22 Şubat 2022 Salı

ESKİ TÜRKLERDE KURBAN

 



V. Eberhard, Türklerde  insan  kurbanının  bulunmadığını,  bu türlü kurbanın Türkler tarafından yasaklandığını kaydeder. Babaeddin Ögel de aynı görüştedir. Ataların ruhlarına insan kurban etme adetinin bir Moğol geleneği olduğunu kaydeden  Ögel şöyle bir efsane nakleder: "Türkler dişi geyiği bir tür tanrı, daha doğrusu birer dişi ruh kabul ediyorlardı. Göktürklerin atalarından biri, sık sık bir mağaraya giderek orada Deniz tanrısı ile sevişirmiş. Bir müddet sonra Deniz tanrısı mağaraya gelmez olmuş. Bunun sebebi bir Ak geyiğin askerler tarafından öldürülmesiymiş. Bu durumu öğrenen Göktürk reisi ak geyiği vuran kişiyle kabilesini cezalandırmış. Bu cezaya göre Göktürklerde insan kurbanları, hep bu askerin kabilesinden verilirmiş."

Ögel'in bu efsaneyle ilgili görüşleriyse şöyledir: "Bu efsane Türklerin çok eski, belki de tarihten önceki adetlerinin bir yankısıdır. Çünkü Göktürk çağıyla ilgili hiçbir kaynak Göktürklerde insan kurbanı verildiğine dair en ufak bir açıklama da bulunmamaktadır."


Ancak Göktürklerde atla beraber insan kurban edildiğine dair Bizans elçisi Valentin'in, İstemi Kağan'ın cenaze merasimini (yog) anlatırken yaptığı tasvir çok dikkat çekicidir: "Matem günlerinden birinde, dört tane bağlı hun getirdiler,  (Kağanın) babasının atları ile birlikte bunları ortaya koydular. (Öbür dünyaya) gidip, (kağanın) maiyetine girmelerini emrettiler:' Emel Esin, bu kayıt hakkında "Göktürklerde insan kurban edildiği hakkında tek rivayet" demekte ve "Başka nadir rivayetler şüpheli mahiyettedir ve esasen de ölümle bitmemektedir" diye ilave etmektedir. İnsan kurbanı ayinlerinin sıkı sıkıya tarım kültürüyle bağlı olduğu tespitinden hareketle, eski Türk toplumunda insan kurbanı olmamasını, Türklerin göçebe hayat tarzını sürdürmelerine bağlayabiliriz

Orhan Türkdoğan, Orhun Abideleri'ndeki bazı ifadelerden hareketle eski Türk diniyle ilgili olarak şu çıkarımlarda bulunur. "Öd tengri yaşar, kişi oğlı kop ölgeli törümiş." (Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için yaratılmış.) Bu özlü ve anlamlı söz, bize Tanrı'nın ölümsüz, insanınsa ölümlü olduğunu göstermektedir. O halde Göktürklerde bilebildiğimiz kadarıyla evrensel dinlere yaklaşan bir "tanrı" anlayışı hakimdir. Ancak bu tanrı, Türk tanrısıdır, başka milletin tanrısı değildir. "Üze Türk tengrisi ıduk yiri subı ança etmiş erinç:' (Yukarıda Türk tanrısı, mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiştir.) Görülüyor ki, burada evrenin yaratılış (kozmogoni) geliştirilmektedir. Şöyle ki, "Üze kök tengri asra yagız yir kılundıkta ikin ara kişi oğlu kılınmış. Kişi ağlında üze eçüm apam Bumin Kağan, İstemi Kağan olurmış. Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş:' (Üste mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine atalarım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzene sokuvermiş.) Zamanı yaşayan, yani ölümsüz olan Tanrı aslında Gök Tanrı'dır. Mavi gökle yağız yer ve ikisi arasında insanoğlu da yaratılmıştır. Nasıl Gök Tanrı yeri, suyu, kutsal kılmış ve onları düzenlemişse, aynı şekilde Bumin ve İstemi Kağanlar da Türk milletinin ilini töresini düzenlemişlerdir

Burada eski Türklerin dini olarak yaygın ve yanlış olarak bilinen Şamanizm hakkında da Türdoğan şöyle demektedir: "Eski Türklerde dini inançlada ilgili olarak bazı kültlere rastlamaktayız; ki Şamanizm bunlardan biridir. Sosyoloji ve antropoloji açısından kült; bir dinin ibadetiyle birleşen uygulamaları ve merasimler kümesidir. Bu  nedenle herhangi bir kült, Dionysos kültüründe görüldüğü gibi tanrısal uygulama, eylem ve fikirler kümesini kapsar.  Bu nedenle Şamanizm de bir din değil bir külttür:'

Eski Türklerin büyük bir çoğunluğu Gök Tanrı dinine inanmakla birlikte, ilişkide bulundukları milletlerin dinlerini de kabul etmişlerdir. Yukarıda da göstermeye çalıştığımız gibi, dinsel bir eylem olan kurbanda bu dinlerin etkilerini takip edebiliyoruz.



KANLI KURBANLAR


Kanlı kurbanların başında at gelmektedir. Yukarıda da izaha çalıştığımız gibi insanların kurban olarak sundukları, sahip oldukları varlıklarla doğru orantılıdır. Bütün göçebe topluluklarda olduğu gibi Türkler için de at en değerli hayvanlardan birisiydi.  Savaşta ve barışta devamlı at üzerinde olan  Türkler ayrıca atın etinden ve  sütünden de istifade ediyorlardı. Hal böyle olunca tanrıya sunulacak en değerli kurban da at olmaktadır.  Manas  Destanı'nda  birçok yerde  at kurbanı geçmektedir: "Manas'ın oğlu Semetey Talas'ta Zülfıkar Dağı'nda oturan Bayoğlu Bakay'ı ziyaret eder. Bakay sevinir. Tanrı yoluna atlar kurban eder:'

Yine Manas  Destanı'nda  Manas'ın  ölümü üzerine yapılan cenaze töreninde at kurbanı öne çıkmaktadır: "Manas öldükten  sonra dokuz gün bekletilir. Doksan kısrak kesilir. Dokuz kat kumaş halka dağıtılır. Daha sonra aynı cenaze  töreninde altmış sayısı rol oynamaya başlar. Altmış gün bekletilir. Altmış kısrak kesilir ve ölü mezara konur. Bu suretle merasim biter:'

Kurban edilen atlar çeşitli  renklerdedir.  Bunların  başında  ak, boz, sarı renkler gelmektedir. Beyaz renkteki kurbanlar iyi ruhlara/ tanrılara sunulurdu. Beyaz at kurbanı hakkında Ögel şunları söyler: "Hıtaylarda beyaz ata binerek beyaz  tilki  avlama  merasimleri,  beyaz atla beyaz öküzün Gök Tanrı'ya kurban edilmesi, bir şehir zapt edildikten sonra, yine beyaz atla koyunların kurbanı, çok eski Türk Moğol adetlerinin bize gelen akisleridir:'

Sarı at kurbanıyla ilgili olarak Ögel  şunları  nakleder:  "Sarı  at veya sarı inekle sarı devenin kesilmesi de Türk Mitolojisi'nin motiflerinden biridir. Sarı renkte hayvanların etlerinin daha iyi vasıfta olduğundan mı; yoksa altın gibi sarı renklerin kutsal oluşundan veya soylu tabakayı gösterdiğinden dolayı mı, büyük saygı ziyafetlerinde sarı hayvanların kesildiğini biliyoruz:'

Şaman ayinlerindeki  at kurbanıyla ilgili olarak da Bilge Seyidoğlu şu bilgileri verir: "Şaman ayinlerinde açık bir renk at kurban edilir. Eti bir merasimle ayine katılanlara dağıtılır. En iyi parça da şamana kalır. Kurban edilmiş atın ruhunun şamanla birlikte gökyüzünde dolaştığına ve üçüncü cennete ulaştığına inanılır:'

At kurbanının dışında sığır, keçi, koç, kuzu ve öküz de eski Türklere göre makbul kurbanlıklardır. Sığır kurbanı yaygın olarak Kazaklar ve Kırgızlar arasında yaygındır. Sığır kurbanının (özellikle öküz) günümüze yansımasını Çankırı ili Ilgaz ilçesi Şeyh Yunus köyünde yapılan ve yedi yılda bir tekrar edilen yedi öküz kurban etme merasiminde izleyebiliyoruz.

Yakutlarda şamanlığa giriş törenlerinde yapılan dualarda; kafasının yarısı kara olan beyaz inekle kızıl ineğin kurban olarak sunulacağı şaman adayının dilinden anlatılmaktadır. Eski Türklerdeki kurbanların renkleri hususunda gösterilen hassasiyet, günümüzde kurbanlıkların süslenmesi, kınalanması şeklinde kendini göstermektedir.

Kansız kurbanların başında ruhlara bağışlanarak başıboş salıverilen "ıduk"lar gelmektedir. Kansız kurbanların bir türü de "saçı"dır (libation).  Bu dini  terim  bütün  Türk boylarında ortaktır.  Moğollarda "saçu" olarak geçmektedir. Kanlı kurbanlara tayılga yahut hayılga dendiği gibi saçıya da saçılga yahut çaçılga denir. Göçebe Türk boylarında süt, kımız, yağ, bulgur karıştırılmış süt "saçı" olarak kullanılan şeylerdir. Mahiyet itibariyle saçı, olağanüstü güçlere sahip olduğuna inanılan iye ve ruhlara sunulan ve onlar adına onların rızasını ve yardımını kazanmak için dağıtılan cansız nesnelere verilen bir isim, öz itibariyle  bir  cins kurbandır. Eski Türk inanışın izleri şekil ve mahiyet değiştirerek günümüze kadar gelmiştir. Saçı, değişik söylenişleriyle saçılga veyahut çaçılga günümüzde düğün adetleri bünyesinde kendini muhafaza etmiştir. Aşağıya alacağımız örneklerde bunu tüm açıklığıyla görmemiz mümkündür.

Eskişehir Şükranlı'da gelinin oğlan  evine getirilişi ile ilgili olarak şu pratikler uygulanmaktadır: "Gelin odasına alındıktan sonra yengeleri tarafından tuvalete götürülür. Oğlanın arkadaşları da damadı bulunduğu yerden getirirler. Gelin tuvalete götürülürken damat koşarak gelinin üstünden para ve 'damat yemişi' denilen yemişi saçar. Kızın yanındaki yengeler, yemişleri toplayarak içeri getirirler. Bunlar evde bulunanlara dağıtılır:'

Niğde Kayırlı kasabasında uygulanan saçı töreniyse şöyledir: "Damadın evinin eşiğine sırayla bir koyun postu, bir sayacak, bir halat konulur. Gelin bunların üstünden atlayıp geçer ve elindeki yağı kapıya yapıştırır. Geri dönerek yerdekileri toplar. Daha sonra su dolu testiyi ayağıyla kırar. İçinde kuru üzüm, buğday, şeker karışımı bulunan bir tabak gelinin eline tutuşturulur. Gelin bunları kadınların üzerine serpiştirir:'

Sivas merkez Esenyurt (Şimkürek) köyünde saçı olayı şöyledir: "Gelinin oğlan evine gireceği yerin üst tarafında damat ve sağdıç yerlerini alırlar. Gelin tam içeri gireceği sırada daha önceden hazırlanmış olan ve bir mendile konan para, leblebi, üzüm gelinin başının üzerine damat tarafından saçılır. Çevrede bulunanlar birbirleriyle yarışırcasına bu saçılanları toplamaya çalışırlar:'

Saçı sadece düğünlerde değil hayatın her safhasında görülür. Çocuk dünyaya gelince, ilk dişi çıkınca, ilk defa saç tıraşı olunca yapılan pratiklerle ölen bir kişinin ardından yapılan yardımlar da saçı olarak değerlendirilebilir. Saçı giderek İslamiyet'in de etkisiyle "sadaka"yla aynileşmiştir. Yatırlara, çalılara, ulu ağaçlara bağlanan bezleri de bu bağlamda birer saçı olarak düşünebilir.



BAZI KÜLTLERE BAĞLI OLARAK KESİLEN/SUNULAN KURBANLAR


Şaman-Kam dualarında kurban büyük bir yer tutar. Şamanlığı giriş merasiminde aday şöyle dua eder: "İnsanlara öldürücü hastalıklar gönderen Bourma Lahaytoyoıi'a, karısı Bouray Malay Hatın'a hizmet edeceğim. Çocukları yaşamayanların çocuklarına ömür vermelerini dileyerek kafasının yarısı kara olan beyaz ineği kurban sunacağım. Yakut ulusuna kudretli demirciler balışeden Kıtay Balışı Toyon'a saygı göstereceğim. Demirci hastalanusa kızıl inek kesip kurban sunacağım; kurbanın ciğerlerini ve böbreklerini demircinin ocağına gömeceğim. İnsanlara akıl hastalığı gönderen Tamık Hatın'a hürmet edeceğim. Onun rızası için dokuz kakum, dokuz sarı sıçan, dokuz kokarca, dokuz güvercin azat edeceğim, kızıl inek kurban edeceğim."

Göktürklerde dağ kültü önemli bir yere sahiptir. Mukaddes dağlar ve onların ruhları adına çok muhteşem ayin ve törenler yapılırdı. Dağ ayini Koç ve Beltirler boylarında "Tigir tayan'' yani "Gök kurbanı': Sagaylarda "Tağ tayanı" yani "Dağ kurbanı" şeklinde isimlendirilmiştir. Tölöslerde büyük dini merasimlerde gökle birlikte kutsal ruhlara birçok at kurban edilmiştir. Bir Çin sülalesi olan Tobalardaki göğe, yere ve han soylarının ruhlarına kurban sunulduğunu biliyoruz. Göktürklerde senenin belirli günlerinde ecdat  (ata)  mağaralarına kurbanlar sunulmaktadır.

Eski Türklerdeki matem/yas törenlerine "yuğ" dendiğini biliyoruz. Biri ölünce dini ve hukuki bir mecburiyet olarak bu yuğ töreni gerçekleştirilirdi. Bir kimse ölünce cesedi çadırının içinde yere yatırılır. Bütün akrabası birer koyun, at veya sığır kurban ederler. Bunlar çadırın haricinde yerlere serilir. Sonra hepsi atlar üzerinde feryatlar kopararak çadırın etrafında yedi defa dönerler ve kapıya gelince yüzlerini bıçakla yaralarlar; kan gözyaşlarına  karışır.  Cesedi  gömmek için uğurlu bir zaman seçilmesi adettir. Bir kimse ilkbaharda veya yazın ölmüşse yapraklar dökülünceye kadar, sonbaharda veya kışın ölmüşse yapraklar yeşerinceye kadar beklenir. Evvela ölünün atı yakılır ve külü -ölüye ait diğer eşyalarla birlikte- cenazeyle beraber gömülür; asıl defın günü tekrar kurbanlar kesilir, mezarın etrafı atlarla devrolunur ve mezarın üstüne ölenin hayattayken öldürdüğü düşman sayısınca taşlar veya heykeller dikilir ki bunlara "balbal" denir. Bunlarda cenazeyi yakıp küllerini gömmek adeti de vardır. Bu göçebelerin (Tukiie) itikadınca gerek eşya ve at gerek hayatında öldürdüğü düşmanlar öbür dünyada kendisine hizmet etmekle mükelleftir.


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak