ALAEDDİN KEYKUBAT I.
Sultan Birinci Keykavus'un ölümü üzerine devlet büyükleri bir toplantı yaptılar. Hangi şehzadeyi tahta geçireceklerini görüştüler. Birisi Kılçaslan'ın oğlu Tuğrul Şah'ı, diğer birisi de, Keyhusrev'in oğlu Keyferidun'un tahta geçirilmesini istediler. Fakat Beylerbeyi Seyfettin Aybey ve Beramşah, Saltanat tahtına en layık Alaeddin Keykubat'ın oğlunu söyleyerek kabul ettirdiler. Bu zaman Seyfettin Aybey söz alarak şunu söyledi:
Alaeddin'i almağa ben gitmek istiyorum. Çünkü onu Minşar kalesine ben götürmüştüm. Belki kalbinde bana karşı bir kini vardır. Bu sebeple onu Saltanat tahtına davet ödevini ben göreyim. Hayatımdan aman dileyim, dedi. Dileği kabul edildi. Birinci Keykavus'un yüzüğü ile mendilini ölüm nişanesi olarak aldı. Yanına bir kaç atlı daha alarak yola düzüldü. Alaeddin Keykubat'ı Minşar Kalesi'nden alıp (Kızarpirit) Kalesi'ne hapsetmişlerdi.
Alaeddin o gece bir rüya görmüştü. Rüyasında yüzü nurlu bir adam yanına gelerek ayaklarının bağını çözüp kendisini koltuğundan tutarak iri bir katıra bindirmişti. O anda Alaeddin uyandı. Derhal sabah namazına durdu. Namazdan sonra kaleye doğru bir atlı kafilesinin geldiğini görünce içine bir korku girdi.
Kale Bekçisine:
Eyvah, beni öldürmeğe geliyorlar. Onları biraz oyala da canıma veda etmeden önce iki rekat namaz kılayım, dedi.
Seyfettin Aybey kapıya geldi.
Bekçi:
Buraya niçin geldiniz? dedi. Aybey:
Verilen söz yerine getirildi. Sultan öldü. Yerine Alaeddin Sultan seçildi.
Bekçi sevinerek yukarıya çıkıp meseleyi anlattı. İçeri girmelerine müsaade edildi. Seyfeddin Aybey bir er'le beraber içeri girdi. Derhal kılıcını belinden çıkarıp er'e teslim etti. Alaeddin'in odasına girdi ve yere kapandı. Yanında taşıdığı bir kefeni boynuna sardı. Kılıcını er'den alıp Alaeddin'in önüne koydu.
Ferman efendimizindir. Boynum kıldan incedir! dedi.
Korku içinde bulunan Alaeddin'in yüreği ferahladı. Kendisini bu kaleye getiren adama :
Seni affettim. And içerim ki sana bir şey yapmıyacağım: Diye söz verdi. Seyfeddin getirdiği siyaha boyanmış mendil ile yüzüğü gösterdi. Sonra da Sultanların giydiği kaftanı takdim etti. Sonra:
Kardeşinizin ruhu yerden göğe yükseldi. Saltanat size geçti. Devlet büyükleri tahtı size layık gördüler. Hemen ata atlayıp yola çıkalım dedi; Alaeddin:
Yarabbi bana Taç ve Saltanat verdiğin için sana şükrederim dedikten sonra hazırlandı.
Atına atlayıp sür'atle yola düzüldü. Seher vakti Sivas'a geldiler. Devlet büyükleri yeni Sultanı karşıladılar. Onu kardeşinin tabutu başına götürdüler. Onun yüzünü açıp gösterdiler. Ondan sonra biat için salona getirip tahta oturttular. Çavuşlar yerlerini aldılar. Seyfeddin ortaya gelerek:
Sultan Keykavus Tanrı Rahmetine kavuştu ve tabutunda yerini aldı. Yerine kardeşi Sultan Alaeddin Keykubat mutluluk saçan varlığı ile cihanı aydınlattı. Sultanlığı kutlu olsun! dedi.
Herkes yeni Sultana biat etti.
Sultan Alaeddin matem alameti olmak üzere beyaz atlas elbise giydi. Üç gün matem tutuldu. Dördüncü gün matem eğlenceye çevrildi. Büyük tören Oğuz töresine göre yapıldı. Sofralar kurulup, yenildi ve içildi.
Sultan Alaeddin Dokuzuncu hükümdar olarak Sivas'ta 1220 tarihinde tahta çıktı. Saltanat sürmeğe pek hevesli olan Alaeddin Sivas'tan Konya'ya gitmeğe hazırlandı. Büyük bir alayla Konya'ya doğru yola çıktı. Gedük mevkiinde Sultan'a bir ziyafet verdiler. Bu sırada Kayserililer de hazırlandılar. Şehir dışına seyyar köşkler ve tahterevanlar yaptılar. Sultan Saltanat bayrağı ile görülünce halk yerlere kapandı. Sonra elini öptüler. Büyük törenle Kayseri'ye girdi. Birinci Alaeddin'in başına altınlar serptiler. Bir kaç gün sonra Kayseri'den Aksaray'a geldi. Üç gün de Aksaray'da kaldıktan sonra Konya'ya yollandı. Konyalılar yeni Sultanları için beşyüz seyyar, üç yüze yakın sabit köşk ve tahterevanlar yaptılar. Sultanın alayını görünce halk onu alkış tufanına tuttu. Alaeddin Saltanat çetiri olan Şemsiye şeklindeki güneşliğin altında ilerliyor; iki kanatlı Kartallı Hükümdarlık sancağı da dalgalanıyordu. Başına büyük burmalı bir kavuk, üzerine de incili kaftan giymiş olan Birinci Sultan Alaeddin Keykubat gözlerini Konya kalesine dikmiş, ilerliyordu. Bu ihtişamı Takkelidağ seyrediyor; Meram bağlarından esen rüzgar sancakları dalgalandırıyordu. Arkadan beşyüz çavuş yüzyirmi er ellerinde işlemeli kılıçlar taşıyan yiğit bakışlı sancakdarlar olduğu halde şehre girdiler. Emir Çaşniğir Sultanın atının dizginini tutmuştu. Sultanı gören halk:
- Yarabbi onu senin rızana layık kıl, yüzümüzü güldür. Diye niyaz ediyorlardı. Alaeddin bu şekilde törenle sarayına girip şu niyazda bulundu:
- Yarabbi bana mülk verdin. Bana verdiğin nimetlere şükretmek için muvaffakiyet ihsat et.
Sultan Alaeddin can ve gönüllere yerleşti. Akşamüzeri sarayda sofralar kuruldu, kudüm ve ney sesleri gönüllere neşe saçtı. Bütün gece eğlenildi. Halk ta şenlikler yaptı. Sultan Alaeddin Keykubat halkın sevinç gözyaşları içinde tahta geçmiş oldu.
ALAEDDİN'İN GENÇLİĞİ
Anadolu Selçuklu devletinin en yüksek devrini Birinci Sultan Alaeddin Keykubat yaşadı. Kendisi de devrinin en değerli bir şahsiyeti oldu. Anadolu onun zamanında Türk uygarlığı ile bezendi. Anadolu sanat eserleri ile doldu.
Sultan Alaeddin 1192 tarihinde Konya'da doğmuştur. Babası Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev'dir. Okumasını özel öğretmenlerden öğrendi. Çok zeki bir çocuktu. Şehzadeliği zamanında babası Keyhüsrev'le Bizans'a gitmişti. İmparator onları büyük bir odaya yerleştirmişti. Sultan Rükneddin Süleyman'ın ölümü üzerine baba oğul bir kayığa binerek Yalova'ya çıktılar. Oradan İznik yoluyla Konyaya geldiler. Bu şekilde bir gurbet hayatı yaşamıştı. Babası, Alaeddin'i Tokat Valiliği'ne tayin etti. Babası Bizanslı'larla savaşırken harp meydanında şehit edilince, yerine Alaeddin'in kardeşi İzzettin Keykavus'u çıkardılar. Alaeddin kardeşi ile saltanat kavgasına giriştiyse de muvaffak olamayıp Ankara kalesine sığındı. Kale içinde bir cami yaptırdı. Buradan onu Minşar Kalesine sürdüler. Burada bir hapis hayatı yaşadıktan sonra 28 yaşında tahta geçti. Devlete ettiği hizmetlerden dolayı ona (Büyük Sultan) dediler. O tahta çıkınca bütün Anadolu Beyleri Konya'ya gelerek onun emrine girdiler. Sultan Alaeddin 1220 tarihinden 1237 yılına kadar 17 yıl 5 ay saltanat sürdü. Alaeddin Keykubat gençliğinden beri Sultanların tarihlerini, onların ahlaki vecibelerini çok okurdu. Ayni zamanda edebiyata meraklı olup şiirler yazardı. Türk Sultanlarından (Gazneli Mahmut) u çok sever, onun gibi olmak isterdi. Nizamül-Mülk'ün Siyasetname adlı eserini de bir kaç defa okumuştu. Minşar Kalesinde iken bu gibi eserleri okuyup kendini yetiştirmişti. Güzel ok atar, cirit oynardı. Bununla beraber marangozluk, oymacılık, saraçlık sanatlarını iyi bilirdi. Güzel de resim yapardı. Mimarlığa da merakı vardı. Boş zamanlarında tavla ve satranç oynardı. Alimleri sever onlara saygı gösterirdi. Alaeddin tahta çıktıktan bir müddet sonra Bağdat'da oturan Abbasi Halifesi (Mustasım Billah) Alaeddin'e hükümdarlık alameti olan kılıç, yüzük, hilat ve Bağdat'ta sarılmış bir kavuk bir de nalları altınlı bir binek atı gönderdi. Gönderdiği menşurda da (Nasuriddin Sultan-ül azam) unvanını verdi. Halk da ona (Uluğ Keykubad) derdi.
Sultan Alaeddin'e bu hediyeleri devrin şeyhlerinden olan (Şeyh Şahabettin Sühreverdi) ile gönderdi. Şeyhin Konya'ya gelmekte olduğunu haber alan sultan onu karşılamak üzere Saray adamlarını Aksaray'a gönderdi. Zincirli mevkiinde Şeyhi kadılar, şeyhler, imamlar ve şehir eşrafı karşıladılar. Alaeddin de Konya'da bir askeri müfreze ile şeyhi karşıladı. Şeyh ile göz göze gelince hayretler içinde kaldı. Kalede hapis iken rüyasında gördüğü adam bu idi. Derhal atından inerek şeyh Sühreverdi'yi kucakladı. Beraberce saraya geldiler. Şeyh halifenin gönderdiği hediyeleri takdim ettikten sonra hilatı giydirdi. Kavuğu da başına koydu. Adet üzre bir çubukla sırtına dört defa vurdu. Akşam da şeyhlere ziyafet verildi. Sultan Alaeddin'de Halifeye beşbin altın gönderdi. Artık Sultan Alaeddin Keykubat devlet işleriyle meşgül olmaya başladı.
ALANYA'NIN FETHİ
Sultan Alaeddin yazlarını Antalya'da geçirirdi. O denizi severdi. Akdeniz ticaretinin devleti zengin bir hale sokacağına inanmıştı. Sinop'un fethi ile de Karadeniz ticaret yollarına sahip olunmuştu. Antalya; Akdeniz'e açılan bir pencere idi. Fakat donanmanın barınmasını sağlayan bir Akdeniz incisi daha vardı. O da Alanya idi. Sultan Alaeddin burayı almaya karar verdi. Bu uğurda harbi de göze aldı. Bir gün yanındakilere:
- Bize gönül okşayan saz alemlerinden ziyade, cenk meydanlarında at koşturmak yakışır.
Diye cenk meydanına atılmayı arzuladı.
Sultanın gayesi (Galonoros) Kalesini fethetmekti. Bu kale bugünkü Alanya kasabası idi. Bu kale bir korsan yatağı idi. Akdeniz'deki ticaret gemilerini soyuyorlardı. Gemilerini gizleyecek kıyılarda mağaralar da vardı. Bu deniz mağaralarının içindeki suların dibi mavi renkte ışıl ışıl yanmakta idi. Alanya'nın bir tepe üzerine kurulmuş kalesi pek muhteşemdi. Tamamen Akdeniz yollarına hakimdi. Sultan Alaeddin bu kalenin alınması için hazırlığa başladı. Uçbeylerine asker toplamaları için fermanlar gönderdi. On gün içinde muntazam bir ordu hazırlandı. Ordusunu üç kola ayırdı. Birinci kol karadan kaleyi kuşatacak. İkinci kol da denizden saracak. Üçüncü kol ise, denizciler gemilerle limanı tutacaktı. Kale deniz tarafından pek yalçın ve ruhlara korku verecek bir şekilde idi. Bu kayalar çok dik ve denize sert olarak iniyor. Yalçın kayaların yüksekliği 250 metre kadar. Bu kayalara kurulmuş kale surunun çevresi 8,5 kilometredir. Üç kale iç-içedir. Bundan sonra kaleler çepe çevre tepeyi dolanıyor ve 140 burcu olup, içi geniş bir alandır. İçinde 400 sarnıç ile bir de kilise vardı. Kara tarafından ise bu yüksek dağın sırtına tırmanmak lazım geliyordu. Kale pek heybelti manzara teşkil ediyordu. Kale duvarlarını yıkmak için mancınıklar kuruldu. Alanya'nın tekfuru ise (Kirfard) adında birisi idi. Selçuk ordusu tarafından kalenin sarıldığını görünce Kirfard dedi ki :
Bu manzara bana yıllar yılı sahip olduğum bu kaleden ayrı düşeceğimi bildiriyor. Bu hisarın burçlarını güneş bile zor aşarken Şah Keykübat'ın rüzgar gibi geçeceğine inandım. Bunun için sabır zırhımı giymekten başka çare yok. Şimdilik kader kapısını bekliyorum. Dedi.
Ertesi gün lacivert kulübe üzerinde Sultanın kırmızı bayrakları dalgalanmağa başladı. Selçuk askerleri ok ata ata, kol kol dağa çıkmaya başladılar. Uçan kartallar, sıçrayan kaplanlar gibi dalgalar halinde kayalara tırmanıyorlardı. Karşı taraf ta ok atarak Selçukluları kırıyordu. Kalenin kara tarafını 100 mancınık ile sardılar. Her gün hücum devam ediyordu. Kuşatma tam iki ay sürdü. Türklerin Alanya kalesini almağa azmettiklerini anlayan kale takfuru Kirfard kaleyi teslime razı oldu. Bir elçi göndererek canına aman verilmek suretiyle kaleyi teslim edeceğini bildirdi. Sultan Alaeddin bu teklifi kabul etti. Tekfur kızlarından birini Sultan'a verdi. Bu kıza (Mahperi Sultan) adı verildi. Kirfard kapıları açtı. Selçuk askerleri zafer türküleri söyleyerek içeri girdiler. Anadolu'da bu kale gibi sağlam ve heybetlisi ve alınması zor olanı yoktu. Göğe baş uzatmış bu muhteşem kale Türklerin yurduna katıldı (5 Ocak 1223). Sultan Alaeddin kendi adını bu şehre verdi. Adı (Alaiye) oldu. Şimdi de Alanya adını aldı.
Tekfur'a Akşehir beyliği menşuru ile beş köyün mülkiyeti verildi. Alaeddin ertesi gün kaleye çıkıp oradan Akdeniz'i seyretti. Bu manzaranın yeryüzünde eşi yoktur. Sultan Alaeddin ellerini kaldırarak:
Kulunu muzaffer kılan Tanrıya hamdolsun. Dedi. Sultan Alaeddin'in emriyle kalenin deniz tarafına (Kızıl kule) denilen pek heybetli bir kale yapıldı. Bu kaleyi Mimar (Ebu Ali) yaptı. Kızıl Kule Selçuk Mimarisinin bir şaheseridir. On iki yılda tamamlanmıştır. Bütün güzelliği ve yeniliği ile ayaktadır.
Turistler hayretlerle bu kuleyi seyretmektedirler. Sultan Alaeddin ayrıca Alanya şehrinde bir de tersane kurmuş, burada gemiler yaptırmıştı. Bu tersane de aynen durmaktadır. Sultan Alaeddin kalede bir de cami yaptırmıştır. Kale içinde büyük bir bedesten bir de türbe bulunmaktadır. Kale içine Türkler yerleştirildi. Akdeniz'in verimli incisi bu suretle fethedilmiştir. Bugün muzlariyle meşhurdur. Birinci Alaeddin Keykübat Alanya'yı fethettikten sonra ordusuyle Antalya'ya doğru yollandı. Manavgat şelalesine gitti. Yolda (Alara) kalesi gözüne ilişti. Bu kaleyi de alıp Antalya'ya gitti. Kışı burada geçirdi. Yolda (Side) ve Aspandos harabelerini gezdi. Bundan sonra Konya ve Sivas kalelerini temellerinden yıktırarak yeniden yaptırdı. Daha sonra (Kahta) kalesini ve (Çimişkezek) alındı.
RUS SEFERİ
Sultan Alaeddin Keykubat fetihleriyle Anadolunun asayişini sağlamıştı. Herkes huzur içinde işiyle meşgul olmakta idi. Sultan Alaeddin'in en önem verdiği ticaretti. Devletin zenginliğini, Asya ticaret yollarının Anadolu'dan geçerek Akdeniz'e inmesinde bulmuştu. Sinop ve Alanya bu maksatla fetholunmuştu. Kara ticaret yolları Hazer boylarından Kırım'a, Kıpçak eline, buradan da Sinop'a, buradan da Alanya'ya gidiyordu. Bu ticaret yolundan Türk tüccarları faydalanıyorlardı. Fakat Türk ticaretine Kırım'da Ruslar, Akdeniz'de ise Venedik ve bilhassa Rumlar mani oluyorlar, Türk tüccarlarını soyuyorlardı. Akdeniz'de Rumlar tarafından soyulan Türk tüccarları huzura gelerek şikayette bulunuyorlardı.
Tüccarlar:
Antalya'dan malımızı bir gemiye yüklemiştik. Deniz yolu ile giderken karşımıza Rum korsanları çıkıp bizi soydular.
Sultan Alaeddin yerinden fırlayıp hiddetle:
Rumu ezmezsen o seni ezer! dedikten sonra sözlerine devamla:
Biz o milletleri, yüksek merhamet ve şefkatimizle emniyet ve huzur içinde yaşattık. Rumlar budalalıklarından bu nimetin kadrini bilemiyorlar. Can ve mallarını tehlikeye sokuyorlar. Bu şaşkın sapıklara ders verecek kuvvetteyiz dedi. Derhal üzerlerine bir kuvvet gönderdi. Bundan sonra bir tüccar grubu daha huzura gelerek onlar da:
Biz Türk Tüccarları gece gündüz demeyip rızkımız için ticaret yoluna girdik. Mallarımızla Rus milleti diyarından Kırım'a yollanmıştık. Yolumuzu Rus eşkiyaları keserek bütün mallarımızı yağma ettiler.
Sultan Alaeddin bu olaya da kızdı:
Bu başıboş insan sürüsü bizim dehşetimizden habersiz yaşıyorlar. Onlara da bir ders vermek lazım geliyor. Bu diyara da bir sefer açalım dedi. Divanında hazır bulunan komutanlardan (Hüsameddin Emir Çoban'a) bir ordu hazırlayıp Moskof diyarına gitmesine emir verdi. Komutanlardan (Ertakuş'a) da Rumları yola getirmesini emretti. Selçuk ordusu gemilere bindirilerek Kırım Yarımadasına çıkarıldı. Ordunun Karaya çıktığını gören Kıpçaklılar Emir Çoban'a bir elçi gönderdiler. Elçi dediki:
Sultan'ın fermanına boyun eğmiştik. Böyle sayısız bir orduyu bu diyara neden gönderdi. Sebebini anlayamadık. Vergi istiyorsa verelim. Şayet Ruslara karşı sefer açılacaksa biz de size yardım edelim. Kılıç kılıca döğüşelim.
Hayret ve korkularını bildirdiler. Bundan sonra Kıpçak Emiri adamlariyle ayrıca şu teklifte bulundu:
Nal akçesi olarak 50.000 altın verelim.
Emir Çoban buna kızarak:
Ben orduyu savaş pazarından bu kadar ucuza geri döndermeğe gelmedim diyerek red cevabı verdi. Rusları, Suğdak, Kıpçak ve Hazer Denizi boylarından atmak için ordularını hazırladılar. Her iki taraf saf tuttular. Davullar vuruldu. Meydan inledi. Emir Çoban Rusların üzerine hücum emrini verdi.
Doğan güneş tirşe renkli perdeyi yırtıp belirdiği bir anda her iki taraf savaşı kabul ettiler. Rusların komutanları:
Zırhlarımızı tenimize kefen yerine kuşandık. Onlarla gücümüz yettiği kadar çarpışacağız. İleri!.. emrini verdi. Selçuk Askerleri de yalın kılıç taarruza geçti. Sabahtan geceye kadar nice canlar cesedlerinden ayrıldı, binlerce kılıç ve mızraklarla Rus'ların damarlarındaki kanlar yere boşaldı. Bu lacivert sahne içinde sararmış yapraklar gibi ölüme kavuşmuşlardı. Ay çıkıp bu kan deryasına solgun ışıklarını serptiği zaman savaş durmuş yorgun askerler çadırlarına çekilmişlerdi. Ruslar bitkin ve perişan bir halde savaş meydanını terk ettiler.
Ertesi gün sabah rüzgarı bayrakları dalgalandırırken Selçuk ordusu bu defa Kıpçakların üzerine hücuma kalktı. Emir Çoban önde, yiğitleri onu takip ediyordu. Kısa bir zamanda kılıçlar işleyerek Kıpçakların da kanları arık toprağı ıslattı. Bir anda bozulan kıpçaklar atlarını geriye sürerek kaçtılar. Selçuklular Rus savaşında muzaffer olmuş, ordu bayrakları yüce göklere yükselmişti (1227 ) . Selçuk ordusu bu yıl Kırım'da kaldı. Azak Denizi kıyısında Suğdak üzerine yürüdü. Suğdaklı'lar kalelerine sığındılar. Kale kuşatılınca aman dediler. Vergi verilmek suretiyle barış yapıldı. Kale Selçuklulara teslim edilerek içine asker yerleştirildi. Burada bir de cami yaptırıldı. Ruslar Emir Çoban'a bir elçi gönderip barış ve dostluk dilediler. Ayrıca bir çok hediyeler ve 20.000 de altın gönderdiler. Elçi, Sultan Alaeddin'in ömrü bin yıl olsun düşmanın bin olduğunu bilmeden savaştık. Kıpçaklar yüzünden bu kadar kan döküldü. Şimdi başımızı Sultana çevirdik. Dost olalım dedi. Emir Çoban da Rusları haraca bağlayıp bu dostluğu kabul etti. Orta Asyadan gelen ticaret yolları Türklerin eline geçmiş oldu. Boğazlar Bizans'ın elinde olduğundan bu yol Sinop ve Alanya'dan geçti. Emir Çoban bir yıl Kırım'da kaldıktan sonra çok ganimetlerle deniz yolundan Sinop'a çıktı. (1228)
GÜNEY ANADOLU'NUN FETHİ
Sultan Alaeddin Keykubat Anadolu'nun birliğini kurmak için çok çalıştı. Emir Çoban Kırım'da savaşırken (Emir Çavlı) ve (Ertakuş) da Güney Anadolu'nun fethi ile meşgul oldular. Adana Bölgesi Ermenilerin elinde idi. Emir Çavlı kuvvetlerini alarak Toroslar'a doğru ilerledi. Dağların üzerinde birçok kalelere rastgeldi. Bunları teker teker aldı. Karşılarına ( Cincin) kalesi çıktı. Bu kale pek sağlamdı. Ermeni kralı (Hatum) bir ordu ile Türklerin üzerine saldırdı. Çavlı bey kuvvetleri hücuma kalktılar. Askerler kükremiş aslanlar gibi coşup köpürmeğe başladılar. Dağların sırtında bayraklardan bir gülistan doğmuştu. Kılıçlar işlemeğe başladı. Vuruşma arzusu gönülleri sardı. Her taraf kıyamet gününe döndü. Ermeniler geri dönüp kaçtılar. Kralları dağdan dağa kaçarak canını kurtarabildi. Düşmandan birçok esir alındı. Kaleler de ele geçti. Ermenistan Krallığı Selçuklu İmparatorluğuna bağlandı.
Çavlı Bey, Adana bölgesinde savaşırken Ertakuş Bey de Alanya'dan kalkarak göklere baş uzatmış üzeri çam ormanlariyle kaplı Toros Dağlarının dik sahil yolunun üzerinde bulunan (Anamuru) zaptetti. Anamur yüce dağların eteğinde, sahilde ise muazzam Anamur Kalesi bulunmakta idi. Türkler bu kalenin içine bir cami, dış tarafına da bir hamam yaptılar. Kaleyi de ilavelerle genişlettiler. Anamur Kalesi bütün haşmetiyle duruyor, bu kale Akdeniz'in bekçiliği ödevini görmüştü. Akdeniz'de bu derece büyük bir kale yoktu. İkincisi de Badrum Kalesidir. Ertakuş Bey bu kıyılarda kırk parça kaleyi zaptetti. Bu kalelerin içini dolduran Venedik ve Rumlar Selçuk Ordusunun geldiğini duyunca gemilerine binerek kendi öz topraklarına dönmüşlerdi. Bu korkak sömürücüler bir daha Anadolu'ya ayak basmamak üzre kaçıp gitmişlerdi. Bu kıyı memleketleri yeryüzünün bir cenneti, aynı zamanda verim bakımından da pek zengindir. Ertakuş Adana'ya doğru Akdeniz kıyılarını takiben Göksu'ya geldi. Selçuklular Silifke'ye de girdiler. Bu suretle Akdeniz kıyıları Türk'lerin eline geçmiş oldu ( 1227) . Bu havaliye Vali olarak (Kamereddin) Bey tayin edildi. Bu bölgeye de (İçel) adı verildi. Fethiye ile Silifke'ye kadar olan sahiller Selçuklularda, Silifke'den İskenderun'a kadar olan yerler de Ermeniler'in elinde idi. Komutanlar bu fetihleri yaptıktan sonra Kayseri'ye giderek fetih müjdesini verdiler. Sultan Alaeddin bu fetihlerden dolayı pek mutlu idi. Kışları Antalya'da yazları da Kayseri'de geçirmekte idi. Bir gün Kayseri civarında dolaşırken (Agunas'a) gelmişti. Burası pek güzeldi. Hoşuna gitti. Bir tepe üzerine (Keykubadiye) adı ile gayet güzel bir köşk yaptırdı. Buranın toprağı yeşilliğinden firuze renkli, laleleri kan damlası gibi, pınarlarının her köşesinden su yerine sanki gül suyu akmakta idi.
Her taraf çeşitli kuşlarla dolu idi. Meyva ağaçları da boldu. İşte buraya gönül okşayan latif bir saray yaptırdı. Zaman zaman bu saraya gelir hoş vakit geçirirdi. Ayrıca Beyşehir Gölü üzerinde (Kubadabad) sarayını da yaptırmıştı. Bu sıralarda Sultan Alaeddin Eyyübiler Hükümdarı Melik Muazzam'ın kızı (Melike Adile) ile evlendi. Bundan Süleyman ile Kılıçaslan dünyaya geldi.
Bundan sonra da doğu illerinin fethine karar verdi. Erzincan Mengüç'lüler elinde idi. Bu beyliği de ortadan kaldırıp Erzincan'ı almak lazımdı. Bu tarafa bir kuvvet gönderip Erzincan şehrini zaptetti. Erzincan'a Melik olarak oğlu Şehzade (Keyhüsrev'i) gönderdi. Atabey olarak da Ertakuş'u yanına verdi 1228. Trabzon Rum imparatorluğunu da ortadan kaldırmak istedi. Fakat alınamadı. Ünye'den Batum'a kadar Karadeniz kıyıları, Fatih Mehmet devrine kadar Rumlar'da kaldı.
YASSI ÇİMEN SAVAŞI
Sultan Birinci Alaeddin Keykubad zamanında Moğolistan'da (Cengizhan) hükümdardı. Orta Asya'yı kasıp kavuruyordu. Moğol serdarı, Türk alemi için büyük bir tehlike idi. Bunu sezen Sultan Alaeddin komşusu olan iki müslüman Türk devleti ile dostluk sağlayıp, Moğol tehlikesine karşı koymak istedi. Bunlar da Eyyübilerle Batı Türk elinde kurulmuş olan Harzemşahlar idi. Harzem ülkesi İran'lıların ileri karakolu idi. Bunlar bir hükümet kurmuşlardı. Gazneli Mahmut, Harzem beylerinden (Altıntaş) ı hükümdarlığa getirdi. Sonra Oğuz'lardan olan (Şah Melikhan) devleti Altıntaş oğullarının elinden aldı. Bunları Selçuk Sultanı Tuğrul Bey idaresi altına almıştı. Sultan Melikşah zamanında Oğuzlar'ın Beydili kolundan (Anuştekin)i Harzem Beyi tayin etmişti. Anuştekin'den sonra (Kutbeddin Mahmud) geçti. Bunu Sultan Börküyaruk Harzem Valisi yapmıştı. (Harzemşah) unvanını verdi. 1097
Fakat oğlu Adsız, Sultan Sancar zamanında isyan ederek istiklalini ilan etti (1140). Adsızdan sonra ( Alaeddin Tekeş) ve onun yerine de oğlu (Kutbiddin Mehmet) geçti. Birçok savaşlarla memleketini genişletti. Cengiz Han'ın elçilerini de öldürdü. Kutbiddin, Cengiz Han'ın üzerine yürüdü. (Abakün) adasına sığındı. Annesi Türkan Hatun da Moğolların eline esir düştü. Yerine oğlu (Celaleddin Harzemşah) geçti. Çok cesur ve kahramandı. Cengiz'in ordularını perişan etti. Bunu duyan Cengiz, Celaleddin'in üzerine yürüyerek onunla Hindistan'ın Sind şehri kıyılarında karşılaştı. Celaleddin Harzemşah'ın ordusu üç taraftan kuşatıldı. Cengiz ile aslanlar gibi çarpıştı. Fakat sağ ve sol kanatları bozuldu. Yanında 700 er kaldı. Sabahleyin başlayan savaş öğleye kadar devam etti. Kuşatıldığını anlayan Celaleddin zırhını aldı, atını mahmuzladı. Elinde sancağı, atı ile beraber Sind Nehrine atladı. Bu şanlı sahneyi seyreden Cengiz heyecana gelerek oğullarını yanına çağırıp, onlara:
Bu Aslana ibretle bakın, yurdunun kurtulması için nasıl eşsiz kahramanlık yaratıyor! dedi. Ona bir tek ok attırmadı. Cengiz Han bu kahramanlığa hayran oldu. Hindistan'dan yurduna dönerek, yeni bir hükümet kurdu. Azerbaycan'ı ve Irak taraflarını aldı.
Celaleddin Harzemşah, Sultan Alaeddin ile dostluk sağlamak üzere şöyle bir mektup yazdı. İçinde şu satırlar vardı : «Sizinle birleşmek saadetini elde etmek arzu ediyorum. Bundan sonra ayrılık perdesini kaldırmak, sevgi ve birlik kapısını açmak istiyorum. Eğer dostluk yolunu tutmazsak size kimler dost olacaktır. Devletimiz de kuvvetli, yücelikte daim olur!»
Sultan Alaeddin bu mektuptan ziyadesiyle memnun oldu. Alaeddin de bir cevap yazdı. Mektubunda şunlar vardı : «Alemin bir vücutta birleşmesini inkar edenlerin Tanrı'ya yakınlığı yoktur. İlk dostluk teklifi büyüklüğünüzü göstermiştir. Faziletli kimse ancak ehli için faziletli olanıdır. Mektubunuz ruhumda birleşmek sevincini parlattı. Heyecan şulesini Ülker yıldızına ulaştırdı. Tanrıdan dostluğumuzu dilerim» diye yazdı. Celaleddin Harzemşah kudretli bir asker, fakat siyaset bakımından zayıftı. Sultan Alaeddin'le bozuştu. Birden bire yüzünü Anadolu'ya çevirdi. Ahlat şehrini zaptederek yağma etti. Sultan Alaeddin bu olaydan fena halde canı sıkıldı. Celaleddin'e bir mektup göndererek dostluğun bozulmamasını yazdı. Fakat Celaleddin dostluğu bozdu. Anadolu'yu istila hevesine düştü. Ordusu ile Doğu Anadolu'ya girdi. Sultan Alaeddin de Selçukluların kudretini ona göstermek üzere ordusunu hazırladı. Doğu elinden Harzemliler ilerlerken Sultan Alaeddin de kılıcını kuşandı. Karargahında davul sesleri yükseldi. Saltanat çetiri açıldı. Ordu harekete geçerek önce Sivas'a, oradan da Erzincan'a doğru yol aldı. Celaleddin de ordusuyla (Yassı çimen) dağına geldi.. Selçuklular bin kişilik bir öncü süvari kuvvetini ileri sürdüler. Bu öncüler Celaleddinin 100 000 kişilik ordusu ile çarpışarak, can yakmağa, kan dökmeğe başladılar. Süvariler atlarından inip yaya olarak savaştılar.
Çoğu öldü, bir kısmı da esir düştü. Bunu haber alan Sultan Alaeddin büyük bir kuvveti üzerlerine gönderdi. Bunlar Harzemlileri perişan ettiler. Ordu demirden dağlar gibi harekete geçip düşmanın karşısına geldi. Bir kaç gün sonra Selçuk ordusu göklerden inen bir afet gibi düşmanın üzerine saldırdı. Yerler bir anda kesik başlarla doldu. Celaleddin yüreğinin acısından mum gibi eridi. Savaş devam ederken Sultan Alaeddin'in askerleri harp meydanında kırmızı ve sarı bayraklarla göründü. Sultan Alaeddin bir tepeden düşmanı gözetledi. Harp tekrar başladı.
10 Ağustos 1230 tarihinde Erzincan civarında bulunan (Yassıçimen)de iki Türk ordusu büyük bir savaşa tutuştular. Henüz ufukta sabahın dudağı gülümsedi ve güneşin yanağı parladığı sırada, Sultan Alaeddin Keykübad ordusunu harp nizamına soktu. Biraz sonra davullar harp havasını vurarak göğü inletti. Uçları semalarda dolaşan bayraklar dalgalandı. Sultan at üzerinde hücum emrini verdi. Yassı çimende bir savaş başladı; Selçuk sipahilerinin önünde durmanın imkanı yoktu. Yassıçimen Savaşına, o zamanlar Ahlat'ta bulunan Ertuğrul Gazi de iştirak etti. Yararlığı görüldü. Harzemliler çok geçmeden bozguna uğradılar. Bu hali gören Celaleddin bayrağını atının terkesine bağlayıp, süratle kaçmağa başladı. Düşman takip edilerek birçok beyleri esir edildi. Sultan Alaeddin Harzemşahları yendi. Cengiz Han ile çarpışan Celaleddin, Sultan Alaeddin'in önünde perişan bir halde Anadolu'dan kaçtı.
ERZURUM'UN ALINMASI
Erzurum Meliki Celalettin, Harzemşah'la birleşmişdi. Bunlardan Rüknüddin Cihanşah ta esir düşmüştü. Bu sebeple Sultan Alaaddin Erzurumu almağa karar verdi. Ordusunun başında Erzurum'u kuşattı. Sultan Alaeddin kan dökülmeden şehrin teslimini istedi. Onlar da razı oldular.
Ertesi gün Sultan Alaeddin Ordusu ile Erzurum'a girdi. O gün zafer şenliği yapıldı; Alaaddin bir müddet Erzurum'da kalarak, kaleleri tamir ettirdi. Etraf memleketlerine (Fetihnameler) gönderdi. Doğunun en güzel şehri Selçuklulara geçti 1231. Erzurum' da iken Alanya'nın Kıbrıslılar tarafından işgal edileceği haberini aldı; bir ay sonra Alanya'ya geldi. Şehir muhafızının yolsuzluğunu öğrendi. Bu adamı öldürttü. Kırk gün Alanya'da kaldı. Zafer kazanmış askerlerine de izinler verdi.
Moğollar, Celaleddin Harzemşahın yenildiğini duyunca üzerine yürüdüler. Ordusu dağıldı. Yurdunu da Moğollar işgal ettiler. Celalettin memleketini bırakarak Diyarbakır'a kaçdı. Orada bir Kürd onu hançerleyip öldürdü. Artık Moğollar Anadolu Selçuklularının sınırlarına dayandılar. Bu Selçuklular için en büyük bir tehlike idi.
Sultan Alaaddin bundan sonra Gürcistanı fethetti. Otuz kadar kaleyi ele geçirdi. Bundan sonra bir orduyu Van Gölü tarafına gönderdi. Ahlat şehri ile bir çok Ermeni şehirleri fethedildi. Daha sonra da Harran, Urfa, Ralalza ve civarı fethedildi. Diyarbakır kuşatıldı ise de alınamadı.
Anadolu Selçuklularının genişlemesinden Mısır Eyyubileri fena halde sinirlendiler. Eyyubi hükümdarı Sultan Kamil bir ordu hazırlıyarak 1234 yılında Toroslara kadar geldi. Fakat Selçuklu ordusu üzerine gelince bozguna uğradılar. Sultan Alaaddinin yenilmez bir cihangir olduğunu anladılar.
Sultan Alaaddin'in en büyük korkusu doğudan gelecek fırtına idi. İran'a Moğollar hakim olmuşlardı. Yüksek siyasi bir dehaya sahip olan Sultan Alaaddin, diplomasi yolu ile Moğollarla dostluk sağladı. Moğol tehlikesini böylece atlattı. Moğollar da Sultan Alaaddinin kuvvetini anladıklarından dost olmaya mecbur kaldılar.
MEVLANA CELALEDDiN
Selçuklular Anadoluya yerleştikleri zaman birçok Horasan erenleri gelmişlerdi. Bunlar Anadolunun muhtelif şehirlerinde tasavvuf cereyanını kuvvetlendirdiler. Tasavvuf İlahi aşka dayanan dilli bir inanıştı. Bu cereyan Türk düşüncesinden doğmuş İslami inanışlara bürünmüştü. Tasavvufu kuvvetlendiren (Ahmet Yesevi) adındaki büyük bir alimdi. Anadoluya Tasavvufu yayanlar da (Mevlana Celaleddin Rumi), (Hacı Bektaş Veli) ve diğer din büyükleri olmuştur. Bu cereyan Konya, Sivas, Kayseri ve Tokad'da kuvvetlenmiştir.
Konya'da tasavvuf, Mevlana Celaleddini Rumi ile kuvvet bulmuştu. Mevlana, Konya'ya Sultan Birinci Alaeddin Keykubad zamanında gelmiştir. Onun zamanı Anadolu'nun en parlak bir devri idi. İlim, San'at o derece yükselmişti. Edebiyatta en ileri şahsiyet ise Mevlana idi.
Mevlana'nın babası Hüseyin Hatib'in Oğlu Belhli (Mevlana Mehmet Bahaeddin Veled) dir. Belh'de (Sultan-ül-ülema) diye anılırdı. Bahaeddin soyca Türktü. Annesi Harzem prenslerinden Alaeddin Harzemşahın kızı (Emetullah Sultan) idi. Bahaeddin büyük bir alim kişi idi. Halk, Bahaeddini çok sevdiğinden Harzemşah hükümdarı ondan korktu. Çünkü onun kürsüsünün önüne binlerce insan geliyor, Onun bilgisinden faydalanıyordu. Onu çekemiyenler Sultana tahtı için bir tehlike olabileceğini söylediler. Bir gün hükümdar, Bahaeddin Velede Kale kapılarının anahtarlarını gönderdi ve şunları da söyledi.
Bir posta iki Sultan yaraşmaz ve bir ormanda iki aslan bağdaşamazlar. Eğer kendileri memlekette saltanat sürmek sevdasında ise işte kalelerin anahtarları, buyursunlar, Saltanatları kutlu olsun, dedi. Bahaeddin Veled de şu cevabı gönderdi.
Biz Saltanat davasında değiliz dedi Hükümdara. Bahaeddin Veledin sultanlık davasında olduğunu söylemişlerdi. Bahaeddin Veled bu olaydan sonra korktu, başına bir felaket gelmeden Horasan ilini terke karar verdi. Bahaeddin Veled 1210 tarihinde ailesi ile birlikte Belh şehrinden ayrıldı: İki oğlu vardı. Büyüğü Alaeddin, küçüğü de Celaleddin idi. Bu zaman Celaleddin henüz beş yaşında idi. Bahaddin'in eşi ise Belh Emiri (Sultan Rükneddin)in kızı (Mümine Hatun) idi. Belh'den Nişabur şehrine geldi. Buradan Medine'ye oradan da Şam'a geldiler. Bir müddet Şam'da kaldıktan sonra Karaman'a geldi. Bu gezi yedi yıl sürdü. Yedi yıl da Karaman'da kaldı. Mevlana bu zaman ondokuz yaşına gelmişti. Onu okutan babası öldü.
Mevlana Karaman'da (Lala Şerafeddin Semerkandi) adında bir alimin kızı (Gevher Hatun) ile evlendi. Karaman'da annesi Mümine Hatun ile kardeşi Alaeddin öldüler. (Türbeleri Karaman'dadır).
Sultan Alaaddin Keykubad, Bahaeddin Veledin şöhretini duyunca onu Konya'ya davet etti. O da oğlunu alarak Konya'ya geldi. Sultan huzuruna çağırıp görüştü. Onun büyük bir bilgin olduğunu görünce saygı gösterdi. Bahaeddin'i (Taç Melek Hatun)un İsmetiye medresesine yerleştirip ona müderrislik verdi. Derhal öğrencilerle derse başladı. Fakat çok yaşamadı. 1231 tarihinde seksen yaşında öldü. Bu zaman Mevlana yirmi dört yaşında idi. Babasının yerine müderris oldu.
Mevlana Celaleddin; Rumi 30 Eylül 1207 tarihinde Belh şehrinde doğmuştu. Babası Bahaddin Veled, annesi de Mümine Hatundur. Soyca Türktü. Tasavvufu; hocası (Seyid Burhaneddin)den öğrendi. Konya'ya, Tebriz'den bir mutasavvıf olan (Şemsi Tebriz!) gelmişti. Mevlana bu zat ile tanıştı. Birbirleri ile seviştiler. Bunlar baş başa ilahi aşk alemine daldılar.
Bir gün Mevlana, Suıtana ait (Sultan bahçesinin) önünden geçerken bu bahçe pek hoşuna giderek:
Şimdiye kadar Sultan Bahçesi idi, bundan sonra insan bahçesi olacaktır, dedi. Bu sözü Sultan Alaeddin'e söylediler. O da bu bahçeyi Mevlana'ya armağan etti. Babası Bahaddin Veled bu bahçeye gömüldü. Hazreti Mevlana da burada gömülüdür. Mevlananın oğlu (Sultan Veled) türbenin yanına bir (Mevlevi Dergahı) yaptırıp mevlevilik tarikatını kurdu.
Sultan Alaeddin Keykubad alimleri ve şairleri çok severdi. Bu sebeple Mevlanayı sarayına sık sık çağırtır; onunla görüşmekten zevk alırdı. Çünkü Mevlana devrinin en büyük şairi idi. Alaaddin Keykubad devrini yükselten Mevlana idi. O devirde bu derece büyük adam yoktu. Mevlananın eserlerine dünya insanları hayrandı. Selçuklular bu derece büyük adamlar yetiştirmişti. Sultan Alaeddin bu sebeple onu çok seviyordu ve sayıyordu. O Sultan sarayına serbestçe giriyor; Sultanla dostça konuşabiliyordu.
Mevlana Şemsi Tebrizinin ölümünden ziyadesiyle müteessir olmuş, ona yanmış ve yakılmıştı. Bundan sonra aşk alemine daldı. Sema etmeye, yani dönmeğe başladı. Mevlana durmadan şiirler yazıyordu. Mevlanayı sonsuz bir varlık yapan onun yazmış olduğu (Mesnevi) adlı eseridir. Mesnevi altı cilttir. İçinde 25618 beyt bulunmaktadır. Bu esere dünya hayrandır. Mevlana'nın diğer bir eseri de (Divan·ı Kebir)dir. Bunda şiirleri vardır. Üçüncü eseri de (Mektubat)dır. Ayrıca iki eseri daha vardır. Bu eserleri geceli gündüzlü çalışarak yazdı. Nihayet vücudu yıprandı. Birdenbire hastalandı. O yıl deprem olmuştu. Mevlana yanındakilere:
Korkmayın, yerin karnı acıkmış, yakında yağlı bir lokma yiyecek ve deprem duracaktır demişti.
Hastalığı kırk gün kadar sürdü. Nihayet Mevlana Celaleddin Rumi bir daha gözlerini açmamak üzere bu yalancı dünyadan 17 Aralık 1273 tarihinde göç etti. Ona ağlamadık kimse kalmadı. Büyük bir törenle cenazesi kalktı. Onu babasının yanına götürdüler. Konya'da bulunan Mevlana türbesini herkes ziyaret etmektedir.
Üç oğlu ile bir kızı vardı. Oğulları Sultan Veled, Mehmet Alaeddin, Alim Çelebi'dir. Kız da Melike Hatun'dur.
Mevlana Celaleddin, Sultan Alaeddin Keykubad devrinin en büyük alim ve şairlerindendi.
Sultan Alaeddin devrinde Osmanlıların atası olan (Süleyman Şah) Kayı kabilesini alarak Anadolu'ya gelmişti. Oğuzların (Kayı) boyu, Selçuklular yıkılınca (Osmanlı Devrini) kurarak Türkiye tarihini devam ettirdiler. Kayı aşiretinin Başbuğu (Ertuğrul) Selçuklulara bir savaşta yardım ettiğinden Alaeddin onları Ankara'nın (Karacadağ) yöresinden alarak Bursa dolaylarına yerleştirdi. Ertuğrulu ucbeyi tayin etti. Oğuzların (Kınık) boyundan sonra . (Kayı) boyu Anadolu'da bir egemenlik kurmuştur.
ALAEDDİN KEYKUBAD'IN ÖLÜMÜ
Sultan birinci Alaeddin'in yüceliği sayesinde Selçuklu devleti en yüksek devresine çıkmıştı. Anadolu'nun birliğini kurmuş, orduları zaferden zafere koşmuştu. Memleket zenginleşmiş halk ta refaha erişmişti. İslam dünyasının en büyük hakanı Alaeddin olmuştu. Halife (Mustansır) ona (Sultan-ı-azam) ve (Kasım-ı muazzam) yani Yüce Sultan ve en büyük ortakçı ünvanı vermişti. Böylece Arap mülkünün de ortakçısı sayılmakta idi.
Sultan Alaeddin, Şam üzerine sefer etmeğe karar verdi. Ordusunu Kayseri'de topladı. Devlet büyüklerini toplayıp Erzincan Melikliğini oğlu Gıyaseddin Keyhusreve verip, Atabeyliğine de Çaşnigir Altınbeyi verdi. Diğer oğlu İzzeddin Kılıçaslan'ı da saltanatın veliahtliğine seçtiğini bildirdi. Ölünce yerine Kılıçaslan geçecekti. Devlet büyüklerine de and içirildi. Fakat Giyaseddin Keyhusrev buna razı değildi. Kendisi tahta çıkmayı kafasına koymuştu. Babasının bu kararından dolayı canı sıkılan Keyhusrev babasından intikam almağa karar verdi.
Sultan Alaeddin, Keyhusrev'in (Meşhediye) ovasında toplanmış olan ordusuna gitti. O gün Şeker bayramının üçüncü günü idi. Ordularda bayram şenlikleri yapıldı. Askerler, Beyler ok attılar. Kılıç kalkan oynadılar. Akşam sofralar kuruldu. Yenildi içildi.
Bir aralık Çaşniğir Nassıriddin Ali, yeni kızartılmış bir pilici sıcak, sıcak Sultan Alaeddinin önüne koydu. Sultan bu pilici elile parçalayıp yemeğe başladı. Çok geçmeden mide bulantısı ve karnında ağrılar hissetti. Neşesi kalmadı, Sultanın bu halini görenler dağıldılar. Ağrıları fazlalaşan Sultan atına atlayarak Keykubadiye köşküne gitti. Durmadan kusmağa başladı. Sultan Alaeddini zehirlemişlerdi. Biraz sonra morardı. Ağrıları fazlalaşınca öleceğini anladı, yanında bulunan Emin Karataya dönerek:
Benim ömrüm sona erişti. Kemaleddin Kamyari çağırınız. Ona söyleyeceklerim var dedi.
Kölelerden biri Kemalettini çağırmağa koştu. Yatsı zamanında huzura geldi. Fakat, Yüce Sultan bitkin bir halde dili tutulmuş bir halde bir şeyler söylemek istiyor, fakat anlaşılmıyordu. Herhalde oğlu Keyhusrev'in kendisini zehirlediğini söyleyecekti. Fakat mümkün olamadı. Nihayet gözlerini bir daha açamadı. Pazartesi gecesi 1237 yılında zehirlenerek öldü. Henüz 45 yaşlarında idi 18 yıl hükümdarlık etti. Ölüsü Konya'ya götürülüp atalarının sandukaları yanına gömüldü. Sultan Alaeddinin, oğlu Giyaseddin İkinci Keyhusrevin zehirlettiği tahmin edilmektedir. Sultan Alaeddin ölümünden sonra memleketin düzeni alt üst oldu. Selçukluların yıkılması devri başladı.
Birinci Alaeddin Keykubad ölünce vezirler, onun vasiyetini tutmadılar. Kılıçaslanı tahta geçirmeyip ( Gıyaseddin İkinci Keyhusrevi) hükümdar yaptılar. Bundan sonra Şehzade Süleymanı ve Kılıçaslanı ve Melik Adileyi de boğdurttu. Sultan Alaeddin Anadolu Selçuklularının en büyük hükümdarlarından biridir. Zamanı pek parlak geçmiştir. Devlet idaresinde, siyasette iktidarlı idi, ilme sevgisi fazla idi. Kendisi acemce şiirler yazmıştır. Her zaman sarayına alimleri ve edipleri toplardı. Huzurunda şiirler okunur, neyler ve sazlar çalınırdı. Zamanın en büyük şairi Mevlana Celaleddin idi.
Yine bu devirde tıp ilmini bilen alimler yetişmişti. Sultan Alaeddinin doktoru (Fazıl) adında birisi idi. Alaeddin camiini de tamamlattı, adıyla anılır. Sultan Alaeddin (Divriği camii)ni yaptırdı. Bu cami Selçuk mimarisinin şaheseridir. Bir de Ilgında büyük bir su sarnıcı yaptırmıştır. Zamanında altın para bastırıldı. Madenler işletildi. Sultan Alaeddin imarı severdi. Memleketin her tarafında cami, medrese, türbe, han hamam, kervansaray yaptırmıştır. Kuvvetli komutandı. Harzemşahları, Rusları yendi. Moğollarla siyasi anlaşmalar yaparak bu tehlikeyi atlattı. Suriye'yi de barış yolu ile elde etti. Ticaretle memleketi zenginleştirdi. Anadolu onun sayesinde altın devri yaşadı. Her bakımdan büyük bir hakandı.
SELÇUKLU İMPARATORLUĞU TARİHİ
Yazan: Enver Behnan ŞAPOLYO
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder