6 Şubat 2022 Pazar

Takvim

 Hayvancı toplumlarda yıl, yaylak ve kışlak zamanı olarak ikiye bölünüyordu. Kış mevsimi girmeden sürüye koçlar katılıyor, bu zamana ‘koç katımı’ veya ‘biçim ayı’, Arapçada da Kasım yani bölen, aralayan ay deniliyordu. Osmanlı takviminde de yıl Ruz-ı hızır (eski takvimle 23 Nisan, Miladi 6 Mayıs) ve Ruz-ı kasım (Ekimin 26’sı yani Kasımın 9’u) olarak ikiye bölünürdü. Sonra mevsimlerden başka, astronomik gerçekliğe dayanmayan zaman bölümlemeleri de geliştirildi. İnsanlık Güneş ve Ay’ın hareketlerini doğru olarak hesaplayacak biçimde astronomi bilimini çok erkenden geliştirmişti ama astronomik gerçeklikle zaman ölçümünde kullanılan Ay’ı, Güneş’i esas alan veya karma sistemli takvimler arasında her zaman uyumsuzluk oldu.

Tarihçiler ‘tarih’i yazının bulunuşuyla başlatırken, Romalılar Roma’nın kuruluşu (IO 753), Yunanlılar Olimpiyat oyunlarının başlangıcı (IÖ 776), Yahudiler Yaratılışın başlangıcı (İS 9. yüzyılda oluşturulan takvime göre IO 3761), Hıristiyanlar Isa’nın doğumu, Müslümanlar Hz. Muhammed’in hicreti (IS 622), Fransız Devrimcileri, 1805’te Napoleon ilga edene kadar, 1793 yılının 22 Eylül’ünde başlayan devrim takvimiyle başlatır. İsa’nın doğumunun yani Miladın tarihin başı kabul edilmesi 1285 yılında önerilmiş, Roma Kilisesi’nin araştırmaları sonucu doğumun Roma takvimimin 754- yılına denk geldiği hesaplanmış ve yanlış yapılmıştır. Hicretin tarihin başı olması ise, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin başlangıç gününün tam olarak saptanamaması nedeniyle kabul edilmiştir. Hicretin on yedinci yılında Halife Ömer zamanında Hicri takvim kullanımı başlamıştır.

Osmanlılar 1790 yılına kadar kameri (Ay takvimi – Hicri) takvim kullanmış, bu yıl mali işlerde şemsi (Güneş takvimi – Rumi) takvimi geçerli kabul ederek yılbaşını Mart olarak kabul etmişlerdir. Hicri takvimde bir yıl 355 günken Rumi takvimde bir yılın 365 gün olması devlet mâliyesi açısından kârlı bulunmuştur. 1840’dan itibaren Rumi takvim mâliyenin tek takvimi haline getirilmiştir. 1917’de yapılan düzenlemeyle Rumi tak¬vimle Gregoryen takvim arasındaki gün uyumsuzluğu ortadan kaldırılmıştır.

Cumhuriyet döneminde 1925 yılında çıkarılan kanunla Miladi takvim benimsenmiş, mali yılbaşı 1983’e kadar 1 Mart olarak kalmıştır. Miladi takvimi kabul eden bütün kültürlerde olduğu gibi, geleneksel, dinsel bayram ve günlerle resmi takvim arasında uyumsuzluk vardır. Örneğin Ay takvimine göre başlayan Ramazan’ın başlangıcını saptamak Müslüman dünyasında sorun oluşturmaktadır. Yasalar, ekonomi ve toplumsal ilişkiler yerel ağızlar gibi yerel takvimleri de yok etmektedir.

Bugün insanlığın çok önemli bir bölümünün yaşamını belirleyen mesai-tatil ritminde arkaik kalıntılar gibi duran bayramlarla kutsal ve özel günler, gerçekten de insanlığın zaman algısını belirleyen tarih öncesi üretim ve din-siyaset örgütlenmelerine kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Sanayi öncesi toplumlarda mevsim değişimleri üretim dönemlerini belirlediği için bu dönüşümler törenlerle karşılanmış, örneğin ilkbaharın gelmesi tohumların yeşermesi, sonbahar döllenme mevsimi anlamına geldiğinden, bereketin garanti edilebilmesi amacıyla tanrılara, totemlere özel kurbanlar verilmesi gerektiğine inanılmıştır. Baharın gelişi, zamanın sona ermesi tehlikesi yani kıyamet korkusunun bir yıl daha atlatılması anlamına geldiğinden, Mezopotamya uygarlığında dinsel-siyasal erkin teslim edildiği krala ihtiyaç kalmadığının da göstergesi olarak kabul edilmiş ve bahar bayramları kral kurbanıyla kutlanmıştır. Özellikle Babil örneğinin iyi bilindiği ilkbahar kutlamalarında bütün şehir halkının katıldığı ‘serbest aşk’ günleri ile kurulu düzen alt üst edilerek yeni bir yıla hazırlanılmıştır. Kral-katli/kurbanı, eski Türklerde kağan seçilen kişinin boğazının iple sıkılıp hükümdarlık müddetinin ne kadar olacağının sorulması ve can havliyle söylediği süre içinde ölmemişse öldürülmesi geleneğinin örneklediği gibi oldukça geniş bir coğrafyada görülür. Avrupa’da devam eden karnaval, faşing geleneği, yeme-içme, cinsellik ve şiddet içeren yönleriyle, kökleri pagan çağlara giden, toplumsal düzenin alt üst edildiği olağan dışı bir ‘zamanın kalıntılarıdır.

Folklorcuların Anadolu’da ‘seyirlik köy oyunları’ başlığı altında incelediği toplu eğlencelerin kökenlerinin pagan dönemden kalma eski çağların ortak kültür izlerini taşıdığı görülmektedir. Ölüm ve dirilme, kız kaçırma, Nevruz öğelerini barındıran değişkeleriyle Trakya ve Balkanlara yayılmış Cemal-Deve oyunu, Sinsin, Koskosa ritüelleri, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’dan başlayarak Balkanlara kadar uzanan mantıvar, mar-tufal, Rize’de vartavar, Trabzon’da dernek olarak bilinen yayla şenlikleri aynı kapsam içine alınabilir. Kaşgarlı Mahmud Divanü Lügat-it-Türk’de (1072) bayram sözcüğünü açıklarken, “halk arasında gülme ve sevinme; bir yer ışıklarla ve çiçeklerle bezendiği zaman ‘bayram yer’ denir ki ‘gönül açan yer’ demektir. Bu kelimenin aslının ne olduğunu bilmiyorum, çünkü bu kelimeyi Farslardan dahi işittim. Bununla beraber Oğuzlar bayram gününe ‘beyrem’ derler. Bu sevinç ve eğlence günüdür,” açıklamasını yapar. Çağatayca paykamak, Sagay ve Koybalca paymak sözcüklerinin varlığı bu konuda araştırmaların derinleştilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Çağdaş dünyada milli bayramlar ortaya çıkarken kutsal günler tatile dönüşmüştür.

Mümin Yahudiler Cumartesi günü hiçbir iş yapmama emrini yerine getirmeye çalışırken, ortaçağ lonca düzeninde Avrupa yılın üçte birini kutlamalarla geçirmiştir. İstanbul da üç dinin bayramlarıyla renkli bir tatiller dünyası iken, 1890’lardan itibaren çalışma yaşamı çağdaşlaşmış, Cumhuriyet döneminde resmi tatil ve bayram günleri yasayla düzenlenmiştir. 12 Eylül darbesinden sonra 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı ile Bahar Bayramı kaldırılmıştır.

“Türk ne bilir bayramı, hört hört içer ayranı” ve “deliye her gün bayram” sözleriyle, şehir yaşamında topluca kutlama günleri konusunda bir sorunumuz olduğu ortaya çıkmaktaysa da, 1980’lerdcn sonra her kaza için tespit edilen düşman işgalinden kurtuluş günlerinin ve Diyarbakır karpuzu, Susurluk yoğurdu, Devrek bastonu, Üsküdar kâtibi gibi ‘geleneksel’ ürün festivallerinin ikamesiyle bu sorun giderilmeye çalışılmaktadır.

Geleneksel çiftçi takviminde günler fırtınalar, tohum atma zamanı, suların çekilmesi, kuşların göçü gibi iklim-meteoroloji olaylarıyla anılırken, ‘sanayi’ toplumunda 8 Mart Kadınlar Günü, Yerli Malı veya Verem Savaş Haftası, 10 Kasım anma günü, Adli Tatilin sona ermesi gibi çeşitli günlerin ‘mana ve ehemmiyeti’ toplumun çeşitli kesimleri ve meslek gruplan tarafından önemsenmekte, bunların dar bir çevreyle ilgili kalmasından veya bürokratik zorunluluklardan çıkabilmesi için ‘siyasal’ gündeme oturabilmesi gerekmektedir. Yaşları kırkı geçenler ‘milli’ bayramların, esnafın süslü arabalarla geçmesi, köylerinden gelenlerin meydanlarda oyun kurması ve gece fener alaylarıyla coşku içinde kutlandığını anımsayacaklardır. Son üç-beş yıldır Avrupa’ya sesini duyurma coşkusuyla futbol galibiyetlerinin sokaklarda topluca kutlanması ve devletin bunu 80’lerde ilk başladığı zaman olduğu gibi eylemimsi olay sanma yanlışından kurtulmasıyla, klasik sınıflamaya girmese ve takvimle ilgisi kurulamasa da yeni bir kutlama biçimi doğmuştur. Yılbaşı kutlamalarının meydanlara inmeye başlamasında bu biçimin kalıcı yönü görülebilir.

İstanbul’da Ortodoksların suya haç atmaları, İstanbul ve İzmir’de kutlanan zenci bayramları, Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın 60’lara kadar deniz şehirlerinde bayrama dönüşmesini hatırlatmakla yetinerek, takvimin halen önemli veya yeni önem kazanan günlerinin tarihine geçebiliriz.

Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak