l-Feth el-Müzaffer b. el-Hüseyn'i de o sene için yüz, sonraki iki sene için üçyüz dinar karşılığı Bağdad'a amid olarak bıraktı. Bağdad'a bu defa amid ve şahne tayin edilmesi, şehrin bütün yönetimini Selçukluların ele geçirdiğini gösterir.
Tuğrul Bey, Cibal bölgesine hareket edince (7 Nisan 1060), Halife'nin statüsünü ve gelirlerini tespit etmek üzere vezir Kunduri'yi görevlendirdi. Yapılan uzun müzakereler sonucunda vezir şunları söyledi: "Ha-life Razi Billah'a (934-940)" sarayın masrafları için her gün 50 dinar verilmesi kararlaştırılmıştı, Muktefi (902-908) zamanında da Türk kumandanı Tüzün ona aynı tahsisatı vermişti. Masraflardan geri kalan kısım, orduya sarf ediliyordu. Halbuki şimdi Emiru'l-Müminin'in bizden başka ayrıca ordusu yoktur. Zaten orduya ihtiyaçları da kalmamıştır. (Buna rağmen) biz (tahsisatını) günde 500 dinara çıkarıyoruz." Halife'nin bu tahsisatı az bulması ve teşrifat masraflarının çok olduğunu söylemesi üzerine günlük 7 000 dinar verilmesi kararlaştırıldı. Bu tahsisatın yıllık toplamı olan 720 dinarlık verimli araziler tespit edilerek (Bağdad, Basra ve Vasıt), karar sicillere işlendi. Bu işlemlerden sonra Halife, Kunduri'ye "Seyyidu'l Vüzeri" unvanını verdi.
c - Sultan'ın Halife'nin Kızıyla Evlenmesi
Tuğrul Bey, Bağdad'dan ayrılırken Halife'nin hanımı ve kendi yeğeni Arslan Hatun'u da beraberinde götürmüştü. Görünüşte normal olan yeğenini beraberinde götürme işleminin daha sonra bazı gayelere müteallik olduğu anlaşılacaktır. Tuğrul Bey'in Bağdad'dan ayrılışından (Nisan 1060) sonra, çok sevdiği ve sözüne değer verdiği hanımı Altuncan Hatun, Zencan'da vefat etti (Kasım 1060). Tuğrul Bey, hanımını çok sever, aklını beğenir ve onun görüşlerine tabi olurdu. Onun ölümüne çok üzülen Tuğrul Bey, tabutunu beraberinde taşıyarak Rey'de defnetmişti. Altuncan Hatun, vefatından önce Tuğrul Bey'e Halife'nin kızıyla evlenerek dünya ve ahiret şerefine kavuşmasını vasiyet etmiş, kendine ait ne kadar mal varsa onları da Halife'nin kızı için bırakmıştı.
Tuğrul Bey, Rey'e vardıktan sonra Halife, Arslan Hatun'un kendi sarayına gönderilmesi için haber gönderdi. Fakat Tuğrul Bey bu isteği yerine getirmede aceleci davranmadığı gibi, kendi hanımının vasiyeti gereği Halife'nin kızını istemek üzere Rey kadısı Ebu Sad b. Said'i Bağdad'a gönderdi (1061). Fakat o güne kadar yabancılara kız verme adeti olmayan halifeler ve onların o dönemdeki temsilcisi Kaim Biemrillah, Sultan'ın bu teklifini dikkate almadı. Halife, Tuğrul Bey tarafından yapılan bu teklife sıcak bakmayınca; Ebu Sad, Beytü'n-Nevbe'de tehdit edercesine bir konuşma yaparak bu işin niçin olamayacağını sordu. Halife: "Bu bizim yaptığımız bir adet değildir, halifelerden hiçbirisinden böyle bir şey işitilmemiştir. Rüknü'd-Din'in bu işin peşine düşmesi de caiz değildir" dedi."' Halife, Abbasilerde yabancılara kız verme adetinin olmadığını ileri sürerek bu işin olamayacağını söylemiştir.
Sultan'ın bu İşte ısrarlı olduğunu gören Halife, daha sonra birtakım ağır şartlar ileri sürerek evliliğin olabileceğini kabul etti. Aslında bu İsteklerin sebebi karşı tarafın şartları yerine getirilmez bularak taleblerinden vaz geçmesini sağlamak içindi. Halife'nin şartlar ileri sürmesi üzerine Bağdad amidi Ebu'l-Feth el-Müzaffer b. el-Hüseyn, "Sultan'ın teklifini kabul ettiğiniz taktirde bu şartların hepsi yerine getirilir. Yalnız Sultan'ın Bağdad'a gelmesi ve makamını buraya nakletmesi meselesini kendisine arz etmemiz imkansızdır, zira bu konuda onun görüşü alınmıştır" dedi."' Bunun üzerine Ebu Muhammed Rızkullah et-Temimi Halife'nin elçisi olarak bir tezkireyle birlikte Rey'e gönderildi. O, Sultan'ı bu işten vaz geçirmeye çalışacak, yapamazsa tezkireyi arz edecekti. Bundan başka Nakibu'l-Haşimiyyin olan Tarrid b. Muhammed ez-Zeynebi de aynı gaye ile Rey'e gönderildi. Giden heyet Sultan'a hediyelerini sunduktan sonra, ertesi gün saray gezdirilerek, saraydaki tefrişat ve diğer işleri görmeleri sağlandı. Onlara, sarayın bütün debdebesi gösterilerek, bunların hepsinin Sultan'ın olduğu söylenip, Selçukluların gücü ortaya kondu.
Halife'nin elçilik heyetinin sarayı gezmesinden sonra Kunduri ile et Temimi bir araya gelerek meseleyi görüştüler. et-Temimi, tezkireyi arz edince, Kunduri: "Bu risale ve tezkirenin bu şekilde arz edilmesi hoş değil. Zira Sultan'ın isteğini geri çevirmek kabul edilir bir davranış olmadığı gibi, onun isteği karşısında mal talep edilmesi de hoş bir hareket değildir. Sultan'dan mal istenmesi onun niyetini değiştirmiş değildir. Üstelik Sultan, Halife'nin isteğinden daha fazlasını vermektedir" dedi. Bunu üzerine et-Temimi, iş senin elindedir, istediğini yap, diye bütün meseleyi vezire havale etti. Vezir, bu görüşmeden sonra, teklif kabul edilmiş sayılarak durumu Sultan'a arz etti. Sultan buna memnun olarak işleri düzelttiğinden ve hizmetlerinden dolayı ona teşekkür etti.
Bir ay sonra (Nisan 1061) Halife'nin hanımı, Arslan Hatun ve vezir Kunduri yanlarında mihir ve çeyiz eşyalarıyla birlikte Bağdad'a geldiler. Kunduri, Arslan Hatun'u Halife'nin sarayına göndererek et-Temimi'nin ile anlaşılan şekilde evlilik işini konuşmalarını istedi. Arslan Hatun, beraberinde mihirden olmak üzere 100 000 dinar, altından ve gümüşten çeşitli eşyalar, mücevherat, düğünde serpilecek para ve diğer değerli hediyeleri götürdü. Fakat Halife'nin bu işe tepkisi hiçte umulduğu gibi olmadı. O, et-Temimi'nin ileri sürdüğü mihir şartları yerine getirilmediği için, bu işin çirkinliğini ileri sürüp "Hiç bir melik halifelerden birine böyle bir şey yapmamıştır" diyerek, nikah akdinden vazgeçmek istedi. Eğer bu işi yapması için kendisine zorlama yapılırsa Bağdad'ı terk edeceğini de söyleyerek, Kunduri'yi tehdit etmekten de kaçınmadı. Bunun üzerine Kunduri, derhal Halife'nin yanına gidip: "Madem vermeyecektiniz hiç bir şart ileri sürmeseydiniz, ileri sürdüğünüz şartlar kabul edildikten sonra vazgeçmeniz çirkin bir iştir; bu şekilde cevap kan akıtılmasına ve benim ölümüme çalışmaktır" diyerek Halife'ye kızdı. Sonra da çadırlarını sökerek Nehrevan'a çıkardı. Durumun kötüleştiğini gören Kadılkudat ve Ebu Mansur b. Yusuf, Halife'ye bir mektup yazarak onu olacaklardan korkutup, evlilik akdinin Kunduri ve Rey Kadısının şahadetleri ve vekaletleriyle yapılması konusunda Halife'yi etkilemeye çalıştılar. Halife'nin yumuşaması üzerine, bu konuda ulemadan fetva soruldu. Hanefiler, akit sahihtir, şart hükümsüzdür, derken; Şafiiler, akit içerisine şart dahil olursa akit batıl olur, dediler. Fukehanın bu görüşünden sonra vezir Kunduri, Cuma gecesi Halife'nin sarayına tekrar giderek ona nasihat edip inadından vazgeçmesini istedi (29 Haziran 1061).
Kundurl'nin ilişkileri gerginleştirdiği bir sırada, Tuğrul Bey'den gelen Mektupta Halife'ye yumuşak davranması ve evlilik işinin ancak güzellikle halledilmesi emredilmekteydi. Bu mektubun yazılmasına sebep ise, Halife divanından Humartekin et-Tuğril'ye yazılan bir mektupta Kunduri'nin yaptıklarından şikayet edilerek, Sultan'ın durumdan haberdar edilmesi istenmesidir. Humartekin de, Kunduri'ye bir mektup yazarak, Sultan'ın bu işlerde müessir olmadığı ve Halife'nin bu hale düşürülmemesi gerektiğini tavsiye etmişti. Halife, bu mektupla birlikte biraz rahatlamakla beraber, Kunduri ısrar etmekte, Halife ise sabretmekteydi. Sonunda Kadı ed Dameğani ve Ebu Mansur b. Yusuf'un tavassutuyla Halife evliliğe razı oldu.
Vezir Kunduri, Halife'nin kabul cevabını bu topluluk önünde vermesini istemekteydi. Fakat Halife, bunun için gelen heyete beklenen cevabı vermediği gibi, önceki varılmış olan mutabakatı da unutmuş gözükerek: "Biz Abbas Oğulları insanların hayırlısıyız. İmamet ve reislik bizimle beraber kıyamete kadar devam edecektir. Bize uyan hidayet bulmuş, yüz çeviren dalalete sapmış olur" dedi. Bu cevaba kızan Kunduri, Halife'nin yanından ayrılarak (17 Temmuz 1061) yanındaki takılar ve hediyelerle beraber Hemedan'a gitmek üzere Bağdad'dan ayrıldı. Kunduri, evlenme işinin bu şekilde yarıda kalmasının sebebi olarak Humanekin'in işe karışmasını görmekteydi. Durumun Sultan'a bildirilmesi üzerine Sultan'ın Humurtekin'e karşı tavrı değişti. O da, korkusundan süratle uzaklaştı.
İşlerin bu hale gelmesi yüzünden Bağdad halkı da korku içinde kaldı.
Amidulmülk Kunduri yolda iken, Tuğrul Bey'den kendisine bir mektup geldi. Mektupta; Halife'nin evliliğe rıza göstermemesi sebebiyle, Arslan Hatun'un Halife'nin yanından alınırak kendisine gönderilmesini istedi. Kunduri, Sultan'ın emrini yerine getirmek üzere yoldan geri dönmek istediyse de, Bağdad'a döndüğünde askerlerine hakim olamamaktan korktu. Bunun üzerine Arslan Hatun'a bir elçi göndererek onu Daru'lMemleke'ye getirmesini, kendisinin Sultan ile görüşerek meseleyi ona anlatıp, işlerin sulh içinde çözülmesini sağlayacağını bildirdi. Arslan Hatun'la da yazışarak onun HaIife'nin sarayından Daru'l-Memleke'ye intikal etmesini istedi. Taraflar arasındaki çekişme ve ona bağlı olarak korku yeniden baş gösterdi. Halife, müspet cevap vermemekte direndi. Baskılar üzerine Halife Bağdad'dan çıkıp niyetini açığa vurdu: Bağdad halkı endişe ve korku içerisinde olacakları beklemeye başladı.
Tuğrul Bey, artık Halife hakkındaki düşüncelerini değiştirmiş ve onu zorlayıcı yollara başvurmağa başlamıştı. Halife'nin hanımını onun sarayından almakla, bir nevi cezalandırma cihetine gitmiş, gururuyla oynamıştır. İşler bununla da kalmadı; Bağdad'daki şahnesine bir emir göndererek, Halife'yi murakebe işinden vazgeçmesini istedi. Bunun üzerine Reisu'l-Irakeyn, Halife'nin sarayına defalarca hücum etmeye ve buraya sığınmış bazı kişileri ele geçirmeye başladı. Halife bu durumlara şahit olduğu halde yapacak bir şeyi yoktu. İstediğini ele geçirememenin üzüntüsü içinde olan Tuğrul Bey, Halife'ye söz geçirme noktasında olan Kadilkudat ve Ebu Mansur b. Yusuf'a mektup yazarak, "Ben Halife'nin fazileti için kardeşimi öldürdüm, onun başarısı için malımı sarf ettim, onun yolunda yakın dostlarımı helak etim." demekte ve Halife'nin yaptıklarından dolayı onları azarlamaktaydı. Tuğrul Bey'in bu mektubuna karşı gönderilen cevabi mektupta birşey yapamamaktan dolayı Sultan'dan özür dileniyordu.
Sultan, bununla da yetinmeyerek Reisu'l-Irakeyn'e mektup gönderip, Halife'nin ve yakınlarının ellerindeki, Halife Kadir Billah döneminde olanların haricindeki iktaların alınmasını, ayrıca evlenme işinde Halife'yi etkileyerek işi bozduğuna inandığı Ebu Turab adlı şahsın da kendisine teslimini istedi. Reisu'l-Irakeyn, Babu'n-Nevbe'ye giderek Sultan'ın kendisine emrettiği hususları Halife'ye bildirdi. Halife, iktaları almak elinizdedir, fakat Ebu Turab'ın isnat edilen şeylerle ilgisi yoktur, dedi.
Reisu'l-Irakeyn, bununla da yetinmeyip; Halife'nin adamlarını evlerinden almaya, mallarını müsadere etmeye ve Halife'nin gelirlerine el uzatmaya başladı.
Şubat 1062'de Sultan'dan Bağdad, Vasıt ve Basra'ya gelen mektuplarda; buralardaki Halife ve yakınlarına ait iktalara el konduğu belirtilmekteydi. Halife'nin divanıyla yapılan yazışmalar kesildiği için, Tuğrul Bey'den Kadılkudat'a bir mektup ulaştı. Bu mektup: ''Doğunun ve Batının meliki, İslam'ı ihya eden, İmamın vekili, Halifetullah olan Emiru'l-Müminin'in sağ eli (kuvveti) olan Şahınşah-ı Muazzam'dan Kadılkudit'a" şeklinde başlamaktaydı. Dikkat edilirse; Tuğrul Bey, aradan geçen bunca tatsız olaylara rağmen, hala "kendisini Halife'nin vekili saymaktadır. Tuğrul Bey, mektubunda kendisinin yaptıklarını anlatıp, Halife'nin verdiği bu cevapla onu çirkin bir mükafatla mükafatlandırdığını, oysa kendisinin yaptıklarıyla Allah'a yaklaşmak istediğini anlatıp, bu evlilik işini gerçekleştirmek niyetinde olduğunu vurgulayarak, eğer istediği olmazsa tehdit ve cezalandırma yoluna gideceğini işaret ediyordu.
Tuğrul Bey'in, Halife'ye ve yakınlarına bu şekilde manevi baskı uygulamak sureti ile hedefine varmayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Nitekim yapılan bu baskılardan usanan Halife, fazla direnemeyerek, iki taraf arasında gerginliğe yol açan sebepleri ortadan kaldırmaya niyetlendi. Evlilik işini üç yıl engelledikten sonra Ocak 1062'de evliliği kabul ettiğini açıkladı. Evlilik işlerini yürütmesi için Amidulmülk'e bir vekaletname yazdı. Bu vekaletmamede, Kadılkudat ve Ebu Mansur b. Yusuf, evlilik akdi için gerekli olan icab ve kabulden, icabın Halife tarafından telaffuz edildiğine şahit olduklarına şahadet etmekteydiler. Bu şahadet yazı ile tespit edildikten sonra, Halife, Ebu'l-Ganaim b. Muhelleban'ı elçi olarak Tuğrul Bey' e gönderdi.
Halife'nin elçisinin getirdiği bu habere Sultan son derece sevindi. Halife ve yakınlarının üzerindeki baskılar kaldırıldı. Halife'nin elçisinin hareketinden beş gün sonra Sultan'dan gelen bir mektupla iktaların sahiplerine iade edilmesi emredildi. Halife'nin sarayında sevinç meydana geldi, davullar ve borular çalındı, iktalar sahiplerine iade edildi. Elçi Ebu'l-Ganaim'in Sultan'ın yanında kalması uzayınca Halife tekrar harekete geçerek Cabir b. Sakiab adlı bir şahısla Arslan Hatun'a mektup göndererek kendisini özlediği, saraydan çıkmasının meşakkatli olduğunu bildiriyor ve gönderilen elçilerden bahsedilerek, evlilik işine izin verdiğini anlatıyordu.
Halife'nin elçisi Tuğrul Bey'in yanına Tebriz yakınlarında ulaştı. Gönderilen tevki, Sultan'ın da hazır bulunduğu bir topluluk içinde okundu. Sultan, oradakilerin huzurunda ayağa kalkarak önce tevkii sonra yeri öptü ve dua etti. tevkii alarak Amidulmülk Kunduri'ye verdi. O da onu okudu. Bu tevkide mihrin 400 000 dinar olduğu da açıklanmaktaydı. Böylece Sultan ve Seyyide'nin nikahları kıyıldı. Sultan, dua ve şükür manasında bir konuşma yaptı. Kendisinin Halife'nin kölesi olduğunu ve ömrünün sonuna kadar ona hizmet edeceğini belirtti. Halife'ye dua edilip, altın ve inci saçıldı (11 Ağustos 1062) . Ekim ayında Halife'ye hediye olarak otuz atlı Türk ğularnın yanında, erkek hizmetçiler, altın ve· mücevherlerle süslü eğeriyle bir at, Halife için 10 000 dinar, değerli mücevherler, Seyyide'ye verilmek üzere Altuncan Hatun'un Irak'taki iktaları ve Halife'nin yakınlarına değerli hediyeler gönderildi. Bütün bunlar Arslan Hatun'un başkanlığında sahiplerine teslim edildi.
Nikahtan sonra zifaf işini gerçekleştirmek isteyen Tuğrul Bey, (Ocak 1063) Bağdad'a hareket etti. Halife, Sultan'ı karşılamak istediyse de, sonradan affını talep edip, yerine vezir İbn Cehir'i gönderdi. Bağdad'a yaklaşan Sultan· şehrin batı yakasında konakladı. Sultan, Amidulmülk'ü Halife'nin sarayına· göndererek Seyyide'yi Daru'I-Memleke'ye· nakletme işini görüşmesini istedi ve geline değerli taşlarla süslü iki dirhem ağırlığındaki yüzüğüyle birlikte iki cübbe gönderdi. Amidulmülk meseleyi Halife'ye açınca, Halife Amidulmülk'e: "Ey Mansur b. Muhammed ·sen bu şerefli evliliğin olmasını istemiştin, biz ise bazı korkularımızdan dolayı buna mani: olmaya çalışmıştık.- Sen de bilmektesin ki, Ebu'l-Ganaim'le gönderdiğimiz ve seninle birlikte karar verdiğiniz işte birleşme Halifelik sarayında olmalıydı. Zira evimizden başka tarafa gelin çıktığı görülmemiştir dedi. Bu söz üzerine Amidulmülk: "Bu isteğiniz doğrudur, Sultan da sizin sarayınıza intikal etmek azmindedir. Fakat o, hacipleri, ğulamları ve yakın adamları için de kalacak yer istemektedir. Bunun temini ise mümkün değildir" şeklinde cevap verdi. Taraflar arasında defalarca gidip gelmelerle gelinin Daru'I-Memleke'ye·intikali ve Sultan sefere çıktığı zaman Bağdad'dan ayrılmayarak onunla birlikte gitmemesi meselesi-konuşuldu. Kadılkudat ed-Dameğani ·çağrılarak varılan karara kefil olması sağlandı.
Görüşmelerin sonuçlanmasının ardından Sultan, olaydan duyduğu mutluluğu göstermek ve Halife'yi memnun etmek kastıyla ona 100 000 dinar, 150 000 dirhem, 4 000 elbise ve on adet soylu at gönderdi. 7 Şubat 1063'de Seyyide babasının evinden alınarak Daru'l-Memleke'ye nakledildi. Düğün hazırlığı olarak Dicle'den Sultan'ın sarayına kadar çadırlar kurulmuştu. Seyyide'nin Sultan'ın sarayına giriş anında davullar ve zurnalar çalındı. Seyyide altınla kaplanmış bir taht üzerine oturtuldu. Seyyide'nin Sultan'ın sarayına getirilmesi Tuğrul Bey ve adamlarını son derecede mesut etmişti. Sultan, Seyyide'nin huzuruna girerek yer öptü ve geline hizmette bulundu, Halife'ye teşekkür ederek, oturmaksızın odadan çıktı. Tuğrul Bey'in odaya girmesiyle beraber, Seyyide Sultan'a karşı ne yüzünü açtı, ne onun için ayağa kalktı ve ne de yüzünü gösterdi. Seyyide'nin huzurundan ayrılan Sultan, sarayın sahnında hacipler ve Türklerin ileri gelenleriyle birlikte Türkçe şarkılar söyleyip, diz üstü yere çöküp kalkarak sevinç içerisinde raks ediyordu. Sultan, Seyyide'nin kendisine ilgisizliğine ve yaptıklarına aldırmaksızın Arslan Hatun'u sohbet etmesi için çeşitli hediyelerle birlikte gelinin yanına gönderdi. Ertesi günü tekrar Seyyide'nin huzuruna giderek yer öptü, ona hizmette bulundu ve karşısında gümüş kaplı bir tahtta bir saat kadar oturdu, sonra da dışarı çıktı. Seyyide'nin davranışlarında hiç bir değişiklik yoktu. Sultan, buna hiç aldırmayarak geline değerli hediyelerle birlikte çevresi çiçekli işlemelerle süslü bir feraciye gönderdi.
Tuğrul Bey, bu tarihi düğünün hatırası olarak Bağdad'da bir altın madalyon bastırarak bir yüzüne Halife'nin, diğer yüzüne de kendi ismini yazdırmış; kendisi madalyonun bir yüzünde başında tuğlu başlık ve bağdaş kurmuş olarak oturur halde olup, elinde hakimiyet sembolü olarak kadeh tutmaktaydı. Diğer yüzünde ise oturur halde resmi ve başının iki tarafında ok, diğer tarafta yayı bulunmaktaydı. Resmin bulunduğu halkanın dış tarafında "es-Sultanu'l-Muazzam Şahinşahi Rüknü'd-Dünya ve'd Din Tuğrul Bey Duribe bi Medineti's-Selam" yazmaktaydı.
Düğünün yapılıp, gelinin Daru'l-Memleke'ye nakledilmesinden sonra fazla bir zaman geçmemişti ki, Halife'den alınan izinle beraber Tuğrul Bey, yanında Seyyide olduğu halde, Bağdad'dan ayrıldı. Seyyide hayli zorlandıktan, Sultan'ın ısrarından ve sert davranmasından sonra Bağdad'dan ayrılmaya razı oldu. Bu işlem gönül rızası ile yapılmadığından dolayıdır ki, Seyyide'ye yoldaşlık etmek ve hizmetinde bulunmak üzere Halife'nin sarayından ancak üç kadın katıldı. Halife ve gelinin annesi bundan büyük hüzün ve elem duydular. Çünkü önceden şart koşmalarına rağmen Sultan, Seyyide'nin Bağdad'dan ayrılmama şartına riayet etmemişti.
Tuğrul Bey, Bağdad'dan ayrıldıktan sonra Cebel bölgesine doğru yöneldi. Rey'e vardıklarında hastalanan ve durumu iyice ağırlaşan Sultan vefat etti (5 Eylül 1063). Cenazesi Merv'e nakledilerek kardeşi Çağrı Bey'in yanına defnedildi.
Tuğrul Bey, Abbasilerden kız almak sureti ile kendi soyunu Hz. Peygamber'in soyuyla birleştirmeyi, dolayısıyla hem saltanat, hem de hilafet şerefini elde etmeyi amaçlamıştır. Bu iş için üç sene boyunca uğraşmış ve düşüncesini hayata geçiren Tuğrul Bey, eriştiği makamı ve şerefi halkına göstererek, azametini ve büyüklüğünü ispat etmiş oldu. Bu şeref, bütün tahakkümlerine ve baskılarına rağmen hiçbir Büveyhi sultanının ulaşamadığı bir şerefti. Tuğrul Bey'in Hz. Peygamber'in soyuyla evlilik yaparak şereflenme dışında bir maksat gütmediği, sarayına getirilen Seyyide'nin huzuruna girdiğinde, aksi davranışlarına ve bütün ilgisizliğine rağmen ona hizmette kusur etmemesinden de bellidir. Aksi takdirde, yetmiş yaşına gelmiş ve daha önceki evliliğinden çocuğu olmamış Sultan'ın böyle bir evliliğe girişmesi beklenmezdi.
2 - Alp Arslan Dönemi (1063- 1072)
Tuğrul Bey, Selçuklu Devletinin ilk sultanı olarak önemli işler başarmış, özellikle de İslam alemi için büyük tehlike teşkil eden Şii hareketlerine darbe vurarak Sünni İslam alemini yok olma tehlikesinden kurtarmıştı. Bu hizmetlerinden sonra Abbasi ailesi ile akrabalık kurarak Peygamber soyuyla şeref kazanmak istemiş, bütün engellemelere ve zorluklara rağmen bu emeline de kavuşmuştu. Tuğrul Bey döneminde özellikle evlilik sebebiyle gerginleşen Halife-Selçuklu ilişkileri onun vefatından sonra yeniden şekillenmeye başlamıştır. Tuğrul Bey'in vefatı ile işlerin bittiğini zanneden Abbasi Halifesi, eski otoritesini yeniden tesis için harekete geçmekte gecikmemişti.
a - Halife'nin Selçuklu Hakimiyetinden Kurtulma Çabaları
Tuğrul Bey'le yapmış olduğu anlaşmayı onun hayatı ile kaim kabul ederek, Selçukluların vasalı durumundaki Musul emiri Müslim b. Kureyş, Dübeys b. Mezyed, Ebu Kalkar, Hezaresb, Ebu'l-Feth, Ebu'n-Necm, İbn Verram ve Bedr b. Muhelhil gibi emirlere mektuplar yazarak onları genel durumu görüşmek üzere Bağdad'a davet etti. Böylece yeni Sultan Alp Arslan adına hutbe okunmadığı gibi, bu emirlerin Bağdad'a çağrılarak memleket işlerinin onlarla · müşavere· edilmesinden, Abbasi Halifesi'nin kendi otoritesini tesis cihetine gittiğini görmek mümkündür. Durumun bu şekilde· gelişmesinden endişelenen Selçukluların Bağdad'daki temsilcisi amid Ebu Said el-Kayeni, ülkede huzursuzluk ve kargaşa çıkmaması için Sultan'ın ölümünün gizli tutulmasını isteyerek, kendisinin ancak efendisi Kunduri'den gelen emirler doğrultusunda hareket edebileceğini, ayrıca kendisine· can güvenliği konusunda eman mektubu verilmedikçe de Halife'nin sarayına· gelemeyeceğini· açıkladı. Selçuklu temsilcisinin bu şekilde temkinli davranışı Halife'nin ve Arap emirlerinin daha ileri gelenlerini engelledi.'O' Selçuklu hakimiyetini· Bağdad' da devam ettirmeye niyetli olan amid, can güvenliği konusunda endişeli olmalı ki, kendine bağlı adamlarıyla birlikte İsa ·Sarayına çekilerek, buraya silah ve yiyecek depolayıp etrafını surlarla · çevirerek, Araplardan gelebilecek saldırılara karşı savunma hazırlıklarına · başladı. Selçuklu hakimiyetinin bitmediğinı: göstermek bakımından· Daru'l-Memleke'nin kapısında davul vurdurmaya devam etti. Onun· gayesi Selçuklu başkentinden kendisine gelecek talimata kadar idari boşluk yaratmadan yönetimi sürdürmekti. Amidin bu şekilde davranması ve Halife'yi muhatap kabul etmemesi, Halife'ye çok ağır geldi. Amidin istediği eman mektubunu kendisine verdi. Halife'nin veziri· Ibn Cehir de, Tuğrul Bey'in ölümünden sonra yapılması gereken taziye merasimi için (23 Eylül 1063) sarayın sahnında oturdu. Amid, kendisine eman mektubu verilmiş· olmasına rağmen buraya gitmedi. Bu Ramazan· ayının· son cumasında Tuğrul Bey'in adı hutbelerden çıkarılarak okunmadığı gibi, onun yerine başka bir. hükümdarın adı da okunmadı. Alp Arslan, bu sırada taht konusunda ortaya çıkan karışıklıkları halletmekle meşgul olduğu için Bağdad'da ·meydana gelen gelişmelerle ilgilenme şansına sahip değildi.
Irak 'ta hakimiyetini genişletme gayretinde olan Halife, eski ikta sahalarını ele geçirme yoluna gitti. Selçuklu temsilcisine elçi göndererek, onu bu memlekete nezaret etmeye Tuğrul Bey'in görevlendirdiğini, o öldüğüne göre halifelik iktalarından el çekerek güven içerisinde Irak't a oturmasını, aksi takdirde bu beldeden çıkıp gitmesini istedi. Bunun üzerine görevli, amidin yanına kaçmağa mecbur kaldı. Halife, kendi emrine tabi olmayanlara karşı hukuki gerekçeleri hazırlamaktan da geri kalmadı. Kadılar ve fukahayı toplayarak: "İmama isyan eden ve onun itaatinden çıkan kimsenin durumunu sordu . Hukukçular böyle bir şahsın katlinin ve onunla savaşmanın caiz olduğuna dair fetva verdiler. Halife, bunu yapmak sureti ile kendisine karşı Selçuklu hakimiyetinin temsilcisi olan amide karşı hukuki gerekçesini de hazırlamış, dolayısıyla onunla ciddi manada mücadeleye karar vermişti. Bu arada Kunduri'nin Sultan Alp Arslan'ın yanındaki durumunun zayıfladığı haberi yayılınca gerekli destekten kendisini mahrum hisseden amid, Halife'ye elçi göndererek ondan özür diledi ve topladığı vergilere karşılık olarak 30 000 dinar ile altı yüz kurr buğday verdi.
Bağdad'da nispeten hakimiyetini tesis ettikten sonra diğer bölgelerde de Selçuklu hakimiyetinden kurtulmak için mahalli Arap emirlerini toplayarak onlardan kendine itaat etmelerini isteyen Halife, çok geçmeden bunların birbirleriyle anlaşmazlıklara düşmeleri ve çekişmeleri yüzünden zarara uğradı. Kendisi, Musul emiri Müslim b. Kureyş'in tahakkümü altına düştüğü gibi, Müslim Bağdad'a gelerek Selçuklu idare merkezi Daru'l-Memleke'ye yerleştikten sonra, Halife'nin sarayını kuşatma altına alıp yağmalattı. Bu durumdan kurtulmak isteyen Halife, yine Türkler ve sadık Arapların yardımına müracaat etmek mecburiyetinde kalıp, bu uğurda hayli mal harcadı. Fakat tam bu sırada Kutalmış meselesini halleden Alp Arslan, Rey'de tahta oturduktan sonra sarsılan Selçuklu hakimiyetini yeniden tesise muvaffak oldu.
b - Alp Arslan'ın Hakimiyetinin Tanınması
Tuğrul Bey'in vefatı ile bozulan Halife-Selçuklu ilişkilerinin düzeltilmesinde ilk adım Selçuklular tarafından atılmıştır. Bu işe de, ilk önce hayli zorlamalardan sonra yapılan evlilikten dul kalan Halife'nin kızının babasına iadesiyle başlanmıştır. Tuğrul Bey'in vefatından sonra Seyyide'nin babasına gönderilmesi isteği reddedildiği gibi, Kunduri, Rey'de bulunan Seyyide'den Tuğrul Bey'e ait çok değerli bir taşın iadesini de istemişti. Seyyide, kendisinde böyle bir taş olduğunu inkar edince, Kunduri kızarak onun iktalarına el koymuştu.
Alp Arslan'ın başa geçmesinden sonra Kunduri önce görevden azledilip, sonra öldürülerek vezirliğe Nizamülmülk getirildi. Yeni vezir, Sultan'ın da muvafakati ile Seyyide'nin arzusuna uyarak onu babasına gönderme kararı aldı. Seyyide'ye nafaka olarak 5 000 dinar gönderildi.
Seyyide, önce kabul etmeyerek bunu almasının çirkin bir davranış olduğunu söylediyse de, Nizamülmülk, "Bu sizin Rey'e getirilişinizde hakkınız olan bir paradır ve Kunduri bunu size vermeyerek kendisi alıkoymuştu" dedi. Bunun üzerine parayı kabul eden Seyyide ile beraber seçkinlerden bir grup da yoldaşlık etmesi için beraberinde gönderildi. Bu kafileyle beraber İbnu'l-Muvaffak olarak da tanınan Ebu Sehl Muhammed b. Hibetullah Bağdad'a yollanarak hutbelerin Alp Arslan adına okunması için Halife'yle görüşmesi istendi.
Kafile yolda iken Ibnu'l-Muvaffak vefat edince, Sultan, Reisu'l Irakeyn Ebu Ahmed en-Nihavendi'yi elçilik göreviyle görevlendirdi. en Nihavendi bunu kabul etmek istemediyse de sonradan mecbur kalarak görevi üstlendi. Seyyide ile beraber onun hizmetinde olan Kadı Ebu Amr Muhammed b. Abdurrahman ve Bağdad'a şahne olarak atanan Hacib Emir Aytekin es-Süleymani 4 Mart 1064'de Bağdad'a ulaştı. Halife, kızının dönmesinden dolayı büyük sevinç duydu ve Alp Arslan'a teşekkür ederek, Seyyide'nin geri dönüşündeki hizmetlerinden dolayı Sultan'ı hayırla yad etti. Halife'nin sarayına vardıklarında Kadı Ebu Amr ayağa kalkarak toplantıda bulunanlara bir konuşma yapıp Alp Arslan'ı ve arkasından da veziri Nizamülmülk'ü övdü. Sultan tarafından biri Halife'ye diğeri ise veziri Fahru'd-Devle Ebi Nasr b. Cehir'e gönderilen mektupları takdim edip, hutbelerin Sultan Alp Arslan adına okunmasını talep etti. Yapılanlardan memnun olan Halife bu isteği olumlu karşıladı ve hutbelerde Alp Arslan'ın adının okunması için emir verildi. 11 Nisan 1064 tarihinde Bağdad minberlerinde Alp Arslan adına hutbe okunmaya başlandı. Durumdan son derecede memnun olan Alp Arslan şükür secdesine kapandı ve Halife'ye çeşitli hediyeler gönderdi.
Amid, Halife'ye gerekli hürmeti gösterdikten sonra Daru'l-Memleke'ye yerleşti. Kadı Ebu Amr ise, Alp Arslan adına sikke kesilmesini ve hilat verilmesini Halife'den talep etti. Sultan adına sikke kesildi. Fakat iş hilat meselesine gelince gerekli olan alet ve malzeme için uzun süreye gerek olduğu, hazinenin de bu ihtiyaçları karşılamaya gücünün yetmeyeceği ileri sürüldü. Eğer acele olmasını istiyorsanız Sultan'a feraciyye, sarık ve sancak göndeririz, dediler. Buna razı olunmayınca, taraflar arasında durum gerginleştiyse de sonradan işler düzeldi. Halife, vezir Fahru'd Devle'nin oğlunun tavsiyesine uyarak, Sultan'a "el-Veledu'l-Müeyyed"şeklinde hitap edip, hutbelerde kendi ismiyle beraber ismini okuttuktan sonra, adet olduğu üzere Sultan'ın oğulları Ayaz'a "el-Emir Şihabu'd Devle, Kutbu'l-Mille", Melikşah'a ise "Celalu'd-Devle, Cemalu'l-Mille" lakaplarını verdi.
Halife'nin, oğlum diye hitap edecek kadar kendine yakın bulduğu ve "Diyau'd-Din, Adudu'd-Devle" (Dinin ışığı, Devletin gücü) lakabını verdiği Alp Arslan, böylece Tuğrul Bey'in vefatıyla birlikte sarsılan Selçuklu hakimiyetini yeniden tesis ettiği gibi, bozulan Halife-Sultan ilişkilerini de tekrar bir düzene oturtmuş oldu. Alp Arslan adına hutbe okunmasından sonra Halife, Divan erbabından olan Nakib Tarrad ez- Zeynebi'yi kendisi adına biat alması için Sultan'a gönderdi. Alp Arslan, o sıralarda Nahçivan'da bulunmaktaydı. Elçi ona hilat giydirdikten sonra, Halife'nin gönderdiği mektubu taktim etti ve biat aldı. Halife, sadece Sultan'a unvan vermekle kalmamış, hizmetlerinden dolayı amide "Şeyhu'd-Devle Sıkatu'l-Hadretin" lakabını, Nizamülmülk'e de "Kıvamu'd-Din ve'd Devle Radiyu Emiru'l-Müminin" lakabını vermişti.
Bağdad'da hakimiyetin yeniden Selçuklular adına tesis edilmesinden sonra taraflar arasında çekişmelerin durulmadığı, alttan alta nüfuz mücadelesinin devam ettiği görülmektedir. Alp Arslan adına hutbe okunması için Bağdad'a gelen heyetten önce Reisu'l-Irakeyn Ebu Ahmed en-Nihavendi bizzat şehre gelmemiş, yerine bir vekilini göndermişti. Bu vekil, gelişmelerin altından kalkamayınca, duruma tamamen el koymak isteyen Reisu'l-Irakeyn, yanında Bağdad şahnesi Aytekin es-Süleymani ile birlikte Bağdad'a geldi.
Halife'nin veziri ile Reis arasında cereyan eden olaylar Nizamül mülk'e kadar aksetmiş, o da bu durumda Reis'in daha mütevazi ve Halife'ye karşı saygılı davranmasını isteyerek yaptıklarını tasvip etmemişti. Anı'nın fethedilmesinden sonra Alp Arslan'ın gönderdiği fetihname sebebiyle yapılan törene Reis katılmamış ise de, sonradan vezirle buluşarak aralarındaki meseleyi çözmüşlerdir. Bu fetihnameden sonra Ağustos 1066'da Halife tarafından Sultan'a gönderilen bir elçi ile Alp Arslan'ın gazası tebrik edilmekte, sıhhatine dua edilmekte ve Bağdad'daki Selçuklu temsilcilerinin baskılarından şikayet edilmekteydi. Ayrıca, Halife'nin hanımı Arslan Hatun'un ayrılığının uzun sürdüğü ve artık Halife'nin sarayına dönmesi talep edilmekteydi.
Halife'nin şikayeti yerini bulunmuş olmalı ki, en-Nihavendi görevinden aziedildi ve yerine üç yıllığı 500 000 dinara Ebu Said el-Kayeni'ye iltizama verildi. Halife'nin diğer talebine de olumlu cevap verilerek Arslan Hatun Bağdad'a gönderildi. Hatun'un gelişini vezir Fahru'd-Devle bir fersah mesafeden karşılamış ve Bağdad halkı onları istikbale çıkmıştı. Bu heyetle birlikte Halife'ye bir de mektup gelmiş; ona olan bağlılıktan ve vezirinin faziletinden bahsedilmiştir (Mart 1066).
Görünüşte Halife ile Selçuklu ilişkileri normale dönmüş ise de, varılan anlaşmayı korumakta iki tarafın da titiz davrandığını söylemek mümkündür. Bu manada veziri İbn Cehir'i azleden Halife, bu işe sebep olarak onun kendisinden izin almaksızın Alp Arslan'dan hilat almasını ve Tuğrul Bey'in ölümünden sonra Müslim'i Bağdad'a davet etmesini göstermekteydi. Azledilen bu vezirin yerine Ebu'I-Ala'nın vezir yapılması konusunda Alp Arslan teşebbüse geçince, bu şahsı vezir yapmak işine gelmediği, fakat Sultan'ın tavsiyesi dışında bir adamı bu göreve getirmenin de Sultan'ı kızdıracağını düşünen Halife, tekrar İbn Cehir'i vezirliğe atadı. Bu duruma sinirlenen Sultan, kendi vezir adayı Ebu'I-Ala'yı Bağdad naibi olarak tayin ettikten sonra İbn Cehir'in iktaların yarısını da bu şahsa verdiğine dair ferman verdi. Durumun nezaketini fark eden Halife, mevcut durumu engelleyemediyse de, bu yüksek rütbeli Selçuklu memurunu karşılamaya çıkmadı. Halife, doğrudan Sultan'a cephe almamayı kendisine ana politika olarak belirlemişti. Sultan'la çatışmanın kendisine yarar getirmeyeceğini, Tuğrul Bey döneminde yaşanan tecrübelerden gayet iyi bilmekteydi. Nitekim Bağdad Nizamiye Medresesi'nin açılışında bazı problemler yaşanıp, Ebu İshak Bağdad'ı terk etmek isteyince Halife buna mani olmuş ve gönderdiği mektupta "Bu acemlerle (Selçuklular) olan durumumu sen bilmektesin. (Eğer Bağdad'ı terkedersen) bu işi de benden bulacaklarından korkmaktayım" diye Sultan'dan çekindiğini açıkça ortaya koymuştu.
Sultan da genellikle Halife'nin otoritesini gözetmekte, saltanat otoritesine halel getirmeyen alanlarda Halife'ye geniş yetkiler tanınmaktaydı. Bağdad şahnesi Aytekin es-Süleymani, Sultan'ın davetine uyarak Bağdad'dan ayrılınca yerine oğlunu vekil olarak bırakmıştı. Bu şahıs, Halife'nin memluklarından birini öldürttü. Öldürülen memlukun kanlı gömleği Sultan'ın divanına gönderilerek Aytekin'in bu görevden azledilmesi istendi. Sultan, Halife'nin isteğine uyarak Aytekin'i azletti. Arkasından da Sadu'd-Devle Gevheriyin'i daha geniş yetkilerle Bağdad'a şahne olarak atadı (1071). Görüldüğü gibi Halife'nin haklı olduğu durumda onun isteği yerine getirilip, hürmette kusur edilmemekle beraber, Sultan'ın iradesinin daha üstün olduğu atanan yem şahne ile gösterilmeye çalışılmıştır.
c - Sultan'ın Halife'yle Akrabalık Tesisi
Tuğrul Bey'in vefatından sonra bozulan ilişkilerin zaman içerisinde düzelmesi ile Halife-Sultan münasebetleri yoluna girmişti. Alp Arslan, bir taraftan Kafkaslar ve Anadolu'daki yeni fetihlerle dış tehlike olarak kabul edilen Hıristiyan alemine karşı Selçuklunun dolayısıyla da İslam'ın gücünü artırmış, diğer taraftan iç tehlike Şii-Fatımilere karşı sefer düzenleyerek onların Halep ve Şam bölgelerindeki nüfuzuna son vermişti. Hicaz bölgesinde kesilen Abbasi hutbesini yeniden okutarak buradaki Sünni hakimiyetini tesis etmişti. Bütün bu gelişmeleri zafernamelerle Halife'ye bildirmiş, onun destek ve duasını almıştı.
Selçuklularla birlikte yükselen Sünni iktidarı Halife'yi de memnun etmiş ve ara sıra meydana gelen çekişmelere rağmen Halife tarafından desteklenmiştir. Bu gelişmelerin neticesinde Halife, veliahtını Sultan'ın kızıyla evlendirerek aradaki ilişkileri daha da sıcak hale getirmeye niyetlenmiştir. Fakat kaynaklardan anlaşıldığına göre, daha önceden Alp Arslan, Halife'ye mektup yazarak, veliahtı kendisinin Seferiyye Hatun'dan olan kızıyla evlendirmek istediğini açığa vurmuş, bu istek Halife tarafından da olumlu karşılanmıştır (1070) .
1071 senesi geldiğinde Halife Kaim Biemrillah, Amidu'd-Devle b. Cehir'i hilatlerle birlikte Sultan'a ve oğlu Melikşah'ın yanına gönderdi. Sultan, daha önceden elçi göndererek oğlu Melikşah'ı veliaht olarak tayin etmek için izin istemişti. Halife gereken izinle beraber hilatler gönderdi. Ayrıca giden elçiye bu arada Sultan'ın Seferiyye Hatun'dan olan kızını veliaht el-Muktedi'ye istemesini emretti. Amidu'd-Devle, Sultan'ın huzuruna çıkınca kızını istedi, o da buna icabet etti. Nikah Nisabur dışında kıyıldı. Alp Arslan'ın vekili Nizamülmülk, Halife'nin vekili ise Amidu'd Devle idi. Nikah akdinden sonra davetlilerin üzerine mücevherat saçıldı ve buradan ayrılan Amidu'd-Devle, Fars taraflarında bulunan Melikşah'ın yanına gitti. Melikşah'la İsfehan'da buluşan elçi Halife'nin gönderdiği hilati burada takdim etti. Melikşah, hilati giyinerek babasının yanına gitti; Amidu'd-Devle ise Ağustos 1072'de Bağdad'a ulaştı.
3 - Melikşah Dönemi (1073 - 1092)
Selçukluların Sünni dünyanın lideri olması ve Bağdad'a intikalinden sonra başlayan Halife-Sultan ilişkilerinde Tuğrul Bey'den sonra en hareketli safhayı Sultan Melikşah döneminde yaşananlar oluşturmuştur. Bunun temel sebebi Melikşah'ın uzun süre tahtta kalarak Selçuklu Devleti'nin hudutlarını en geniş sınırlarına eriştirmesinin yanında, Halifeyle akrabalık kurması ve Halife'den olan torunu üzerinde bazı emeller besleyerek Hilafet ile Saltanat kurumlarını birleştirmeye çalışmasıdır.
Sultan Alp Arslan daha hayattayken Halife Kaim Biemrillah'la yazışarak oğlu Melikşah'ı veliaht olarak tayin etmek için izin istemişti. Halife buna rıza gösterdiği gibi, bir de hilat hazırlatarak bunu Melikşah'a göndermişti. Alp Arslan'ın son seferinde şehit olmasıyla birlikte emirler ve ordu babasının yanında bulunan Melikşah'a biat ettiler. Melikşah, kendisine karşı teşekkül eden oluşumları bertaraf etmek ve saltanatta hak iddia edenleri ortadan kaldırarak saltanatını garantiye almak için çaba sarf ederken, bir taraftan da Abbasi Halifesi'ne mektup yazarak Bağdad'da hutbelerin kendi adına okunmasını temin etti (21 Mart 1073). Halife'nin, Melikşah'ın isteğini kabul ederek adına hutbe okutmasından sonra Sultan, etraftaki emirlere haber göndererek onların da hutbelerde adının okutulmasını ve bağlılıklarını bildirmesini istedi.
Saltanatta hak iddia eden amcası Kavurt Bey ve diğer saltanat üyeleriyle meselesini hallederek hükümdarlığını sağlamlaştıran Melikşah'ın Sultanlığı, devletin bütün askeri ve idari şahsiyetleri tarafından kabul edildi. Melikşah, devletin küçük büyük bütün işlerini de kendisine baba olarak kabul ettiği Nizamülmülk'e bıraktı. Fakat devrin icaplarına göre Sultan'ın Bağdad Halife'si tarafından da tanınması, sultanlığının onaylanması gerekmekteydi. Bu sebepten, Sultan'ın yanında bulunan Bağdad şahnesi Sadu'd-Devle Gevheriyin, Halife'den Melikşah'ın sultanlığını tasdik menşurunu almak üzere Bağdad'a gönderildi. Ekim 1073'de Bağdad'a ulaşan Sultan'ın elçisi için Halife büyük bir cülus merasimi tertipledi (7 Ekim 1073). Halife'nin veliahtı de yanıbaşında duruyordu. Bu merasimde Halife, Sultan'a ait bir ahitnameyi, vezirine okuttuktan sonra, Sultan'a götürülmek üzere kendi eliyle hazırlayıp bağladığı bir sancakla beraber Gevheriyin' e teslim etti. Merasime halktan isteyen herkes katılmış ve büyük izdiham olmuştu. Bu merasimle halk da Sultan'a iyilik ve selamet dileklerini sundular. Siyaseten iktidarını sağlamlaştıran Melikşah, Halife'nin hukuki onayını da alarak saltanatını kuvvetlendirmiş ve önünde bir engel kalmamıştı.
a - Selçukluların Bağdad Üzerindeki Tasarrufları
Melikşah'ın saltanata geçmesinden sonra da, önceki sultanlar gibı Bağdad Halifesi ile aralarında birtakım idari ve mali meseleler yüzünden anlaşmazlıklar çıktı. Bağdad'da bulunan Türkmenler ile Halife'nin arasının açıldığına dair haberlerin gelmesi üzerine Nizamülmülk, olayların müsebbibi olarak Halife'nin veziri İbn Cehir'i görüp, buna karşılık olarak Halife'nin bazı iktalarına el koydu. İki vezir arasındaki gerginliğin artması üzerine Nizamülmülk'ün damadı olan İbn Cehir'in oğlu Amidu'd-Devle Selçuklu başkentine gelerek Nizamülmülk'den özür diledi. Melikşah da bu şahsa ihsanlarda bulundu. Amidu'd-Devle Rey'den Bağdad'a döndükten sonra Halife, Oğuzları memnun edecek mal vererek durumu yatıştırdı (1073 ). Arkasından Hacib Aytekin es-Süleymani, Bağdad'a gelerek iki taraf arasında sulhun sağlanmasını ve gerginliğin giderilmesini sağladı. Görevinden azledilmiş olan Fahru'd-Devle b. Cehir yeniden görevine iade edildi.
Tarafların arasının açılmasına sebep olan başka bir vaka da, Nizamülmülk'ün oğlu Müeyyedü'l-Mülk'ün Bağdad'a gelişinde yaşanan felaketi yaşandığı için, onu istikbale kimse çıkmadı. Bu durumu Halife'nin kendisini kabul etmemesi olarak algılayan Müeyyedü'l-Mülk, ziyaretine gelen Kadılkudat ve Nakibleri kabul etmedi. Halife, özür beyan ederek hilatler gönderip, Müeyyedü'l-Mülk'ün gönlünü aldı.
Bütün bu olaylar yaşanırken kırkdört yıl gibi uzun bir süre Halife olarak bu makamda kalmış olan Kaim Biemrillah vefat etti; yerine veliaht olarak tayin etmiş olduğu torunu Ebu'I-Kasım Abdullah b. Muhammed, "el-Muktedi Biemrillah" unvanıyla hilafet makamına geçti (1074). Nasıl ki yeni sultan için halifenin menşur vermesi gerekiyorsa, aynı şekilde yeni halife için de sultandan biat almak gerekmekteydi. Bunu için 16 Mayıs 1075 tarihinde Amidu'd-Devle Ebu Mansur, yanında 800 çeşit elbıse ve 15 000 dinar olduğu halde Sultan'a gönderilerek, ondan, Halife adına biat alması istendi.
Bu sırada Hicaz ve Suriye bölgesinde Selçuklular ve Sünni Halife aleyhine meydana gelen gelişmelere müdahele ederek durumu kontrol altına alan Melikşah, Sünni Halife ve kendi hakimiyetiyle alakalı bu tür meselelerle ilgilendiği gibi, Bağdad'daki hadiselere de yakından sahip çıkmıştır. Sultan, sadece siyasi meselelerde Bağdad yönetimine müdahil olmamış, bazen de mali meseleler yüzünden taraflar birbirleriyle muhatap olmak durumunda kalmışlardır. Bağdad'a vergi toplamak kastıyla gelen (Eylül 1075) Selçuklu mümessili amid Ebu Nasr, Halife'den ve diğer ikta sahiplerinden alınması gereken 100 000 dinar için, "Sultan'ın askeri çoktur, fakat malı yoktur" diyerek bu paranın tahsilini istedi. Halife, bu parayı ödemeye yanaşmayarak Amidu'd-Devle'yi meseleyi görüşmek üzere Melikşah'ın yanına gönderdi. Bunun üzerine amid, Sultan'dan gelecek cevabı beklemeden iktalara el koydu ve kendi adamlarını bu işlerin başına geçirdi.
Nizamülmülk ise, çoktandır Halife'nin veziri Fahru'd-Devle b. Cehir ile çekişme halinde olduğundan dolayı, Bağdad Şahnesi Sadu'd-Din Gevheriyin'i bu veziri azletmek üzere gönderdi. Vezir, arnidi karşılamak istediyse de amid ona iltifat etmedi. Şahnenin adamları halkın evlerine inerek çeşitli kötülükler yaptılar. Amid, Halife'ye getirdiği mektupta vezirin azledildiğini açıkladı. Mektup açıldığında yaptığı bazı işler hususunda uyarıldığı ortaya çıktı. Vezir bu mektubu Halife'ye iletti. Arkasından Sultan'dan gelen bir mektupta el konulan iktaların sahiplerine iade edildiği açıklandı (1075).
Bu sırada Bağdad'da Eş' ari ve Hanbeliler arasında büyük olaylar cereyan etmişti. Ebu Nasr el-Kuşeyri'nin Nizamiye Medresesi'nde verdiği bir vaaz yüzünden taraflar arasında başlayan olaylar tırmanarak gelişmişti.
Nizamülmülk'ün oğlu babasına yazdığı mektupta Bağdad'da nizam yok diyerek, durumdan şikayetçi oldu. Nizamülmülk, Nizamiye Medresesi müderrisi Ebu İshak eş-Şirazi'ye yazdığı mektupta bu medreseyi Ehl-i sünnet fikrini güçlendirmek için açtıklarını, maksatlarının mezhep çekişmesi olmadığını açıklayarak, olaylara rızası olmadığını belirtti. Fakat olayların durulmaması ve Şafii alim Ebu'I-Hasan b. Muhammed el Vasıti'nin yazdığı bir kaside ile durumu Nizamülmülk'e şİkayet etmesi üzerine, olayların müsebbibi olarak görülen Fahru'd-Devle b. Cehir'in görevden azledilmesi için mektup yazılarak şahne Gevheriyin ile Halife'ye gönderildi. Ayrıca vezire bağlı olanların da tutuklanması istendi.
İkinci defa görevden azledildiğini haber alan Fahru'd-Devle, affını talep etmek kastıyla oğlu ve Nizamülmülk'ün damadı Amidu'd-Devle'yi Sultan'ın yanına gönderdi. Amidu'd-Devle, babasının olaylarda bir kabahati olmadığı konusunda Nizamülmülk'ü ikna ederek Bağdad'a geri döndüyse de (28 Kasım 1078), Halife, Fahru'd-devle'yi tekrar görevine döndürmeyerek evinden çıkmamasını istedi. Duruma vakıf olan Nizamülmülk, Halife'ye bir mektup yazarak Fahru'd-Devle'nin oğlunun vezirlik makamına getirilmesi için ricacı oldu. Halife, bu isteği kabul ederek Amidu'd-Devle b. Cehir'i vezirliğe getirdiği gibi, görevden azledilince evinden dışarı çıkma izni verilmeyen babasının da evinden dışarıya çıkmasına müsaade etti (Ağustos 1079). Fakat, Nizamülmülk'ün baskısıyla vezirliğe getirilen Amidu'd-Devle b. Cehir, Selçuklulara fazla sadakat gösterince, durumdam menun olmayan Halife tarafından dört yıl sonra görevden azledildi (Haziran 1083 ). Arkasından kendisine daha sadık olacağına inandığı Ebu Şuca Ruzriveri vezirlik makamına getirildi. Halife'nın bu şekılde davranışı Sultan ve Nizamülmülk'ü son derecede sinirlendirmişti. Halife ile fazla çatışmak istemeyen Sultan, ona bir mektup yazarak tüm Beni Cehir ailesinin İsfehan'a gönderilmesini istedi. Beni Cehir ailesi, İsfehan'da Sultan ve Nizamülmülk'ün ilgi ve itibarı ile karşılandı. Daha sonra Sultan onu Diyarbekir valiliğine atadı.
Bağdad'da mezhep meselesi yüzünden ortaya çıkan ve Halife'nin önlemekte aciz kaldığı olaylar, Selçuklular tarafından önlendiği gibi, Halife'ye baskı yapılarak vezirinin azledilmesi de yine Selçuklular tarafından sağlanmış oldu. Bu, Selçukluların Halife üzerindeki otoritesini gösterme bakımından önemlidir. Benzer bir olay da, Selçuklu şahnesi Gevheriyin'in kapısında beş vakit nevbet vurdurması olayıdır. Gevheriyin daha önceden böyle bir istekte bulunmuş ise de, mutad bir davranış olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Fakat şahne buna aldırmaksızın kapısında nevbet vurdurmaya başlamıştır. Şahnenin, Halife'nin izin vermemesine rağmen bu şekilde davranması, bazı durumlarda Halife'nin içine düştüğü çaresizlik yanında onun tükenen itibarını da göstermektedir.
Gelişmeler her zaman Sultan'ın şikayetleri şeklinde cereyan etmemekte, bazen de, Halife şikayetçi olduğu şahısları Sultan'a bildirmekteydi. Nitekim Irak Arnidi Ebu'l-Feth b. Ebi'l-Leys'in Sultan'a şikayet edilmesi bu kabildendir. Amidin baskılarını ve kötü davranışlarını şikayet için, ünlü Şafii alimi Ebu İshak eş-Şirazi Mayıs 1083'de elçi olarak Sultan'a gönderilmişti. Halife'nin elçisi Sultan ve Nizamülmülk tarafından büyük bir saygı ve ikram ile karşılanmış ve istekleri kabul edilmişti. Ebu İshak, Bağdad'a döndükten sonra amidin itibarı sarsıldı ve Halife'ye baskı yapmaktan vaz geçti.
Halife, Sultan ve Nizamülmülk tarafından büyük saygı ve itibar görmesine rağmen, bunların otoritesine dakunulduğu zaman uyarılmakta, hatta istenilenleri yapmaya zorlanmaktaydı. Halife'nin veziri Ebu Şuca'nın Bağdad'daki gayrimüslimlere baskı yapması ve onları değişik kıyafetler giymeye zorlaması üzerine, Bağdad'da Sultan'ın ve Nizamülmülk'ün vekili olan Yahudi şahıs, durumu Nizamülmülk'e şikayet etti. Melikşah'ın Semerkand'ı fethinden sonra Bağdad'a müjde mektubu gönderilince Ebu Şuca, "Bu ne fethidir? Sanki kafir beldesini fethetmiş gibi" diyerek duruma memnun olmadığını ortaya koymuştu. Bu sebeplerden dolayı, Sultan'ın isteği üzerine vezir görevden azledildi (25 Ekim 1091). Arkasından Halife, Nizamülmülk'e mektup yazarak uygun görürse Amidu'd-Devle b. Cehir'i vezirliğe tayin etmek istediğini bildirdi. İsteğin uygun görülmesi üzerine bu şahıs ikinci kez vezirliğe getirildi.
b - Halife'nin Melikşah'ın Kızıyla Evlenmesi
Selçuklu Sultanları'yla Halifeler arasında başlayan siyasi ilişkiler yanında, bir de evlilik yoluyla tesis edilen münasebetlerin olduğu görülmektedir. Tuğrul Bey'le başlayan ve Alp Arslan'la devam eden bu işlem Melikşah devrinde de sürdürülmüştür. 1081'de Halife Muktedi veziri Fahru'd-Devle b. Cehir'i değerli hediyeler ve 20 000 dinar parayla Sultan Melikşah'ın yanına İsfehan'a göndererek, Sultan'ın kızını kendisine istemesini emretti. Bu sene oğlu Davut vefat ettiği için Sultan acılar içindeydi.
Fahdu'd-Devle İsfehan'a ulaşınca Nizamülmülk'le görüşerek durumu açtı. İsteğin Sultan'a iletilmesi üzerine Melikşah'ın Hatun'u: "Gazne Sultan'ı ile Maveriünnehr hükümdarları kızıma dünür oldular, onlar evlatlarına istediler ve 400 000 dinar verdiler. Eğer Halife bu miktarı öderse, bu evliliğe onlardan daha layıktır" dedi. Bunun üzerine eski Halife Kaim Biemrillah'ın hanımı Arslan Hatun, Hatun'a: "Halife ile evlenmesi kızınız için şeref ve iftihar vesilesi olacaktır. Sizin sözünü ettiğiniz sultan ve hükümdarların hepsi Halife'nin kulu ve hizmetçisidirler, üstelik Halife'den para istenmez" dedi. Bunu üzerine Hatun evlilik işine razı oldu.
Taraflar arasında yapılan görüşmelerde, Türkler tarafından evlilik sırasında alınan süt hakkı olarak 50 000 dinar ve mihir olarak 100 000 dinar alınması kararlaştırıldı. Halife'nin adamı yanlarında bu kadar paranın olmadığını, sadece 10 000 dinarın olduğunu; bu miktarın ödenmesi, kalan 40 000 dinarın da Bağdad'a varınca gönderilmesini teklif etti. Sultan durumu öğrenince bu miktarın da tehir edilerek hepsinin Bağdad'a varınca gönderilmesini istedi. Halife'nin bu kız üzerine başka hanım almaması da şart koşuldu. Tarafların anlaşmaya varmaları ve nikah kıyılması üzerine Fahru'd-Devle Bağdad'a geri döndü (Ekim 1082).
Halife'yle akrabalık tesis eden Melikşah, onunla yüz yüze görüşmüş değildi. Suriye ve Anadolu'daki fetihlerden sonra Halife'yle görüşmek ve kızının Halife'nin sarayına naklini sağlamak kastıyla ilk defa Bağdad'a gitmek üzere Haleb'den hareket etti (Mart 1087). Melikşah, Bağdad'ı ilk defa ziyaret ediyordu. Yanında Nizamülmülk, Terken Hatun ve büyük kumandanlarının dışında kalabalık bir maiyet vardı. Halife'nin veziri Ebu Şuca ve Bağdad halkı tarafından karşılanan Sultan Daru'l-Memleke'ye indi. Nizamülmülk, askerlerin kendisini görerek benzer şekilde yapmaları için çadırını şehrin dışında kurdurdu ve hiç kimsenin halkın evlerine inmesine müsaade edilmedi. Askerler de korkularından dolayı, daha önceki gelişlerde yaşanan halka tasallut vb. çirkin davranışlarda bulunamadılar. Halk Sultan'a kadar ulaşıyor ve şikayetlerini iletebıliyordu. Kadınlar ordugah içinde dolaşıyor satmak istediklerini satıyorlardı ve kimse onlara dokunmuyordu. Melikşah Bağdad'a gelince Halife'nin annesi ve halası gelini görmek kastıyla Daru'l-Memleke'ye giderek Hatun'la görüştüler (Mart 1087).
Melikşah, başta İmam-ı Azam olmak üzere, Maruf el-Kerhi ve Musa b. Cafer'in kabirlerini, ayrıca Bağdad'daki şehitlikleri ziyaret etti. Hz. Hüseyin'in meşhedini ziyaret edince burasının surunun onarılması için üçyüz dinar verdikten sonra, Fırat nehrinden bir kol çıkarılarak Necef'e su götürülmesini emretti.
24 Nisan 1087'de Halife'nin huzuruna çıkan Melikşah, onu ziyaret etti. Sultan huzura çıktığında bir müddet ayakta durduktan sonra Halife'nin elini öpmek istedi, fakat o buna müsaade etmedi. Bu defa yüzüğünü öpmek istedi, bunun üzerine Halife yüzüğünü ona verdi. Melikşah da yüzüğü öperek yüzüne sürdü. Halife'nin ısrarı üzerine oturdu. Halife, Sultan'a hilatler verdi. İnsanların idaresini ona tevdi ettiğini ve adil davranmasını emretti. Şarkın ve garbın hükümdarı olduğunun sembolü olarak iki kılıç kuşatıldı. Bu arada Nizamülmülk ayakta duruyor ve emirleri tek tek Halife'ye takdim ediyor: "Bu falan oğlu falandır, iktaları şunlardır, askerlerinin sayısı şu kadardır" diye malumat veriyordu. Törenin bitiminde Halife, Sultan'ın huzurdan çıkması için müsaade etti. Nizamülmülk'e de hilatler verildi. Halife'nin yanından ayrılan Melikşah, daha sonra yakın adamlarıyla birlikte Türklere ait bir oyun olan çevgen ve top oynadı. Halife'ye pek çok hediyeler gönderdi.
Gelinin Halife'nin sarayına nakledilmesi için hazırlıklara başlandı. Melikşah'ın kızının çeyizi yüz otuz deve ve yetmiş dört katır sırtında Halife'nin sarayına nakledildi (2 Mayıs 1087). Gelin, Halife'nin gönderdiği mahfe içinde, etrafında iki yüz cariyesi ve süvarilerden oluşan bir grup has askerle birlikte saraya ulaştı. Düğün son derecede debdebeli olmuş ve Bağdad'da o güne kadar bir misli daha görülmemişti. Ertesi günü Halife bir ziyafet tertip ederek, ziyafete katılan bütün emirlere ve orduda mevkisi olan askerlere hilatler verdi. Terken Hatun ve diğer hanımlara hilatler gönderdi. Sultan Melikşah, bütün bu işler olurken avda bulunduğu için düğün merasimine katılamamıştı. Ancak merasim bitiminden sonra dönebildi.
Kızını Halife ile evlendirerek nüfuzunu iyice artıran Melikşah, Doğu İslam topraklarında gücünün en yüksek noktasına erişmiş oldu. Bu Tuğrul Bey'den beri arzulanan bir durumun tahakkuk etmesidir. Evlilik işinin tamamlanmasından sonra (Mayıs 1087) Nizamülmülk'le beraber Bağdad'dan ayrılan Melikşah İsfehan'a doğru hareket etti. Aynı senenin Kasım ayında (1087) Sultan'dan Halife'ye gelen bir mektupta. oğlu emir Ahmed b. Melikşah'ı veliaht yaptığını ve hutbelerde Sultan'ın adından sonra veliahtın adının okunması isteniyordu. Sultan'ın isteği yerine getirilerek hutbelerde veliahtın adı okununca hatipler üzerine altın paralar saçıldı. Kızını Halife ile evlendirerek durumunu daha da sağlamlaştıran Melikşah, kendinden sonra tahta geçecek kişıyi de Halife'ye kabul ettirmek sureti ile onun üzerindeki otoritesini pekiştirmiş oldu.
Melikşah'ın İsfehan'a dönmesinden sonra Bağdad'da işler alışılageldiği şekliyle devam etti. Aynı senenin sonunda (Şubat 1088) Halife'nin Sultan'ın kızından bir oğlu dünyaya geldi. Zamanın ilerlemesiyle beraber Halife'nin sarayında bazı problemlerin ortaya çıktığına şahit olmaktayız. Bunun temel sebebi Melikşah'ın kızıyla beraber gelen ve saraya yerleşen Türklerin birtakım hadiselere karışması ve sonucunda meydan gelen tatsız olaylardır.
c - Sultan'ın Halife'yi Bağdad'dan Çıkarma Teşebbüsü
Melikşah'la Halife arasında kurulan akrabalık ilişkisiyle taraflar arasında yumuşama meydana gelmişken, bu durumun fazla devam etmediği, aksine sıcak ilişkilerin oluşmasına vesile olan akrabalığın bu defa daha büyük düşmanlığın ve teneffürün doğmasına vesile olduğu görülmüştür. Melikşah'ın kızı babasına mektup yazarak Halife'nın kendisinden yüz çevirdiğini ve kötü davrandığını bildırip, şikayette bulundu. Duruma kızan Melikşah, Nisan 1089'da Bozan ve Savab adlı adamlarını Halifeye göndererek kızının bu şahıslara teslim edilmesini istedi. Halife bu isteği olumlu karşılayarak Hatun, oğlu Ebu'l-Fadl Cafer b. el-Muktedi ve Hatun'un yardımcılarını Bağdad'dan uğurladı (28 Haziran 1089). Halife ve hizmetçiler Hatun'u uğurlamaya çıktılar. Halife'nin veziri Nehrevana kadar gelerek Hatun'a eşlik etmiş, el-Kamil ve et-Tahir adlı nakibler ise Hatun'la beraber gitmişlerdi.
Babasının yanına dönen Hatun, aynı senenin Aralık ayında (1089) Isfehan'da vefat etti. Haber Bağdad'a ulaşınca vezir Ebu Şuca taziyeleri kabul etmek maksadıyla yedi gün taziye meclisinde oturdu. Hatun'la beraber giden nakibler ise daha sonra Bağdad'a döndüler. Sultan'a taziyede bulunmak kastıyla Ebu Muhammed et-Temimi yanına bir kişi daha alarak İsfehan'a gittiyse de, Melikşah Maveriünnehr cihetine gittiği için Sultan'ı göremeden geri döndü.
Melikşah'ın kızının önce ayrılması, sonrada vefat etmesi taraflar arasındaki yumuşamayı kaldırmış ve arkadan gelecek olan gelişmelere zemin hazırlamıştı. Sultan Melikşah 1091 sonbaharında ikinci kez olarak Bağdad'ı ziyaret etti. Yanında Nizamülmülk olduğu halde Bağdad'a gelen Melikşah'ı Kadılkudat Ebu Bekir eş-Şaşi ve vezir Ebu Şuca'ya vekalet etmekte olan Ebu Sad b. Muselaya karşıladılar. Sultan'ın Bağdad'a gelişiyle beraber çok büyük törenler yapıldı. Dicle üzerinde gemiler meşalelerle bezenmiş olarak Muizu'd-Devle'nin evinden Nizamülmülk'ün evine kadar dizildiler. Karadan da halk ellerinde mumlarla bu şenlikiere katıldı. Sultan, Dicle'de halka sadaka dağıttı. Kutlama için yakılan meşaleler o kadar çoktu ki, bazı gemiler tutuşarak yandılar. Bu muhteşem kutlamaları Bağdad halkı daha önce görmüş değildi. Şairler bu geceyi öven şiirler söylemişlerdir.
Sultan'ın Bağdad'a gelişiyle beraber kardeşi Tutuş, Haleb emiri Kasimuddevle Aksungur ve çevredeki emirler Sultan'ın yanına geldiler. Emirleriyle istişarelerde bulunan Melikşah, Bağdad'da bazı imar faaliyetlerinde de bulundu. Bağdad'da "Sultan Camii" olarak bilinen caminin yapılması emrini verdi. Bu caminin inşaatına Şubat 1092'de başlandı. Sultan'ın imar faaliyetlerini gören Nizamülmülk, Tacu'I-Mülk ve diğer emirler geldiklerinde kalmak için kendileri için konaklar yaptırdılar.
Melikşah'ın Halife'den olma torunu Cafer'i yanından ayırmadığını görmekteyiz. Annesiyle beraber İsfehan'a dönen torun, Sultan'ın Bağdad'a gelişinde dedesiyle beraber gelmiştir. Aralık 1091 'de büyük bir alayla Bağdad'dan Kufe'ye hareket eden Melikşah, torununu da beraberinde götürmüştü. Şubat 1092'de Cafer'in bir gecelik babasının yanına gelerek ziyaret ettikten sonra tekrar Sultan'ın yanına döndüğünü müşahede etmekteyiz. Cafer'in babasının yanında bırakılmaması, Melikşah'ın onunla ilgili birtakım planlarının olduğuna işaret etmektedir. Nitekim sonraki gelişmeler bunu doğrulayacaktır.
1092 yılı kışını Bağdad'da geçiren Melikşah, baharla birlikte yanında Nizamülmülk olduğu halde İsfehan'a döndü. Melikşah İsfehan'a dönünce "Bazar-ı Leşker" denilen yere bir "Daru'l-Hilafe" (hilafet binası) yaptırarak ilerisi için düşündüğü planını devreye soktu. Sultan'ın niyeti Halife'den olma torunu Cafer'i yetiştirerek hilafet makamına oturtmaktı. Sultan üzerinde büyük otoritesi olan hanımı Terken Hatun da bu projeyi hareretle desteklemekteydi. Terken Hatun'un ikinci bir gayesi de Sultan'ın büyük oğlu ve veliaht Berkiyaruk'u azlettirerek kendi oğlu Mahmud'u Sultan yapmak, dolayısıyla hilafet ve saltanatı elinde toplamaktı. Nizamülmülk ise Berkiyaruk'tan yana olduğu için Sultan'ı ondan yana teşvik ediyordu. Dolayısıyla Terken Hatun ile Nizamülmülk'ün düşünceleri birbirleriyle ters düşüyordu.
Gelişmeleri planları açısından tehlikeli gören Terken Hatun, engel olarak gördüğü Nizamülmülk'ü gözden düşürmek ve azlertirmek için gayret sarf etmeye başladı. Gelişen olaylar neticesinde Nizamülmülk bir batıni fedaisi tarafından Bağdad yakınlarında şehit edilince (14 Ekim 1092), Sultan'ı gereksiz durumlarda frenleyecek olan etken de ortadan kalkmış oldu. Zira Nizamülmülk aldığı tedbirler ve engin tecrübesiyle hem devletin işleyişini kolaylaştırmış, hem de Halife-Sultan arasındaki meselelerde denge unsuru olmuş, işlerin büyümeden tatlıya bağlanmasını sağlamıştır.
Ekim 1092'de Nizamülmülk'le beraber lsfehan'dan Bağdad'a gitmek üzere hareket eden Melikşah, yolda Nizamülmülk'ün şehit edilmesinden sonra Tacu'l-Mülk Ebu'l-Ganaim'i vezir olarak atadı. 22 Ekim 1092'de Bağdad'a ulaşan Melikşah'ın niyeti Halife Muktedi'yi değiştirmekti. Halife Muktedi, oğlu el-Mustazhir Billah'ı veliaht olarak tayin etmişti; Melikşah ise küçük yaşına rağmen torunu Cafer'in veliaht yapılmasını istiyordu.
Melikşah'ın bu isteğine ise Halife yanaşmıyordu. Kızına yapılanlardan dolayı Halife'ye kızgın olan ve torununu Halife yapmak isteyen Sultan, Halife'ye elçi göndererek "Bağdad'ı bana terket ve istediğin yere git" dedi. Sultan'ın bu isteği karşısında aciz kalan Halife, "isteğini yerine getireceğim, fakat hiç olmazsa bir ay mühlet verin" dedi. Melikşah'ın cevabı ise bir saat bile olmaz, şeklindeydi. İşlerin iyice karışması üzerine Halife veziri Tacu'l-Mülk'ü Sultan'a göndererek ondan on gün müddet almasını istedi. Vezir Sultan'la görüşerek, sıradan bir insanın bile, evden eve taşınırken, bu işi en az on günde yapabileceğini söyleyip, mühlet verilmesi için Sultan'ı ikna etti. Bunu üzerine Melikşah Halife'ye on gün mühlet tanıdı, sonrada kendi işleriyle meşgul oldu.
Halife, taşınma hazırlıkları içindeyken, Melikşah da Bağdad'dan çıkarak avlanıyor, sonra da geri dönüyordu. Ramazan Bayramı günü Sultan bayram namazını kıldıktan sonra avlanmak için Bağdad'dan ayrıldı. Yediği av eti yüzünden hastalandı ve vefat etti. Böylece Halife Muktedi hakkındaki planını hayata geçiremedi. Halife kendisine bu işleri reva gören Sultan'a beddua etmekteydi. Melikşah vefat edince bu iş Halife'nin kerametine atfedildi. Melikşah'ın ölümüyle beraber başlayan taht kavgası yüzünden sultanlara yapılan hiçbir tören Melikşah'a yapılmadı. Ne atının kuyruğu kesildi, ne cenaze namazı kılındı, ne de yas tutuldu. Cenazesi İsfehan'a götürülerek Şafii ve Hanefiler için yaptırmış olduğu medreseye defnedildi.
Dikkat edilirse sultanlada halifelerin münasebetleri; hangi sultan, hangi halife olurda olsun yaşanan olaylar bakımından benzerlik arz etmektedir. Bunun sebebi halifelerin hiç bir zaman eski ihtişam ve otoritelerini elde etme sevdasından vaz geçmemeleri, buna karşılık sultanların da, halifelerin manevi otoritelerini tanımalarına rağmen, kendi siyasi otoritelerinden asla taviz vermemeleridir.
Sultanlar ile halifelerin durumu mukayese edildiğinde; halifelerin, güçlü esen bir rüzgarın önündeki ağaç gibi oldukları görülür. Rüzgarın esiş şiddetiyle birlikte ağaç eğilmekte, fakat rüzgarın hızı kesildiğinde ağaç tekrar doğrularak hayatına devam etmektedir. Rüzgar ne kadar şiddedi eserse essin, ağacın yaşama ve hayata devam etme arzusu kesilmemektedir. Bu halifelerin eski ihtişam ve güç dolu günlerinin özleminden hiç bir zaman vaz geçmediklerinin işaretidir. Buna karşılık rüzgarın gücünü temsil eden saltanat iradesi de, kendi otoritesini halifelerle paylaşmak istememiştir. Bu sebepten gerekli gördüğü zamanlar rüzgar gibi eserek istediklerini yaptırmıştır. Fakat bu rüzgar, hiç bir zaman ağacı kökten sökecek veya devirecek şiddette esmemiştir. Yani halifelik kurumunu tahrip edecek seviyeye ulaşmamıştır. Bunun sebebi, halifeliğin Selçuklular tarafından da bir manevi otorite kaynağı olarak kabul edilmesi ve kendi siyasi otoritelerine müdahale edilmediği müddetçe halifelere hürmette kusur edilmemesidir. Bütün bu gelişmelere rağmen halifeler de siyasi arzularından vaz geçmemişler, buldukları her fırsatta bunu sağlamlaştırma cihetine gitmişlerdir. Nitekim Irak Selçuklu sultanları ile halifeler arasında yaşanan olaylar bunu teyit etmektedir.
Ahmet Ocak’ın Selçukluların Dini Siyaseti (1040-1092) Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder