Kameriye, Veranda, Sundurma
İstanbul’da Osmanlıların son döneminde yaygınlaşan bahçe köşeleri veya bahçe köşkleri. Sütunlu ve sütunları süslü parmaklıklarla birbirine bağlı, üstü sarmaşık, asmayla kafes örtülü, dörtgen veya çokgen bu köşeler, ay (Arapçasıyla kamer) seyredilme yeri diye bu adı almışlardı.
Veranda, Farsça baramadah, Hintçe varandah, sütunlu giriş, revak demektir. Veranda İngiltere ve Fransa’ya Hindistandan girdi. 1870’lerde Sanskritçe çalışmaları gündemde olduğunda sözcüğün Sanskritçe baranda’dan geldiği iddia edildi. Ancak Hintçede yeni olan bu sözcük ülkeye Portekiz ve Ispanyollar tarafından getirilmişti. Latin dillerinde vara biçimiyle, Latince varus çarpık sözcüğünden türetilmişti ve parmaklık anlamıyla 14,15. yüzyıllarda yaygınlaşmıştı. İngilizceye 1711 yılında ve bu dilden Fransızcaya 1758’de girdiği saptandı. 1891 tarihli Ant. B. Tinghir ve K. Sinapian’ın Dictionnaire Français-Turc des termes techniques des Sciences, des lettres et des arts adlı sözlüklerinde veranda karşılığı olarak “Hind ve Amerikaya mahsus bir nev’ köşk ve balkon şahnişini” açıklaması yapılmaktadır.
Sundurma, kapı ve pencerelerin üst tarafında yapılan eğimli geniş siperdir. Adı, Türkçe ileri doğru uzatmak anlamında sundurmak, daha bilinen biçimiyle sündürmek’ten gelir.
Balkon
Japoncadaki barukoni biçimiyle balkon dünyanın en yaygın sözcüklerinden biri, ama giremediği diller de var (Macarca erkely, Fince parveke, Svahilice roşani gibi). Italyancada 1348’den beri bilinen sözcük (balcone) yapı iskelesi ve loca anlamlarında kullanılıyor. Roma’da pencere önlerindeki çiçek yetiştirilen çıkmalar balkon denilecek kadar genişlemiş fakat Plinius’un şikâyet ettiği gibi onun zamanında, İÖ 1. yüzyılda, soygunların artmasıyla parmaklık takılması zorunlu hale gelmişti. Balkon sözcüğünün Fransızcaya girişi 1440’da (balcon). 1880’lerde sözcüğün Türkistan’daki evlerin çıkma katma verilen Farsça ad bâdâ-hane'den (yukarı ev) geldiğini ileri sürenler de çıkmış.
Minyatürlerde özellikle şenlikleri seyreden padişah ve devlet büyüklerinin balkon gibi yerlerde oturdukları görülmektedir, fakat buraların ne kadar locamsı yerler olduğu, ne kadar minyatür mantığı ile gerçeğin değil, işlevselliğin göz önüne alınarak yapılmış çizimden kaynaklandığını ayırt etmek zordur; bu yapılara ne ad verildiğine dair bilgimiz de yoktur. Ahmet Vefik Paşa Lehçe-i Osmanî’de (1876) “açık şehnişîn, cumba” açıklamasını yaparken, Şemseddin Sami (1886) hem şahnişin demekte hem de balkon sözcüğünü kullanmaktadır.
Şehirlerin modernleştirilmesi tutkusu başlayıp sokaklar genişletilmeye çalışılırken, yöneticilerde çıkma ve şahnişinlerin küçültülüp daraltılması eğilimi başlamış, “bundan böyle sokak yüzlerine çıkma yapılması” yasaklanırken, 1860’lardan itibaren belediye ve ebniye (binalar) ile ilgili yasal düzenlemelerde artık balkonlara da yer verilmeye başlanmıştır.
Direktör Ali Bey Lehçet’ül-Hakayık (1897) adlı mizah sözlüğüne ‘B ’ ile başlayan otuz madde almıştır, bunlardan biri de balkondur ve ona göre “âşık tüneği”dir. Halit Fahri Ozansoy da şiir kitabının adını Balkondu Saatler (1931) koymuştur. Balkonun eskilerce duygu çemberi içinde görüldüğü anlaşılıyor. Balkonda ocak yaptırmak da kırlarda piknik ihtiyat mı eve taşıma gayreti değil mi?
Asansör
İstanbul’un eski binalarındaki süslü demirli, parlak mobilyalı, renkli camlı, çifte kapılı asansörleri korumayı düşünen var mı bilmiyoruz ama İstanbul’un bilinen en eski asansörü İstanbul’a birçok yeniliği getirmiş olan Mısır Hıdiv ailesinden Abbas Hilmi Paşa’nın inşaatı 1907’de bittiği tahmin edilen Çubuklu Kasrı’ndadır.
İnsan ya da hayvan gücüyle mekanik araçlarla üst katlara ulaşım sağlanmasının tarihi çok eskidir. Romalı mimar Vitruvius IO 1. yüzyılda yazdığı kitabında bu düzenekleri anlatmıştır. İngilizler 1800’lerde buhar gücüyle çalışan asansörü geliştirdiler. ABD ’de Henry Waterman ve George H. Fox asansör üretip satmaya başladı. Anglosakson dünyanın elevator adını verdiği bu asansörlerin halatları kenevirden yapılıp güvenilir bulunmadıklarından 1850’lere dek yük taşımacılığında kullanıldı. 1853’te Elisha Graves Otis’in geliştirdiği ve New York Crystal Palace sergisinde tanıtılan asansörün, halatların gevşemesi durumunda kabinin hareket ettiği rayları kavrayan mengeneleri vardı. 1857’de New York’da ilk yolcu asansörü hizmete girdi. 1867’de Fransız mühendis Edoux uluslararası sergi için yaptığı hidrolik aygıta asansör (ascenseur) adını veren kişi oldu. 1869’da Eiffel Kulesi’ne tepeye yedi dakikada çıkan ve saatte 2350 kişi taşıyabilen asansör yerleştirildi. Elektriğin kullanıma girmesi ile asansör teknolojisi gelişti ve 1889’da ilk elektrikli ticari asansör yapıldı. 1894’te düğmeli kumanda sistemi geliştirildi, 1895’te İngiltere’de taşıma kuvveti asansör boşluğunun tepesine yerleştirildi.
1893 Chicago Sergisi’ne katılan Ubeydullah Efendi de bu ilk asansörlere binmiştir: “En büyük caddenin ortasında içi yirmi beş otuz kişi istiabına kafi bir asansör vardı. Bu asansör elektrik kuvvetiyle hareket ediyor ve binenleri binanın zirvesine çıkararak sakfın üstünden sergiyi temaşa ettiriyordu. Bu asansörle sû’d ve nüzûl için yarım dolar ücret alınıyordu. Bir gün saat iki, bugünkü hesap ile saat ondört raddelerinde sıkı sıkı yine kadın-erkek dolu olarak bu asansör benim de içlerinde hazır olduğum birçok temaşâgirler önünde hareket etti. Yolun beşte üçünü katettikten sonra durdu. Bre aman! Gitmez. Ne ileri, ne geri. Çabala bre çabala. İmkânı yok. (...) Yukarıda bir feryattır başladı. Biz aşağıdan seyrediyoruz. Bre aman, imdat yahu! Ne mümkün? Aşağıdan seyredenler için ne latif, ne gülünç manzara?” (Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hatıraları, haz. Ahmet Turan Alkan.)
Gökdelen döneminin başlamasıyla asansörler bu gösteriş abidelerinin vazgeçilmez parçası oldular. 1931’de yapılan Empire State Binasının asansörü dakikada 365 m. katediyordu.
1950’den sonra kapıların otomatik kapanması, birden çok asansörün hareketini düzenleyen otomasyon sistemlerinin geliştirilmesi güvenliği daha da artırdı, insan, yük ve servis asansörleri yaygınlaşırken, büyük iş merkezlerinde ‘paternoster’ denilen sürekli asansörlerle birlikte özellikle hastanelerde sedye taşıyabilen asansörler ihtiyaç haline geldi. İlki Eiffel Kulesi’nde kurulan bina dışına yerleştirilmiş saydam seyir asansörleri de 1980’lerden sonra tekrar moda oldu.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder