2 Nisan 2022 Cumartesi

Kuzey Avrupa Söylenceleri - 6

 Volsung Sigurd II. Bölüm


(Odin, Sigurd'a atı Grani'yi seçmesi için yardım eder. Öğretmeni Regin, Sigurd'a cüce Andvari'nin hâzinelerinden ve Andvari'nin bu hazineler üzerindeki lanetinden söz eder.)


Sigmund'un oğlu Sigurd, doğduğu andan itibaren alışılmışın dışında bir çocuktu. Danimarka kraliyet sarayında sevgi ve saygı görerek büyütüldü. Onunla karşılaşan herkes, boyuna posuna, gücüne, cesaretine, becerilerine, zekâsına ve iyi yürekli oluşuna hayran kalıyordu. Kuzey ülkesinde Sigurd'un yetenekleriyle boy ölçüşebilecek kimse yoktu.


Sigurd'un öğretmeni dökümcü olarak ün yapmış, Regin adında yetenekli bir adamdı. Regin Sigurd'a birçok dilde konuşmayı, eski harfleri okumayı, silah kullanmayı ve bir prensin bilmesi gereken diğer tüm marifetleri öğretti.


Bir gün Regin Sigurd'a: "Sana Danimarka kralının hizmetçisiymiş gibi davranılması beni hayrete düşürüyor" dedi.


"Yanılıyorsun" diye karşılık verdi Sigurd. "Canım ne isterse yapabilirim. Ve eğer bir şey dilersem, kral bunu bana yüreğinde sevinç duyarak verir."


"Öyleyse ondan sana bir at vermesini istemeni öneririm" diye öğütledi Regin.

Sigurd krala gitti ve şöyle dedi: "Sanırım artık kendi atıma sahip olacak yaşa geldim. Onu kendim eğitmek isterdim."


Kral yanıtladı: "istediğin atı ve diğer gerekli şeyleri al." Sigurd hemen büyük salondan ayrılarak kraliyet atlarını bulmak için yola koyuldu. Daha önce hiç görmediği uzun sakallı, yaşlı bir adama rastladığında bir ormanın kıyısında yürümekteydi. Adam mavi bir pelerin ve alnını gölgeleyen geniş kenarlı bir şapka giymişti. Ve yalnızca tek gözü vardı.


"Volsung Sigmund'un oğlu Sigurd, nereye gidiyorsun?" diye sordu yaşlı adam.

"Kraliyet atlarını bulmaya gidiyorum efendim" diye yanıtladı Sigurd. "içlerinden en iyisini kendime almak istiyorum. Bilge birine benziyorsunuz. Benimle gelip bana öğüt vermek ister miydiniz?"


"Ben de tam bunu düşünüyordum" dedi yaşlı adam. "Atları hızla akan nehre sürmeliyiz, böylece cesaretlerini ve güçlerini denemiş oluruz."

Böylece yaşlı adam ve delikanlı, kraliyet atlarını buldular ve onları hızla akan nehre sürdüler. Atları teker teker azgın sulardan atlattılar. Bazıları öyle ürkekti ki suya girmediler bile. Diğerleri korkuyla arka ayakları üzerinde şahlanarak geri dönüp kuru toprağa koşuştular. Sadece bir at suyun karşı tarafına geçti. Güzelliği görülmeye değerdi. Rengi kırdı, çok genç olmasına karşın olağandışı iri ve sağlam yapılıydı.


"Seçmem gereken kır olan" diye haykırdı Sigurd. "Onu daha önce bu atların arasında gördüğümü anımsamıyorum; görsem mutlaka anımsardım. Seçimim hakkında ne düşünüyorsunuz?"


"Akıllıca ve iyi bir seçim yaptın Volsung Sigurd" diye yanıtladı yaşlı adam. "Bu kır at, benim atım Sleipnir'in soyundan geliyor. Onu iyi besle ve ona iyi bak. Yaptıklarının karşılığını atların en iyisi olmakla verecektir." Bu sözleri söyler söylemez gözden kayboldu.


Bunun üzerine Sigurd kendisine yardım edenin Herkesin Babası Odin olduğunu anladı. Atına Grani adını verdi ve onu çok iyi eğitti.


Regin hâlâ tatmin olmamıştı. Bir gün Sigurd'a dedi ki: "Bir köylü delikanlısıymışsın gibi burada, kraliyet topraklarında oyunlar oynamakla yetinmene şaşırıyorum doğrusu. Yeterli yaş ve ustalığa eriştin. Kahraman Volsung'ların kanını taşıyorsun. Ama söyle bana, serüven için gerekli cesarete sahip misin?"


"Kuşkusuz sahibim" diye atıldı delikanlı. "Hangi hâzineyi düşünüyorsun? Nerede? Ve almaya uygun olduğunu nereden biliyorsun?"


Regin yanıtladı: "Düşündüğüm, Ejderha Fafnir'in koruduğu hazinedir, ve Gnita Fundalığı'ndadır. Herhangi bir yerde bir arada bulabileceğinden daha fazla altının üzerinde oturur ve böyle bir hazine en açgözlü kralın bile gözünü doyurur."


"Bana yardım etmeye mi çalışıyorsun, yoksa beni öldürmeye mi?" diye sordu Sigurd. "Bu yaşta olmama karşın ben bile o ejderhanın hâzinelerinden söz edildiğini duydum. Ejderha çok büyük ve kötü. Hâzineyi korumaya devam ediyor, çünkü onunla dövüşmeye cesaret edip de canlı kalan yok. Başka herkesin başarısız olduğu bir işte nasıl başarılı olmamı beklersin?"


"Belli ki sen bir Volsung değilsin" diye karşılık verdi Regin. "Baban çocuk masallarının yüreğini korkuyla doldurmasına asla izin vermezdi. Yüreği cesaret doluydu, korku değil. Serüvenleriyle kendilerine şan ve onur kazananlar arasında Volsung Sigmund hepsinin en önde geleniydi. Oğlunun sıradan bir ejderhadan korktuğunu görse kim bilir ne kadar utanırdı?"


"Daha o kadar gencim ki, henüz babamın gücüne ve ustalığına ulaşmamış olduğuma hiç kuşku yok" dedi Sigurd. "Ancak bana korkak demeni hak etmiyorum doğrusu. Bana neden böyle davranıyorsun? Sanırım alaycı sözlerinin arkasında başka bir gizli niyet var."


"Gerçekten de var" dedi Regin. "Sana anlatmak için yıllardır beklediğim bir öykü var. Artık yaşın geldi, ben de seni eğittim. Hazırsın. Öyküme iyi kulak ver, çünkü bu benim yaşamımın öyküsüdür."


"Babam Hreidmar büyük gücü ve büyük serveti olan bir adamdı, bize de büyü sanatındaki becerilerini öğretti. Üç oğlu vardı. Fafnir, Otter ve ben. Fafnir, gerek fiziksel güçte gerekse açgözlülükte babamıza en çok benzeyenimizdi. Doğaüstü bir yeteneği vardı. Canı istediğinde şeklini değiştirebiliyordu.


Otter, Fafnir'den tamamen farklıydı. Basit, iyi huylu ve nazikti. Balık avlamayı çok severdi ve bu işte epey ustaydı. Fafnir gibi o da şekil değiştirebiliyordu. özellikle susamuru şekline girmek çok hoşuna gidiyordu. O şekliyle, bütün günlerini şafaktan günbatımına, bir şelale gölünün yanı başındaki nehrin kıyısında geçirirdi.


Otter, balık avlamak için sulara dalıp, sonra yakaladığı balıkları yüzerek gelip kıyıya bırakmaya bayılırdı. Güneşin batma zamanına kadar büyükçe bir balık yığını toparlamış olurdu. Yakaladığı balıkları bir ağa doldurup babamıza getirirdi. Tek başına yemek yer, sonra da uyurdu. Toprak üzerindeki hiçbir şey ilgisini çekmezdi. O da zamanının büyük bir çoğunluğunu su samuru görüntüsü içinde geçirirdi. Bir günden diğerine balık avlayarak yaşar giderdi.


Ben kardeşlerimden farklıydım. Daha sıradan bir konuda üstündüm. Metaller üzerinde çalışmaktan zevk alıyordum ve zamanla gümüşten ve altından olduğu kadar demirden de nesneler yapmakta ustalaştım.


Otter'in gözde balık avlanma yerinin yanındaki şelalenin arkasında, Andvari adında bir cüce yaşıyordu. Zaten şelalenin adı da Andvari'nin Gücü'ydü. Otter gibi Andvari de şekil değiştirebiliyor ve balık avlamaya bayılıyordu. Turna balığı şekline girip şelaleden yukarı çıkan daha küçük balıkları yiyordu. Şelaleden yukarı öyle çok balık yüzerdi ki, her zaman hem Otter hem de Andvari'nin istediğinden fazla balık olurdu.


Bir gün tanrılardan Odin, Loki ve Hoenir, sıradan ölümlüler kılığında yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlardı. Tanrıların evi Asgard'dan çıkıp köylü halkın evine konuk olmaktan pek hoşlanırlardı. O gün rastlantı eseri üç tanrı Andvari'nin Gücü'ne geldiler. Güneş gökte alçalmıştı ve artık akşam yemeği zamanıydı. Otter bir som balığı yakalamış, nehrin kıyısında tembel tembel onu yemeye hazırlanıyordu.


Loki, som balığını ve su samurunu görerek, “Tek bir taş alıp şu susamurunu öldürebilirim, böylece yemek için bir susamurumuz, bir de som balığımız olmuş olur. Bu kadarı kesinlikle bizi doyuracaktır" dedi. Büyükçe bir taş aldı ve bir atışta Otter'i öldürdü. Tanrılar daha sonra susamurunu ve sombalığını alarak babamın evine doğru yürüdüler.


"Geceyi burada geçirebilir miyiz?" diye sordu Odin, babam kapıyı açtığında. "Hepimize yetecek kadar yiyecek de getirdik."

Hreidmar nazikçe konukları içeri buyur etti. Ancak Loki'nin elinde sallanan susamurunu görünce hiddetlendi. "Siz ne biçim konuklarsınız!" diye kükredi. "Oğlumu öldürmüşsünüz. Bu nezaketinize aynı şekilde karşılık vereceğim!"


Bu sözlerle birlikte Fafnir'e ve bana işaret verdi. Konuklarımızı çabucak yakaladık ve onları zincirle sıkıca bağladık.


"Şimdi ölmeye hazırlanın" diye haykırdı Hreidmar, "işlediğiniz suçun karşılığını yaşamlarınızla ödeyeceksiniz."


"Bize haksız yere zalim davranıyorsunuz bayım!" diye şikâyet etti Odin. "Oğlunuzun ölümü bir kazaydı. Yol arkadaşımın öldürdüğü şey, sıradan bir su samurundan farksız görünüyordu. Oğlunuzun kendisini bir hayvana dönüştürdüğünü nasıl bilebilirdik ki? Eğer bizi serbest bırakmayı kabul ederseniz, size istediğiniz kadar wergild ödemeye hazırız. Bizim ölülerimizin yerine hazine kabul eder misiniz?


"Pekâlâ" diye yanıtladı Hreidmar. "Oğlum Otter'i katletmenizin bedeli olarak onun yaşamı için belirlediğim ödemeyi yapmanızı istiyorum, önce bu su samuru derisinin içini tamamen altınla doldurun. Sonra kuyruğunun üstüne dikip dışarıdan tamamını altınla kaplayın. Kürkünün tek bir tüyü bile görülmemeli. Eğer kabul etmezseniz, oğlumu öldürdüğünüz için üçünüzü de öldürürüm ."


Ve sözlerini şöyle bitirdi: "Aranızda altınları kimin toplayacağını tartışabilirsiniz. Diğer ikiniz bedel ödenene kadar burada tutsağım olarak kalacak."


Odin ve Hoenir korku içinde Loki've baktılar. Ve Odin Loki'ye dedi ki: "Sanırım en iyisi wergild'i senin toplaman olacak. Çünkü hem bizden çok daha kurnazsınız hem de altın bulmak için nereye bakılacağını bilirsiniz. Ev sahibimize gelince, göründüğü kadarıyla sözünü tutacak bir adam olduğunu söyleyebilirim."


Loki'yi serbest bıraktığımızda, denizin dibine indi ve deniz tanrıçası Ran'dan geniş bir ağ ödünç aldı. Ve ağla birlikte Andvari'nin Gücü'ne döndü. Ağını sulara öyle hızlı ve öyle büyük bir ustalıkla attı ki, bir turna balığını, tehlikenin ayırdına varıp kaçmasına hiç olanak tanımadan yakalayıverdi. Sonra Loki, çırpınan turna balığını sudan dışarı çekti ve ağın içinden çıkarmadan suyun kıyısına yerleştirdi.

"Turna balığı!" diye başladı Loki. "Eğer gerçekten bir balıksan nasıl oluyor da bu şelalenin içinde ezilmeden hayatta kalabiliyorsun? Ve nasıl oluyor da ağların sana dost olmadıklarını hissetmeni sağlayacak içgüdülerden yoksunsun? Kimsin sen?"


"Bana Andvari derler" dedi balık kurnazca. "Ve gerçek halimde ben bir cüceyim. Bütün ölümlülerin kaderlerini belirleyen Nornlar, beni gördüğün turna balığı şekline soktular. Ve yaşamımın bütün günlerini nehirlerde yüzerek geçirmeye zorladılar. Hoşuma gitmiyor, ama başka da seçeneğim yok."


"Demek Andvari sensin" dedi Loki. "Daha fazla konuşmana gerek yok. Senin düşmanların yalnız ağlar değil. Eğer Ran'ın ağından canlı çıkmaya niyetin varsa, Andvari'nin Gücü'nün ardındaki mağaranda sakladığın tüm altını bana getireceğine söz vermelisin. Sakın yadsımaya kalkma, çünkü beni kandırmak için uyduracağın öykülerden birine bile inanmadan önce seni öldürmüş olurum."


Loki, Andvari'yi normal cüce şekline girmeye ve babamın gazabından kurtulmak, kardeşimin ölüm bedelini ödeyebilmek için gereksindikleri altınları kendisine vermeye ikna etti. Az sonra Andvari kendi şeklinde Loki'nin yanına geri döndüğünde koca bir torba dolusu altın taşıyordu.


Loki, torbayı açtı ve memnunlukla gülümsedi. Sonra Andvari'nin parmağında çok güzel bir altın yüzük gördü. "Onu da alacağım" diye bağırdı.


"Bir tek bu yüzüğü saklamama izin ver" diye yalvardı Andvari. "Senin hiçbir işine yaramaz. Ancak bir cüce olduğumdan, onu daha çok altın yapmakta kullanabilirim."

"Hayır!" diye yanıtladı Loki. "O yüzük de dahil sahip olduğun her altını almak niyetindeyim"

Andvari yüzüğü çıkarmak için hiçbir çaba göstermeyince Loki, cüceyi arkasından yakalayarak yüzüğü parmağından çekti. Sahip olduğu tüm hâzineyi sonuna kadar aldığından emin olunca onu salıverdi.


Andvari kayalıklara doğru koştu ve bağırdı: "Bu andan sonra bu altın yüzük ve beraberindeki hazine, onlara sahip olan her şeye felaket getirsin! Ölüm ve yıkım, gecenin gündüzü izlediği gibi şaşmaz biçimde bu altınları izlesin. Ona sahip olup da lanete uğramayan kalmasın. Bu lanet ancak yüzük ve altınlar derin sulara geri döndüğünde sona ersin."


Loki, cücenin lanetini ciddiye almadı. Güzel altın yüzüğü parmağına geçirdi ve altın torbasını arkasından sürükleyerek Hreidmar'ın evine yollandı.

Odin, Andvari'nin güzel yüzüğüne hayran kaldı. Bu yüzden Loki onu Odin'e verdi. Sonra Loki, samur derisini aldı ve patlayacak hale gelene kadar altın paralarla doldurdu. Bir tek altın para daha sığmaz hale gelince, samur derisini, kuyruğu üzerine dikti ve altını çevresine yığmaya başladı. Kürkün, Hreidmar'ın istemiş olduğu gibi kaplanması için tamamen altına gömülmesi gerekiyordu.


Loki, Hreidmar'ın wergild koşulunu yerine getirmek için Andvari'nin torbasındaki bütün altınları kullanmak zorunda kaldı. Sonunda Loki çantayı boşaltmış ve altınları, Hreidmar'ı bile tatmin edecek şekilde yığmıştı.


Hreidmar yığını büyük bir dikkatle inceledi ve "Ah" diye bağırdı, "tam şurada, açıkta kalmış bir tüy görüyorum."


Loki hemen bir altın parayı, tüyü kapatması için oraya kaydırdı. Ancak bunu yaptığında diğer paralar da kürkü daha çok açıkta bırakarak yerlerinden oynadılar. Loki dikkatle, paraları samur kürkünü kaplayacak şekilde yeniden düzenlemeye koyuldu. Bitirdiğinde yüzünde rahatlamanın verdiği bir gülümsemeyle arkasına yaslandı.


Hreidmar yığını bir kez daha büyük bir dikkatle inceledi ve "Ah!" diye bağırdı gözlerinde keskin bir parıltıyla. "Tam orada, açıkta kalmış bir bıyık görüyorum! Bu kılı kapamaya yetecek kadar altınınız yoksa, oğlum Otter'in yaşamına karşılık sizden üç yaşam almak zorunda kalacağım."


Odin, o ana kadar Andvari'nin güzel yüzüğünü yığınına eklemek için bir girişimde bulunmamıştı. Ancak altın parçaların yeterli olmayacağı açıklığa kavuşunca Loki'ye, "bu yüzüğü al ve açıkta kalan bıyığın üzerine koy. Böylece zeergild anlaşmasını yerine getirmiş olacağız" dedi.


Hreidmar tatmin olmuştu. Böylece üç tanrının evinden ayrılmalarını izin verdi. Loki kapı eşiğinde durarak Hreidmar'a ve ikimize doğru döndü. Artık kendini güvende hissettiğinden açıkladı: "Bizden istemiş olduğun wergild artık senindir. Ve servet büyüklüğünde bir hâzineye sahipsin. Ancak seni uyarmalıyım ki, her parça altın, üzerinde cüce Andvari'nin lanetini taşıyor. Altın yüzük ve beraberindeki hazine, onlara sahip olan her yaratığın felaketi olacak, ölüm ve Yıkım, gecenin gündüzü izlediği gibi şaşmaz biçimde bu altınları izleyecek. Ve onlara sahip olan hiç kimse bu lanetten kaçamayacak. Bu lanet ancak yüzük ve altınlar derin sulara geri döndüğünde sona erecek."

Konuklarımız gider gitmez, babamız samur derisinin yanına yürüdü ve güzel yüzüğü parmağına geçirdi. Sonra altınları, son tanesine kadar silkeleyerek samur derisinden çıkardı ve hepsini ağır bir tahta sandığa kilitledi, anahtarı da boynuna astı. Bu konu hakkında da başka hiçbir söz etmedi.


"Wergild'in hepsini kendine ayırmaya mı niyetlisin baba?" diye sordum. "Bence hâzineyi üçümüz bölüşmeliyiz."


"Tek bir metelik bile hak etmiyorsunuz" diye karşılık verdi Hreidmar. "Otter benim oğlumdu, ıvergild de yalnızca benimdir. Bu konuda daha fazla tartışma istemiyorum."


Fafnir öfkelenmişti. Yalnız kaldığımızda, "Regin" dedi, "sen ve ben hâzinenin üçte birini hak ediyoruz. Her şeyden öteye, Otter bizim kardeşimizdi. Bana, anahtarı çalıp kasadaki hâzineden payımızı almamda yardım edecek misin?"


"Anahtarı almak için babamı öldürmek zorunda kalabiliriz" diye karşı çıktım. Uykusunun ne kadar hafif olduğunu bilirsin. Çimenlerin büyürken çıkardıkları sese bile uyanır! Babamı öldürmek için gerekli olan cesarete sahip olduğumdan emin değilim. Bunu düşünmem gerekecek."


Olaylar konuyu uzun uzadıya düşünmeme gerek bırakmadı. Ertesi sabah uyandığımda evde garip bir sessizlik vardı ve ağabeyimin yatağı boştu. Babamı yatağında hançerlenmiş buldum. Boynuna astığı anahtar gitmişti. Parmağına taktığı yüzük de yoktu. Kasaya koyduğu wergild'in hepsi alınmıştı.


Ağabeyimi dışarıda buldum. "Fafnir, sinirlerin babamızı öldürecek kadar sağlam olduğuna göre kuşkusuz çok cesursun. Artık wergild sadece ikiye bölmemiz gerekiyor. Böylesi de daha iyi oldu" diye bağırdım.

"Andvari'nin hâzinesini seninle asla bölüşmem Regin" diye karşılık verdi. "Babamızı öldüremeyecek kadar korkaksın. Neden altınlardan pay hak ettiğini düşünüyorsun ki? Bütün 


tehlikeyi ben göze aldım, hazine de tümüyle benimdir. Eğer onu istiyorsan, benimle dövüşmen gerekecek. Bunu da yapacak cesaretin olduğundan kuşkuluyum, çünkü senin de bildiğin gibi ben senden çok daha güçlüyüm. Kendi iyiliğin için seni de babam gibi öldürmeden buradan ayrılsan iyi olur."


Fafnir eve girdi ve babamızın miğferini takmış olarak geri döndü. Ona "Dehşet Miğferi" derdik, çünkü bir kez bakanın kalbinin korkuyla dolmasına neden olurdu.


Fafnir'e bu miğferi giymişken bir bakış attım ve onu elinde kılıcıyla görünce hemen kaçtım. Danimarka kralından iş istedim. Bir dökümcü olarak ünüm buralara benden önce gelmiş olduğundan beni kabul etti.


Bir zaman sonra ağabeyimin Gnita Fundalığı'nda bir mağaraya sığınak yaptığını ve çalmış olduğu wergild'i korumak için kendisini korkunç bir ejderhaya dönüştürdüğünü öğrendim. Her gününü ve her gecesini sığınağında Andvari'nin hâzinesinin üstüne yatarak geçiriyormuş.



Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak