14 Şubat 2022 Pazartesi

YAKUT TANRILARI

 



Antropogonik anlatıların  dışında  teogonik  (tanrılar  sistemi) yapı içinde  de  annelik işlevi üstlenen  çeşitli tanrılar ve kutsal ruhlar da bulunur. Yakutlara göre Ulu Suorun Toyon, insana can verir. Şaman  olacak insanları da tayin ettiğine inanılır.  Cılğa  Haan Toyon ve Tanha Haan Toyon, insanın doğmasından itibaren kaderine hükmederler ve yazarlar. Ayııhıt (Ayııhıt Hotun) ve İeyehsit, çocukların doğmasını, hayatın devam etmesini, iyi davranmayı sağlarlar, insanlara akrabalık bağı verirler. Bunlar Ana Maygıl, Ak Ene, Umay adlarıyla anılan ruhlar gibi, doğumu kolaylaştıran, bebek ve anneyi Albıs, Al Karısı'ndan koruyan ruhlardır.



ANA MAYGIL, AKENE


Akene (Ak Ana)  adlı tanrı, Verbitskiy'nin derlediği Altay Yaratılış Miti'nde geçmektedir. O, tanrı ülgen'e yaratma ilhamını veren bir tanrıdır:

Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi, yaşardı su içinde, ülgene şöyle dedi, göründü su yüzünde:

-Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler ülgen, Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren!

De ki hep, "Yaptım oldu!" Başka bir şey söyleme! Hele yaratır iken, "Yaptım olmadı!" Deme!

Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi, Denize dalıp gitti, bilinmez noluverdi.


Ana Maygıl ise ulusu koruyan bir dişi ruhtur; ulus anası da denir.

 




UMAY


İnsanın doğumu ve büyümesiyle ilgili Umay adlı bir ruhtan bahsedilir. Bunun ilk izlerine Orhun Abideleri'nde rastlarız. Umay, Kül Tigin Abidesi'nin doğu  cephesinde,  doğum ve büyümeyle ilgili olarak şu şekilde geçer:  "Umay teg  ögüm  oatun  outıija  inim Kül Tigin er at buldı:'  (Umay gibi  annem hatunun devletine, küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı.) Burada Kül Tigin'in yararlı bir  iş,  yiğitlik yapıp erginlik adını alana kadar Umay tarafından korunduğundan bahsedilmektedir.

Divanü Lugati't-Türk'teyse bu kelimenin anlamı şu şekilde verilmiştir: "Doğum yaptıktan sonra kadının rahminden çıkan bir şey [plasenta] ; bu bir keseye benzer ve çocuğun rahimdeki eşi olarak adlandırılır. Şu atasözünde geçer: Umayqa tapınsa ogul bulür: Umay'a tapan kimse çocuk sahibi olur. Kadınlar bunu iyi bir alamet olarak kabul eder:'

Türkler arasında, doğumda bebekle birlikte gelen plasentaya son, eş denir. Kazak ve Kırgız kadınları da toplu bir şekilde gidip plasentayı gömer ve etrafını tütsülerler. Yakutlar bu nesneye saygı gösterirler. Yakutlarda Umay, "Imı" şeklinde, talih kuşunun adı olarak kullanılır. Umay'ın doğum ve koruyuculukla ilgili işlevleriniyse 'i\yısıt" dedikleri ruhlar üstlenmişlerdir. Bu ruhlar yaratıcı, bereket, refah sağlayan dişi ruhlardır. Bazıları insan yavrusunu ve loğusa kadınları, bazıları ise hayvan yavrularını ve dişi hayvanları korurlar. Yakutlar, Ayısıtların etraftaki dağınık hayat unsurlarını "kut" haline  getirip anne karnındaki çocuğa üfleyerek can verdiğine inanırlar. Kuğu kuşlarını da Ayısıtların timsali saydıkları için onlara dokunmazlar. Yakutlara göre Ayısıtlar, gökten gümüş tüylü beyaz kısrak şeklinde inerler.  Kısır kadınlar çocuklarının olması için Ayısıtlara dua ederler; genç kızlar ise Ayısıt adına "tangara" (put) yapıp karyolalarının altında saklarlar. Hamile kadının doğumu yaklaştığında evin temiz olmasına dikkat ederler, komşu çocukları ve yavru hayvanları sever, onları doyururlar. Ayısırların geldiğinde herkesin güler yüzlü, şen ve tok olması gerektiğine inanırlar. Son, eş, plasenta Yakut kadınlarına göre Ayısıtları temsil eder ve çocuklarının olması için ona taparlar.

Erzurum'da doğumdan sonra eş, son, insanın ayağı basmayan, ıssız ve temiz yerlere gömülür, suya atılır, kuyuya bırakılır, eşik üzerine konur. Çocuğun ileride olması istenen karakter veya mesleğe göre hem eş, hem de göbek bağı ev, okul, cami bahçesine, ahır gibi yerlere gömülür. Çocuğun ileride evine bağlı birisi olması isteniyorsa evin bahçesine, okuması isteniyorsa okul bahçesine, dini bütün  birisi olsun isteniyorsa cami bahçesine, iyi bir çiftçi, hayvan yetiştiricisi olması isteniyorsa ahıra gömülür.

Türkiye'de başa kuş konması veya pislemesi uğurlu sayılır. Başa devlet kuşu, Huma kuşu kondu tabiri de yine Umay kültüyle bağlantılıdır. Umay'ın bir kuş gibi düşünüldüğü Orta Asya'da da aynı inançlar görülür. Doğumdan sonra yemek verilmesi, "doğum aşı dökülmesi" de Umay'a verilen kanlı, kansız kurban törenlerinin bir kalıntısıdır.



ALBIS, AL KARISI


Geniş bir coğrafyaya yayılmış Türkler arasında Al, Al Karısı, Albastı, Albas, Albis, Alrnis,  Albız,  Alrnıs adlarıyla tanınan bu kötü ruh, loğusa kadını ve bebeği öldürüp ciğerini  suda yıkayıp yemek ister. Kırgız, Kazak ve Başkurtlara göre Kara Albastı ve Sarı Albastı vardır. Sarı Albastılar hoca, baksı, şamanların dualarıyla insanlardan uzaklaştırılır. Bunlar hoppa ve şarlatan diye nitelendirilirler. İnsanlara dokunmayacaklarına söz vermelerine rağmen ilk fırsatta zarar verirler. Kara Albastılar ise daha ciddi ve ağırbaşlı kabul edilir. Onlar ancak onu görebilen ocaklılardan korkarlar. Sarı Albastı, sarışın bir kadın, keçi, tilki  şeklinde  insanlara görünebilir.  Lohusaların  ciğerini söküp suya atar, ancak baksı veya ocaklılar, onlara ciğeri yerine koymaya zorlayabilirler. Baksı elinde kopuzla albastıya şöyle büyülü sözler söyler:

"Ey,    albastı   zalim, Koy ciğeri yerine, Zavallının canın iade et, Sözümü tutmazsan, Bana hürmet etmezsen, Gözlerini çıkarırım.. ."

Albastı'nın tüfek sesinden, demirci ve ocaklı adamlardan korktuğuna  inanılır.  Demirci  ve  ocaklıların   mendili   veya   külhanın bile Albastı'yı korkuttuğu belirtilir. Ayrıca Doğu Anadolu'da, Al karısı'nın erkek at, çelik ve mavi boncuktan da korkup kaçtığına inanılır. Kazan Türkleri arasında, Albastıların kullanılmayan ev ve çöllerde bulunduğuna, çeşitli şekillerde görünüp yolcuları şaşırttığına, insanları uykuda bastığına inanılır. Şamanlık inancına bağlı Tuba Urenha Türkleri,  Albas  adını verdikleri bu kötü ruhun evlenmeyen bir kızdan türediğine, bunların kumsalda ve kayalıklarda bulunduğuna, keçi gibi ses çıkarttığına inanırlar. Altaylılar bu kötü ruha Almıs adını verirler. Onlara göre Almıs, Erlik'in hizmetçilerindendir. Fergana Özbekleri, Albastı'nın şeytan, dev, cinler ve perilerden farklı olduğuna, pejmürde, dağınık saçlı bir yaşlı kadın şeklinde insanlara göründüğüne inanırlar; loğusayı boğmaması için  yalnız  bırakmazlar. Yakut Türklerinin inanışlarında Albastı'yı andıran Ahası denilen ruhlar vardır. Bunlar İççi ve Ayı ruhlardan farklı olarak kötü ve obur ruhlardır; insanın kutunu (ruhunu) alıp götürürler.

 


Abdülkadir İnan'a göre '1\l" ruhu, tarihten önceki devirlerde, koruyucu ateş" kültüyle bağlantılıdır. Türkler eski devirlerden beri al bayrak kullanırlar ki bu da "Al, Ateş" kültüyle ilgilidir. Kazak ve Kırgızlar bayrak kelimesi yerine yalav kullanırlar, anlamı alevdir. Abdülkadir İnan,  Altayca,  Kırgızca alkamak (takdis etmek), Yakutlarda al ot (aile ocağı ateşi), Altay kam ilahilerinde al ot (azametli ateş), bütün Türklerde alkış (tebcil, tebrik), alas, alazlama (ateşle arığlama ayini) kelimelerini, Al tanrısının, koruyucu ruh olduğuna örnek gösterir.  Aldanmak, aldatmak,  aletmek,  allak bullak, alık gibi kelimelerde bu kutsal ruhun zayıflamasıyla ortaya çıkmıştır.


Al Karısı'nın, erkeklerden ve erkeklikle ilgili bıçak, kılıç, ok atma gibi unsurlardan korkmasından hareketle, bu ruhun baba erkilliğe düşman olduğu da iddia edilmiştir.  Al Karısı, erkeklerin üstün olduğu baba erkil düzen içinde, erkeklerle uyumlu kadınlara ve onların meyveleri olan çocuklara düşman bir yeraltı savaşçısıdır. Bu sebeple o, baba erkil düzenin yıprattığı bir doğaüstü varlığın günümüze gelmiş bir kalıntısıdır.

Albastı'nın kadın olarak görülmesi, onun Ulu Ana, İlahe Ana inanışından gelmesinin bir kanıtı olarak öne sürülmüştür. O hem koruyucu, hem de ölüm getiricidir. Azerbaycan'da Hal ve Al adıyla kötü bir kadın ruhun, loğusa kadın ve bebeklere musallat olduğuna inanırlar.

Türk dünyasında olduğu gibi Türkiyede de bilinen bu kötü ruhun, Al Karısı ve Karakura diye ayrıştığı belirtilir. Erzurum ve Erzincan'da Al Karısı'nın loğusalara değil atlara musallat olduğuna inanılır. Al basmasın diye Hakkaride yorgana iğne batırılır, loğusa yatağı yanına süpürge konur. Bitlis'te Al Karısı'nın elinin bereketli olduğuna, yakasına iğne takılarak insanın yanında tutulup çalıştırılacağına inanılır. Eğer  iğne  çıkartılırsa  Al  Karısı  kurtulur.  Onun bir  su  perisi  olduğuna  ve  akarsu kenarlarında yaşadığına  inanılır. Al Karısı insanlara hizmet etmekten kurtulunca bir göle, akarsuya, kuyuya atlar, eğer arkasından kırmızı bir renk suyun üstüne çıkmazsa tekrar yer altındaki ruhlar tarafından kabul edildiğine, eğer tersi olursa onun diğerleri tarafından insanlara hizmet ettiği, üstüne insan kokusu sindiği için öldürüldüğüne yorumlanır.  Iğdır'ın  Tuzluca ilçesinde yapılan bir derlemede Al'ın dişi olduğu, erkeğine de Kaus dendiği tespit edilmiştir. Ayrıca Al, Gavur ve Müslüman diye ikiye ayrılır: Gavur Al çocukları ıssız yere  götürüp ya  bir  kayadan atıp öldürür ya da bırakıp gider; Müslüman Al ise yakalanabilir ve sıkıntıya düşen insana yardımcı olur. Ağrı, Van, Hakkari, Muş ve Malatya  çevresinde Alkızı,  Al  Karısı'nın  ağıl,  samanlık,  su kenarları ve ıssız yerlerde bulunduğuna ve destursuz buralara girilmemesi gerektiğine inanılır. Manisa'nın Karacaoğlanlı köyünde, kapının ağzına kazma kürek konur, bir şişin üzerine elma, portakal, üzerlik, çörek otu ve mavi boncuk, kırmızı kurdeleyle bağlanır ve loğusanın başına asılır. Çukurovada loğusanın yatağının altına soğan, ayna, tarak, ekmek, bıçak, hamayli koyarlar, loğusanın yüzünü kırmızı bir örtüyle kapatıp yatağına iğne takarlar. Loğusanın bulunduğu yerdeki suların, su kaplarının ağzı kapatılır. Al Karısı'nın kuş şeklinde gelip, suya boncuk atacağına, o sırada çocuğun öleceğine inanırlar. Çukurova'daki Varsaklar arasında Al basarsa çocuğun ayyaş halini aldığına,  kendinden  geçtiğine inanılır.  Bunu önlemek için  de herkesin bir odun getirip atmasıyla ateş yakılır ve ayyaş aşı pişirilir. Ayrıca Al basan çocuğun ardıç ağacının kovuğundan geçirilirse bu durumdan kurtulacağına inanılır. Al Karısı inanmalarına tıp ve psikoloji açısından bakıldığındaysa doğum sonrası depresyonuyla ilgili olduğu görülmektedir. Loğusa kadının doğumda kan ve sıvı kaybı, mikrop kapması doğum sonrasında çeşitli hastalıklara davetiye çıkarmaktadır. Buna sevgi, ilgi, destek görememe de eklenince doğum sonrası depresyonu oluşmakta, çeşitli sanrılar görülebilmektedir. Loğusalık döneminde Al Karısı'yla kurulan iletişim ve yaşandığına inanılan olaylarla ilgili pek çok örnek de yayınlanmıştır.


ATEŞ, OCAK RUHU


Annenin doğum yapmasıyla ailenin temelini oluşturduğu düşünülürse, bazı Türk topluluklarında ailenin sürekliliğini temsil eden evin ocağının ruhunun, ateşin ruhunun dişil bir unsur olarak görüldüğü anlaşılabilir. Bazı topluluklarda ocak iyesi, erkek kabul edilir, hatta lohusa kadınların evin ocağına yaklaşması yasaklanır ama Altaylılarda ise ateş dişi bir ruh olarak kabul edilir. Burada ateşin ruhunun önemini ve kutsallığını belirtmek için ateş ruhuna hitaben bir Şaman ilahisinden bir bölüm vermek uygun olacaktır: "Otuz dişli ateş anam, kırk dişli kayın anam, gündüzleri bizim için çalışıp çabalıyorsun, karanlık gecelerde bizi (kötü ruhlardan) koruyorsun; gelenlerin başındasın; gidenlerin arkasındasın Orağa benzeyen hilal değişiyor, eski yıl gidiyor, yeni yıl geliyor. Ben de senin kurumuş ağzını (saçılarla) ıslatmaya geldim. Sen karanlık gecelerde genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun, kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak genç al kısrak üzerinde geziyorsun, aydın gecelerde masum çocuk suretine giriyorsun Ulusun koruyucusu, sürülerimizin bekçisisin Altın yapraklı mukaddes kayın ağacının [yahut huş ağacının] gölgesinde dinleniyorsun Siyah yanaklı beyaz koç sana kurban olsun! Kuyruk yağının sağ yanından kesilip dokuz tane şişte kızartılmış yağlada ağzını yağlıyorsun. Dokuz parça kırmızı ve beyaz şeritler,-paçavralar seni süslüyor. Koyunun göğsü sana kurban olsun!"

Teleüt Türkleri ateş ruhuna Ot Ene (Ateş Ana) derler. Çuvaşlara göre ateş ruhu erkek ve dişi olarak iki tanedir, birine Ateş Baba, diğerine Ateş Ana denir.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak