15 Mayıs 2022 Pazar

MANEVÎ ve MİLLÎ DEĞER İFADESİ OLARAK RENKLER

 SARI - KIRMIZI –YEŞİL






Sarı, kırmızı ve yeşil rengin Türklerde beyler zümresinin bir sembolü olarak kullanıldığına dair şimdilik en eski bilgimiz Göktürkler dönemine ait bulunmaktadır. Bu cümleden olarak, 1935’ten itibaren Rus arkeologu S. V. Kiselev tarafından Altay ve Sayan dağları bölgesinde yapılan kazılarda, VII - VIII. yüzyıl Türk aristokrasi zümresine mensup beylere ait olduğu şüphesiz olan mezarlar bulunarak açılmıştır. Tuyahtı denilen yerde açılan kurgan (mezar hüyüğü)’daki mezar oldukça sağlam bulunmuştur. Soyguncular ancak atların bulunduğu kısma dokunmuşlardır (eski Türk inanış ve geleneklerine göre ölüler, hayatta iken kullandıkları eşyaları, silâhları ve atları ile birlikte gömülürlerdi) . Mezarda, başı kuzey-doğuya yönelmiş bir erkek iskeleti bulunmuş ve üzerindeki elbiselerin üç kat olduğu anlaşılmıştır. Üst kat koyu kırmızı ipekten; ortada yeşilimsi ipekten, iç elbisesi de altın sarısı renginde ipek kumaştan yapılmış olduğu, kalıntılardan açıkça görülmüştür.







Sarı, kırmızı ve yeşil üçlüsünün yan yana ve hükümranlık sembolü olarak sancaklarda kullanıldığına dair en eski bilgimiz ise Selçuklular dönemine ait bulunmaktadır. Bununla ilgili olarak, yukarıda işaret edildiği üzere, Şiî İslâmın büyük vaiz ve âlimlerinden İranlı Abdülcelil el-Kazvinî 1161-1165 yılları arasında yazdığı Kitabü’n-Nakz adlı eserinde, Hâce Nasibî adlı bir Sünnî alimin, kaleme aldığı Fadâihü’r-Ravâfız adlı kitabında; beyaz bayrak kullanmalarından dolayı Şia’yı râfızîlikle (mülhidlikle) itham edişine cevap verirken, bize şu bilgileri vermektedir: “- Şia beyaz bayrak sahibidir- şeklinde söylenen söz yalandır. Çünkü, halkın bayrağa sahip olmak âdeti yoktur. Şia hükümdarları yeşil, beyaz ve her renk bayrağa sahiptirler. (Ancak), Abbas’ın şiarı ve özel rengi olan siyah’ı kullanmazlar. Siyah’a Abbasî halifeleri sahip olunca, diğerleri zaten onlara benzeyemezlerdi. Görmüyor musun ki Selçuklu hükümdarları ve Sultanları eğer 100 bin kişi(lik bir ordu) toplasalar, o orduda siyah bayrak bulunmaz. Yeşil, sarı ve kırmızı bayrakları vardır ve onları kullanırlar. Tabiî bu, halife ile halife olmayanlar arasındaki fark belli olsun diyedir. Fakat şüphe yok ki Şia mezhebi Peygamber’in Beyaz, Siyah ve Yeşil bayrağı olduğuna kesin olarak inanır. (Peygamber) Siyah’ı Abbas’a verdi. O’nun çocukları babalarını takip ettiler. Yeşil’i Osman b. Affan’a verdi. Melikler ve Sultanlar onu takip ettiler. Beyaz’ı Sa’d İbn Abbâde-i Ensârî(ye vermiş iken, ondan)’den Mekke’nin fethedildiği gün geri aldı ve Emîrü’l-Mü’minîn’e (yani Hazret-i Ali’ye) verdi. O halde ey insafsız (Hâce Nasibî), eğer Osman’ın ve Abbas’ın yolunu takip etmeyi mülhidlik saymıyorsan; Şia’ nın Emîrü’l-Mü’minîn’in yolunu (Hz. Ali’nin yolunu) takip etmesi niçin mülhidlik olsun?... Hâce Nasibî bilsin ki beyaz bayrağa sahip olmak mülhidlik değildir”. İşte böylece, çok iyi bir şans eseri olarak biz, Abdülcelil el-Kazvinî’nin Hâce Nasibî’ye yazdığı cevaplar dolayısıyla Büyük Selçuklu (şüphesiz Anadolu Selçukluları da) hükümdarlarının, Abbasî geleneğine bağlı olarak kullandıkları siyah hükümdarlık bayrağından başka, bilhassa ordularında sarı, kırmızı ve yeşil bayraklar kullandıklarını öğrenme fırsatı bulmuş oluyoruz. 

Yine sarı, kırmızı ve yeşil renklerin gerek yan yana, gerekse iç içe olarak, Osmanlı döneminde, devletin sona erişine kadar çok yaygın bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Anlaşıldığına göre bu üç rengin Osmanlılarda ve aynı bayrak üzerinde birlikte kullanılışı, tespit edebildiğimize göre Orhan Gazi zamanına kadar gitmektedir. Bu cümleden olarak Miralay Ali Bey, bize şu bilgileri vermektedir: “Orhan Gazi Bursa gibi meşhur bir şehri zaptedip başşehir yaptıktan sonra, teşebbüs buyurulan ilk teşkilât-ı askeriye sırasında, eski kırmızı renkli harp bayrağının ortasına şekl-i beyzîde (oval biçimde) yeşil bir levha eklenmiş ve bu levha üzerine de yekdiğerinden ayrı ve ard arda sıralanmış üç sarı hilâl nakşı işlenmiştir”.





Aynı yazarın şu kaydı da dikkate şayandır: “Devlet-i Aliyye’de (Osmanlı Devleti’nde) ihdas buyurulan bayrakların kâffesi (tamamı) esas itibariyle beyaz, kırmızı, yeşil ve sırma rengi olan sarı renkten ibarettir ki: Beyaz, Ak Sancak’tan, sair renkler ise Orhan Gazi sancağından alınmıştır. Miralay Ali Bey’in incelemesinin bir başka yerinde kaydettiği, “Osmanlı sancak ve bayraklarında tarihî Beyaz renkten maada, kırmızı, yeşil sarı renkler pek çok kullanılmıştır” şeklindeki ifadesi de, bu konuda yeterince açık fikir vermektedir.



Buna uygun olarak, meşhur sadrazam Mahmud Şevket Paşa da, Osmanlı Teşkilât ve Kıyafet-i Askeriyesi adlı eserinde: “ Selçuklu Sultanı Alâaddin tarafından Sultan Osman Gazi Hazretlerine gönderilen a’lem (sancak) beyaz renkte olduğundan dolayı büyük Osmanlı sultanlarının önlerinde önceleri beyaz bayrak çekilmiş ise de sonradan büyük padişahlara mahsus olmak üzere: (Biri) yeşil bir zemin ortasında beyaz kılapdan ile işlenmiş üç hilâl bulunan; (diğeri ise) kırmızı bir zemin ortasında ve yeşile boyanmış oval bir zemin içinde sarı sırma ile işlenmiş ve birbirinin arkasında yer almış yine üç hilâli olan iki çeşit sancak da kullanılmıştır” demektedir. Mahmud Şevket Paşa, anılan kitabının renkli resimler kısmında ise her iki bayrağın şeklini renkli olarak vermiş ve her ikisini de “Zât-ı Hazret-i Padişâhîye Mahsus Sancak = Padişah Hazretlerinin şahsına mahsus sancak” olarak ifade etmek suretiyle bunların Osmanlılarda bir bakıma “padişahlık, yani Devlet Başkanlığı Forsu” olarak kullanıldığını belirtmiştir.









Burada, yeri gelmişken şu hususa da dikkat çekmekte fayda vardır. Pek çok örnekte olduğu gibi, “Devlet Başkanlığı Forsu” niteliğindeki bu iki sancağın renkleri toplamından, Osmanlıların, Osman Bey zamanından başlayarak sarı, kırmızı ve yeşil renklerin yanında BEYAZ rengi de en yaygın bir biçimde kullandıkları ve önem verdikleri dört rengin beyaz, sarı, kırmızı ve yeşil renkler olduğu, bir defa daha çok açık bir biçimde görülmektedir.


Yine aynı yazar, Yeniçeri (Ocak) Sancağı ile ilgili olarak da şu tanımlamayı yapmaktadır: “Yeniçeri sancağı yarısı yeşil ve yarısı kırmızı renkte olup, kenarları sarı sırma harçlı ve ortasında kezalik (aynı şekilde) sarı sırma ile işlenmiş bir zülfikârı havî idi”.







O, “Eyâlet askerinden Topraklı Süvarisi tesmiye olunan (adlandırılan) Tımarlı Sipahiler yarısı yeşil ve yarısı kırmızı ve ortasında sarı sırma ile işlenmiş bir zülfikâr ile dört hilâli havî ve uç tarafı yırtmaçlı bir bayrak çekerler idi” demek suretiyle, Sipahilerin de sarı, kırmızı ve yeşil renkli sancaklar kullandıklarını ifade etmektedir.

Sarı, kırmızı ve yeşil renkler Osmanlılarda sadece padişahların şahsına mahsus sancaklarda kullanılmakla kalmamış, “Osmanlı Devlet Arması” başta olmak üzere, pek çok sancak ve nişanda yaygın bir şekilde yer almıştır. Bu cümleden olarak Miralay Ali Bey, bir taraftan “Paşalara mahsus sancağın kenarları sarı sırma, onun içi yeşil, sonra sırma ile ayrılan uzun parça kırmızı ve kırmızının içi daire şeklinde sırma işlemeli daireler” derken; vezir sancağı ile ilgili olarak da, “Vezir sancağının ortası kırmızı renkli ipekten dokunmuştur. Bu kısmın kenarı ile ortasına yakın yerde, merkezleri bitişik üç daire vardır ve bunlar sırma ile işlenmiştir. Söz konusu kırmızı renkli kısım ile sancağın kenarı arasındaki kısım yeşil renkli ipekten olup, etrafı yine sırma işlenmiştir” demek suretiyle hem paşa hem de vezir sancaklarının sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluştuğuna işaret etmiş olmaktadır.


Anlaşıldığına göre, ilk muntazam süvarimiz olan Müsellemlerin bayrakları da, “Yeniçeri bayrağının aksi olarak nısf-ı balâsı (yukarı yarısı) yeşil ve nısf-ı diğeri (diğer yarısı) kırmızıdır ve ortasında sarı sırma ile işlenmiş zülfikâr ile dört hilâli havidir”.



Bütün bunlara ilâve olarak merhum Fuat Köprülü’nün, Kanunî devrinde Macaristan seferine çıkan orduya kumandan tayin edilen Sadrazam İbrahim Paşa’ya, beyazdan başka yeşil, sarı, kırmızı sancak ve bayraklar verildiğini bildirmiş olması, hem beyazın Osmanlı bayraklarındaki önemini, hem de sarı, kırmızı ve yeşil renklerin sancak ve bayrak renkleri olarak ne kadar yaygın bir biçimde kullanıldığını göstermektedir.


Osmanlı Sancak ve bayraklarından başka, bazı devlet memurlarının ve askerlerinin kıyafetlerinin de hemen tamamen sarı, kırmızı ve yeşil renklerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Bu cümleden olarak Mahmut Şevket Paşa’nın eserinde yer alan vezir iç oğlan başçavuşu, vezir baş tebdili, vezir tatar ağası, kul başı, defter emîni, şâtır, saka, aşçı ustası gibi vazifelilerin kıyafetlerinin bu üç renkten müteşekkil olduğu görülmektedir.



Burada önemle işaret etmek istediğimiz bir başka husus da, bir tür devlet başkanlığı bandosu konumunda ki Mehter Takımı mensuplarının kıyafetlerinin de sarı, kırmızı ve yeşil oluşu hususudur. Bu durum önemle korunmalı, bazı mülâhazalarla, ülkenin çeşitli yerlerinde kurulmuş olan Mehter Takımlarının kıyafetlerinde gelişigüzel başka renklerden oluşan kıyafetlerin kullanılmasına fırsat verilmemelidir.


Osmanlılarda, devlete üstün hizmetlerde bulunanlar ile savaşlarda kahramanlık gösterenlere, padişah adına verilen madalyaların da, umumiyetle kırmızı ve yeşil renklerden oluşan şeridin ucuna asılan altın (sarı) madalya olduğu; yani Zât-ı Hazret-i Padişâhîye Mahsus (Padişah Hazretlerinin Şahsına Ait) sancağın bu üç renginin, O’nu temsilen verilen madalyalarda da yer aldığı pek çok örnekle bilinmektedir. Bu cümleden olarak:


Diğer taraftan sarı, kırmızı ve yeşil renklerin Osmanlılarda, devletin sonlarına kadar padişahın hâkimiyet renkleri olarak kullanılmaya devam edildiğinin en parlak örneklerini Atatürk’e verilmiş olan altın liyakat madalyası ile altın imtiyaz madalyasında da tespit ediyoruz.


Gerçekten de orijinalleri bugün Anıtkabir Müzesi’nde bulunan bu iki madalyadan “Altın Likayat Madalyası”, çifte kılıçlı olup şeridi de kırmızı zemin üzerinde iki yeşil çizgiden oluşmaktadır. Yani, altın sarısı, kırmızı ve yeşil renkler üçlüsü bu madalyada da bir araya gelmiş bulunmaktadır. Altın Liyakat Madalyası Atatürk’e Osmanlı Devleti tarafından 7 Ocak 1916 tarihinde, Çanakkale Savaşlarında gösterdiği kahramanlıkların ve memlekete yaptığı büyük hizmetlerin bir mükâfatı olarak verilmiştir. Liyakat Madalyası Osmanlılarda 1890 tarihinde ihdas edilmiş olup, devlete bağlılık ve kahramanlık gösterenlere verilirdi. Bunlardan çifte (çapraz) kılıçlı ve 1916 tarihli plâketi olanlar Çanakkale Savaşı’nda başarı gösterenlere verilmiştir.







Altın İmtiyaz Madalyası da çifte kılıçlı olup, şeridinin yarısı yeşil, yarısı da kırmızı renktedir. Altın sarısı, yeşil ve kırmızı renkler bir  arada bu madalyada da açıkça görülmektedir. Bugün pek çok kurum ve kuruluşlarımızda asılı olan Mareşal üniformalı Atatürk resminde görülen madalya budur. Bu madalya ise Atatürk’e 16. Kolordu Komutanı olarak 8 Ağustos 1916 tarihinde Doğu Cephesinde üstün Rus kuvvetlerine karşı kazandığı ve neticesi itibariyle Muş, Bitlis ve Tatvan’ın düşman işgalinden kurtuluşunu sağlayan büyük başarısı üzerine verilmiştir. İmtiyaz Madalyası, devlet ve memleket yararına üstün hizmetleri olan kimselere verilmek üzere 1885 yılında ihdas edilmiştir.

Diğer taraftan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 28 Kasım 1920 tarihinde kabul edilen İstiklâl Madalyası Kanunu’nun 5. maddesi de şöyle bir düzenleme getirmişti: “Madde 5 - Büyük Millet Meclisi üyelerine verilecek madalyanın şeridi yeşil ve cephede bulunanların kırmızı ve cephe gerisinde olanların beyaz olacak. Şu kadar ki, mebus olup da aynı zamanda cephede bilfiil hizmeti belgelenmiş ve birinci madde gereğince de madalya almaya hak kazanmış olanların şeridinin yarısı yeşil ve diğer yarısı da kırmızı olacaktır”.





Elbette bu şeritlerin renkleri tesadüfen belirlenmiş değildir ve kanaatımızca Osmanlı dönemi geleneğinin T. B. M. Meclisi’ne yansımış bir uzantısıdır. Dolayısıyla, söz konusu maddede ifade edilen “... şeridinin yarısı yeşil ve diğer yarısı da kırmızı olacaktır” hükmü gereğince madalya alanların, kırmızı-yeşil şerit ucuna takılı altın sarısı rengindeki madalyaları da bu üç rengi ihtiva eden başka bir örnek olarak mütalâa edilebilir.



Günümüz Türkiyesi’nden diğer bazı örneklere baktığımızda da, meselâ YARGITAY’ın ambleminin de sarı, kırmızı ve yeşil renklerden müteşekkil olduğu görülmektedir ki belki de Osmanlı dönemindeki kuruluşundan kaynaklanmaktadır.



Diğer taraftan, bugün Türkiye’nin muhtelif yörelerinde ve özellikle kadınların giyim-kuşamlarında sarı, kırmızı ve yeşil renklere olan düşkünlüğe çokça rastlanmaktadır. Belki de bunun bir ifadesi olarak Anadolu halkı arasında:


“Al yeşil üstüne sarıyı bağla


Ger yakışmaz ise gel öldür beni”


şeklindeki bir deyişin halk şairlerimizden bugüne devam edip geldiği ifade olunmaktadır.


Alıntıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak