21 Nisan 2022 Perşembe

Gündelik Hayatımızda Ev ve Çevresi - 4

 


Pencere, Pencere Camı


Pencere Akdeniz ülkelerinde ortaya çıkmıştır ve 16. yüzyıla kadar kuzey ülkelerine yayılmamıştır. Pencerenin yaygınlaşması ısıtma teknikleri ve camın yaygınlaşmasıyla bağlantılıdır.


Camın yaygınlaşmamış olması pencerelerin de kullanımını sınırlıyordu. Köy evlerinde pencere bulunmadığı gibi, pencere yerine baca, dünlük, peçe denilen ve oynak ahşap kaplamalarla örtülen ‘delik’ler vardı. Zaten baca sözcüğü Farsça badcah, bad (rüzgâr) ve cah (yer) sözcüklerinden geliyor ve büyük pencere anlamını içeriyor. Dede Korkut'ta ikisinin birbiri yerine kullanıldığı görülür. Bu çözümlerden Farsça ışıklı, parlak anlamına gelen tâban tepe penceresini, yuf deliği hava almak için yapılan küçük pencereyi ifade ediyordu.


Orta İngilizcede pencere için Latinceden alınan fenestre ve İskandinav ülkelerinden alınan window bir arada kullanılıyordu. Kapıların sıkı sıkı kapatıldığı kuzey ülkelerinde dumanın ve kötü havanın çıkması için küçük bir delik bırakılıyor ve buraya ‘rüzgâr gözü’ vindr-auga deniyordu. Danimarka’da pencerenin (vindue) kökü, dışarıya gübre atmak için açılmış küçük delikten (vindoga) geliyordu.


Romalılar IO 400 yılında camı tabaka halinde üretmeyi becermişlerse de, pencerelere cam takma ihtiyacı duymamışlardı. Camcılıkta üfleme yönteminin IO 50 yılında bulunması camın kalitesini yükseltmişse de yöntem yalnızca her boy ve türde mutfak eşyası yapımında kullanılmıştı. Fenikeliler, Eski Mısır ve Perslerde cam eşya yaygınken, Eski Yunanlılarda cam eşya bulunmuyordu. Eski Türkçede cam için sınçga ve pencere için közünük sözcüklerinin bulunması, belirli toplumsal katmanların bu malzemeye yabancı olmadığını gösteriyor, iddiaya göre, bugün sırça biçiminde dilimizde yaşayan bu sözcük, camcılığın sır olarak saklanmasından adını almıştır ve sır, giz anlamıyla Arapçaya Türkçeden geçmiştir.


Ortaçağda cam büyük katedrallerin inşa döneminde kilise pencerelerinde, 1065 yılında Almanya’da Augsburg Katedrali’nden başlayarak yaygınlaşan vitray sanatıyla birlikte kullanılmaya başlandı ve buradan zenginlerin evlerine geçti. Cam levhanın ebatının büyütülmesine olanak veren tekniği 1687’de Fransız camcı Bernard Perrot icat etti. Gözlü pencerelere küçük camlar takılması 19. yüzyıla kadar sürdü. 1779’da Fransa’da işçi evlerinin penceresinde halen yağlı kâğıt kullanılıyordu ve 1800’lerde Belgrad’da cam çok nadirdi.


III. Selim döneminde (1789-1807) Mevlevi Mehmed Dede’nin İtalya’da öğrendiği sanatı geliştirmesi ve Müşir Mustafa Nuri Paşa’nın buradaki işliğinin 1845’te devlet idaresine aktarılmasıyla 19. yüzyılda Beykoz işi cam eşya, Fransa, İtalya, Bohemyalı ustaların faaliyetine karşın Avrupa’da ün yapmış, yerli üretim ve geleneğin başlangıcını oluşturmuştu. 1884’de Saul D. Modiano’nun İstanbul’da kurduğu cam fabrikasında 100’ü Avrupalı 600 kişi çalışıyordu. 1922’de Tekel İçki Fabrikası’nın yapımı için bu fabrika yıkıldı. 1934’de Türkiye Şişe Cam Fabrikaları A .Ş, halk arasındaki adıyla Paşabahçe ve yeni adıyla Şişecam, bu fabrikanın ustalarına da istihdam yaratarak 400 ustayla el imalatı yapılan bir fabrikayla işe başladı. 1944’de yılda 500 bin m2 üretim yapacak olan pencere camı bölümünün inşaatı tamamlandı. 1946’da Belçika, 1948’de Çekoslovakya’dan getirilen makinelerle Paşabahçe mekanik üretime başladı. 1955’te ilk mağazalar açıldı. Bugün başka şirketler de kurulmuş olmasına karşın, üretimin % 94’ü Şişecam Fabrikalarının elinde; 110 ülkeye ihracat yapılıyor.


Artık plastik pencere doğramaları hızla yayılıyor; sonu ‘pen’le biten satış mağazaları mahallelere doğru akın ediyor. Onyıl önce binalarda % 5 olan PVC oranı % 40 oranla İtalya, İngiltere, Fransa düzeyine geldi. İlk kez 1980’de Pimaş tarafından üretilen Pimapen adlı PVC kapı pencere sistemleri 90’lı yıllardan itibaren büyük rağbet gördü. Sektörde elli firma üretim yaparken, dört firma (PilSA, Pimaş, Fırat, Çağlar) Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu arasına girdi.



Vasistas


Almanca was İst das (“Bu nedir?”) soru cümlesinin pencere kapı üzerinde bulunan açılır kapanır kanada ad olması tuhaf. Fransızcası da aynıdır ve bu dile oldukça erken bir tarihte 1776’da girmiştir.

Vasistasla ilgili birçok hikâye vardır. En basiti, bir yapı fuarında ilk kez sergilendiğinde sorulan sorunun ad olarak kalması. İkincisi Alman asıllı bir Fransa imparatoriçesinin ilk kez gördüğünde bu soruyu sormasından sonra pencerenin onun yanında bu adla anıldığı ve ad olarak yerleştiği. Üçüncüsü hikâyeyi Marie -Antoniette’e bağlıyor. XVI. Louis’nin karısı hem Alman asıllıdır, hem de 1793’te giyotinle idam edilmiştir. İlk kez 1792’de kullanılan giyotinin konuyla ilgisi şurada ki, Terör döneminde giyotinin penceresine de vasistas denilmiştir ve ‘başını vasistas etmek’ deyimi çıkmıştır. Marie-Antoniette’in Fransa Devrimi sürecinde iktidarını korumak için kardeşi Kutsal-Roma Germen imparatoruyla ve Avusturyalılarla anlaşmaya çalışması anımsanırsa, giyotinle Almanca “bu nedir” sözcüğünün halkın kara mizahında özdeşleştirilmiş olduğu düşünülebilir. Bu varsayımı sözcüğün Fransızcada ilk kez I776’da kayıtlara geçmesi çürütse de, gene de böyle bir adın Türkçeye girecek kadar dirençli çıkmasının ardındaki mantığa ve olayların sonradan birleştirilmiş olması ihtimaline uygun düşmektedir. Türkiye’de düşey sürme pencereye de ‘giyotin pencere’ denir.


Vasistas nihayet iki taraflı açılan ‘pen’lerle tarihe karışma yoluna giriyor.


Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak