4 Mayıs 2022 Çarşamba

Gündelik Hayatımızda Ev ve Çevresi - 7

 Kırmız


Mobilya cilalarının bilmeyenleri şaşırtıcı bir tarihi vardır. Türkçede kırmızı rengine adını veren boyarmaddenin aslı kırmız (Arapça kirmiz) denilen böcektir. Akdeniz bölgesinde yaygın olan kabuklu bit türünden bir böcek olan kirmiz, bilimsel adıyla Kermes ilicis dişilerinin kurutulup öğütülmesiyle hazırlanan boya Eski Mısır’dan beri kullanılmaktadır. Kumaş, seramik ve mobilya boyamakta kullanılan kırmız aslen beyazdı ve güneşin etkisiyle limon sarısından başlayarak, yeşil sarı, yeşil, erguvan, koyu erguvan renklere dönüşüyordu. Koyu kırmızı, lal ve iki kat renklendirmeyle siyaha çalan bir renk de elde edilebiliyordu. Her imalathanenin milyonlarca böcek ‘işleme’si gerekiyordu. Pahalı bir lüks olan kırmız antik-çağda Phokis halkının yarısının geçimini sağlıyordu. Latince carmesinu.s, Sanskritçe krmija adı verilen böcek Avrupa dillerinde de crimson olarak bilinen kırmızı tonunun adı olmuştur. Osmanlılar böceğe dûd-i sabbayn yani boyar kurt adını vermişlerdi.

Anayurdu Meksika olan Coccus ilicis böceği de Kanarya Adaları, İspanya, Hindistan’a götürülerek aynı amaçla yetiştirilmiştir.



Gomalak


Gomalak Hindistan ve Çinhindi’nde yaşayan Laccifer lacca böceğinin dişisinin yumurtalarını korumak için salgıladığı maddedir ve bu madde yumurtaların üstünde 3-8 mm kalınlığında bir tabaka oluşturur. Böceğin salgısından elde edilen, küçük plaka veya pul biçiminde piyasaya verilen reçinemsi madde, basınç altında ısıtıldığında akıcı hale gelip oda sıcaklığında tekrar sertleştiğinden tarih boyunca tek başına veya kil, asbest, mika gibi dolgu maddeleriyle birlikte kaplama malzemesi olarak kullanılmıştır. Alkolle çözülerek mobilya ve ahşap astar ve cilası olur. İtalyanca gommalacca, Fransızca gommelaque adından aldığımız gomalak’a İngilizce shell'lac’dan şellak da denir. Gömme, gum zift, sakız demektir; Fransızca laquee’den lake (cilalı) sözcüğünün aslı da gene İtalyanca lacca, Türkçe laka, Uzakdoğu’dan elde edilip mobilyacılıkta kullanılan ağaç reçinesi ile kırmız böceğinin Hindistan türünün adından gelmektedir.


Kimya sanayi gelişip suni boya ve cilalar üretilene kadar böcek ticareti devam etmiştir ve halen de tefrişatçı ve antikacılarca kullanılmaktadır.



Sandalye


Çinliler sandalyeye ‘barbar yatağı’ derler; Çin’de ÎS 3. yüzyılda ortaya çıkan sandalye, uzun zaman toplumsal yaşamda itibar sahiplerine, ev yaşamında evin yaşlılarına ayrılmıştır. Japonlar diz çöküp topuk üstünde otururlar; Avrupalıların sandalyede oturuşu için ‘bacaklarını asmak’ deyimini kullanan Hindular çömelirler; İslam dünyasında bağdaş kurulur.


Eski Mısırlıların resimlerinde, yazı yazarken hattatlar gibi bağdaş kurdukları görülür. Yunan ve Romalıların bıraktıkları resimlerden açık bir fikir edinmek zordur ve kaynaklar sınırlıdır. Roma imparatorluk döneminden kalma görsel malzemede yazıcıların koltukta oturdukları görülmektedir. Ancak Romalıların ÎS 2. yüzyıl, Yunanlıların İS 3. yüzyıldan kalma rölyef ve metinlerinde yazıcıların sandalyede otururken bile kucaklarında ve dizlerinin üstünde yazı yazdıkları anlaşılmaktadır ki açıklaması kolay değildir. Masa ya da sırada yazmanın, resim yapmanın Karolenj döneminden itibaren (İS 8.-9. yüzyıllar) başladığı anlaşılmaktadır.

Dünyanın en ünlü bağdaş kurmuş figürü Budha’dır. Budha, Bo ağacının dibinde bağdaş kurup oturarak nirvanaya burada ulaşır. Budha’nın insan biçiminde ilk tasviri IO 1. yüzyılda başlamıştır. Budha’nın kurduğu bağdaş, vajrana (ya da vejraparyanda) denilen, ayakların bacakların arasından geçtiği ve tabanların yukarı baktığı bir biçimdedir. Budha ikonografisinde çizilen tablo ile Mezopotamya’nın ilk uygarlıklarında tanrı ve hükümdarların tasvirlerinde benzerlikler vardır. Tanrı veya hükümdar tahtta otururken, arkasında hayat ağacı, iki yanında melekler ve önünde onun büyüklüğünü onayan tebası resmedilmiştir. Mezopotamya’da tanrı veya hükümdar tahtta otururken, Çin Han devri (IO 202- İS 22) taş kabartmalarında, Hun tasvirlerinde, Köktürk, Uygur, Karahanlı ve Selçuklularda tahtta bağdaş kurulur. Tahtta bağdaş kurmak Sasanilerde, İslamiyet öncesi İran’da görülmez. Osmanlılar da Hz. Muhammed, İsa ve öteki peygamberlerin veya simgesi güneş veya aslan olan, elinde kadeh veya asa bulunan ulu kişilerin bağdaş kurarak resmedildiği dini minyatürlerle aynı ikonografiyi devralmış, sürdürmüşlerdir.


Yan, arka, köşe minderleriyle sedir ve divanlar, peyke ve sayvalar köy evlerinden saraylara, sandallardan faytonlara kadar klasik dönemin tek oturma aracıdır. Resmi dairelerde de oturma farklı değildir. Lady Montagu İstanbul’da (1717) minderlerin rahatlığına alıştıktan sonra Avrupa’ya döndüğünde sandalyeye oturmakta zorluk çekeceğini yazsa da sandalye Türkiye’ye girdi. Kesin bir süreçten söz edilemese de, 18. yüzyılın ilk yarısında kahvehaneler gibi kamuya açık mekânlarda, minder kullanılırken, önce arkalıksız, alçak boylu, hasır iskemlelerin yaygınlaştığı görülmektedir. Kırsal kesimde iskemleler önce evde üretildi sonra satın alınmaya başlandı. Köy kahvelerinde otuz yıl öncesine kadar bugün kahvehane iskemlesi olarak tanımlayabileceğimiz klasik sandalyeden daha yaygın olan bu hasır iskemlelerdi. Türkçede iskemle ile sandalye sözcükleri birbirinin yerine kullanıldığı için kayıtlarda da bunları ayırt etmek kolay olmuyor. Örneğin, Avrupa seyahatnamesi Osmanlı bürokrasisi üstünde büyük etkiler bırakan Ahmed Resmi Efendi 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ilan edilişini cahillik olarak değerlendirirken, savaş çağrısı yapanları “sandalye üzerinde Hamza-name nakliden pehlivanlar gibi laf ü güzaf” edenlere benzetir (Virginia Aksan, Ahmed Resmi Efendi, 1997). Meddahların bütün iş aletlerinin büyücek bir mendil ve bir sandalyeden ibaret olduğu bilinmekteyse de, bunun gerçekte ne zaman iskemle ne zaman sandalye olduğunu ayırt etmek zordur.


İskemle Latince scanınum’dan türetilen scamellum’dan gelir ve Avrupa dillerine de geçmiştir. Sandalye (sandaliyye) ise Arapça sandal ağacından türetilmiştir. Eski Mısır, Yunan ve Roma’nın kendilerine özgü sandalyeleri varken, Avrupa’da tekrar kullanıma girmesi Rönesans’tan itibarendir. Önce uzun sıralar ve banklar vardı. Koltuk sandalyeden daha eskidir. Sandalyenin tahttan türediği ve bacaklarının at, öküz ya da fil bacağı biçiminde yapılışının gerçekten bunları temsil etmesinden kaynaklandığı, iktidar simgesi olduğu düşünülmektedir. Yalnız bunun üstünde oturulması veya bağdaş kurulması açısından Doğu-Batı farkı görülmektedir ki, ayakta durma, yatma, oturma ve yere oturmanın iktidarla ilişkilerini çözümleyen Elias Canetti, yere oturmanın kimseye ihtiyaç duyulmadığını ve içe dönüklüğü gösterdiğini, Doğu ülkelerinde fakirlerle birlikte zenginlerin de yere oturduklarını ve mülkiyete karşı özel bir tutumu anlattıklarını, bu dünyadan özgürleşmiş, kendi kendisine dayanan ve hiç kimseye yük olmayan bir tavrın sergilenmesi olduğunu yazar (Kitle ve iktidar, s. 383 -391). İspanya’da 16. yüzyıl başlarında Hıristiyanlar Müslümanları yerde oturdukları için küçümserken, kendi kadınlarının da sandalyede oturma haklarının olmaması, sandalye iktidar/statü ilişkisinin ve sandalyenin günlük kullanım eşyası olarak ‘demokratikleşip’ olağanlaşmasının ne kadar uzun sürdüğünün bir başka kanıtını oluşturur.


Orta sınıfların daha zengin olduğu dönemde şezlonglar (Fransızca chaise-lorıgue) vardı; bugün açılır kapanır metal ve plastik piknik sandalyeleri onların yerini tutuyor.


Tonet sandalye adını 1796 Prusya doğumlu Michael Thonet’ten alır. 1819’da atölye açan Thonet’in tutkal ve vida kullanımını en aza indiren sandalye modelleri önce Liechtenstein sarayına girmiş, 185l’den itibaren Viyana kafelerinde yaygınlaşarak bütün dünyada tanınmıştır.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak