Hitit kanunlarının tamamında ima edilen aile örgütlenmesi babaerkil aile tipidir. Erkeğin çocukları üzerindeki hakimiyeti, öldürdüğü bir kişinin yerine bir erkek çocuk vermesi gerektiğiyle (44A) ve evlilik konusundaki, bir baba kızını damada "verebilir" ifadesiyle açıklanmıştır. Erkeğin karısı üzerindeki hakimiyeti evlilikte kullanılan söczük düzeninin tamamında üstü kapalı bir biçimde belirtilir: Damat eşini "alır" ve sonra ona "sahip olur"; eğer kadına zina yapılarak sahip olunmuşsa, erkek kadının yazgısına karar verme hakkına sahiptir.
Anadolu'nun bazı kısımlarında, özellikle Likyalılar arasında, anaerkil sistemin Heredotus zamanında hâlâ yürürlükte olduğunu biliyoruz ve Hititler arasında kadınların bazı imtiyazlardan yararlanmakta olmaları bu daha ilkel sistemin izlerini temsil ediyor olabilir. Oldukça muğlak bir kanun (171) bir annenin oğlunu evlatlıktan reddedebileceğiyle ilgili belli koşulları bildirir ve bir başkasında (28 ile 29) bir kadının evlenecek kızlarının elden çıkarılmasında babayla birlikte karar verebileceği ifade edilmektedir. Muhtemelen, Hitit kraliçelerinin oldukça bağımsız konumları olması ile erken dönem Hitit Krallığı'ndaki istikrarsızlığın da benzer bir kaynağı vardır.
Hititlerin evlenmeyle ilgili âdetleri Babil'dekilerine büyük benzerlik göstermektedir. İlk adım, damadın türlü hediyelerinin eşlik ettiği nişanlanmaydı. Ancak nişan tümüyle bağlayıcı değildi, çünkü ilk nişanlısının vermiş olduğu hediyeleri olduğu gibi geri vermesi şartıyla genç kızın, ailesinin rızası olsun veya olmasın, bir başka erkekle evlenmesinin yolu hâlâ açıktı. Evlilikte ise, damat gelinin ailesine (Hititçe kıışata) sembolik bir hediye verirdi. Babilonya'daki karşılığı tam olarak terhatu'dur. Fakat birçok nedenlerden dolayı, bu hediyeyi 'gelinin bedeli' ve Hititler ile Babil'de evliliğin "gelinin satın alınması" olarak bilinen bir orijine sahip olduğunun delili olarak değerlendirmek muhtemelen yanlıştır. Aynı zamanda gelin, babasından bir çeyiz (Hititçe iwa.ru) alırdı. Eğer bundan sonra evliliğin tamamlanması damat tarafından geri çevrilir ya da gelinin ailesi tarafından önlenirse, bu, anlaşmanın bozulduğu anlamına gelirdi: Nişanlılık iptal edilirdi ve suçlu taraf, damatsa kuşata'sını geri alamayarak; gelinin ailesiyse kuşata'nın iki veya üç katı tazminat ödeyerek, cezalandırılırdı. Normalde evlenen çiftler birlikte bir ev kurardı, fakat bir başka düzenleme ise evlenen kadının babasının evinde kalmasıydı —ki bu âdet Asurlular arasında da vardı. Evliliğin tamamlanmasından sonra kadın tarafından yapılan zina ölümle cezalandırılırdı. Eğer kadın kocasının evinde yaşıyorduysa, öldüğünde çeyizi kocasının mülkü olurdu. Eğer kadın babasının evinde yaşıyorduysa, böyle bir şey gerçekleşmezdi —tabletin tam bu kısmı kırıktır, fakat öyle görünüyor ki çeyiz çocuklarına kalıyordu. Kanun, yakın akrabalar arasındaki evliliği yasaklayan ayrıntılandırılmış düzenlemeleri içermektedir. Bir erkeğin annesi veya kızı ve karısının annesi, kız kardeşi ve eski bir evlilikten olma kızı veya babasının bir başka evliliğinden olan karısı veya erkek kardeşinin karısı ile yaşadıkları sürece cinsel ilişkide bulunması yasaktır. Bu düzenlemeler arasındaki 193. hükümde, bir erkek ölürse dul kalan eşinin önce kocasının erkek kardeşi, sonra (tahminen erkek kardeşi ölürse) babası ve sonra eğer babası ölürse yiğeniyle evleneceği ifade edilmektedir. Bu hüküm içeriği itibarıyla açıkça yasaklanan konulara bir istisna oluşturur ve daha önce belirtildiği gibi bu buraya bir ifadeyle eklidir: "Cezalandırılabilir değildir". Ancak bu kanun, İbranilerin ölen bir erkeğin çocuksuz eşiyle evlenmesi kardeşinin, o mümkün olmazsa babasının veya hayatta olan en yakın akrabalarından birinin görevi olduğunu bildiren evlilik âdetiyle (levirat) dikkat çekecek ölçüde benzerlik gösterir. Ölen erkeğin adı ve mirası bu birleşmeden doğan çocuklara geçerdi. Bu âdet, Yahuda ile Er (Tekvin XXXVIII) ve Rut ile Boaz (Rut IV) hikayeleriyle örneklenir. Amacının ölen kişinin ailesinin devamlılığını sağlamak, yani "isminin İsrail'den silinip gitmesini önlemek"tir (Çıkış XXV. 6). Babilliler ve Asurlular bu sonuca başka yollardan ulaşmak istediler ve tevrata ihtiyaç duymadılar. Fakat 193. hüküm, her ne kadar bir başka amaçla ilgili bölüme konulmuş ve açıkça kanunun bütünlüklü bir ifadesi olması amaçlanmamışsa da, bu âdetin Hititler arasında da mevcut olduğunu kanıtlamaktadır. Buna benzer şekilde 190. hükümde babanın ölümünden sonra üvey anne ile cinsel ilişkide bulunmanın cezası olmadığı belirtilir, fakat bu yine muhtemelen eskiçağ toplumlarında yaygın olan bir âdetin var olduğuna işaret etmektedir, ki bu sayede erkek evlatlar babalarının eşlerini miras olarak alırlardı (kendi öz anneleri bunun dışındadır). Bir antlaşma metninde Hititlerde kız kardeş ile erkek kardeş arasındaki evliliğe izin verilmediği belirtilir. Ancak kanunlarda bundan hiç bahsedilmez.
Hititlerde her iki tarafın köle olduğu evlilikler geçerliydi. Böylesi evlilikleri düzenleyen altıdan az olmayan sayıda kanun vardır, fakat tuhaf bir biçimde değişik yorumların birbirlerine uymadıktan görülmektedir.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder