28 Şubat 2022 Pazartesi

Maddeyi Nasıl Algılıyoruz?

 




Madde sandığımız şey, gerçekte bir enerji yumağından, dev bir boşluktan başka birşey değildir. Kendi bedenimiz, odamız, evimiz, hatta dünya ve tüm evren aslında bir enerji bulutundan ibarettir. O zaman, çevremizdeki bunca şeyi gözle görünür ve elle tutulur kılan nedir?

Çevremizdekileri madde olarak algılamamızın sebepleri, atomların yörüngelerindeki elektronların fotonlarla çarpışmaları, atomların birbirlerini itmeleri veya çekmeleridir. 

Şu anda elinizde tuttuğunuzu sandığınız kitabı aslında tutamamaktasınız. Gerçekte elinizin atomları kitabın atomlarını itmektedir ve bu itmenin şiddetine göre de dokunma hissiniz gerçekleşmektedir. Çünkü atomların yapısından bahsedilirken de belirtildiği gibi atomlar birbirlerine maksimum bir atomun çapı kadar yaklaşabilirler. Üstelik birbirlerine bu kadar yaklaşabilen atomlar, ancak beraber reaksiyona giren atomlardır. Şu halde, aynı maddenin atomları bile birbirlerine kesinlikle dokunamazlarken bizler elimizle tuttuğumuz, sıktığımız veya tutup-havaya kaldırdığımız maddeye asla dokunamayız. Kaldı ki, elimizdeki maddeye maksimum yaklaşmamız mümkün olsaydı bile bu maddeyle kimyasal reaksiyona girerdik. Böyle bir durumda insan veya başka bir canlı için bir saniye bile varlığını sürdürmek sözkonusu olamazdı. Canlı ayak bastığı, oturduğu veya dayandığı madde ile hemen kimyasal reaksiyona girer ve garip bir varlık olurdu.

Bu durumda ortaya çıkan manzara son derece düşündürücüdür: Gerçekte, %99.95'i boş olan ve neredeyse sadece enerjiden ibaret olan atomlardan oluşan bir dünyada yaşıyoruz. 'Dokunuyoruz ve tutuyoruz' dediğimiz şeylere de aslında hiçbir zaman dokunamıyoruz. Peki ya gördüğümüz, duyduğumuz veya kokladığımız maddeyi ne derece algılıyoruz? Bu maddeler, gerçekte gördüğümüz-duyduğumuz gibi midir? 

Kesinlikle hayır... Var dediğimiz, gördüğümüz maddeyi direkt olarak görmemiz asla mümkün olmamaktadır. Çünkü güneşten veya başka bir ışık kaynağından gelen ışık taneciklerinin (fotonlarının) maddeye çarpması ve bu maddenin gelen ışığın bir kısmını soğurması ve kalanı dışarı vermesi sonucu bizim gözümüze çarpan (yani bir anlamda maddeden yansıyan) fotonlar beynimizde görüntü oluşturmaktadırlar. Yani gördüğümüz madde ancak bizim gözümüze yansıyan fotonların taşıdığı bilgiden ibarettir. Bu bilgiler maddeyle ilgili bilginin tamamını ne derece yansıtmaktadırlar? Eksik veya fazla bu bilgilerin bizlere kesin olarak dışarıdaki maddenin gerçek halini gösterdiğine dair elimizde hiçbir kanıt yoktur. 

Şu açıdan bakıldığında konu daha netlik kazanacaktır: 21.yy'a girdiğimiz şu günlerde bilim öyle bir noktaya varmıştır ki, artık maddenin %99.95'inin boşluk olduğu kesin olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, bu gerçek apaçık gözümüzün önünde durmaktayken, bizler maddeyi %100 dolu (somut bir gerçek) olarak algılamaktayız. Bu durum bize algılarımızın beynimize verdiği mesajların dış dünyayı olduğu gibi yansıtmamakta olduğunu çok net olarak göstermektedir.


Alıntıdır.

Bir Mayıs

 



Bir Mayıs’ta bahar şenlikleri yapılması dünyanın en yaygın geleneklerindendir. Avrupa’da alaylar halinde yeşil dallar ve çelenkler taşınması, Mayıs kral ve kraliçesi seçilmesi, Mayıs Ağacı çevresinde dans edilmesi bu bahar ve bereket bayramının ortak öğelerindendir. Örneğin İngiltere’de 16. yüzyılda 1 Mayıs ormanlar kralı Robin Hood’la sevgilisi Lady (Maid) Marian’ın buluşma günleri olarak kutlanan bir festivaldi. Güney Amerika’da da Kolomb öncesinde benzer öğelerle bu törenler yapılmaktaydı ve bugün Hıristiyan öğelerle kaynaştırılmış biçimde devam ettirilmektedir. Roma panteonunun 1 Mayıs bayramı Papa IV. Boniface tarafından 610 yılında ‘Bütün Azizler Günü’ne dönüştürülmüş, 834 yılında kutlama günü 1 Mayıs’tan 1 Kasım’a alınmıştır.


Avrupa’da yakın yıllara kadar yapılan bahar şenlikleri 1889’da II. Enternasyonal’in I. Kongresi’nde aldığı kararla bütün dünya işçilerinin birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kabul edilmesiyle yeni bir kimlik kazandı. Amerikan işçi Federasyonu’nun sekiz saatlik iş gününü kabul ettirmek için verdiği mücadelede ilan edilen genel grev sırasında, Chicago’da 1 Mayıs 1886’da polis işçilere yaylım ateş açmış, katliam sorumlusu olarak da dört işçi idama, dördü de ağır hapse mahkûm edilmişti. Federasyon sekiz saatlik iş günü kabul edilinceye kadar her 1 Mayıs’ta gösteriler yapılmasını kararlaştırmış ve Enternasyonal bu kararı uluslararası düzeye taşımıştı.


Bugün 1 Mayıs birçok ülkede resmi tatildir ve işçilerle sol partilerin kitlesel gösterileriyle kutlanır. Bazı ülkelerde de 1 Mayıslar siyasal eylem biçimini alır, yasaklanır ve baskı gününe dönüşür.


Türkiye’de 1 Mayıs işçi Bayramı olarak ilk kez 1908-1912 yılları arasında ve 1921’de işgal altındaki İstanbul’da kutlanmıştır. 1925’te işçi Bayramı yasaklanmış, hazırlanan 1 Mayıs bildirisi nedeniyle ağır hapis cezaları verilmiştir.

Aynı yıl 1 Mayıs Bahar ve Çiçek Bayramı ilan edildi ve 1935’te resmi tatil yapıldı. İşçi Bayramı olarak 1963’te Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt yasalarının kabul edildiği 24 Temmuz günü ilan edildiyse de, 1968 yılında kapalı toplantılarla başlayan 1 Mayıs, 1976’da Taksim Meydanı’nda kitlesel bir gösteriyle kutlandı. 1977’de 34 kişinin öldürüldüğü Taksim 1 Mayıs kutlamalarından sonra 1979 yılı 1 Mayıs’ında İstanbul’da sokağa çıkma yasağı konuldu. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 1 Mayıs Bahar Bayramı kaldırıldı. 1985’ten sonra, önceleri açık hava toplantılarına izin verilmese de, 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları tekrar başladı.


Amasra / Bartın

 


27 Şubat 2022 Pazar

Hitit Mitolojisi Telepinu

 


Telepinu: Sunuş


Bu Hitit doğa söylencesi, yeryüzünü verimsiz kılacak şekilde ortadan kaybolan tanrı örneğine uymaktadır. Tanrının varlığını tekrar sağlamak ve böylelikle bereketi de geri getirmek için yapılan dinsel törenleri kapsar.


İlk üç Telepinu tableti tahrip olmuş ve hiçbir zaman bulunamamıştır. Belki de bu yüzden, öyküde Telepinu'nun neden kızgın olduğu anlaşılamamaktadır. Gerçi öykünün sonraki bir yerinde Telepinu'ya davranışını açıklaması için fırsat verilir, fakat bu kez de o anlatmamayı yeğler.


Türünün örneği olan diğer söylenceler gibi Telepinu söylencesi de doğum, ölüm ve yeniden doğuş çevrimini vurgulayarak doğayı, mevsim değişmelerinin nedenlerini açıklar. Eğer söylencenin amacı bu ise, Telepinu'nun öfkesine neden aramak gereksizdir. Çünkü tahminen Telepinu her kızdığında kaybolacak ve her yıl kış mevsimi gelmeden önce birileri onu kızdıracaktır.


Bazı bilim adamları, bu söylencenin, Hititliler toplumlarından kötü güçleri kovmak istedikleri zaman kullanıldığını düşünmektedir. Pek çok kültürde “ev temizliği" gibi dini ayinler, yeni yıl veya baharda ekim mevsiminden önce yapılır.

Telepinu


Canlılara bereket veren Telepinu, bir gün çılgın bir öfkeyle bağırdı. "Çok kızgınım! Kimse yanıma yaklaşmasın!" O kadar öfkeliydi ki sağ ayakkabısını sol ayağına, sol ayakkabısını sağ ayağına giymeye çalıştı. Bu onun öfkesini daha da artırmıştı.


Sonunda ayakkabılarını giydi ve gösterişli bir şekilde çıkıp gitti. Yanına olgunlaşan tohumları, bereketli rüzgârları ve tarlalarda, otlaklarda ve çayırlardaki verimli ürünleri aldı. Kırlara doğru gitti ve bir koru içinde gözlerden uzak bir çayıra geldi. Orada üzerinde bir bitkinlik hissederek uyuyakaldı.


Telepinu'nun öfkesi tüm doğayı üzmüştü. Sis kırların üzerinde girdap gibi dönüyor, evlerin pencerelerini kaplıyordu. İnsanların evlerini duman doldurdu. Kütükler ocaklarda için için yanıyor ve alev almıyordu. Ağıllardaki koyunlar ve ahırlardaki sığırlar birbirlerini bilmezlikten geldiler. Kuzular, danalar bile anneleri tarafından hiçe sayılıyorlardı. Sığırlar, koyunlar ve insanlar artık gebe kalmıyorlardı. Hamile olanlar bile yeni bir cana hayat veremediler.


Tarlalarda artık darı, buğday ve arpa yetişmiyordu. Bütün bitkiler kurudu ve öldü. Nem olmadığı için dağlar tepeler kuraklaştı. Ağaçlar da kurudular ve taze filiz vermediler. Çayırlar kavruldu ve kaynaklar buhar olup uçtu. Ülkede kıtlık ortaya çıktı; hem insanlar hem de tanrılar açlıktan öleceklerinden korkmaya başladılar.


Fırtınalar tanrısı Taru, tanrılara bir göz gezdirdi ve oğlunu merak etti. "Telepinu burada değil" diye bağırdı, "öfkelendi ve bereketli her şeyi yanında götürdü."


Büyük tanrılar ve küçük tanrılar Telepinu'yu aramaya başladılar. Tepelerde ve geniş vadilerde oradan oraya dolaştılar. Gölleri ve ırmakları geçtiler. Ancak onu bulamadılar.


Sonra Güneş Tanrısı "Git Telepinu'yu ara! Bütün yüksek dağları araştır! Derin vadilere bak! Denizin mavi dalgalarını araştır!" diyerek hızlı kartalı gönderdi.


Kartal çok uzakları ve çok geniş bir alanı araştırdı, fakat Telepinu'yu bulamadı. En sonunda güneş tanrısına döndü ve "Telepinu'yu aradım. Yüksek dağların üzerine süzülerek yükseldim, derin vadilerin içine daldım ve denizin mavi dalgalarının üzerinden adeta sıyırırcasına geçtim. Yüce tanrı Telepinu'nun izini bulamadım!" dedi.

Fırtınalar tanrısı kaygılandı ve öfkelendi. Babasının yanına gitti ve "Benim oğlumu kim gücendirdi ki, tohumlar kurudu ve her şey soldu" dedi.

Babası şöyle yanıt verdi: "Onu kızdıran senden başkası değil, sorumlu da sensin!"

Taru karşılık verdi: "Yanılıyorsun! Ben sorumlu değilim." Bunun üzerine babası: "Konuyla ilgileneceğim. Eğer suçlu olduğunu öğrenirsem seni öldürürüm. Şimdi git Telepinu'yu bul!" dedi.


Sonra Taru, ana tanrıça Nintu'nun yanına yaklaştı ve "Telepinu öylesine kızdı ki bütün tohumlar Öldü ve her şey kurudu. Babam, bunun benim hatam olduğunu söylüyor, bu konuyla ilgilenmemi istiyor ve beni öldürecek. Neler oldu? Ne yapacağız? Eğer Telepinu yakında bulunamazsa hepimiz açlıktan öleceğiz" dedi.


Nintu yanıt verdi: "Sakin ol ve sakın korkma, eğer senin hatansa ben düzeltirim. Eğer hata senin değilse, yine düzelteceğim. Bu arada sen Telepinu'yu bul. Senin rüzgârların çok uzaklara ve geniş alanlara yolculuk edebilir."

Böylece Taru, Telepinu’yu aramaya başladı. Oğlunun kentine gitti ve evinin kapısını çaldı. Fakat kimse yanıt vermedi ve kapı açılmadı. Sonra sinirlendi ve Telepinu'nun evine zorla girdi. Fakat oğlunu yine de bulamadı. Aramaktan vazgeçti ve Nintu'ya geri döndü. "Onu evde bulamadım" dedi. "Başka nerelere bakabilirim?"


Nintu yanıtladı: "Sakinleş. Ben onu sana getireceğim. Bana arıyı getir, onu eğiteceğim ve Telepinu'yu arayacak." Taru, Nintu'nun isteğini yaptı ve biraz sonra arıyla birlikte geri geldi.


Nintu ona şöyle dedi: "Küçük arı, git ve Telepinu'yu ara. Onu bulduğunda ellerini ve ayaklarını sok. Ayaklarının üzerinde sıçrayana dek sok onu! Sonra balmumundan biraz al ve gözleriyle ayaklarını sar. Onu arındır ve huzuruma getir!"


Taru, Nintu'yu küçük arıyla görünce, "Büyük tanrılar, küçük tanrılar Telepinu'yu aradılar ve bulamadılar. Nasıl küçük bir arının bu işi bizden daha iyi yapabileceğini düşünüyorsun" dedi. "Kanatları çok küçük ve zayıf, kendisi de son derece küçük ve zayıf bir yaratık. Tanrıların başaramadığı bir işi nasıl becerecek?"


Nintu yanıt verdi: "Taru, kuşkularına karşın an Telepinu'yu bulacak. Sadece sabırla bekle ve gör!"

Arı kentten ayrıldı ve her yerde Telepinu'yu aradı. Akıntılı nehirleri ve uğultulu kaynakları araştırdı. Sıra sıra tepeleri, engebeli dağları, kurak düzlükleri ve yaprakları olmayan ağaçlıkları dolaştı. Çok uzun süren yolculuk, gerçekten büyük bir gayretti ve arı uçarken gövdesindeki bal ve balmumunu tüketmeye başladı.


Sonunda Telepinu'yu ağaçların arasında bir çayırda uzanmış uyur bir halde buldu. Ellerini ve ayaklarını soktu ve sonunda Telepinu'yu derin uykusundan uyandırdı. Telepinu ayağa kalkar kalkmaz, gözlerine ve ayaklarına bir parça balmumu sürdü. Onu arındırdıktan sonra çayırda uyuyarak ne yaptığını sordu.


Telepinu kızgın bir şekilde yanıt verdi: "Sadece çok Öfkelendim ve yürüyüp uzaklaştım. Beni uykumdan uyandırmaya nasıl cesaret edersin! Bu kadar kızgınken beni nasıl seninle konuşmaya zorlarsın!"


Telepinu daha da öfkelenmişti. Azametle ayağa kalktı. Daha fazla zarara neden olmak için pınarlarda hâlâ fışkıran ne varsa önüne set çekti. Akan nehirleri kıyılarından taşırdı ve her yeri harap eden seller yarattı. Su şimdi evleri basıyor, kentleri yok ediyordu. Bu şekilde Telepinu koyunların, sığırların ve insanların ölümüne neden oldu.


Tanrılar dehşete düştüler ve "Telepinu neden bu kadar kızdı? Ne yapacağız? Ne yapacağız?" diye sordular.

Sonra ulu güneş tanrısı, "Bırakın şifa ve sihir tanrıçası Telepinu'yu kutsal nağmelerle sakinleştirsin! Erkek bir insanoğlu getirin. Telepinu'yu arındırmak için büyüsünü kullansın" dedi.


Şifa ve sihir tanrıçası şarkı söylemeye başladı: "Ey Telepinu! İşte sedir ağacının tatlı ve yatıştırıcı kokusu. Yoksun bırakıldıklarımız geri gelsin! işte seni arındırmak için özsu. İzin ver kalbini ve ruhunu güçlendirsin. İşte burada bir darı başağı duruyor, bırak kalbini ve ruhunu cezbetsin. İşte susam da burada! İzin ver kalbini ve ruhunu yatıştırsın, rahat ettirsin. İşte incirler orada duruyor! İncirler nasıl tatlıysa bırak kalbin ve ruhun da öyle tatlı olsun. Zeytin nasıl içinde yağı ve üzüm de şarabı tutuyorsa, sen de kalbinde ve ruhunda krala karşı iyi duygulara sahip ol ve ona karşı nazik davran!"


Telepinu tanrıçanın yanına müthiş bir Öfkeyle yaklaştı. O gelince, karanlık yeryüzü üzerinde ışıklar parlamaya ve şimşekler gürüldemeye başladı.


Şifa ve sihir tanrıçası şarkı söylemeyi sürdürdü. "Telepinu öfkeliyken kalbi ve ruhu tıpkı çalılar gibi yandı. Öyleyse öfkesi, hiddeti ve taşkınlığı kendilerini yakıp yok etsin! Tıpkı maltın kısır olması ve tohum olarak ve ekmek yapmak için kullanılamaması gibi onun kızgınlığı, öfkesi, hiddeti ve çılgınlığı da kısırlaşsın. Telepinu öfkeliyken kalbi ve ruhu ateş gibi yanıyordu, liu ateş nasıl söndüyse öfke, kızgınlık, hiddet ve çılgınlık da sönsün."


Sonunda "Ey Telepinu kızgınlığından, öfkenden, hiddetinden ve çılgınlığından vazgeç! Bir boru içindeki su nasıl yukarı akamazsa, senin Öfken, kızgınlığın, hiddetin ve çılgınlığın da geri dönmesin!"


Tanrılar ağacın altındaki mecliste bir araya gelince erkek İnsan şöyle dedi: "Ey Telepinu, sen ağacı yaz sıcağında bırakınca ürünler hastalandı. Ey Telepinu öfken, kızgınlığın hiddetin ve çılgınlığın bitsin artık. Ey ağaç, baharda beyazlara bürünürsün, ama sonbaharda kıyafetin kan kırmızısı olur. Öküz altından geçtiğinde, tüylerine sürtünür ve yolarsın. Koyun altından geçtiğinde yününü yolarsın. Şimdi de Telepinu'nun öfkesini, kızgınlığını, hiddetini ve çılgınlığını yol! Fırtınalar tanrısı geldiğinde eğer korkulacak derecede kızgınsa, rahip ilerlemesini keser. Sütle pişirilen lapa taştığı zaman, kaşık daha fazla karıştırmaz ve durur. Benim sözlerim de Telepinu'nun öfke, kızgınlık, hiddet ve çılgınlığını durdursun!"


"Telepinu'nun öfkesinin, kızgınlığının, hiddet ve çılgınlığının uzaklaşıp gitmesini sağla!" diye dua etti adam. "Evi, pencereyi, avluyu, kapıyı, kapının ötesini ve kralın yolunu terk etmelerini sağla. Zenginleşen tarlalardan, bahçeden ve meyve bahçesinden ayrılıp çok uzaklara gitmelerini ve orada kalmalarını sağla."

Ve şöyle devam etti: "Onların, Güneş tanrısının her gece öteki diyara gittiği yoldan gitmelerini sağla. Kapıcı yedi sürgüyü, kilidi ve öteki dünyanın kapılarını açtı. Metal kapaklı ve kulplu bronz sandıkları, karanlık yeryüzünün derinliklerinde duruyorlar. İçlerine giren hiçbir şey oradan çıkamaz, çünkü orada yok olurlar. Telepinu'nun öfkesinin, kızgınlığının, hiddet ve çılgınlığının bu sandıkların içine girmesini ve asla geri dönmemesini sağla!"


Adam son olarak, "Telepinu'yu arındırdım, kötülüğü gövdesinden dışarı attım, öfkesini, kızgınlığını, hiddetini ve çılgınlığını uzaklaştırdım" dedi.

Böylece Telepinu evine geri döndü ve ülkesiyle ilgilendi. Sis pencerelerden uzaklaştı, duman evleri terk etti, ocaklarda ateş tekrar yanmaya başladı. Telepinu koyunların ağıllara, sığırların ahırlara girmesini sağladı. Anneler çocuklarıyla, dişi koyunlar kuzularıyla ve inekler buzağılarıyla ilgilendiler ve onlara baktılar. Telepinu kral ve kraliçeyle ilgilendi ve ikisine de uzun bir yaşam ve güç verdi.


Telepinu'nun önüne, üzerinde bir koyun postu asılı olan bir direk dikilmişti. Bu, bereketi simgeliyordu: Verimli tohumlar ve şaraplar, semiz sığırlar, koyunlar ve birbirini izleyen kuşaklar... Bu post, meyvelerle dolu hafif rüzgârları ve yaşayan her şey için bolluğu ifade ediyordu.

Alıntıdır.

Ayasofya Camii

 


TÜRKLERİN YARATILIŞ DESTANI

 



Türklerin, dünyanın yaratılışı hakkındaki duygu ve düşüncelerini, bu konudaki görüş ve inançlarını anlatan bir destandır.  En doğru ve eksiksiz metni, Prof. W. Radloff tarafından tespit edilmiştir.

"Daha yer ve gök yaratılmadan evvel her şey sudan ibaretti. Ne toprak, ne sema, ne güneş, ne de ay vardı. Bütün tanrıların en büyüğü, her mevcudun başlangıcı ve ademoğlunun ceddi Tanrı Karahan evvela kendisine benzer bir mahluk yarattı ve ismine Kişi dedi. Karahan ve Kişi iki siyah kaz gibi rahatça su üzerinde  uçuyorlardı.  Fakat kişi bu mesut sükunetten memnun değildi. O, Karahan'dan daha yükseye uçmak istiyordu. Bu küstahlığı sebebiyle uçmak için lazım olan kuvveti kaybederek, derin ve sonsuz suya yuvarlandı. Tehlike içinde hemen bağulacak bir halde Tanrı Karahan'dan imdat diledi. Karahan, Kişi'ye derinlikten yükselmesini emretti. Kişi  yükseldi. Bunun üzerine Kişi'nin üstüne oturarak batmaktan kurtulması için denizden bir yıldız yükseltti. Kişi artık uçmaya muvaffak olamadığından, Karahan arzı yaratmak tasavvurunda bulundu. Kişi'ye suyun dibine dalarak dipten toprak çıkarmasını emretti ve çıkan toprağı su yüzüne serpti. Kişi toprağı sudan çıkarınca onun bir kısmını kendisine gizli bir arz yapmak için ağzına sakladı. Fakat yukarı çıkınca ağzındaki toprak o kadar şişti ki, eğer Tanrı Karahan tükürmesini emretmeseydi artık nefes alamayarak boğulacaktı. Karahan'ın yarattığı dünya dümdüz bir sahadan ibaretti; lakin Kişi'nin ağzından çıkan  toprak her  tarafa  fırlayarak bütün  arzı bataklık ve  tepeciklerle örttü. Bunun üzerine çok hiddetlenen Karahan bu itaatsiz Kişi'ye Arlık lakabını verdi ve onu nur ve ziya dairesinden kovdu, ondan sonra arzda yerleşebilecek başka adamlar yarattı. Dokuz  dallı  bir ağacı yerden bitirerek her bir dalın altında bir  adam yarattı  ki,  bunlar dünyadaki dokuz insan cinsinin cetleridir. Arlık arzın bu yeni sakinlerinin o kadar güzel ve iyi olduklarını görünce, onları kendisine vermesini Tanrı Karahan'dan istedi. Karahan razı olmadı, lakin Arlık onları fenalığa sevk ederek zorla kendisine çekmeyi biliyordu. Karahan Arlık'ın bu aldatışlarına kolayca kapılan bu ahmaklara çok kızdığından bundan böyle insanoğlunu kendi haline terk etmeye karar verdi.  Arlık'ı  yeniden  lanetleyerek yeraltı  karanlık  aleminin  üçüncü tabakasına kovdu,  kendisi  için  de  semanın  on yedinci  tabakasını bütün sakinleriyle birlikte yarattı ve böylece semanın en yüksek tabakasını ikametgah olarak seçti. Kendi başlarına kalan  insanlara hami ve öğretici olarak büyük May-tere'yi geri gönderdi. Arlık güzel semayı görünce o  da kendisi  için bir sema yaratmaya karar verdi ve bu maksatla "Karahan''ın  müsaadesini  aldıktan  sonra  kendi  tebasını  -yani aldattığı fena ruhları-  orada iskan etti.  Fakat bu  fena  ruhlar, Karahan'ın yarattığı arzdaki insanlardan çok iyi yaşıyorlardı. Bu hal Karahan'ın canını sıktı. Arlık.'ın semasını yıkmak için kahraman Mandişire'yi gönderdi. Onun kuvvetli mızrak darbeleri altında, gök inlediği zaman  Arlık'ın  seması  parça  parça yarılarak toprağa  düştü, o zamana kadar düz olan arz, düşen yıkıntılar sebebiyle bozularak büyük dağlar, derin boğazlar, balta girmez ormanlar vücuda geldi. Karahan Arlık'ı arzın en derin  tabakasına sürdü; ki  orada ne  güneş, ne ay, ne de yıldız ziyası vardı. Karahan ona, dünyanın sonuna kadar orada oturmasını emretti:'

Görüldüğü gibi gerek bu destanda, gerekse bu destanın muhtelif şekillerinde ara sıra İslamiyet'in ve daha çok Budizm'in tesirlerine rastlanır.  "Mandişire" ve "May-tere'' adlarında Budizm tesirleri açıktır. Bu destana göre  "Tanrı Karahan" on yedinci kat gökte yaşamakta ve oradan krunatı idare etmektedir. Ondan sonra sırasıyla üç büyük ulllhiyet (Allahlık sıfatı, Tanrılık vasfı)  daha  vardır;  ki  bunlardan "Bay Ülgun" (Bay-Ülgen) on altıncı katta Altın Dağöa altın bir taht üzerinde oturur. Yedinci katta  "Gün Ana" yani  güneş,  altıncı katta "Ay Ata" vardır.


Tattığımız Ve Kokladığımız Moleküller

 


Tat ve koku duyuları, insanın dünyasını güzelleştiren algılardır. Bu duyulardan alınan zevk çok eski çağlardan beri merak konusu olmuş ve bunların aslında molekül etkileşimleri oldukları yeni yeni keşfedilmiştir.

Tat ve koku dediğimiz algılar, aslında çeşitli moleküllerden başka bir şey değildir. Örneğin vanilya kokusu, çeşitli meyve ve çiçek kokularının hepsi uçucu moleküllerden ibarettir. Atomlar bir yandan canlı ve cansız maddeyi oluştururken, diğer taraftan da maddeye lezzet katmaktadır. Peki bu nasıl gerçekleşmektedir?

Vanilya kokusu, gül kokusu gibi uçucu moleküller, burun epitelyum denilen bölgesindeki titrek tüylerinde bulunan alıcılara gelirler ve bu alıcılarda etkileşime girerler. Bu etkileşim beynimizde koku olarak algılanır. 2-3 cm2'lik bir koku alma zarıyla kaplı burun boşluğumuzda şu ana kadar yedi tip farklı alıcı tespit edilebilmiştir. Bu alıcılardan herbirine temel bir koku denk düşer. Aynı şekilde insan dilinin ön tarafında da dört farklı tip kimyasal alıcı vardır. Bunlar tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. İşte tüm duyu organlarımızın alıcılarına gelen moleküller beyin tarafından kimyasal sinyaller olarak algılanır.

Günümüzde tat ve kokunun nasıl algılandığı konusu yeteri kadar anlaşılabilmiştir ama bilimadamları neden bazı maddelerin çok, bazı maddelerin az koktuğu, neden bazılarının tatlarının hoş ve bazılarının da kötü olduğu konusunda bir görüş birliğine varamamışlardır.

Bir düşünelim. Kahverengi, sadece kendine has kötü bir kokusu olan topraktan yüzlerce çeşit, hoş kokulu ve lezzetli meyveler ya da binlerce renk, biçim ve kokuda çiçek oluşmaktadır. Hiçbir kokunun, hiçbir lezzetin varolmadığı bir dünyada da yaşıyor olabilirdik. Lezzet ve koku kavramını bilmediğimiz için de, bu algılara sahip olmayı istemek aklımıza bile gelmezdi. Atomlar bir yandan maddeyi oluşturmak için olağanüstü bir şekilde biraraya gelirken, neden tat ve koku oluşturmak üzere de ayrıca biraraya gelirler? Tat ve kokunun var olması insanlar için temel bir ihtiyaç değildir. Ama muhteşem bir sanatın ürünü olarak dünyamıza apayrı bir lezzet boyutu katmaktadırlar.

Diğer canlılarla bir karşılaştırma yaparsak, kimi canlılar sadece ot, kimileri de daha farklı maddeler yerler. Şüphesiz ki bunların ne hoş bir kokuları, ne de hoş lezzetleri vardır. Bizler de gayet tabii, onlar gibi tek çeşit gıda ile beslenebilirdik. Ömrünüzün sonuna kadar sadece tek bir çeşit yemek yeseydiniz ve yalnızca su içseydiniz hayatınız nasıl olurdu?

Bu açıdan renk ve koku, diğer tüm nimetler gibi, sonsuz lütuf ve ikram sahibi Yaratıcı'nın insana karşılıksız sunduğu nimetlerindendir. Yalnızca bu iki algının varolmaması dahi insanın hayatını büyük ölçüde tatsızlaştırmaya yeterdi. Kendisine verilen tüm nimetlere karşın, İnsana düşen ise kendisini her yönden kuşatmış böyle sonsuz bir ikram karşısında Rabbi'ne gereği gibi teşekkür ederek, O'nun dilediği gibi bir kul olmaya çalışmaktır. Böyle bir tutum karşısında Rabbi kendisine, bu dünyada yalnızca numunelerini sunduğu nimetlerin çok daha üstünlerini sınırsız bir biçimde barındıran ebedi bir hayatı vaadetmektedir. Aksine, yani nankör, umursuz, Rabbi'nden gaflet içinde geçirilen bir yaşamın karşılığı ise şüphesiz yine bu tutuma layık adaletli bir karşılık olacaktır:


Rabbiniz şöyle buyurmuştur:'Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir. (İbrahim, 17)

Alıntıdır.

26 Şubat 2022 Cumartesi

BİYOLOJİ SÖZLÜĞÜ

 


A


Abiyogenez:Canlıların cansız maddelerden meydana geldiğini savunan görüş.

Açık dolaşım: Kanın damarlardan dokular arasındaki özel boşluklara yayılıp, madde alış-verişi olduktan sonra toplayıcı damarlarla kalbe dönmesine denir.


Adaptasyon: Canlının yaşama ve üreme şansını artıran çevreye uyumunu sağlayan ve kalıtsal olan özellikleri.


Adenin:Adenintimin protein çiftinin bir azotlu bir bileşeni.


Adenozin trifosfat (ATP):Canlıların doğrudan kullandığı hücresel enerji molekülü, biyolojik enerji.


Adrenalin:Böbrek üstü bezinden salgılanan hormon.


Aerobik solunum: Hücrede yalnız moleküler oksijenin kullanıldığı bir solunum şeklidir.


Aglütinasyon:Kan hücrelerinin kümeleşerek pıhtılaşması.


Akson: Sinir hücrelerinin uzun uzantısı.sinaptik bağlantıların sağlantığı uzantılardır


Aktif taşıma: Yarı geçirgen bir zarda maddelerin az yoğun ortamdan çok yoğun ortama enerji harcayarak geçmesi olayıdır.


Aktin: Kaslarda kasılmayı sağlayan protein yapıdaki ince iplikler.


Alel:Bir karakter üzerinde aynı yada farklı yönde etkili olan iki veya daha fazla genden herbiri.


Alg:Sulu ortamda yaşayan tek hücreli organizmalardır.Foto sentez yada fagosite yaparak beslenir


Allantoyis kesesi: Yumurtaiçindeki metabolik artıkların depolandığı embriyonik kese.


Alveol:Akciğerlerde genişlemiş küçük kesecik.


Amino asit: Proteinlerin yapı taşıdır. Bir amino asit, amino grubu (NH2) ile bir karboksil grubu (COOH) taşıyan bileşiklerdir. Çok sayıda amino asit peptid bağları ile bağlanarak proteinleri oluşturur.


Amonyak (NH3): Protein metabolizması sonucu oluşan azot ve hidrojen bileşimi olan keskin kokulu bileşik.


Anaerobik solunum: Hücrede moleküler oksijenin kullanılmadığı bir solunum şeklidir.


Anizogami:Farklı şekil, büyüklük ve yapıdaki gametlerin birleşimiyle yapılan eşeyli üreme şekli.


Antiasit: Asit giderici


Antidiüretik hormon: Böbreklerden suyun geri emilmesini sağlayan ve hipofizin arka lobundan salgılanan hormon.


Antijen:Canlı vücuduna dışarıdan giren ve antikor oluşmasını sağlayan yabancı madde.


Antikodon:RNA'daki üçlü baz dizilişi.


Antikor:Vucuda giren yabancı maddeleri(antijen) yok etmek için vücudun ürettiği savunma maddesi.


Apandis:İnce bağırsak ile kalın bağırsağın birleştiği yerde parmak şeklinde bir çıkıntı.


Apandisit:Apandisin iltihaplanması.


Apoenzim:Enzimin koenzim olmadan etkinlik gösteremeyen protein kısmıdır.


Atmosfer basıncı:Atmosferin yer yüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç. Deniz seviyesinde, 760 mm'lik civa sütununun 1 cm2 alana yaptığı basınç "1 atmosfer" basıncıdır.



Amino-asit:Hücrelerimizi oluşturan proteinlerin yapıtaşı olan "canlı" moleküller. 20 ayrı türü vardır. Vücudumuzdaki proteinlerin hangi amino-asitlerden oluşacağını genlerimiz belirler.

B


BAC (bakteriyel yapay kromozom): DNA parçacıklarını kopyalamakta kullanılan ve bir cins bakteride bulunan bir madde.


Bağışıklık:Bir organizmada, mikroorganizmalara ve bunların oluşturduğu maddelere karşı oluşturulan normal olmayan şartlara karşı koymayı sağlayan, doğal yada sonradan kazanılmış direnç.


Bakteri:Monera aleminde yer alan zarla çevrili gerçek ve belirgin çekirdeği ve organelleri bulunmayan prokaryotik yapıdaki en ilkel tek hücreli canlı.


Bal özü:Çiçekler tarafından salgılanan tatlı ve genellikle kokulu bir sıvı.


Başkalaşım: Bazı böcek ve kurbağa gibi canlıların, yumurtadan çıktıktan sonraki gelişme evrelerinde yapısal değişikliğe uğrayarak atalarına benzer hale gelmeleri.


Bazal metabolizma: Hayatın devamı için şart olan asgari metabolizma faaliyeti.


Bazal metabolizma hızı: Besin alınması ve hareketsiz durumda vücudu canlı tutmak için gerekli enerji tüketimi.


Beyin: Omurgalılarda kafatası içindeki merkezi sinir sisteminin bir bölümü.


Bistüri:Laboratuarda kullanılan keskin bıçak.


Biyogenez:Canlıların kendilerine benzeyen canlılardan oluştuğunu açıklayan görüş.


Biyokütle: Belirli bir alan ve hacimde bulunan canlı ağırlığa biyokütle denir.


Biyosfer:Dünyadaki bütün canlıların yaşadığı 16-20 km kalınlığında tabaka. Biyosferin deniz seviyesinden 8-10 km'si atmofere, 8-10 km'si okyanusların dibine doğru uzanır.


Blastula:Döllenmiş yumurtanın bölünmeler sonucu, ortası sıvıyla dolu olan bir hücre tabakasından oluşan yapı.


Bowman kapsülü: Nefronun ucunda, glomerulusu saran yarım küre şeklindeki bölüm.


Bronş:Soluk borusundan ayrılan akciğerlere giden iki boru.


Bronşit:Bronşlarda bakterilerin yerleşip üreyerek iltihaplanması.


Biyoteknoloji: Özellikle DNA ve hücreyle ilgili konularda kullanılan biyolojik tekniklere verilen ad.

C


Cenin:Gelişmenin erken dönemindeki embriyoya verilen ad.


Covper bezi: Seminal sıvının oluşturduğu bezlerden biri.


Crossing-over:Eşey ana hücrelerinde gerçekleşen mayoz bölünmenin profaz I safhasında oluşan tetratların kromatitleri arasındaki parça değişimi.


Çenek: Tohum yaprağı. Tohumun yapısındaki bitki taslağında bulunan yapraklardanherbiri.


Çift çenekli bitki (Dikotiledon):Embriyolarında iki çenek yaprak (kotiledon) bulunan bitkiler. İletim demetleri gövdede belirli bir düzende yerleşmiştir.


CDNA:Tamamlayıcı DNA. Haberci RNA şablonundan sentezlenerek elde edilen DNA şeklinde de tanımlanabilir.

D


Dendrit:Sinir hücresinin kısa olan uzantısı.


Deoksiribonukleik asit (DNA): Canlılardaki yönetici molekül. Genetik bilgileri içeren ve hücre çekirdeğinde yer alan ikili sarmal molekül


Deoksiribonukleotid:DNA'nın yapıtaşı olan molekül.


Deoksiriboz: C5H10O4bileşiminde olan ve DNA'nın yapı birimlerinden biri olan şeker. Genel adı pentoz olan monosakkarit.


Deplazmoliz:Plazmolize uğramış hücrenin tekrar su alarak eski haline dönmesi.


Dermis:Hayvanlarda derinin alt tabakasına verilen ad.


Difüzyon:Moleküllerin hareket enerjileriyle çok yoğun ortamdan az yoğun ortama hareket etmesi.


Dihibrit:İki karakter bakımından melez olan bireylere verilen ad.


Dikotiledon:Embriyosunda iki çenek yaprağı bulunan bitki.


Diploid:2n kromozom takımı taşıyan hücre.


Disakkarit:İki mol monosakkaritin dehidrasyonu sonucu oluşan çift şeker. Maltoz, sakkaroz, laktoz gibi.


Diyabet:Şeker hastalığı.


Doğalgaz: Yer kabuğunun içinde metan, etan gibi çeşitli hidrokarbonlardan oluşan yanıcı gaz.


Doku:Belirli bir işi yapmak üzere özelleşmiş hücreler topluluğu.


Dominant: Baskın gen.


Döllenme: Yumurta ve spermin birleşmesi.


Döllenme borusu: Spermlerin yumurtayla birleştiği ve zigotu oluşturduğu tüp.


Döl yatağı: Uterus. Dişi üreme sisteminde, fetusu doğuma kadar beslemek ve barındırmakla görevli kas yapısında bir organdır.


Domain: Bir protein içerisinde bulunan ve kendine ait bir fonksiyona sahip bölüm. Tek bir protein içindeki domain bölümleri, hep birlikte proteinin total fonksiyonunu belirler.

E

Efektör:Bir organizmanın uyarıya karşı reaksiyon gösteren vücut kısmı, örneğin kas.


Ekdoderm:Embriyo gelişimi sırasında meydana gelen dış tabaka.


Eklem:İskelet sistemini oluşturan, iki yada daha fazla kemiğin birbirne eklendiği kısım.


Ekoloji: Canlıların birbirlriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı.


Ekosistem: Bir çevredeki canlı ve cansızların tümü.


Embriyo:Yumurtanın döllenmesinden sonra, oluşan canlı taslağı.


Emülgatör:Besinlere katılan ve onların kararlı emülsüyon haline gelmesini sağlayan katkı maddesi.


Endoderm:Embriyo gelişimi sırasında meydana gelen iç tabaka.


Endokard:Kalbin içini örten bir sıra yassı epitel dokudan oluşan zar.


Endokrin bez: İç salgı (hormon) bezi.


Endosperm:3n kromozomlu besi doku.


Enzim:Hücre içinde üretilen ve bütün hayat olatlarını başlatan, hızlandıran, protein yapısındaki Katalizör proteinlere verilen ad. Biyokimyasal tepkimelerin gerçekleşme sürecini hızlandırır, ancak sürecin oluş biçimini etkilemezler.


Epididimis:Erkek üreme sisteminde, testislerin üzerinde bulunan spermlerin olgunlaştığı ve kısa bir süre depolandığı yer.


Epitel: Vücut dış yüzeyini, organların iç yüzeyini örten hayvansal doku.


Erepsin:Proteinlere etki eden ince bağırsak özsularında bulunan enzim.


Ergotin:Çavdar mahmuzu özütü. İlaç yapımında kullanılır.


Eşey:Cinsiyet.


Eşeyli üreme: Farklı iki eşey hücresinin birleşmesiyle bir canlı oluşması.


Eşeysiz üreme: Bir canlının özelleşmiş üreme hücrelerini meydana getirmeden tıpatıp atasına benzer canlıların oluşmasını sağlayan üreme şeklidir.


Etoloji:Canlıların davranışlarını inceleyen bilim dalı.


E.coli:Küçük boyutlu gen yapısı dolayısıyla genetik hastalık göstermeyen ve laboratuarda kolaylıkla üretilen bir cins bakteri. Bu sebeplerden dolayı genetik çalışmalarda yaygın biçimde kullanılır.


Elektroforesis:DNA parçacılkları ya da proteinler gibi iri molekülleri, benzeri moleküllerle birarada bulunduğu karışımlarından ayrıştırmakta kullanılan bir yöntem.

F


Fagositoz:Hücre zarından geçemeyen büyük katı moleküllerin yalancı ayaklarla hücre içine alınmasıdır.


Farinks:Ağız ve burun boşluklarıyla, gırtlak ve yemek borusu arasındaki boşluk, yutak.


Fauna:Belirli bir coğrafi alanda bulunan hayvan türlerinin tümü.


Fermantasyon: Bazı mikroorganizmaların ürettiği enzimlerin etkisiyle organik maddelerin uğradığı değişiklik.


Fetüs:Embriyonun üçüncü aydan doğuma kadar tüm organ taslakları oluşmuş hali.


Fibril:Telcik. (miyofibril=kas telciği; nörofibril=sinir telciği)


Fibrin:Kanın pıhtılaşmasıyla oluşan ipliksi, ağsı yapı.


Filogenetik sınıflandırma:Canlıların akrabalık derecelerine göre sınıflandırılması. Doğal sınıflandırma.


Filtre:Akışkan olan sıvı yada gazı süzmeye yarayan gözenekli madde. Akışkandaki asıltı, çamursu ya da katı maddeleri ayırmaya yarar.


Fitoplankton:Çoğunlukla bir hücreli su yosunlarından oluşan, sularda yaşayan bitki topluluğu.


Fiziksel Harita: DNA'daki kalıtıma bağlı olmayan, yani her DNA'da bulunan tanımlanabilir nirengi noktalarını gösteren tablo. İnsan genleri için en ayrıntısız fiziksel harita 23 kromozomun eklemlenmelerini gösterir. En ayrıntılısıysa kromozomlardaki nükleotid dizilerini gösterir.


Fizyoloji: Canlılardaki yaşamsal olayları (işleyişi) inceleyen bilim dalı.


Flora:Belirli bir coğrafi alanda bulunan bitki türlerinin tümü.


Folikül:Memelilerde yumurtalıkta bulunan ve olgunlaşmış yumurtayı taşıyan kesecik.


Fosfodiester bağı: DNA'daki fosfat ile şeker arasındaki bağ.


Fosforilasyon: ATP üretimi.


Fosil:Milyonlarca yıl önce yaşamış canlıların korunarak bu güne kadar gelmiş kalıntıları.


Fotoreseptör:Işığı algılayabilen duyu hücresi, almaç.


Fotosentez:Yeşil bitkilerin, güneş enerjisi ve klorofil pigmenti yardımıyla CO2ve H2O'dan besin maddelerini üretmesidir.


Fundus: Midenin genişlemiş kısmı.

G


Gamet:Erkek ve dişi üreme hücresineverilen ad.


Gangliyon:Merkezi sinir sistemi dışında bulunan, sinir hücrelerinin gövdelerinden oluşan sinir düğümü.


Gen: DNA molekülünün ortalama 1500 nukleotitten oluşmuş canlının kalıtsal özelliklerinden herhangi birini taşıyan parçası. Kalıtımın temel fiziksel ve işlevsel birimi. Her gen, protein veya RNA molekülü gibi özel bir işlev taşıyan kromozomların belli bir noktasındaki nükleotid dizilerinden oluşur.


Gen Ailesi: Benzer ürünler veren ve birbiriyle yakından ilintili genlerin meydana getirdiği grup.


Gen Haritalaması: Bir DNA molekülündeki genlerin göreceli konumlarının belirlenmesi. Bu haritalamada hangi genin bir diğerine göre molekülün neresinde yar aldığı ve aralarında neler bulunduğu belirlenir.


Gen Tedavisi: Kalıtsal bozukluğun düzeltilmesi için sağlıklı DNA'nın, hastalıklı hücrelere doğrudan zerk edilmesi.


Genetik Kod: RNA boyunca üçlü gruplar halinde bulunan ve protein sentezleme sırasında üretilen aminoasit dizilerinin düzenini belirleyen nükleotid dizileri.


Genetik:Belirli kalıtsal özelliklerin örüntüsünü inceleyen bilim dalı. Genom: Her bir canlının kromozomlarında yer alan kalıtsal malzeme.


Genom Projesi: İnsanın ya da başka canlıların genomlarının tamamının ya da bir kısmının haritasını ve diziliş biçimlerini saptamayı hedeflemeye yönelik araştırmalar.


Glikojen:Hayvanlarda besinlerle alınan karbonhidratların karaciğer ve kaslardaki depo şekli.


Glikoz:(Heksoz) C6H12O6 molekül yapısındaki karbonhidrat.


Gliserin:Lipidlerin (yağların) yapısına katılan temel bir madde.


Glomerulus:Böbrekteki nefronların bowman kapsülü içinde bulunan kılcal kan damarları ağı.


Glukagon: Pankreas tarafından üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı etki yapan hormon.


Gonad:Üreme hücrelerini meydana getiren üreme organları.


Granül:Stoplazmada bulunan küçük tanecikler.


Guatr:Tiroid bezinin büyümesi sonucu oluşan hastalık.


Gutasyon:Bitkilerin yapraklarından damlalar halinde su atılması.

H


Habitat:Bir organizmanın doğal olarak yaşadığı ve üreyebildiği yer.


Haploid:Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom sayısı, vücut hücrelerinin sahip olduğu kromozom sayısının yarısına sahiptir. Kromozom sayısının yarıya inmesi sonucu oluşan "n" sayıda kromozom taşıyan hücrelere haploid hücre denir.


Havers kanalı: Kemik dokudaki, sinir ve kan damarlarının geçtiği kanal.


Hemoglobin:Alyuvarlarda O2ve CO2taşıyan, demir içeren protein.


Hermafroditizm: Her iki eşeyede sahip canlı


Heterosis:(melez gücü) Melezlerin atalarına göre kazandıkları üstünlük.


Hibrit:Melez


Hibridizasyon (Melezleme): Birbirini bütünleyen iki DNA zincirinin biraraya gelerek ikili sarmal biçimindeki molekülü oluşturması.


Hipotalamus:Ön beynin alt bölgesi olup bazı organ ve bezlerin çalışmasını düzenleyen kısmı.


Histoloji: Dokuları inceleyen bilim dalı


Homeostasi:Bir organizmanın içinde yaşadığı ortamla madde alış verişi yaparak, kendi iç ortamını belli sınırlar arasında dengede tutması.


Homojen:Bütün birimleri aynı yapıdai, aynı nitelikte olan


Homolog kromozom: Biri anneden, diğeri babadan gelen aynı gen çiftine sahip kromozomlar.


Hormon:Vücudun bir kısmında oluşturulan sonrada difüzyonla yada kan dolaşımıyla diğer kısımlarındaki hücrelere taşınarak onların çalışmalarını düzenleyen özel maddeler.


I


Islah:Bitki yada hayvanlarda türün iyileştirilmesi işlemi.


İmplantasyon:Döllenmiş yumurtanın rahim'in (uterus) Yumuşak dokusuna gömülmesi, döl tutma


İnorganik madde: Canlılardan elde edilmeyen ve canlıların yaşadığı çevrede bulunan maddeler(karbondioksit, su, tuz vs.)


İnsülin:Pankreasın ürettiği kan şekerini azaltan hormon


İnterferon: Hücrelerin virüslere karşı ürettiği özel savunma maddesi.


İris:Gözün saydam tabakasının altındaki damar tabakadan oluşan renkli kısmı.


İzolasyon:Ayrılma, yalıtım. Biyolojide herhangi bir sebeple populasyondaki fertlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin kesilmesi.

K


Kadavra:Tıp öğreniminde üzerinde çalışmak için hazırlanmış ölü insan ya da hayvan vücudu.


Kapalı Dolaşım: Kanın kalp ve damarlardan oluşan kapalı bir sistem içerisinde dolaşmasıdır.


Kas tonusu: İskelet kaslarının, dinlenme durumundaki kasılı hali.


Katalizör: Kimyasal tepkimeye katılmadan tepkimenin hızını artıran madde


Kazein:Sütte bulunan bir çeşit protein.


Keratin:Omurgalı hayvanların derisinin, tırnak saç, boynuz gibi yapılarında bulunan, suda çözünmeyen sert protein.


Klon:Genetik olarak birbirinin aynı olan canlılar.


Klorofil:Fotosentaz olayında güneş enerjisini kimyasal enerjiye çeviren yeşil pigment maddesi.


Kloroplast:Yeşil rekli klorofil pigmentini taşıyan plastid.


Kodon:Özel bir amino asiti şifreleyen üç nukleotitten olşan mRNA üzerindeki birim.


Kohezyon: Aynı cins moleküller arasındaki çekim kuvveti.


Kohlea:İç kulakta salyongozda bulunan yapı.


Kolesistokinin:İnce bağırsaktan salgılanan ve karaciğeri uyaran hormon.


Koloni: Aralarında işbölümü yapan tek hücreli organizmaların bir araya gelerek topluluk oluşturmaları.


Kolloid:Parçacık büyüklüğü 1-100 mm olan madde


Kondrin:Kıkırdak yapı hücrelerinin salgıladıkları ara madde.


Kondrosit:Kıkırdak doku hücreleri.


Konjugasyon:İki hücrenin geçici olarak gen alış-verişi yapmak için birleşmeleri.


Konsantrasyon:birim hacimde bulunan madde miktarı.


Kornea: Gözün ön tarafında sert tabakanın saydam kısmı.


Kozmik:Yıldızlar arası, uzaylarla ilgili olan


Kozmik madde: Evreni meydana getiren madde.


Kromotin iplik: Dinlenme halindeki ökaryot hücrenin çekirdeğinde bulunan kromozomların karmaşık hali.


Kromozom: Prokaryot ve ökaryot hücrelerde üzerlerinde genleri taşıyan DNA ve nükleoproteinden oluşmuş yapı. Hücrenin kendi kendini eksiksiz olarak kopylalamasına yarayan tüm bilgileri içeren ve hücre çekirdeğinde yer alan DNAlar.


Kroner damarlar: Kalbi besleyen ince atardamarlar.


Krossing over: Mayoz bölünmede, tetratların kromotidleri arasında karşılıklı gen alış-verişi, parça değişimi.


Kilobase:1000 nükleotidlik DNA parçalarını esas alan ölçü birimi.


Klon Bankası (Genom arşivi):Bir canlının tüm genomunu temsil eden DNA parçacıklarının klonları.

L


Lenf:Akyuvar içeren, kan plazmasına benzeyen renksiz sıvı.


Lokus: Kromozomların üzerlerinde genlerin bulunduğu özel yerler.


Lop:Beyin, karaciğer gibi organların parçaları bölümleri.


Lökosit:Akyuvar, fagositoz yapan, antikor üreten, renksiz kan hücresi.


Lütein:Folikül hücrelerinde meydana gelen, yumurta sarısına renk veren pigment.

M


Matriks:İçinde biyolojik olayların oluştuğu cansız, sıvı ortam.


Melez: Herhangi bir karakter yönünden farklı iki arı dölün çaprazlanması sonucu oluşan heterozigot döl.


Mesane: Boşaltım sisteminin idrar toplanan torbası.


Mezenşim: Embriyonun gastrula safhasında aktoderm ve endoderm arasında meydana gelen hücre yığını.


Metabolizma:Canlı organizmanın hücreleri içinde meydana gelen ve enzimlerle kontrol edilen olayların hepsi. Metabolizma ile enerji üretimi ve madde yapımı gerçekleştirilir. ATP üretimi ve protein sentezi iki önemli metabolik reaksiyondur.


Metagenez: Döl değişimi.


Mezoderm:Embriyo gelişimi sırasında meydana gelen orta tabaka.


Mezozom: Bakterinin üremesi sırasında bakteri zarından kıvrımlar yaparak meydana gelen mitokondri benzeri yapı.


Mikron (m ): Milimetrenin binde biri (1m =1/1000 mm)


Mitoz:Bir hücreden aynı özellikte iki yeni hücre oluşturan hücre bölünmesi.


Miyelin:Bazı nöronların aksonlarının dışını saran, uyartı iletimini hızlandıran yağlı madde(kılıf)


Miyokard:Kalp kası


Miyozin: Kas hücrelerinde kasılmayı sağlayan protein yapıdaki kalın iplikler.


Modifikasyon: Çevre etkileriyle canlıların fenotiplerinde meydana gelen değişiklikler.


Monohibrit:Tek karakter bakımından melez.


Monomer:Büyük moleküllerin hidrolizi sonucu oluşan en küçük yapı birimi.


Monoploid: (Haploid) tek (n) sayıda kromozoma sahip hücre.


Mukoza: Sindirim borusu, soluk borusu gibi iç organların iç yüzeyini örten ve mukus sıvısı salgılayan ince tabaka.


Mukus: Mukozada yer alanmukus hücreleri tarafından salgılanan kaygan, sümüksü koruyucu sıvı.


Mutaston:Canlılarda çevre şartlarıyla meydana gelen ve kalıtsal olan DNA dizisinde ortaya çıkan ve kalıtımla aktarılabilen değişiklik.

N


Nefridyum:Omurgasız hayvanlarda bulunan boşaltım organı.


Nefrit:Böbreklerdeki nefronların iltihaplanması sonucu oluşan hastalık.


Nefron:Omurgalı böbreğinin, idrar oluşturan yapısı ve işlev birimi.


Nitrit asit: (HNO3) Niterat asidi. Yüksek derecede aşındırıcı, renksiz ve dumanlı sıvı. Zehirleyicidir ve şiddetli yanıklara yol açar.


Nöroglia:Sinir dokuda nöronlara desteklik yapan yardımcı hücreler, ara nöronlar.


Nöron:Sinir hücresi.


Nötr atom: Elektron ve proton sayısı birbirine eşit olan atom


Nükleoprotein:proteinlerin nukleik asitlerle kurduğu moleküler birlik.


Nükleotid:Nukleik asitlerin ( DNA, RNA) yapı birimleri.


Nukleus (Çekirdek) :Hücredeki genetik malzemeyi barındıran kısım.

O


Oksidasyon:(Yükseltgenme) Elektronların bir atom ya da molekülden ayrılmasını sağlayan kimyasal tepkime.


Oogenez: yumurtanın meydana gelmesi olayı.


Oosfer: Yumurta hücresi, dişi gamet.


Organel:Hücre içinde belirli bir görevi yapmak üzere özelleşmiş ve zarla çevrili yapılar. Çekirdek, mitokondri, kloroplastlar gibi.


Organogenez:Embriyo tabakalarından organların meydana gelmesi.


Osein:Kemik dokunun ara maddesi.


Osteosit:Kemik dokuyu oluşturan kemik hücreleri.


Otolit:Kulak taşı.


Osmoz:Suyun yoğunluğunun çok olduğu yerden az olduğu yere doğru, yarı geçirgen zardan geçmesi.


Ototrof:Kendi besinini kendi yapabilen canlılar.


Ovaryum:yumurtalık, yumurtaların meydana geldiği yer.


Onkogen:Bazı türleri kanserle de ilşkili olan bir gen. Onkogenlerin çoğu doğrudan ya da dolaylı olarak hücrelerin büyüme hızını etkiler.


Otoradyografi:Özel maddelerle boyanmış moleküllerin ya da molekül parçalarının röntgen ışınlarıyla incelenmesi.


Ökaryot hücre: Zarla çevrili organelleri ve gerçek çekirdeği olan hücre.


Özümleme:Canlı organizmanın, dışarıdan aldığı besin maddelerini parçalayıp yeniden kendine özgü maddelere dönüştürmesi.


Özüt:Bir doku örneğinin parçalanmış hali.

P


Parasempatik:Organların çalışmasına yavaşlatıcı etki yapan otonom sinir sisteminin bölümü.


Partenogenez:Yumurtanın döllenme olmaksızın gelişerek yeni canlı meydana getirmesi.


Patojen:Hastalık yapıcı özelliği olan mikroorganizma veya madde.


Patoloji:Hastalık bilimi, hastalığın nedenlerini araştıran uzmanlık dalı.


Pepsin:Mide öz suyunda bulunan ve proteinleri sindiren enzim.


Pepton:Proteinlerin mide öz suyunda sindirime uğramış son hali.


Periost:Kemik zarı. Kemiklerin dışında bulunan, kemik dokunun beslenmesini onarılmasını sağlayan zar.


Peristaltik:Sindirim sistemi gibi bazı organların çeperlerindegörülen ritmik ve kuvvetli kasılıp gevşeme hareketleri. Bu ritmik kasılma dalgalarıorgan içindeki maddeyi hareket ettirmeye yardımcı olur.


Periton:Karındaki organları saran iki katlı karın zarı.


pH:Bir sıvının asit veya bazlık derecesini gösteren değer.


Pigment:Hücrelere özgü renk veren madde.


Pinositoz:Hücre zarından doğrudan geçemeyecek kadar büyük moleküllü sıvı maddelerin hücreye alınması.


Plasenta: Çoğu memelide embriyonun besin ve gaz alış-verişini sağlayan yapı.


Plazmid: Bakteri stoplazmalarında bulunan ve kromozom gibi davranan DNA'lar.


Pleura:Akciğerleri saran iki katlı zar. Akciğer dış zarı.


Polipeptid: Protein molekülünün yapısında bulunan amino asit zincirlerinin bir parçası.


Populasyon: Belirli bir bölgede yaşayan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluk.


Por:Gözenek, küçük delik.


Prokaryot hücre: Zarla çevrilmiş özel organelleri ve gerçek çekirdeği olmayan hücreler. Bakteriler ve mavi-yeşil algleri içine alan monera alemindeki canlılar.


Protein: Yapısında karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi elementleri bulunduran temel moleküllerdir. Amino asitlerin peptid bağlarıyla birleşmesinden oluşur. Belli bir sırada dizilmiş bir veya birkaç amino-asit zincirinden oluşan büyük moleküller. Bu dizilişi genetik kodlamadaki nükleotidler belirler. Proteinler vücudumuzdaki hücrelerin, dokuların ve organların oluşması, işlevlerini görebilmesi ve bunu uyum içinde yapmaları için gereklidir. Her proteinin kendine özgü bir işlevi vardır. Sözgelimi hormonlar ve enzimler adlarını duyduğumuz protein türlerinden ikisidir.


Protoplazma: Hücrenin çekirdeği ile sitoplazmasına verilen ad.

R


Refleks yayı: Duyu, ara ve motor nörondan oluşan en basit mekanizma.


Rekombinant DNA: Farklı biyolojik kaynaklardan elde edilen DNA moleküllerinin birleşmesinden oluşan yapı. Hücre sıvısında ve çekirdeğinde bulunan kimyasal bir maddedir. Protein sentezlemesi başta olmak üzere hücre içi kimyasal faaliyetlerde çok önemli bir rolü vardır. Yapısı DNA'ya benzer. Ama herbiri farklı işlevlere sahip birkaç cinsi vardır.


Rekombinasyon: Mevcut genlerin yeni genotipleri oluşturacak şekilde bir araya gelmesi.


Rektum:Kalın bağırsağın anüsle sonlanan düz kısmı.


Rejenerasyon:Canlılarda görülen, yaraların ve yıpranmış organların yenilenmesi olayı.


Replikasyon:DNA'nın kendini eşlemesi.


Reseptör:Çeşitli uyarıları alabilen ve duyu organlarının yapısında bulunan özelleşmiş hücre, hücre grupları veya sinir uçları. Almaç


Resesif gen: Etkisini fenotipte gösteremeyen ve çekinik olan gen.


Restriksiyon enzimi: DNA'yı parçalamaya, kesmeye yarayan enzimler.tyutn


Retina:Gözün ağ tabakası.


Ribozomal RNA: Hücre ribozomlarında bulunan bir çeşit RNA.


Ribozom:Hücrede protein sentezinin yapıldığı yerlerdir. Özel ribozomal RNA'larla proteinler içerir.

S


Sarkolemma: Kas telini saran zar.


Sedimentasyon: Çökelme.


Segmentasyon:Bir vücut yada yapının benzer parçalara bölünmesi, zigotun geçirdiği bölünme evreleri.


Sekretin:On iki parmak bağırsağının salgıladığı hormon.


Seleksiyon:Seçilim, ayıklama.


Sentromer:Kromozomlarda kardeş kromotidleri bir arada tutan kısım.


Serum:Kanın, pıhtılaşmasından sonra hücrelerinden ayrılmış, açık sarı renkli sıvı kısmı.


Sinaps: İki nöronun veya nöronla başka bir hücrenin bağlandığı yer.


Sitoloji:Hücreyi inceleyen bilim dalı.


Sperm: Erkek üreme hücresi.


Süksesyon: Bir bölgede yaşayan çeşitli türlerin belirli bir zaman içinde birbirlerini izleyerek ortaya çıkmaları; ekolojik süksesyon.


Süspansiyon:Asıltı. Bir akışkan içinde yüzen sıvı parçacıkların oluşturduğu sistem.

T


Tetrat: Mayoz bölünme sırasında homolog kromozomların birbirlerine sarılarak oluşturdukları dört kromotitli yapı.


Transgenik canlı: Rekombinant DNA teknolojisiyle yabancı bir genin yerleştirildiği canlı.


Transkripsiyon:(yazılma) DNA ipliklerinin birinden genetik bilgilerin yeni sentezlenen mRNA'ya aktarımı.


Translasyon: (okuma) mRNA'nın sentezlendikten sonra stoplazmadaki ribozoma bağlanıp amino asitleri tRNA'lar yardımıyla sıraya koyması.


Tümör:İnce bağırsağın iç yüzeyindeki, sindirilmiş besinleri emip kana karıştıran parmaksı uzantılar. ,


Telomere: Kromozomun bitiş kısmı. Bu özel yapı, doşğrusal DNA moleküllerinin kendi kendini üretmesi ve dengeli yapısını koruması işlerine yarar Transkripsiyon: Bir DNA parçasından kopyalanan RNA sentezi.

V


Varyasyon: Bir türün bireylerindeki aynı karakterin farklı şekilleri, değişiklik, çeşitlilik.


Vitellus:yumurta sarısı.Döllenme sırasında yumurtanın beslenmesi sağlayan mukopolisakkarit,protein ve yağ karışımından oluşan madde


Virüs:Sadece içine girdiği bir başka hücre içinde yeniden üreyebilen ve hücresel yapısı olmayan canlı. Virüsler bir protein kılıfı içindeki nükleik asitlerden ibarettir. Bazılarınınsa basit bir zarı vardır. Virüsler çoğalmak için, içine girdikleri hücrenin sentezleme yeteneğinden yararlanır.

Y


Yoğunluk:Herhangi bir maddenin bir birim hacminin kütlesi.


Yumurta: Dişi üreme hücresi.Dişi gamet hücresi

Z


Zar:Hücreyi ve çoğu organelleri çevreleyen lipit ve proteinlerden oluşan yapı.


Zigot: Döllenmiş yumurta hücresi.


Zooloji:Biyolojinin hayvanları inceleyen dalı. 

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak