Ağaçlar hem dünyanın eksenini oluşturmak, hem de türenilen atalar olmak açısından kutsallığa sahiptirler. Bir Çin kaynağında yer alan Uygurların türeyiş efsanesinde de bunu görürüz: "Barçuk Art Tigin, bir "Iduk-Kut'(iur. Turfan (Uygur devletinin kağanlarına) "Iduk-Kut" derlerdi. Onların ataları da, eski Uygurların yerlerinde otururlardı. (Uygurların bu eski yurtlarında), Kara-Korum adlı bir dağ vardı. Bu dağdan iki nehir çıkardı. Bu nehirlerden birine Selenge ve diğerine de Tola adı verilirdi. Bir gece, bu iki nehir arasındaki bir ağaç üzerine kutsal bir ışık inmişti. Halk bu ışığı görünce (hemen toplanmış) ve bu ağacı beklemeye başlamışlardı. (Bu ışık indikten sonra) ağaçta bir şişkinlik peyda olmuş ve ağacın gövdesi tıpkı gebe bir kadının karnı gibi şişmişti. Gökten ışığın inmesi durmamış ve her akşam devamlı olarak (ağacın üzerine) inmeye başlamıştı. Dokuz ay ve on gün geçtikten sonra ağaçtaki bu şişkinlik çatladı ve (ağaçtan), tıpkı dünyadaki insanlar gibi beş çocuk doğdu. Bu çocuklardan en küçüğünün adı Bögü-Han'dı. Kendisinin çok yüksek bir kişiliği vardı. Memleketini çok iyi idare edebiliyor ve ayrıca ziraat işleriyle de meşgul oluyordu. Bu suretle kendisi Uygurların kağanı oldu. Kendisinden sonra gelen 30'dan fazla soyu da Uygurların başında kaldılar:' Metinde görülen gökten ışık inmesi, Uygurların Bögü-Kağan zamanında (M.S. 763) kabul ettikleri Mani dini etkisiyle yer almaktadır. Şamanizm'de de gökten ışık inmesiyle ilgili motiflere rastlanır. Cengiz Han'ın atalarından Alan-Koanın da üzerine ışık inerek onu hamile bırakmıştır. Fakat burada önemli olan husus, ağacın tarımla birlikte önem kazanmasıdır. Metinde ağaçtan doğan Bögü Kağan'ın tarımla uğraştığı belirtilmektedir. Burada ağacın annelik görevi üstlenmesi hem ağacın, hem de doğuran kadının, tarım toplumlarındaki yeriyle ilgili bir kutsallık söz konusudur.
Altay ve Yakut Türklerinde kayın ağacı kadar karaçam da önemlidir. Yakutların Er Sogotoh Destanı'nda ağaçtan türeme motifi görülür.
"İlk insan nereden geldiğini düşünmüş ve bu konuda gün geçtikçe kafasını yormaya başlamış. Nasıl doğdum, nasıl dünyaya geldim diye hep düşünür gezermiş. Artık bir gün kendi kendine şöyle söylenmeye başlamış: 'Eğer gökten düşseydim o zaman kar ve buzla örtülü ve buzdan bir adam olurdum. Güney, kuzey, doğu veya batı yönlerinden birinden gelseydim, o zaman ben de ağaç ve çayırların izleri ve bunlar da rüzgarla uçuşurdu. Yok yerin en derinliklerinden gelseydim, elbette ki o zaman çamur ve toz içinde kalırdım!' İlk insan işte böyle düşüne düşüne kalakalmış. En sonunda şu karara varmış.
Demiş ki 'beni dağursa doğursa, yine Büyük Ana Kübey Hatun doğurmuş olmalıdır. Çünkü onun içinde bulunduğu ağacın göğsünden sütler akar: Bu sebeple ilk insan Hayat Ağacı'nın karşısına gitmiş ve şöyle demiş: 'Beni doğuran ana sen olmalısın Beni yaratıp meydana getiren sen olmalısın!' Ağaç ilk insana, ilk insan da ağaca bakmış ve sonunda adam, bu ağacın kendi annesi olduğunu anlamış ve şöyle demiş: 'Ben yetim bir çocukken sen beni büyüttün! Ben küçük bir çocukken sen beni adam ettin!"
Oğuz Kağan Destanı'nda da Oğuz Kağan'ın ikinci karısı bir ağaç kovuğunda onun karşısına çıkar. Ondan doğan çocuklara da yerle ilgili isimler verilir.
Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder