1. Allahü teâlânın sübûtî
sıfatlarından. Allahü teâlânın dilemesi.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerimde meâlen buyurdu ki:
(Muhakkak ki senin Rabbin) her neyi irâde ederse irâde
ettiği gibi yapar. (O'nun irâdesi hiç şaşmaz. Helâk etmek irâde
ettiklerini muhakkak helâk eder, kurtuluşa erdirmeyi irâde ettiklerini
kurtuluşa erdirir.) (Burûc sûresi: 16)
Allahü teâlânın irâde ettiği olur. O, irâde etmezse
hiçbir şey olmaz. Varlıkları irâde etmiş yaratmıştır. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Kâinâttaki her hâdise Allahü teâlânın irâdesi ile
olmaktadır. Allahü teâlâ irâde etmeyince, hiçbir şey hareket etmez. (İmâm-ı Gazâlî)
Allahü teâlâ her şeyin hâlıkı (yaratıcısı) ve
sâhibidir. Mülkünde irâde ettiğini yapar. O'nun irâdesi sonsuzdur. O'na niçin
böyle irâde ettin ve böyle yaptın demeye kimsenin hakkı yoktur. (Muhammed Hâdimî)
2.
İstemek, seçmek, dilemek tercih etmek.
Allahü teâlâ kulların ihtiyârî yâni istekli
hareketlerini, işlerini yaratması için kullarında ihtiyâr (seçme, isteme
özelliği) ve irâde yaratmış, bu irâde ve ihtiyârlarını işleri yaratmasına sebeb
kılmıştır. Bu yüzden yaptıkları işlerden mes'ûl tutulmuşlardır. Cansızların
hareketlerinde irâde yoktur. Ateş değdiği zaman, yakması, ateşin yakmağı irâde
etmesi ve istemesi ile değildir. (Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî)
3.Tasavvuf yoluna yeni girenlerin başlangıç
halleri. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya azmedenler, karar verenler için ilk
konak.
İrâde-i Cüz'iyye:
Allahü teâlânın, bir işi yapmak ve yapmamak
husûsunda insanlara ihsân ettiği dileme ve seçme kuvveti.
İrâde-i cüz'iyye kullarda bir hâldir. Kullar
irâde-i cüz'iyyellerini kullanmakta serbesttir. Mecbûr değildir. Allahü
teâlânın kul irâde etmeden de yaratması câiz ise de ihtiyârî (istekli) işleri
yaratmaya, kulların kalblerinin ihtiyâr ve irâde etmesini sebeb kılmıştır.
İrâde-i cüz'iyyemizin sebeb olması da Allahü teâlânın irâdesi iledir. Kul bir
işi yapmağı irâde-i cüz'iyyesiyle dileyip tercih edince, Allahü teâlâ da o işi
irâde ederse, onu yaratır. (İmâm-ı a'zam
Ebû Hanîfe)
İnsanların işleri yalnız irâde-i cüz'iyye ile
meydana gelmez. İnsan işlerin olmasını irâde eder, meselâ elinin hareket
etmesini ister, kudretini kullanır, hareket meydana gelir. Fakat insan bunu
yarattı denilemez. İrâde-i cüz'iyye insanın kalbinde hâsıl olmaktadır. İnsanın
işleri ezeldeki (başlangıcı olmayan öncelerde) takdîr ile meydana geliyor ise
de, meydana gelmeleri için önce kul îrâde-i cüz'iyyesini kullanmaktadır. İşin
yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir. Allahü teâlâ da o işi kulun
irâdesine göre yaratmaktadır. Bu sebeple insan, meydana gelen bu işten mes'ûl
olmaktadır. (Muhammed Hâdimî)
İnsanlar kendilerine ihsân edilmiş olan irâde-i
cüz'iyyelerini kullanarak iyilik yaratılmasını ister ve sevâb kazanırlar.
Kötülük yaratılmasını isteyen günâh kazanır. Bunun için hep iyilik yapmayı
düşünmeli, hep iyilik istemeliyiz. (İmâm-ı
Gazâlî)
İrâde-i Külliyye:
Allahü
teâlânın irâdesi. İrâde-i ilahiyye de denir.
Ehl-i sünnete göre bütün fiiller ve davranışlar
irâde-i külliyyeye bağlı olarak meydana gelir. İrâde-i külliyye ezelîdir, başlangıcı
yoktur, yaratılmamıştır. Güneş, ay, yıldızlar, bulut, yağmur, rüzgâr ve
tabiattaki bütün kuvvetler Allahü teâlânın İrâde-i külliyyesinin emrindedir.
Allahü teâlâ irâde etmeyince hiçbir şey hareket etmez.
(İmâm-ı Gazâlî)
Allahü teâlâ insanın ihtiyârî (istekli)
hareketlerini yaratmak için insanın irâdesini şart, sebeb kılmıştır. Bu şart
olmasa da yaratır. Fakat bu şart ile, bu sebeb ile yaratması âdetidir.
Peygamberlerinde (aleyhimüsselâm) ve evliyâsında (rahmetullahi aleyhim) bu
âdetini bozarak sebepsiz yarattığı çok görülmüştür. (Muhammed Hâdimî)
Allahü teâlânın kul irâde etmeden de yaratması câiz
ise de, ihtiyârî (istekli) olan işleri yaratmağa kulların kalblerinin ihtiyâr
ve irâde etmesini sebep kılmıştır. İrâde-i cüz'iyyenin sebeb olması da Allahü
teâlânın irâde-i külliyyesi iledir. Kul bir işi yapmağı ihtiyar ve irâde
edince, yâni tercih edip dileyince Allahü teâlâ da o işi irâde ederse o işi
yaratır. (Muhammed Akkermânî)
İRFÂN:
Bilme, anlama. Mârifet. Kalble bilip tanıma. Allahü
teâlânın ihsânı olan mânevî, vehbî ilim. Buna ma'rifet de denir.
Çalışarak elde edilen ilimler ile anlaşılan,
bilinen şeylerden başka bilgiler de vardır, bunlar irfân ile anlaşılır.
Âlimlerin sâhib oldukları ilme mukâbil (karşılık) ârif denen Allahü teâlânın
sevdiği kullarında da irfân denen bir hâssa (özellik) vardır. İrfân, tasavvufta
fenâ mertebesiyle şereflenenlerde bulunur. (İmâm-ı
Rabbânî)
Akıllı ve
irfân sâhibi kimse, meyveli ağaç gibi mütevâzî olur. (Sa'dî Şîrâzî)
İRHÂS:
Bir peygamberden, peygamberliği bildirilmeden önce
meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
Îsâ aleyhisselâmın beşikte konuşması, kuru ağaçtan
tâze hurma isteyince, eline hurma gelmesi, Muhammed aleyhisselâmın, çocuk iken,
göğsünün yarılarak, kalbinin yıkanıp temizlenmesi, başının üstünde bulut
bulunması, ağaçların, taşların kendisine selâm vermeleri gibi hâlleri hep irhâs
idi. (Ahmed Fârûkî)
İRS:
Mîrâs. Vefât eden bir kimsenin geriye bıraktığı
terekesinden (malından) evlât ve akrabâsından sağ kalanlara düşen hisse, pay. (Mîrâs)
İrs, karâbete (soy ile veya nikâh ile olan akrabâlığa,
hısımlığa) dayanır. Böyle bir yakını, akrabâsı bulunmazsa, vefât edenin
vasiyetinden artan malı Beyt-ül-mâle (devlet hazînesine) kalır. (İbn-i Âbidîn)
İRŞÂD:
Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü
teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine
uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan
başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü teâlânın râzı olduğu yolu
göstermek.
Din âlimleri, herkesi kitablarda yazılı olan
emirleri yapmağa çağırıyor. Allahü teâlânın sevdiği kulları olan evliyâ da,
önce dînin emirlerini yapmaya çağırıyor, sonra Allahü teâlânın ismini
zikretmeği gösteriyor. Her zaman aralıksız olarak zikr-i ilâhî ile (Allahü
teâlâyı anmak hâli üzere) olmağı istiyorlar. Böylece vücûdu zikr kaplayıp,
kalbde Allahü teâlâdan başka birşey bulundurulmaz. Her şey öyle unutulur ki,
insan kendini ne kadar zorlasa Allahü teâlâdan başka bir şey hatırlayamaz. İşte
irşâd etmek bu iki dâveti yapmaktır. (İmâm-ı
Rabbânî)
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî irşâda başladığı günlerde,
Bağdâd vâlisi Saîd Paşa ziyârete geldi ve nasîhat istedi. Buyurdular ki:
"Kıyâmette herkes kendi nefsinden suâl olunur. Sen ise kendinden
ve emrin altında olanların hepsinden suâl olunursun. Hak teâlâdan kork!..
Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir." (Haydarîzâde İbrâhim Fasih)
Kendisine ilk önce sofî denilen zât Ebû Hâşim-i
Sûfî'dir. Kûfe şehrinden olup, Şam'da insanları irşâd etmekle meşgul olurdu
(rahimehullahü teâlâ). "Dağları iğne ile oyarak toz etmek, kalblerden
kibri çıkarmaktan kolaydır" sözü onundur. "Fâidesiz ilimden Allah'a
sığınırım" sözünü çok söylerdi. (Ebû
Nuaym İsfehânî)
Ders verirken, yâni ilim öğretirken, sabırlı olup,
gazâbını, kızgınlığını yenmeli, hemen kızmamalıdır. Öğretirken, şaka ve
lüzûmsuz şeyler söylememeli, ciddiyetten ayrılmamalıdır. İlim öğretme sırasında
bu tür hareketler kalbin kararmasına ve Allahü teâlâyı unutmasına sebeb olur.
Her zaman hilm (yumuşaklık), vakar (ağırbaşlılık), sabır, iyi huy ve güzel
hareket etmeyi âdet ve prensip hâline getirmelidir. Bâzı durumlarda sözü makbûl
olmasa yâni kabûl görmese bile, önem vermemeli, benim vazîfem bildirmek, irşâd
etmektir, hidâyet ve tevfik Allahü teâlâdandır, demelidir. (Taşköprüzâde)
İRTİCÂ:
Geriye
dönme, geri dönücülük, gericilik.
Müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdikleri hakîki doğru müslümanlıktan bahsetmesine ve Muhammed
aleyhisselâmın yolunu göstermesine irticâ ve taassub (tutuculuk) gibi isimler
takarak bölücülük şeklini vermeğe ve bu mâsûmları lekelemeye kalkışmak, irticâ
ve yobazlık değil midir? (M. Sıddîk bin
Saîd)
Bir cemiyetin, dînine, diline, târihine, kültür ve
medeniyetine sâhib çıkması, yabancılaşmadan muâsırlaşmak istemesi irticâ mıdır?
Fuhşa, edepsizliğe, soysuzlaşmaya karşı tepki duymak irticâ değil, bilakis
iffet ve ilericiliktir. (S. Ahmed Arvâsî)
İRTİDÂD:
Dinden
çıkma. Müslüman iken, İslâm dînini terk etme.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İçinizden kim irtidâd eder de kâfir olarak ölürse, yaptığı (iyi) işler dünyâda da âhirette de boşa gitmiştir. Onlar o ateşin (Cehennem'in) arkadaşlarıdır. Onlar orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî (sonsuz) kalıcıdırlar. (Bekara sûresi: 217)
Doğru yol gösterildikten sonra Peygambere (aleyhisselâm) uymayan ve îmânda ve amelde mü'minlerden
ayrılan kimseyi küfr ve irtidâdda bırakır ve Cehennem'e atarız. O Cehennem çok
kötü bir yerdir. (Nisâ sûresi:
104)
Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem)
vefâtından hemen sonra bütün Arabistan Yarımadası'nı saran irtidâd hareketleri,
Allahü teâlânın izniyle, hazret-i Ebû Bekr'in üstün azmi, sarsılmaz irâdesi ve
orduda yaptığı isâbetli düzenlemelerle bir sene gibi kısa bir zaman içinde
bastırıldı. Böylece İslâm birliğini bozmaya yönelik büyük bir fitne ateşi
söndürülmüş oldu. (İbn-ül-Esîr)
Müslüman kâfir olursa, yâni irtidâd ederek
İslâmiyet'ten çıkarsa, önceki ibâdetleri ve sevâbları yok olur. Tekrâr îmâna
gelirse, yeniden hac etmesi lâzım olur. Namazlarını, oruçlarını zekâtlarını
kazâ etmesi lâzım olmaz. Önceden kazâya bırakmış olduklarını kazâ etmesi
lâzımdır. Çünkü irtidâd edince, önceki günahlar yok olmaz. İrtidâd edenin
nikâhı fesh olur, gider. (Muhammed
Hâdimî)
ÎSÂ ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yeni
bir din getiren peygamber olup, kendisine dört büyük kitaptan biri olan İncîl
verildi. Annesinin adı Meryem'dir.
Allahü teâlâ onu babasız yarattı.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Nûh ve İbrâhim aleyhimesselâmdan) sonra
onların arkalarından Peygamberlerimizi ard arda gönderdik. Hepsinden sonra da
Meryem oğlu Îsâ'yı (aleyhisselâm) onlara tâbi kıldık, peygamber olarak
gönderdik. Ona İncîl'i verdik. Ona tâbi olan mü'minlerin kalblerinde
birbirlerine şefkat ve merhamet ihsân ettik. (Hadîd sûresi: 27)
Bir vakit Meryem oğlu Îsâ (aleyhisselâm) şöyle demişti: "Ey İsrâiloğulları! Ben
size Allahü teâlânın peygamberiyim. Benden evvel Mûsâ'ya (aleyhisselâm)
nâzil
olan Tevrât'ı tasdîk edici ve benden sonra gelecek Ahmed (Muhammed
aleyhisselâm) ismindeki peygamberin müjdecisiyim. (Sâf sûresi: 6)
Vallâhi Meryem'in oğlu Îsâ (aleyhisselâm) âdil bir hakem olarak mutlaka
(yeryüzüne) inecek ve mutlaka haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak,
genç-dişi develer başıboş bırakılacak, onlara rağbet edilmeyecek, bütün
düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasedlikler muhakkak sûrette kalkacak. Îsâ
aleyhisselâm insanları mala dâvet edecek fakat malı hiçbir kimse kabûl
etmeyecek. (Hadîs-i
şerîf-El-Cem'u Beyn-es-Sahîhayn)
Îsâ bin Meryem, Muhammed'i dîni üzere tasdîk ettiği
hâlde iner. Deccâli öldürür. Sonra kıyâmet kopar. (Hadîs-i şerîf-Ahmed bin Hanbel,
Bezzâr, Taberânî)
Îsâ
aleyhisselâm, insan ve peygamber idi. Allahü teâlâ onu babasız yarattı.
Kudüs'ün Beyt-i Lahm kasabasında doğdu. Annesi, hazret-i Meryem'dir. Roma
İmparatorunun Şam vâlisi, babasız doğduğu için onu ve annesini öldürmek istedi.
Annesi onu alarak Mısır'a götürdü. Hazret-i Îsâ on iki yaşına gelinceye kadar
Mısır'da kaldılar. Sonra tekrar Kudüs'e gelerek Nâsıra şehrine yerleştiler.
Otuz yaşına girince, Allahü teâlâ tarafından İsrâiloğullarına peygamber olarak
gönderildi. Kendisine dört büyük kitabdan biri olan İncil verildi. İnsanların
Allahü teâlâya inanmalarını ve O'nun emirlerini yapıp yasaklarından
sakınmalarını ve isyânda bulunmamalarını istedi. İsrâiloğulları bu dâveti kabûl
etmediler. Îsâ aleyhisselâm var gücü ile gayret göstermesine rağmen pek az kişi
inandı. İsrâiloğulları ona inanmadıkları gibi, dâvetine karşı çıktılar ve
günden güne hırçınlaştılar. Îsâ aleyhisselâmın yumuşaklığını görerek
inanmadılar. Hattâ daha da ileri giderek hazret-i Îsâ'yı öldürmeye teşebbüs
ettiler. Bunun üzerine hazret-i Îsâ, kendisine îmân edenler arasından seçtiği
havârî adı verilen on iki kişiden Allahü teâlâya îmân ve ibâdet edeceklerine ve
kendisine yardımcı olacaklarına dâir söz aldı. İnanmayanlara mûcizeler
gösterdi.
Yahûdîlerden
bir topluluk, Îsâ aleyhisselâm ve annesi hazret-i Meryem'e dil uzattılar. Îsâ
aleyhisselâm bunu duyunca onlar hakkında bedduâda bulundu. Allahü teâlâ bu
duâyı kabûl edip, hazret-i Îsâ'ya ve annesine dil uzatanları maymun ve domuza
çevirdi. Bu durumu gören yahûdîler, hâdiseyi aralarında görüştüler. Hepsi
hazret-i Îsâyı öldürmek üzere anlaştılar. Hazret-i Îsâ'yı aramaya başladılar. Îsâ
aleyhisselâmın havârîlerinden Yehûda (Judas) birkaç kuruş karşılığı Îsâ
aleyhisselâmın yerini haber verdi. Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için yahûdîlerle
berâber eve girince, Allahü teâlâ, Yehûda'yı Îsâ aleyhisselâma benzetti.
Yahûdîler de onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar ve haça (çarmıha) gererek
öldürdüler. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdı. Îsâ aleyhisselâm bu
sırada otuz üç yaşındaydı. Îsâ aleyhisselâm göğe kaldırıldıktan kırk sene
sonra, Romalılar Kudüs'e hücum etti. Yahûdîlerin çoğunu öldürüp, bir kısmını
esir ettiler. Şehri yağmaladılar. Kitaplarını yaktılar. Îsâ aleyhisselâma
yaptıklarının cezâsı olarak yahûdîler hakîr ve zelîl oldular.
Hıristiyanlar Îsâ aleyhisselâmın haça gerilip orada
öldüğüne, fakat sonra dirilip göğe çıktığına inanırlar. Müslümanlar ise, Îsâ
aleyhisselâmın haça gerilmediğine, doğrudan göğe kaldırıldığına inanırlar. Bu
husus Kur'ân-ı kerîmde Nisâ sûresi 158. âyetinde meâlen şöyle bildirildi: "Onu
asmadılar, onu öldürmediler. Bilakis Allahü teâlâ onu katına yükseltti..." (Nişancızâde, Taberî, İbn-i Neccâr,
Harputlu İshâk Efendi)
Îsâ aleyhisselâm kıyâmet yaklaşınca, Şam'da Ümeyye
Câmii minâresine inecek. Muhammed aleyhisselâmın şerîatine göre amel edecek.
Evlenecek ve çocukları olacak. Hazret-i Mehdî ile buluşacak, kırk sene
yaşadıktan sonra Medîne'de vefât edecek. Hücre-i Seâdete yâni Peygamber
efendimizin kabrinin bulunduğu odaya gömülecektir. (Yûsuf Nebhânî ve İbniHacer)
Îsâ aleyhisselâm, bu ümmetin imâmına uyup arkasında
namaz kılacaktır. (Muhammed Ma'sûm)
İSÂBET-İ AYN:
Nazar,
göz değmesi.
ÎSÂR:
Başkasının ihtiyâcını kendi ihtiyâcından önce
düşünmek. Muhtac olduğu hâlde, elindeki malı muhtâc din kardeşine verip,
yokluğa katlanmak.
İnsana lâzım olan şeylerde îsâr yapılır. Kurbet ve
ibâdetlerde îsâr yapılmaz. Meselâ tahâretlenecek kadar suyu, setr-i avret
edecek kadar örtüsü olan, bunları kendi kullanır. Muhtâc olana vermez. (İbn-i Nüceym Mısrî)
Resûlullah'ın
Eshâbının hâli cömerdlikten öte, îsâr idi. (İmâm-ı
Rabbânî)
Kerem ve
ihsân sâhiblerinin âdeti, îsâr etmektir. (İmâm-ı
Rabbânî)
Îsârın en güzel örneği, Peygamber efendimizin
mübârek sohbetinde yetişen Eshâb-ı kirâmda görülmüştür. Eshâb-ı kirâmdan
Huzeyfe hazretleri şöyle anlatmıştır: "Yermük savaşında yaralılar arasında
amcamın oğlunu arıyordum. Yanımda biraz su vardı. Onu buldum, su ister misin
deyince, isterim dedi. Tam suyu vereceğim sırada biraz ilerden bir yaralı
"Su!" diye inledi. Amcamın oğlu îsâr edip suyu ona götürmem için
işâret etti. Gittim baktım ki, Hişâm bin Âs. Suyu tam ona vereceğim zaman biraz
ilerden bir başka yaralı; "Su!" diye feryâd etti. Hişâm bin Âs da
îsâr edip suyu ona götürmem için iş âret etti. Bu sefer suyu ona vermek için
yanına gittim. Yanına varıncaya kadar vefât etti. Hişâm'ın yanına geri döndüm.
O da vefât etmiş ! Amcamın oğlunun yanına koştum, onu da vefât etmiş buldum. Su
elimde kaldı. Allahü teâlâ hepsine rahmet etsin. (İmâm-ı Gazâlî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder