Hıristiyan (Nasturiler, Süryaniler), Orta Asya Türklerine, Gog ve Magog adını veriyordu. Bu isimlendirme, Tevrat ve İncil'e dayanıyordu. Bu kiliselerin, "Gog ve Magog" kavimlerini Hıristiyanlaştırmak üzere, 5. ve 6. asırlarda misyoner faaliyetlerinde bulundukları anlaşılmaktadır. Psalty'nin bu tebliğinde ve Barthold'un eserlerinde, misyoner faaliyetlerinin netice verdiği ve Hıristiyanlığın Orta Asya'da güç kazandığı iddia ediliyorsa da, bu doğru değildir.
Hıristiyan misyonerlerinin, Orta Asya'daki faaliyetleri neticesiz kalırken; Rusya'daki, Kuzey Kafkasya'daki, Hazar ülkesindeki ve Balkanlardaki çalışmaları, sonuç verici olmuş ve bazı Türk urukları ve boyları, Hıristiyanlaşmıştır. Bu vetirede (proseste), Bizans ve Rus devletinin ve kilisesinin rolü büyüktür. Asırlar sonra Osmanlı ülkesinde, Ortodoks misyonerler, Katolik ve Protestan misyonerlerle, dini propaganda işinde rekabet halinde bulunacaklardır.
Balkanlarda, çeşitli tesirler altında Hıristiyanlaşan Avar, Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak Türkleri, Bizans ve diğer devletlerin ordularında mühim hizmetler görmüşlerdir. Bizans tarafından, İranlılara, Ermenilere ve Araplara karşı, Bizans topraklarını korumak üzere Anadolu'ya geçirilip, çeşitli yerlere iskan edilen bu Hıristiyan Türkler, Anadolu'nun yerleşme tarihinde mühim roller oynamışlardır. Bunlar, Oğuz Türklerinin Anadolu'yu fethinden 4-5 asır önce buralara gelip, yurt tutmuşlardı. Toprağa yerleşme ile, uruk ve boy şuurlarını da kaybeden bu Türklerin, büsbütün Hıristiyanlık şuuruna kaymaları ve böylece milli şuurdan uzaklaşmış olmaları ihtimali vardır. Malazgirt'te Alp Arslan Ordusuna katılan Rumeli Peçenek ve Uzlarının, henüz Hıristiyanlığı iyice benimsememiş oldukları anlaşılıyor. Bu durumda olan epeyce Kuman, Peçenek, Uz askeri daha vardı. Bunların da Bizans Ordusunu terk etmelerini önlemek için, imparatorun onlara, Türk töresine uygun biçimde and içirdiğini ve bu yeminin de başarılı sonuçlar verdiğini, Bizans tarihlerinden öğreniyoruz. Bunların çoğu sonradan Müslüman olmuştur. Olmayanların, Hıristiyanlık inanç ve şuurunu takviye için, Yirminci Yüzyılın başlarına kadar, şaşırtıcı bir misyoner faaliyeti gösterilmiştir.
Türk uruklarının, milli şuur yerine, kabile şuuruna sahip olmaları, Bizans Devletinin çok işine gelmiş, asırlarca bu Türkleri birbirine düşman etmiş, birbirine kırdırmıştır. Rusya da, aynı metoddan bugün Orta Asya'da faydalanmaktadır. Bizans; Türkleri birbirine düşürüp, perişan ettikten sonra, onları esir alıyor, Hıristiyanlaştırıyor ve Balkanlara ve Anadolu'ya yerleştiriyordu.
Birçok Türk, Hıristiyan olup, yerleştikten sonra; kendilerini, Müslüman Türklerden çok, Rum ve Ermenilere daha yakın hissetmiş olmalıdırlar. Balkanlardan Anadolu'ya gelen Türkler arasında, Bulgar, Avar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak urukları vardı ve On ikinci Asırlarda, pek kalabalık Hıristiyan Kuman (Kıpçak) Kuzey Kafkasya'ya, Gürcistan'a, Doğu Karadeniz'e ve Doğuya yerleştiği biliniyor. Demek ki, Anadolu'ya hem Kafkasya'dan hem de Rumeli'den Hıristiyan Türk nüfusu gelip yerleşmiştir.
Bazı kaynaklarda bu Türklerin zahiri olduğu, sığ olduğu, sözde olduğu; onların aslında Kamlık (Şamanlık) dininin inançlarına bağlı kaldıkları da, Hıristiyan dinine eğreti bir bağlanış bile, Türklerin zamanla Rum ve Ermeni tesiri altına girmelerine bu cemaatler yol açmıştır.
Bunu temin adı geçen kilisenin hummalı faaliyeti görülmüştür.
Bulgar Türkleri:
Tarihçiler ve bazı kimselerden ibaret dar bir zümrenin dışında, bu terimi yadırgamayacak kimse yoktur. Bugün Balkanlar'da yaşayan bir Slav kendisine kavim adı olarak "Bulgar" kelimesini seçmiş olması ve oturduğu topraklara "Bulgarya, Bulgaristan" demesi, bu karışıklığın ve yadırgamanın. Nüfus bakımından fazla kalabalık olmayan Bulgar Türkleri, Bultan'da devlet kurmuş fakat zamanla Hıristiyanlığı kabul ederek, kalabalık Slav kütleleri arasında eriyip gitmişlerdir. Bulgar Türklüğünden kala kala bir isim kalmış ve bazı maddi ve manevi kültür unsurları varlığını devam ettirebilmiştir. MeseIa, yoğurt ve ayran yapımı, bu kültür miraslarından ikisidir. Birde, Bulgaristan'a gelen yabancı devlet büyüklerine, "tuz ve ekmek" sunulması, eski Türk Adetleri ile ilgili olmalıdır. Onun dışında her şey Slavdır; sadece adı kalmış olan Bulgarya'da, Türklüğün, Hıristiyan Slav denizi içinde boğuluşu vardır. Anadolu'daki, İdil'deki ve Kuzey Kafkasya'daki Bulgar Türkleri ise, bu türlü, bir erimeden büyük çapta kendilerini koruyabilmiş; Müslüman Türkler olarak milli benlikleri ile yaşayagelmişlerdir.
Bulgarların, Türk soyundan geldiklerine, İslam aleminin artık şüphesi kalmamıştır. Burada, Slavlaşmamış, Hıristiyan kavimler içinde erimemiş olan Bulgar Türklerini kastettiğimizi bir kere daha belirtelim. Bulgarların Türklüğü apaçık ortadadır. "Bunun delili, yakında bulunan arkeolojik kalıntılar ve Proto-Bulgar dili kalıntıları ile idil Bulgarlarına ait mezar taşlarındaki kitabelerdir. Orta Asya Türklerin'in, mezarlar üzerine heykel dikme geleneği, daha Vll. asırda Türk Bulgarları vasıtasıyle Balkanlara kadar gelmişti. Cenubi Rusya' dan başlayıp Orta Asya'ya doğru uzayan bu Kuman heykellerinin Türklere ait olmadığına dair Radloff'un iddiaları Barthold'un delileri ile bertaraf edilmiştir.
Bulgarların aslı, Onogur'lara çıkar. Onogur, "on kabile" demektir. Ogur boylarının en kalabalığı olan Onogur'lar, Miladın başlarında Sibirya'ya yerleşerek, idil boylarına kadar yayıldılar. II. ve III. asırlarda Hunlarla karıştılar. 460'lardan (Attila'nın devleti yıkıldıktan) sonra, Hunların kalanları da bu kitleye katıldı. Bu karışmadan ötürü, Onogur'lara, "karışık" manasında "Bulgar" denildi. "Karışmak" demek olan "Bulgamak"tan türetilmiş bir uruk adıdır. Kırım'da, Kefe'nin kuzeyindeki bir ırmağın adının "Bolgamak" lrmağı oluşu da, konumuz bakımından manalıdır.
"Ogur'lar, Oğuz'ların kardeşleridir". Onogur'ların ve eski Bulgar'ların Türklüğünü, Bizans tarihçileri bile kabul ediyor. Tarihçiler, Slavlaşmış Bulgarlardan Türk Bulgarlarını ayırt edebilmek için, ikincilere, "idil Bulgarı", “Türk Bulgarlar", “Bulgar Türkleri", "Proto-Bulgarlar" adını vermektedirler.
Diğer Türk urukları gibi, Bulgar Türkleri de ikili içtimai teşkilata sahip idiler. "Utigur" ve "Kutrigur" adıyla sağ ve sol kollara ayrılmışlardı. Utigur'lar, Kuban çevresinde yerleşmişlerdi. Bunların soyundan gelen idil Bulgar'larının hanı, Şelkej oğlu "Almuş Han", 900 yılında Müslümanlığı kabul etmişti. Müslümanlığı ilk kabul eden Türk devleti, bu, idil Bulgarları devletidir. Bugünkü Kazan bölgesinde, birçok şehirler (Bulgar, Suvar, Kazan vs. şehirler) kurmuş, ileri bir kültür seviyesine ulaşmışlardır. Göktürkler önünden kaçan Avarlar, Bulgarların yerlerini terk etmelerine sebep oldu. Kafkas dağlarına sığınan Utigur' lara, "Kara-Bulgar" denmiştir.
Bizans Devleti, Türk uruklarını ya imparatorluğunun hizmetine alıyor veya birbirlerine düşman ediyordu. Utigurlarla Kutrigurları da birbirine düşman edip çarpıştırdı. "Nitekim imparator Zenon, 482 yılında Tuna kıyılarına yakın bir yerde bulunan Kutrigur Bulgarlarından bir kısmını hizmete almıştı. Bu münasebetle Bizans Kroniklerinde ilk defa 'Bulgar' adı zikredilmiştir.
Bulgar Türklerinin her iki kolu da, Gök Türk hakimiyeti altında idi. Başlarında, Gök-Türk hakanlarının soyundan gelen hanlar vardı. Kutrigur'ların başında "Dulu" sülalesinden Organa (Orhan?) vardı. 659'da Batı Gök-Türk Devleti yıkılıp, Çin hakimiyeti altına girince, Orhan'ın oğlu Kubrat kendisini han ilan etti. Utrigur'lar, onlara tabi olmak istemedi ve mücadele ettiler.
"Dokuz Ogur" manasına gelen, "Kutrigur" veya "Kuturgur" Türklerinin kurduğu, Proto-Bulgar Devletinin teşkilatı, diğer Türk devletlerinin teşkilatına benziyordu. Dokuzuncu Yüzyılın sonuna kadar, Türk olarak kaldılar. Eski Türk dinine sahip idiler. İmparator II. Justinianus, ordusundaki pek çok Türk askerinin yardımı ile, 685'te "Terbel Hanı" yenebilmişti. Buna karşılık, Kurum Han, 811 yılında Bizans Ordusunu büyük bir yenilgiye uğratmıştı. Oğlu Omurtag Han (814-831 ), büyük şehirler kurmuş, saraylar ve çeşitli eserler yaptırmıştır. "Melemir Han", "kardeşi Nravdta'yı, Hıristiyanlığa temayülü olduğu için öldürtmüştü". Buna rağmen, kendisi de 'bir Hıristiyan unvanı kullanıyordu. Orhan, Kurt, Kurum, Omurtag gibi adları bırakıp. Hıristiyan adları veya unvanları almaya başlamaları, erimenin ilk işaretleridir. Daha sonra (870'lerde) Hıristiyanlığı kabul edip, iyice eriyeceklerdir. Bu tarihten sonra, Slavlaşma başlayacak ve Türklük kaybolacaktır.
İdil bölgesi Utrigur Bulgarları ise, kitleler halinde Müslüman olup, Türklüklerini koruyabilmiştir. Müslüman olan boylar ve oymaklar arasında, beş bin kişilik "Barancer" boyu da vardı. lbn Fazlan, onlara namaz sürelerini öğrettiğini yazıyor. Müslümanlığı kabul eden, İdil Bulgar hanlarından Şelkey Yaltavar (lltabar) oğlu Almuş Yaltavar (lltabar)ın yeni adı, "Cafer bin Abdullah" olmuştur. Balkanlardaki Bulgarlar, Hıristiyan olup isim değiştirmiştir; ldil'deki Bulgarlar da Müslüman olup isim değiştirmiştir. Birincilerde Türklükten eser kalmamış; ikincilerde Türklük, Müslümanlıkla pek güzel uyuşmuştur. Aynı şeyleri Anadolu'da da göreceğiz.
Miladi 800'lerden sonra, Bulgarlar arasında Hıristiyanlık görülmeğe ve Slav dili hakim dil olmağa başladı. Sonunda, Kağan Boris, Hıristiyan oldu ve Bulgar halkı, bir asır halinde, Slavca konuşan Hıristiyan bir millet haline geldi. Rusya'nın İdiI Bölgesindeki Bulgarlar ise tamamen Müslüman olmuştu. Bugün, Kazan'daki Tatarlar ve Kafkasya'daki Balkar'lar bunların soyundan gelmektedir.
HIRİSTİYANLAŞAN TÜRKLER
Prof. Dr. Mehmet EROZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder