Kara
Kara rengin de Türk mitolojisine dayanan anlamlar ifade ettiği ve fakat tarihî seyir içerisinde bu rengin olumludan olumsuza çok değişik anlamlarda kullanıldığı bilinmektedir. Ancak, muhakkak gibi görünen husus şudur ki, İslâmî dönemde Abbasî halifelerinden meşrûluk fermanı alan Türk hanedanlarına gelinceye kadar Kara’nın Türklerde (Gazneliler ile ilgili kayıtları istisna edecek olursak), hükümranlık rengi olarak yaygın bir şekilde kullanıldığına dair fazla bilgiye sahip değiliz.
Kara’nın Şaman Türkler açısından ifade ettiği anlamlar ile ilgili olarak, Abdülkadir İnan şu bilgileri veriyordu: “Altaylıların akidelerinde ruhlar aru (pâk, temiz, arı) veya kara (habis) zümrelerine ayrılırlar. Bunlara Tös de denir. Tös denilen bu ruhlardan Karatös grubuna yer altı tanrısı Erlik de dahildir. Altaylılar en ağır ve elemli felâketleri Erlik’in faaliyetiyle alâkadar bilirler. Erlik, yer altında kara çamurdan yapılmış sarayında oturur. Erlik, büyük kara ruh sayılır. O’nun kızlarını da “dokuzu da müsavi karalar” olarak adlandırırlar”. Yine, yukarıda Kazak-Kırgız Türklerinin hurafelerinde Albastı’nın iki çeşit olduğuna, birinin Kara albastı diğerinin de Sarı albastı olduğuna işaret edilmişti. Bu Kara veya Kara Albastı, ciddî ve ağırbaşlı bir ruh olarak da telâkkî edilirdi. Şamanist Türkler lohusa kadınları Kara albastı (karabastı-karakura)’dan korumak ve karayı defetmek için kara baksı çağırırlardı.
Diğer taraftan Türk mitolojisinde kara, umumiyetle toprak rengi olarak, yağız yer anlayışı ile birlikte kullanılmıştır. Her halde önce yağız yer kullanılmış, kara toprak sonradan söylenir olmuştur. Daha önce ifade edildiği üzere eski Türklerde halk tabakasına mensup olanlara da kara (karabudun -avam) denildiği gibi kara kul, karavaş veya karabaş deyimleri de “köle” anlamında kullanılmıştı.
Yine, işaret edildiği üzere kara renk, Türklerde herhalde binlerce yıldan beri kuzeyin sembolü olarak kullanılmıştır. Çünkü, çeşitli kavimler ile kültürler, kuzeyin karanlıklar ülkesi olduğu üzerinde birleşmişlerdir. Nitekim Müslümanlar da kuzeye “Diyâr-ı Zulmet” demişlerdir. Bundan dolayı Türkler, kuzeyle ilgili ne varsa onları, kara tanıtması ile tanıtmışlardır. Meselâ, Oğuz Destanı’nda, kuzeyde oturan İt-Barak adlı kavmin derileri de siyahtı. Kuzeyden esen rüzgârlar da “Kara yel” idi. Kara kış ise, çetin, zorlu, şiddetli kış anlamında olup, bu anlam Türkçede “kadır” kelimesi ile de adlandırılmıştır (kadır kış=kara kış). İşte, Kara kelimesinin hükümdar ve hanedan sıfatı olarak kullanılmasının (zorlu, güçlü, sert, çetin hükümdar) olduğu gibi “kadır” sıfatının da hükümdarlar için kullanılmasının kaynağı budur. Ayrıca, “kara yel” deyiminde de, soğukluk ve şiddetlilik anlamlarının ifade edilmek istendiği açıktır.
Diğer taraftan yas ve mezar bayrakları da Türk kavimlerinin inanışlarında büyük bir yer tutmaktadır. Bugünkü Doğu Türkistanda mezarlara bezden bir bayrak asılır. Altayların kuzeyindeki Şamanist Türkler ise, mezara bir paçavra bağlamakla yetinirler. Bizim “yatırlara bez bağlama” geleneğimiz de bu inancın her halde bize kadar gelen bir uzantısı olsa gerektir. Ölü veya yas evine, belki de birden fazla bayrak asılıyordu. Çünkü, Dede Korkut’ta yas evinden söz edilirken, “Karalı göklü otağ” (karalı yeşilli çadır, veya ev) deniliyordu. Ancak, bunların birer bayrak olup-olmadıklarını da kesin olarak bilemiyoruz. Yine “kara-gök” eşlemesi, Türk kozmogonisinin ana sembolü olan renklerdir. kara, yerin; gök (mavi) renk ise göğün sembolleridirler. Ancak, Dede Korkut’ta yas dolayısıyla ifade edilen “kara giyinip-gök sarınma” (kara giyinip yeşil sarınma) ile karalı-göklü yas çadırında söz konusu olan gök, yeşil renk olup, Türklerin tipik yas renklerinin, yani siyah ile yeşil’in birlikte kullanıldığının ifadeleridir. Karahanlılar devletinde vezirlerin siyah ipekten yapılmış çetr kullanmaları ve hil’atlerinin de muhtemelen siyah olması, büyük ihtimalle onların kara budundan (halktan) olmalarının bir işareti idi.
İslâmi döneme gelince, Hazret-i Peygamber’in üç sancağından siyah olanını Abbas’a vermesinden dolayı bu renk Abbasîlerin şiarı olmuştu. Dolayısıyla Abbasî halifelerinden meşrûluk fermanı alan Türk sülâlelerinde de, hâkimiyet (hükümranlık) sancakları siyah olmuştur. Ancak, Selçukluların mensup bulunduğu Kınık boyunun bayrağının siyah olmasının bu gelenekle herhangi bir ilgisi olup-olmadığını şimdilik bilemiyoruz. Fuat Köprülü, Gaznelilerin siyah bayrağı ile ilgili olarak da şunları ifade etmektedir: “Gazneli sülâlesinin şiarı, yani sembolü olarak siyah renk, eski Türklerde - hiç olmazsa bazı mühim Türk zümrelerinde - bu rengin sembolik renk olmasından mıdır, yoksa Abbasî halfeleri ile samimiyetlerinden; cihad’ı temsil etmelerinden dolayı Abbasîlerin siyah hil’at ve bayrak göndermelerinden midir? bilemiyoruz” dedikten sonra, Selçukluların da Anadolu Selçuklularının da resmî renginin siyah olduğunu ifade etmekte ve “Gaznelilerde de, Büyük Selçukluları devam ettiren Anadolu Selçukluları ile Harizmşahlarda da hükümdar sancaklarının siyah renkli oluşu, umumiyetle Selçuklu hükümdarlarının Abbasîlere manevî bağlılıklarını göstermektedir” demektedir”. Anadolu Selçuklu tarihinin yazarlarından İbn Bîbî’nin, Kâhta fethinden bahsederken kaydettiği bayrağın da siyah renkli oluşu, şüphesiz, Selçukluların bu geleneği ile ilgilidir. Yine Selçuklu geleneğine bağlı olan Salgurluların bayrağının da siyah renkli olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlılarda ise, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye birlikleri için siyah bayrak yapılmış olması, şüphesiz Hazret-i Peygamber’in siyah sancağı ile bağlı geleneğin, Selçuklulardan Osmanlılara varan bir uzantısından başka birşey değildir.
Fakat, bazı Türk devletlerindeki bu siyah renkli sancak veya bayrak olayı ile ilgili olarak şu hususu da ifade etmekte yarar vardır. Türkler, Abbasoğullarına saygı, daha doğrusu onlardan meşrûluk beratı almış olmaktan kaynaklanan saygı ve bağlılık ile ve biraz da hânedanlar arası veraset anlayışıyla, zaman zaman ve bazı yerlerde bu siyah bayrağı kullanmışlardır. Ancak, Türklerin duygulandıkları bazı renkler vardır ki (beyaz, al-kızıl, yeşil, sarı gibi), bunları hiçbir zaman bir kenara bırakmamışlar, başta al -kızıl savaş bayrağı olmak üzere, diğerlerini de yaygın olarak kullanmışlardı. Gerçekten de Türkleri kara bir bayrağın ardından veya onun altında akına, şehadete veya göçe sevkedebilmenin düşünülmesi zordu.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder