3 Nisan 2022 Pazar

MANEVÎ ve MİLLÎ DEĞER İFADESİ OLARAK RENKLER

 Sarı


Türklerde sarı rengin, dünyanın merkezinin sembolü olarak kullanıldığına işaret edilmişti. Bu anlayışın da onların en eski inançlarından olan Şamanizm’den kaynaklandığı görülmektedir. Gerçekten de hayır ilâhı Ülgen’in altın kapılı sarayı ve altın tahtı, Türklerde hep sarı renk (altın sarısı = sırma rengi) ile ifade edilmiş ve Ülgen’in tahtı nasıl devletin, ülkenin ve dünyanın merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk de dünyanın merkezinin sembol rengi olmuştur.



Yine bu Şamanist dönemde Türklerin inanışları arasında Sarı albastı veya Sarı Albıs adlı koruyucu bir ruhun varlığı da anlaşılmaktadır. Bu konuda merhum Abdülkadir İnan bize şu bilgiyi vermektedir: “Gerek Şaman gerekse Müslüman Türklerin halk hurafelerinde bugüne kadar yaşayan ve mühim rol oynayan ruhlardan biri Al yahut Albastı’dır. Kazak-Kırgız Türklerinin hurafelerine göre albastı iki nevi olup, biri Kara Albastı, diğeri de Sarı Albastı’dır. Buna uygun olarak, Uranha-Tuba (Tuva) ve Yakut Türklerinin Şaman dualarında Şaman (Kam) bu ruha, “Sarı Albıs” diye hitabediyor ve ondan yardım istiyordu. Diğer taraftan Kazak-Kırgız baksıları (din adamları) da galiba bu ruhu “derde derman olan ey sarı kız gel” diye çağırıyorlardı ki, bu son ifadeden onların bu ruhu bir sarı kız şeklinde tahayyül ettikleri anlaşılmaktadır. Kuzey Türk destanlarında görülen sarı at kurban edilmesi de Sarı’nın Şamanist dönemdeki anlamı ile ilgili bulunmaktadır.



Kanaatimizce, Ülgen’in altın tahtının sembolü olarak dünyanın merkezinin işareti diye kabul edilmiş olan sarı renk, bu sembol anlamını Türklerin çizmelerinin (edik) rengi olarak da uzun yıllar sürdürmüştür. Zira, bilindiği gibi Türkmenler (Oğuzlar) yüzyıllarca, sarı edik ile kızıl keçeden külâh giymişlerdir. Halkımız arasında bugün de çok yaygın olarak kullanılan “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” deyiminin de kaynağı işte bu tarih ve kültür geleneğimizdir.



Oğuz-Türkmen geleneğindeki bu kızıl börk-sarı edik (çizme) geleneği ile ilgili olarak bir başka Türk anlayışını da burada kaydetmekte yarar vardır. Merhum Bahaeddin Ögel, al bayrak anlayışı ile ilgili olarak şu dikkate değer tespiti nakletmektedir: “al bayrak” gök, güneş ve yerdeki toz ile uyuşturulmuş ve böylece görkemli ve muhteşem bir sahne canlandırılmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un derlediği, “ağdı (yükseldi, yüceldi) kızıl bayrak; toğdu (yani tozup, yükseldi) kara toprak” sözü, bayrağın açılıp yükselmesi, yerdeki kara toprağın yükselmesiyle bir kompozisyon, bir birleşme oluşturuyordu. Bayrak gökleri tutuyor, toprak ise tozarak, yerleri tutuyordu”. Buradan hareketle şunu söylemek mümkündür: Oğuz-Türkmenler gökleri tutan kızıl bayrağın sembolü olarak başlarına kızıl börk; dünyanın merkezinin ifadesi olarak da ayaklarına sarı edik giymişlerdir. Burada şu hususa da işaret edelim ki, kızıl börklü Oğuz-Türkmenler Safevî dergâhının propagandaları sonucunda Anadolu’dan İran’a göçmeye başladıklarında, Anadolu’da kalan Sünnî Oğuz-Türkmenler başlarındaki kızıl börkün üzerine “Osmanlı mücevvezesi” beyaz sarık sarmışlar ve İran’a gidenler ise kızıl börklerini muhafaza ettiklerinden dolayı onlara “kızılbaş” adını vermişlerdir. Dolayısıyla, bazı halk izahlarında değişik bazı anlamlandırma biçimleri doğru değildir ve kızılbaş deyiminin aslı, Türklerin millî renk saydıkları kızıl (al) renkli keçe börk giyen kimse anlamından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de eski Türk kaynaklarında kırmızı bayrağın daha çok kızıl bayrak diye adlandırıldığını, bunun sadece Türklere mahsus olduğunu, bunun bağımsızlık, şeref ve şehadetin (şehitliğin) sembolü olarak kullanıldığını biliyoruz.



Türklerde sarı rengin hükümranlık rengi olarak kullanılması ile ilgili tarihî bilgilere baktığımız zaman ise: Meselâ Uygur Türk yazılı belgelerinde “sarıg urunggu” yani sarı bayrak, bir burcun adı olarak geçmektedir. Dede Korkut Destanlarında geçen “saru tonlı Selcan Hatun” (sarı elbiseli Selcan Hatun) tanımlaması, hatunluk elbisesinin de sarı olduğunu gösterir mahiyette olması bakımından dikkate değer. Buhara kuşatmasını gösteren bir İran minyatüründe Harezmşahların bayrağının da sarı renkte olduğu görülmektedir. Diğer taraftan merhum Fuat Köprülü, Kudüs fethinde Selâhaddin Eyyubî’nin ordusunda sarı bayrak kullanıldığını; esasen hükümdara mahsus sancağın renginin de sarı olduğunu; mamafih daha sonraki Eyyubî ordularında Türk geleneğine uygun olarak sarı ve kırmızı bayrakların kullanıldığını ifade ettikten sonra, “yine sarı renkte çetr kullanan Eyyubîlerin sarıyı seçmelerinde Fatımî an’anelerinin tesiri de vardır” demektedir.





Eyyubîlerden sonra Mısır’da kendi devletlerini kurmuş olan Memlüklerde (kölemenlerde), ipekten yapılmış ve üstünde hükümdarın ismi ve lâkabı yazılmış, sırma ile işlenmiş sarı renkteki bayrak çok süslü olup, bu bayrağa “Sancak-ı Sultanî” (Sultanlık Sancağı) denirdi. Gerçekten de Mısır Memlük hükümdarlarının başları üstünde götürülen veya bulundukları yere dikilen bu sarı ipekten büyük sancağa Arapça Isaba denirdi. Fuat Köprülü bu husus ile ilgili olarak, “Memlük sultanlarının resmî rengi sarı idi ve sarı renkli bayrak geleneğinin Osmanlılara da Memlüklerden geçtiği çok açıktır” demektedir.



Bu cümleden olarak sarı bayrağın Osmanlılarda da kullanıldığını, bunun özellikle silâhdar bölüğünün bayrağı olduğunu, bayraklarının renginden dolayı silâhdarlara “Sarı Bayrak” adının verildiğini biliyoruz.


Diğer taraftan, XIX. yüzyıl başlarına ait bir bayrak albümünde, İran bayrağı olarak gösterilen, sarı zemin üzerinde üçgen şeklinde konulmuş üç hilâlden oluşan bayrağın, Kaçarlar devrinde kullanılmış bir bayrak olduğu zannedilmektedir.



Ayrıca, Türk-İslâm devletlerinin amblemlerinde sarı rengin, hususiyle Cengiz Han İmparatorluğu’nun genişlemesinden sonra çoğalıp -yaygınlaştığı da anlaşılıyor. Cengiz İmparatorluğundaki bu uygulamanın Uygur kaynaklı olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, bazı Uygur belgelerinden öğrendiğimize göre Cengiz Han’dan çok önceleri Uygur Türk kültür çevrelerinde, yukarıda işaret edilen Sarı Bayrak gerçeğinden başka, bir de “Sarı Ordu” (sarı başkent) anlayışı vardı. Gerek eski Uygur Hakanlarının uygulamalarından, gerekse meşhur tarihçi Hâfız-ı Âbrû’nun kayıtlarında yer alan Oğuz Destanı’ndaki Türk hakanlarının, atalarından kalan bir altın otağları bulunduğuna kesin olarak inandıklarını biliyoruz. Bu inancın kaynağı da şüphesiz, yukarıda işaret edilen hayır ilâhı Ülgen’in altın kapılı sarayı ile altın tahtından gelmektedir. Göktürk yazıtları da altından söz açarken, yalnızca altın demiyorlar “sarıg altun” yani sarı altın diyorlardı. Daha doğrusu sarı renk ile altın, çoğu zaman birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Sarı rengin Cengiz Han döneminden sonra muhtelif devletlerde ve bu cümleden olarak Memlüklerde ve Altın Ordu’da çok kullanılması hususu ile ilgili olarak merhum Bahaeddin Ögel şu kanaatını kaydetmektedir: “Sarı bayraklar Mısır Memlük devletinde çok görülüyorsa, bu normaldir. Çünkü Memlük devletini idare edenler, çoğunlukla Güney Rusya’dan, yani Altın Ordu devletinin topraklarından veya bu geleneğin uzantısından geliyorlardı. Altın Ordu hakanı ve kurucusu Batu Han’ın başkentinin adı da Sarı -Ordu idi. Ancak, Cengiz Han’ın sancağı, Türk geleneğine uygun olarak beyazdı”. Burada bizce asıl dikkate değer olan ve çok açık bulunan husus şudur. Altın Ordu devletinin adındaki altın’ın sembolü Sarı’dır ve onun için bu devlet sarı renk ile ifade edilmiş olup, başkentinin adı da bu anlamın tam bir ifadesidir. Yani açıkça görülen odur ki, sarı renk; hayır ilâhı Ülgen’in altın tahtının renginden, Altın Ordu’nun rengine kadar hep aynı inanç ve geleneğin ifadesi olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla sarı, Türk inanç ve millî gelenekleri arasında oldukça önemli yer tutmuş olan bir renk ve bir semboldür.


Alıntıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak