RAŞİD HALİFELER DÖNEMİ (HULEFA-i RAŞİDİN) HZ. EBUBEKİR DÖNEMİ (632-634)
ŞAHSİYETİ
Raşid halifeler döneminin ilk halifesi Hz. Ebubekir'in, Hz. Peygamber'den iki ya da üç yaş küçük olduğu kabul edilmektedir. Yine kaynaklarımızda, çocukluğu hakkında fazla malumat bulunmamakla birlikte putlara tapmadığı, içki kullanmadığı, son derece dürüst kişiliğiyle cahiliye dönemi Mekke toplumunda muteber bir yerinin olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Ebubekir, elbise ve kumaş ticaretiyle meşgul bir tüccardı. İslamiyet'i ilk kabul edenler arasında yer alan Hz. Ebubekir' in, İslamiyet'i kabul ettiği dönemde 40.000 dirhemlik bir servetinin olduğu, ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemene seyahat ettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber'in en yakın halkası arasında yer alan Hz. Ebubekir'in Mekke'deki müslümanlara eziyetlerin yaşandığı dönemde baskı, şiddet ve acıların azaltılmasında etkin ve koruyucu roller üstlendiği bilinmektedir. O'nun; Hz. Osman bin Affan, Talha bin Ubeydullah, Sa'd bin Ebi Vakkas, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf ve Ebu Ubeyde bin Cerrah'ın İslamiyet'i seçmelerinde doğrudan etkili olduğu bilinmektedir.
İslam tarihinin en önemli dönemeçlerinden biri kabul edilen hicret hadisesinde de Hz. Ebubekir'in yol arkadaşı olarak Peygambere eşlik ettiği, O'nunla birlikte türlü korku ve endişelere katlanarak bu ulvi yolculuğun bütün eziyetlerine göğüs gerdiği ve hicreti anlatan Tevbe Suresi'nin 40. ayetinde bahsi geçen iki kişiden birinin Hz. Ebubekir olduğu kabul edilmektedir.
"Muhammed'e yardım etmezseniz bilin ki; inkar edenler O'nu Mekke'den çıkardıklarında, mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah O'na yardım etmişti. Arkadaşına (Hz. Ebubekire); «Üzülme, Allah bizimledir.» diyordu; Allah da O'na güven vermiş, görmediğiniz askerlerle O'nu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı."
Hz. Ebubekir hicretten sonra Peygamber'in mescid yapılmasını uygun gördüğü arsayı kendi parasıyla satın alarak önemli bir fedakarlıkta bulunduğu gibi; Bedir, Uhud savaşları, Hudeybiye görüşmeleri gibi İslamiyet'in doğuş yıllarındaki askeri ve diplomatik birçok faaliyetlerinde Rasul'ün yanında yüreğiyle var oldu. O Peygambere bağlılığı ile «sıddik» çeşitli konularda kendisiyle istişare ettiği için «Peygamber'in veziri» olarak anılır. Mekke'nin Fethi'nden sonra hac emirliği görevini başarıyla yürüttü. 632 Mayıs'ında Hz. Peygamber'in Veda Haccı'nın ardından rahatsızlanması üzerine mescidde müslümanlara namaz kıldırma şerefi kendisine verildi. Hz. Ali ve Abbas'ın kollarında güçsüz ve takatsiz bir şekilde mescide gelen Hz. Peygamber'le sağken son defa görüştü. Nitekim Hz. Peygamber'in bu görüşmeden birkaç saat sonra vefat ettiği bilinmektedir. Buhari'deki meşhur anlatıma göre:
Hz. Ebubekir acı haberi alır almaz Peygamber'in odasına girerek mübarek alnını öptü. Yüce İslam Peygamberi'nin ölümünün müslümanlar üzerinde yarattığı şaşkınlığı şu sözlerle ortadan kaldırmayı başardı:
"Ey İnsanlar! Her kim Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Allaha tapanlar bilsinler ki Allah diri ve ölümsüzdür. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: «Muhammed ancak ve ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Ölür ya da öldürülürse ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah'a hiçbir zarar vermiş olmaz. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır.»" (Al-i İmran, 1 44)
HZ. EBUBEKİR'İN HALİFELİĞE SEÇİLMESİ
Bilindiği gibi hicretle beraber Hz. Peygamber'in liderliğinde oluşan İslam devletinin siyasi hakimiyeti Mekke'nin Fethi'nden itibaren hemen hemen bütün Arap Yarımadası'na yayılmıştı. Yakın gelecekte insanlık tarihinin bilinen en köklü değişim ve inkılaplarına imza atacak olan kadrolar, Hz. Peygamber'den sonra toplumdaki idari sorumlulukları üstlenecek, toplumu derleyip toparlayacak bir siyasi yönetim ihtiyacıyla karşı karşıyaydılar. Tarihin ilginç bir tecellisi olarak bu yönetim, hayret uyandıracak bir hızla gerçekleşti. Hz. Peygamber'in vefatının hemen ardından Beni Saide çardağında toplanan ensarın ileri gelenleri halife seçmek üzere derhal harekete geçtiler. Bu toplantıda ilgi Hazrec Kabilesi lideri Sa'd bin Ubade'ye yönelmiş, halife seçilmesi neredeyse kesinleşmişti. Ensarın halife seçmek üzere görüşmeler yaptığını öğrenen Hz. Ebubekir, yanına Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde bin Cerrah'ı da alarak toplantı yerine gitti. Yeni katılanların da görüşlerini ortaya koyma fırsatını buldukları müzakerelerde çeşitli görüşler ortaya çıktı. Ensarın görüşü, Medineli ve Mekkeli müslümanlardan birer tane olmak üzere iki emir seçilmesi yönündeydi. Bu sırada söz alan Hz. Ebubekir, önce Medinelilerin İslama hizmetlerini, Hz. Peygambere sahip çıkışlarını ve dindeki samimiyetlerini ifade ettikten sonra Mekke muhacirlerinin de bu din için yaptıkları fedakarlıkların küçümsenemeyeceğini, bu yüce mesaja ilk uyanların onlar olduğunu ve İslam uğruna hicret dahil her türlü fedakarlığı yaptıklarını belirtti. Ayrıca Arapların Kureyş kabilesine itaatinin kolay olacağını, esasen ensarın Evs ve Hazrec kabileleri arasında var olan nazik çekişmenin Arapların birliğini sağlamada engel teşkil edebileceğini belirtti. Daha sonra iki ayrı emir seçilmesinin doğru olamayacağını, bunun İslam birliğine zarar getireceğini izah ettikten sonra yanında bulunan Hz. Ömer ve Hz. Ubeyde bin Cerrah'ı aday gösterdi. Fakat başta yanındaki muhacir arkadaşları olmak üzere ensardan ileri gelen sahabeler halifeliğe kendisinin uygun olduğunu belirterek Hz. Ebubekir'e biat ettiler. Böylece Hz. Peygamber'den sonra Hz. Ebubekir'in halife seçilmesiyle İslam devletinin siyasi yönetimi şekillenmiş oldu.
"YANLIŞ HAREKET EDERSEM BENİ DOĞRULTUNUZ!"
Hz. Ebubekir, seçilmesinin hemen ardından Hz. Peygamber'in ev halkı tarafından yürütülen Hz. Rasul'ün teçhiz ve defin işlemleri hakkında Hz. Ali'den bilgi aldı. Ertesi gün Mescid-i Nebevi'de yapılan biat toplantısına İslam toplumunun ileri gelenleri, kabile reisleri ve birçok zevat katıldı. Hz. Ebubekir bu seçkin topluluğun huzurunda, takip edeceği siyasetin genel esaslarını şöyle ifade etti:
"Ey müslümanlar, en iyiniz olmadığım halde başkanlık makamına getirilmiş bulunuyorum. Görevimi hakkıyla yerine getirirsem bana yardım ediniz, yanlış hareket edersem beni doğrultunuz. Doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir. Güçsüz olanınız eğer haklıysa hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanınız haksız ise kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya dek benim katımda güçsüzdür. Bir millet Allah yolunda cihadı bırakacak olursa, Allah behemehal o milleti zillete uğratır. Herhangi bir millette kötülükler yaygın olursa, o millete de umumi bir beld verir. Allaha ve Rasulü'ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Şayet Allaha ve Rasulü'ne karşı gelirsem bana itaat etmekle mükellef değilsiniz."
ÜSAME BİN ZEYD'İN SURİYE ÜZERİNE GÖNDERİLMESİ
Hz. Peygamber, vefatından kısa bir süre önce Mute Savaşı'nda şehid olanların intikamını almak ve kuzey sınırlarında Bizans'a karşı teyakkuz durumunu sürdürmek için Suriye'ye göndermek üzere Üsame bin Zeyd komutasında bir ordu hazırlatmıştı. Ancak Hz. Peygamber'in ağırlaşması üzerine bu ordu sefere çıkamamıştı. Hz. Ebubekir'in ilk işi genç Üsame komutasındaki bu orduyu yola çıkarmak olmuştur. Bazı sahabeler dinden dönme olaylarını ve iç karışıklıkları gerekçe göstererek tecrübesiz badlı bir kölenin liderliğinde ordunun yola çıkmasının sakıncalarını öne sürdüyse de Hz. Ebubekir, Hz. Peygamber'in yola çıkardığı bu orduyu engellemeyeceğini kesin bir dille ifade etti. Ayrıca Üsame atlı, kendisi yaya olarak bir müddet yürüdükten sonra askerlere şu hitabede bulundu:
''Allah yolunda kafirlerle savaşın, hainlik etmeyin, ganimet malına zarar vermeyin, çocukları, kadınları ve yaşlı insanları öldürmeyin, meyve veren ağaçları kesmeyin, yemek ihtiyaçları dışında koyun, sığır ve develeri boğazlamayın, manastırlara çekilmiş kimselere dokunmayın."
Hz. Ebubekir'in bu tavrı, dinden dönmelerin ve kabile karışıklıklarının yaşandığı dönemde art niyetli kişilere ve fırsat kollayanlara karşı ciddi bir güç gösterisiydi. Ayrıca Üsame de 2,5 ay kadar süren bu seferinde yol güzergahı üzerindeki dinden dönme hareketlerini bastırdığı gibi İslam'a bağlı olanları teşvik ederek dini ve siyasi birliğin sağlanmasına hizmet etmiştir.
ARAP YARIMADASI'NDA BİRLİĞİ SAĞLAMA ÇABALARI
Hz. Peygamber'in vefatına kadar Arap Yarımadası genel olarak lslam dinine girmişti ancak hala bedevi bazı kabilelerin İslamın temel mesajlarını ve inceliklerini kavradıkları söylenemezdi. Medine, Mekke, Taif gibi kent merkezleri İslam'ın ruhuna uygun bir hayat tarzı benimsemişken, kentler dışındaki birçok kabile İslami kimliklerini henüz tamamlamış sayılmazdı. Daha Rasul-i Ekrem zamanında İslam'a girmeyi şartlara bağlamak isteyen kabileler mevcuttu. Bu kabileler çölün insanlara dayattığı kayıt dışı yaşama arzularını bir türlü terk ederek tek bir otorite etrafında toplanmak istemiyorlardı.
Ayrıca Yemen bölgesinde var olan hıristiyan tesirleri henüz tam olarak silinemediği gibi kuzeyde de Bizans'ın civar kabileler üzerindeki etkileri tamamen ortadan kaldırılamamıştı.
Hz. Rasul'ün getirdiği dinin insanlardan istediği ruh olgunluğu ve cemiyet dokusunu sevgi ve adalet temeline dayandırma gibi değişimler bütün Arabistan'a istenilen düzeyde teşmil edilememişti. Nitekim İslami hakimiyetin Mekke'nin hemen yanı başındaki Taif şehrine yerleşmesi de ancak Tebük Seferi'nden sonra mümkün olabilmişti.
Bütün bunlara rağmen İslam, Arap Yarımadası'nda öncelikle şehirler ve çöldeki kabileler arasında bir realite olarak siyasi birliğin mayasını oluşturacak dinamiklere sahipti.
YALANCI PEYGAMBERLER ve ZEKAT VERMEYENLERLE MÜCADELE
Hz. Peygamber'in görevini tamamladıktan sonra hastalanması, peygamber olduğunu ileri süren bazı yalancılara cesaret vermişti. Onun vefatı ile beraber bu tip hareketler isyana dönüşmüştü. Bazı kabileler de namaz kılmakla birlikte İslam'ın ferde yüklediği mali yükümlülüklerinden olan zekatı vermeyeceklerini ilan etmişlerdi. Üstelik yeni müslüman olmuş bazı kabileler Medine ile siyasi ve dini irtibatlarını kesmişler hatta bununla da yetinmeyerek yalancı peygamberlere destek vermeye başlamışlardı. Yalancı peygamberlerle savaşılması gerektiği konusunda Medine müslüman toplumu arasında ihtilaf olmamakla beraber zekat vermeyenlere karşı kuvvet kullanılması fikri problem olmuştu. Hz. Ömer «Kelime-i Tevhid»i söyleyenlerle savaşmanın doğru olmayacağı görüşündeydi. Bazı sahabeler ise zekat konusunda esneklik gösterilmesi görüşündeydi.
Hz. Ebubekir ise kararlı tutumu ile bütün bu tartışmalara son vermiştir. Bu doğrultuda namaz ile zekatın birbirlerinden ayrılamayacağını, bu ayrımı yapanlarla mücadele edeceğini belirterek bu konuda sahabelerin yardımını istedi. Hz. Ebubekir önce Fezare kabilesinin zekatına el koyup Medine'ye saldırmak üzere olan Harise bin Hısn el-Fezari'nin üzerine giderek asileri dağıttı.
Böylece İslam başkentinin güvenliği sağlanmış oldu.
Hz. Ebubekir, başta yalancı peygamber Tuleyha bin Huveylid olmak üzere, karışıklık peşindeki diğer mürtedlerin üzerine bizzat gitmek istediyse de, Hz. Ali ve diğer sahabeler güvenlik meselesini öne sürerek bunu engellediler. Hz. Ebubekir dinden dönenlerle savaşmak üzere 11 birlik teşkil ederek her birine bir komutan tayin etti. Bu komutanlardan Halid bin Velid üstün başarılar göstererek yalancı peygamberler Tuleyha, Secah ve Müseylemetü'l-Kezzab'ın ortadan kaldırılmasında başrol üstlendi. Yemen ve Hadramut'taki isyanlar Muhacir bin Ebu Ümeyye komutasındaki ordu ve mahalli valilerin gayretleri sonucunda bastırıldı. Bahreyn ve Umman'daki isyanların da aynı biçimde sona erdirilmesiyle çok kritik bir dönem aşılmış, sayıları birkaç milyonu bulan asinin katıldığı bu isyan ve irtidat ateşi söndürülmüş, artık Arap Yarımadası'nın gerçek anlamda dini ve siyasi birliği sağlanmış oldu.
YARIMADA DIŞINDAKİ İLK FETİH GİRİŞİMLERİNİN BAŞLAMASI
Hz. Ebubekir İslam dinini tebliğ etme konusunda Hz. Peygamber döneminde başlayan stratejiyi devam ettirerek Sasaniler'in elinde bulunan Fırat'ın aşağı bölgelerine ordu göndermeye karar verdi. Bu dönemde Sasaniler'in başında UI. Yezdücerd bulunuyordu. Bu bölgeye daha önce hakim olan Hire Krallığı Sasaniler tarafından ortadan kaldırılmıştı.
Ordu gönderilen bölgenin nüfusu beş-altı milyon civarında iken Sasani Şehinşahlığı 40 milyon nüfusuyla Bizans'la baş edebilecek güçte orduya sahipti. Yüz binlerce askeri bulunan bu ordunun savaş tekniğini iyi bilen, meydan savaşını ustalıkla yönetme becerisine sahip tecrübeli komutanları vardı. İran, Horasan, Azerbaycan ve Ermenistan'ı içine alan ve Hindistan'a kadar uzanan bir hakimiyete sahipti.
Bir avuç askerden oluşan Haris bin Müsenna komutasındaki İslam ordusu, Sasanilerle mücadeleye girerek üstün bir başarı gösterdi. Ancak Irak bölgesindeki fetihlerin başkahramanı, Hz. Ebubekir'in bölgedeki müslüman kuvvetlere önce yardım daha sonra da komuta etme göreviyle gönderdiği Halid bin Velid oldu. Dünya tarihinin bu eşsiz kahramanı, Basra Körfezi'ndeki önemli yerleşim merkezlerini birer birer fethetmeye muvaffak oldu. Ayrıca İyaz bin Ganem adlı komutan, Adiy bin Hatim'in yardımıyla bugünkü Bağdat'ın bulunduğu Anbar kenti ve civarını ele geçirdi. Übülle ve Kazıma kentleri alınırken ünlü İranlı Komutan Hürmüz de öldürülenler arasındaydı. 100 bin dirhem degerindeki tacı da müslümanların eline geçmişti. Böylece Irak büyük ölçüde İslam devletinin sınırları içerisine girmiş, burada yaşayan gayrimüslimler de savaşsız cizyeye bağlanmıştı.
BİZANS'LA ÇATIŞMALAR SURİYE ve ÜRDÜN'E ORDU YOLLANMASI
ECNADİN SAVAŞI (634)
İran sınırından başlayıp hızla yayılarak Suriye-Bizans sınırına dayanan İslam fetihleri Bizanslıların kaygılarını artırmıştı. Bizanslılarla müslümanların temasları daha Hz. Peygamber zamanında yapılan Mute Savaşı'yla başlamış, Tebük Seferi'yle devam etmişti. Bizanslılarla yapılan bu savaşların hedefi, bölgenin güvenliğini sağlamak ve orada yaşayanların uğradığı zulüm ve haksızlıklara son vermekti.
Suriye çevresindeki hıristiyan Arapların asker toplayıp müslümanlara saldıracakları ve kuvvetli bir ordunun bölgeye sevk edildiği haberi üzerine, Halid bin Velid Suriye'ye yöneldi. Bizanslılar bölgeye güçlü ordular sevk etmiş ve Ecnadin denilen yerde karargah kurmuşlardı. Burada yapılan savaş müslümanların zaferiyle noktalandı ve Filistin'in kapıları müslümanlara açılmış oldu.
YERMUK SAVAŞI (634)
Hz. Ebubekir 633 yılının sonbaharından itibaren 3.000 kişiden oluşan üç ayrı birliği Suriye'nin güney ve güneydoğu bölgesine göndermiş, kısa bir müddet sonra ordunun mevcudu 7500 e ulaşmıştır. Halid bin Velid, Amr bin As, Yezid bin Ebu Süfyan ve Halid bin Said komutasındaki İslam ordusunun bölgedeki kentleri, kasabaları ve köyleri birer birer ele geçirmesi üzerine teknik açıdan üstün Bizans ordusuyla İslam ordusu 30 Temmuz 634 günü karşı karşıya gelmiştir. Halid bin Velid'in komutasında kıyasıya devam eden savaşın sonlarına doğru Hz. Ebubekir'in ölüm haberi geldi. Hz. Ömer halife seçilmiş ve Ebu Ubeyde bin Cerrah cephede yeni komutanlığa tayin edilmişti. Ebu Ubeyde savaşın sonuna dek bu emirnameyi açıklamadı. Halid'in komutasında başlayan savaş yine onun komutasında sona erdi. Artebun komutasındaki Bizans birlikleri bozguna uğrayıp dağıldı. Müslümanlar da büyük kayıplar vermişlerdi. İkrime bin Ebu Cehil, Hişam bin As, Nadir bin Haris ve Eban isimli önemli komutanlar şehid olurken bir düğüm noktası olan bu savaştan sonra Bizans ülkesinin Suriye kapısı da İslam ordularına açılmış oldu. Böylece Bizans Suriye'ye veda etmek zorunda kaldı.
KUR'AN'IN TOPLANMASI
Hz. Ebubekir döneminde yapılan en önemli işlerden biri de, Kur'an ayetlerinin kitap (Mushaf) haline getirilmesi olmuştur. Nazil olan ayetler önceleri vahiy katipleri tarafından deri, tahta, taş, hurma yaprağı gibi malzemeler üzerine yazılıyor ve hafızlar tarafından ezberleniyordu. Bu hafızlardan önemli bir kısmının yalancı peygamberlerle mücadele ve iç karışıklıkların bastırılması sırasında şehid olmaları üzerine, gelecekte Kur'an üzerinde ihtilaf çıkmasını önlemek amacıyla Kur'an ayetlerinin toplanarak kitap haline getirilmesine karar verildi. Bu amaçla Hz. Ömer'in teklifiyle Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturuldu. Zeyd bir yıl süren titiz bir çalışmayla bu zor görevi tamamladı. Böylece Kur'an-ı Kerim günümüze kadar hiçbir kelimesi değişmeden gelmiş oldu.
HZ. EBUBEKİR'İN VEFATI
Hz. Ebubekir, İslam ordularının Suriye bölgesinde zafer üstüne zaferler kazandığı bir sırada 23 Ağustos 634 yılında vefat etti. Hz. Ömer cenaze namazını kıldırdı ve ilk İslam halifesi Hz. Ebubekir, Hz. Peygamber'in yanına defnedildi.
Hz. Ebubekir sadece ahlakı, hitabet gücü, cömertliği ve Hz. Peygamber'e sadakati ile değil, Hz. Peygamber sonrası Arap Yarımadası'ndaki İslam birliğinin sağlanması, iç karışıklıkların giderilerek sağlam bir devlet organizasyonun gerçekleştirilmesindeki başarısıyla da tarihe yön vermiş bir İslam büyüğüdür. Onun dönemi sadece içte ruhi olgunluğun tamamlandığı örnek bir toplum olma özelliği ile değil, aynı zamanda İslam ordularının üç koldan Arap Yarımadası dışına taşarak İslamın evrensel (cihanşümul) mesajının diğer ırk ve toplumlara ulaştırılmaya başlandığı bir dönemdir.
Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder