22 Ocak 2024 Pazartesi

SURİYE SELÇUKLULARI-1

 


I - TÜRKLERİN SURİYE VE FİLİSTİN'E İLK GİRİŞİ


Selçukluların bir devlet kurmalarını sağlayan Dandanakan savaşından (23 Mayıs 1040) sonra Selçuklu fetih ve genişleme hareketleri, özellikle batı yönünde büyük bir gelişme göstermiştir. Gerek ilk Selçuklu sultanı Tuğrul Bey, gerekse Selçuklu melikleri, Rey - İsfehan bölgesiyle Azerbaycan ve Arran'dan sonra Bizans hakimiyetinde bulunan Anadolu'ya da akınlara girişmişler, hatta Malatya ve Sivas'a kadar Selçuklu askeri harekatını yaymışlardır. Önceden hazırlanan planlar uyarınca yürütülen bu fetih hareketlerine katılan Selçuklu emirleri ve Türkmen beyleri, çeşitli vesilelerle XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kumandaları altında bulunan kuvvetlerle Suriye ve Filistin'e gelerek bu ülkelerin fethini ve dolayısıyla buralarda bir Selçuklu Devleti'nin kurulmasını sağlamada önemli roller oynamışlardır. Kaynaklardaki bilgilere göre, Suriye ve Filistin'e Türklerin ilk girişini temsil eden belli başlı emir ve Türkmen beyleri Hanoğlu Harun, Afşin, Sunduk (Sandak), Kurlu, Atsız ve Şöklü'dür.

Suriye'ye ilk giren Hanoğlu Emir Harun et -Türkmani, komutası altında bulunan bin Türkmen (Oğuz) atlısıyla Anadolu'dan Halep bölgesine gelmiştir. Yalnız Zübdetü'l-Haleb'de bulunan bir kayda göre, adı belirtilmeyen bir Türk hükümdarının oğlu olan Harun, babasına kızarak ondan ayrılmış, Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya yapılan Selçuklu askeri harekatını yöneten birçok melik ve emirler arasında, Selçuklu hizmetinde bulunan atlılarla birlikte Diyarbekir bölgesine gelmiştir. Bu bölge Selçuklu vasalı Mervanoğulları beyliğinin yönetiminde bulunuyordu. Bu ailenin Amid hakimi Said ile kardeşi Meyyafürikin (Silvan) emiri Nizamüddevle Nasr arasındaki anlaşmazlık dolayısıyla, Nasr'ın Amid'i ele geçirmesinden kaygı duyulmuş ve Kadı Ebu Ali, bu sıralarda Diyarbekir bölgesinde bulunan Harun'u yardıma çağırarak böylece Nasr'ın girişmesi muhtemel bir harekatına karşı daha kuvvetli bir duruma geçmiş oldu. Fakat Nasr, kardeşine karşı giriştiği mücadelede başarılı bir duruma gelmiş ve Harun, durumun kendi aleyhine ciddileştiğini görerek süratle Amid'den uzaklaşmıştı. Ancak yolda Arap Temimoğulları kabilesinin saldırısına uğramış ve onlar tarafından esir alınmıştı. Kaynaklara göre; Temimoğulları kabilesinin elinden kurtulan Harun, beraberindeki Oğuzlarla Diyarbekir bölgesinin güneyindeki Bizans sınırlarına (Sugur, uç) akınlara başlamıştır. Öyle ki; bu akınları durdurmada güçlük çeken uçlardaki halk, Harun'un istediği vergi niteliğindeki mal ve paraları vermek suretiyle onunla anlaşma yapmak zorunda kalmışlardı.

İmparator Konstantin X. Dukas, Harun'un Bizans topraklarına karşı giriştiği akınları durdurabilmek için onun Bizans hizmetine geçmesini sağlamış ve uç bölgelerine akınlar yapan öteki Selçuklu birliklerine karşı onu kullanmaya çalışmıştır. Harun'un Bizans topraklarına birkaç akın daha yapmasına rağmen imparator, uç bölgelerini kısmen de olsa savunmak maksadıyla onu Bizans hizmetinde tutmakta fayda görmüştür. Böylece Harun, Bizans sınır bölgelerinin savunmasında görev yapmaktayken Halep Mirdasoğulları emirliği tahtında bulunan, fakat tahtın öteki müddeisi ve Kilaboğulları kabilesinin bir kısım kuvvetlerine sahip olan yeğeni Mahmud'un Haleb'e karşı herhangi bir saldırısından ciddi olarak kaygılanan Esedüddevle Atiyye tarafından yardıma çağrıldı. Çağrıyı kabul eden Harun, derhal adamlarıyla Diyarbekir bölgesinden ayrılarak Haleb'e gelmiş ve el-Hazır semtinde konaklamıştır. Mir'atü'z-Zaman'daki bir kayda göre; Emir Atiyye, Harun ve askerlerinin çeşitli giderleri için her ay onbirbin altın vermeyi kabul etmiştir (456-457/1064-1065).

Arap olmayan Harun ve adamlarının Atiyye'nin müttefiki olarak Haleb'e gelmesi, Kuzey Suriye'de, özellikle Halep bölgesinde cereyan eden siyasi olaylarda daima önemli roller oynayan kalabalık Kilaboğulları kabilesi üzerinde ve Halep Mirdasi emirliğini elinde tutan Atiyye aleyhinde olumsuz bir etki yapmıştır. Nitekim kendi siyasi hedefleri istikametinde bu durumdan faydalanmasını bilen Mahmud, kumandası altına almayı baŞardığı çok sayıdaki Kilaboğulları kuvvetleriyle Haleb'e yürümüş, fakat özellikle Harun'un başarılı savunması sonucu geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu yenilgi üzerine Mahmud, Halep emirliğine sahip olma arzusundan vazgeçmiş; Halep, Rahbe, Menbiç, Azaz, Balis ve yöreleri amcası Atiyye'nin, başta Esarib olmak üzere eskiden beri elinde bulundurduğu yerlerin de yine kendisinde kalması şartıyla amcası ile barış yapmak zorunda kalmıştır (Muharrem 457 / Aralık-Ocak 1064-1065).

Yeğeni Mahmud ile anlaşmazlığı şimdilik sona eren Atiyye, Halep yerli muhafızları (Ahdas) ve Harun'un komutasındaki Oğuzlarla birlikte Antakya'ya bağlı Bizans topraklarına akınlar yapmış, bu arada yörede bulunan Kemnün kalesini fethederek pek çok ganimet ele geçirdikten sonra Haleb'e dönmüştür. Bizanslılara karşı ilk defa kazanılan bu yöresel başarı üzerine şehir dışında el-Hazır semtinde konakladığını belirttiğimiz Harun ve adamları Emir Atiyye ile birlikte Haleb'e girdiler. Bununla birlikte Atiyye bundan böyle Türkmenlerle birlikte şehir içinde yaşamasını istediği anlaşılan Harun'un Haleb'i ele geçirmeyi amaçlayan muhtemel bir hareketinden kuşkulanmaya başladı. Ayrıca Halep halkı da silahlı, üstelik Arap olmayan bir zümrenin aynı sosyal haklarla aralarında yaşamalarına pek taraftar görünmüyordu. İşte bütün bu olayların etkisi altında kalan Atiyye, bir gece Harun'un Türkmenleri uykuda iken, Halep yerli muhafızlarına emir vererek onlara bir baskın düzenledi. Halep askerleri, bu baskın sırasında bir kısım Türkmen askerini öldürdükten başka onların at · ve silahlarından pek çoğunu da yağmaladı (Safer 457 / Ocak - Şubat 1065). Böylece müttefiki durumunda bulunan Atiyye'nin ihanetine uğrayan Harun, kendilerini güvencede görmediği Halep'ten adamlarıyla birlikte ayrılmak zorunda kaldı.

Harun'un Türkmenlerinden bir bölüğü Fırat ırmağını geçip el Cezire topraklarına girmişlerse de buralarda yurt tutan Arap Nümeyroğulları kabilesinin saldırılarına uğramış ve taciz edilmişlerdir. Bu saldırılardan kurtulabilenler, geri dönüp Fırat'a yaklaştıkları sırada bu defa da kalabalık Bizans kuvvetlerine rastladılar. Hiç bir kayıp vermeden Fırat'ı geçmeyi başaran bu Türkmenlerle Bizanslılar arasında bir çarpışma yapılmış ve çok sayıda Bizans askeri öldürülmüştür. Türkmen-Bizans çatışmasından sonra da bu bölgelerde oturan Kureyzoğulları ve Ka'boğlu Rebia gibi Arap kabileleri, sözkonusu Bizans kuvvetleriyle savaşmışlardır.

Halep Mirdasi emiri Atiyye'nin ihanetine uğraması sonucunda, beraberindeki Türkmenlerle birlikte Halep'ten ayrılan ve kuvvetlerinden bir kısmını kaybeden Harun, bir süreden beri Halep Mirdasi emirliği tahtını ele geçirmek isteyen, fakat başarılı olamayan Mahmud'a elçiler göndermiş; daha önce, amcası ve rakibi Atiyye ile birlikte kendisine karşı mücadelelere giriştiği için özür dileyerek kendisiyle işbirliğine ve yardıma hazır olduğunu bildirmiştir. Esasen içinde, Halep tahtına sahip olma emelini besleyen Mahmud, Harun'un bu teklifini kabulde hiçbir sakınca görmemiş, aksine buna çok memnun olmuştur. Bunun üzerine Harun, buyruğu altındaki Türkmen süvarileriyle bu sıralarda Sermin'de bulunan Mahmud'a katılmıştır.

Çok geçmeden Harun, Mahmud'la birlikte Haleb'i ele geçirme hazırlıklarına başladı. Uzun süreden beri Halep Mirdasi emirliğine sahip olamayan Mahmud, kendisini destekleyen kalabalık Kilaboğulları kuvvetlerinden başka bu defa Harun'un da yardımını kazanmak suretiyle amcası Atiyye'ye karşı daha güçlü bir duruma gelmiş oldu. Arap kuvvetleri ve Harun'un komuta ettiği Türkmenlerden oluşan bir ordu ile harekete geçen Mahmud, Haleb'in kuzeyindeki Mercidabık yönüne doğru ilerledi. Öte yandan yeğeninin harekatını yakından izlediği anlaşılan Emir Atiyye, özellikle Büyük Kilaboğulları kabilesinin Amr b. Kilab gurubuna bağlı Ebu Avf kolu ile öteki Arap kabilelerinden derlediği kuvvetlerle Mahmud ve Harun'a karşı saldırıya geçti. Her iki taraf kuvvetleri arasında Mercidabık'ta yapılan savaşta ( 11 Cemaziyelahir 457 I 20 Mayıs 1065) Atiyye yenilerek çekilmiş ve süratle Haleb'i savunma hazırlıklarına koyulmuştur. Fakat kendisini izleyen Mahmud ve Harun, süratli hareket edip Haleb'i kuşatmaya başladılar. Atiyye'nin şehir içinde çok miktarda yiyecek maddesi depo etmesi sebebiyle kuşatma 102 gün gibi oldukça uzun bir süre devam etmiş, fakat daha sonraki günlerde başgösteren yiyecek sıkıntısı ve özellikle Türkmen askerlerin şiddetle kuşatmayı sürdürmeleri sonucunda, kent daha fazla dayanamamıştır.

Mahmud, 457 yılı Ramazan ayı ortalarında (Ağustos 1065 sonları; Haleb'e girerek hakimiyetini ilan etti. Atiyye ile yaptığı anlaşma gereğince, kendisinin Halep ve güney yörelerini almasına karşılık ona Rahbe, Azaz, Menbiç, Balis ile Haleb'in kuzey ve doğusundaki yerleri verdi. Gerçekten de Mahmud, Harun ve adamlarının şehre girmelerine izin vermemiş; onların Halep'ten uzak kalmalarını sağlamak maksadıyla Harun'a Maarratü'n-Nüman'ı ıkta suretiyle vermiştir. Harun, emrindeki Türkmenlerden başka kendisine katılan Türk, Uç'lu Deylemli ve Kürtlerden oluşan bin kişilik bir askeri kuvvetle ve bütün ağırlıklarıyla Maarratü'n-Nüman'a gelip şehrin namazgahında konaklamıştır (457/1065). Harun'un ıkta yeri olan bu kentteki faaliyetleri hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Yalnız İbnü'l-Adim, Harun'un çoğunluğu Türkmen olan değişik unsurlardan meydana gelen askerlerinin, bu yörelerde hiç bir yağma ve talanda bulunmadıklarını, Araplara ait bağ ve bahçelerden gerekli bütün ihtiyaç maddelerini ancak para karşılığında aldıklarını, hatta hayvanlarını- dahi parayla sulattıklarını özellikle belirtmektedir. Yağma ve müsaderenin sıradan olaylar haline geldiği bir dönemde, Harun ve askerlerinin bu dürüst davranışlarına rağmen Maarratü'n-Numan halkı onlardan son derece kuşku ve korku duymakta idi. Herhalde bu sebeple olsa gerek Emir Mahmud, Harun'a Maarratü'n-Numan yerine adı belirtilmeyen başka bir yeri ıkta olarak vermiştir.

Fatımi halifesi el-Mustansır'ın kendisine karşı olmasına rağmen Harun, emrindeki Türkmen atlıları ve yine komutası altına verilen Kilaboğulları kuvvetleriyle harekete geçerek Haleb'e bağlı olmamasına rağmen Bizanslıların elinde bulunan stratejik önemi haiz Artah kalesi üzerine yürüyüp kuşatmaya başladı. Beş aya yakın bir süre devam eden kuşatma sırasında, kalabalık bir Bizans birliği de gelip kalenin Antakya kapısı önünde karargah kurmuştu. Bizans komutanları, Artah ve birkısım Bizans topraklarının durumu hakkında Harun'a bir anlaşma teklifinde bulunmuşlarsa da bu teklif kabul edilmemiştir. Kuşatmaya devam eden Harun, 27 Şaban 460 (1 Temmuz 1068) 'da Artah'ı ele geçirmeyi başardı. Bizans'ın Antakya savunması bakımından önemli olan Artah kalesinin fethi, İslam sınırlarının Antakya'ya biraz daha yaklaşması ve özellikle Halep bölgesinin güvence altına alınmış olması yönünden büyük bir başarı olmuştur. Artah'ın fethinden hemen sonra yine bu yörelerde bulunan İmm kalesi de Harun tarafından alınmıştır.

Romanos Diogenes, 1068 yazında Kuzey Suriye'ye geldi ve Halep bölgesinde yağma ve tahrip akınlarında bulundu. Bunu Halep için tehlikeli gören Emir Mahmud, Harun komutasındaki Türkmenlerle Araplardan özellikle Kilaboğulları kabilesinden oluşturduğu bir orduyla harekete geçerek Haleb'in kuzey yörelerine Diogenes tarafından bırakılan Bizans kuvvetlerine karşı bir saldırıya geçti. Yapılan yoğun çarpışmalar sonunda Bizans kuvvetleri, geri çekilmekten başka bir şey yapamadı. Menbiç'i daha yeni ele geçirmiş olan Diogenes, bu yenilgi ve bozgunu haber alır almaz, derhal buradan hareketle Halep yakınlarına gelip karargah kurdu. İmparatorun gelişini yakından izleyen Harun ve Mahmud, hiç vakit kaybetmeksizin şafakla birlikte bu defa imparatorun karargahına ansızın saldırarak kuşatmayı başardılar. Burada Türkmen-Arap kuvvetleriyle Bizans kuvvetleri arasında amansız bir çarpışma başladı. Diogenes, 20 Kasım 1068 gecesi kuvvetlerini sessizce ve büyük bir gizlilik içinde harekete geçirerek kendilerini kuşatmış bulunan Türkmen ve Arap askerlerinin çadırlarına saldırtarak bunları ateşe verdi.

Böylece kuşatmadan kurtulan imparator, yeniden Menbiç'e döndü. Bununla birlikte Diogenes, çok geçmeden Halep yörelerinde, yiyecek sağlamak maksadıyla birkaç yağma akınında bulunduktan sonra, daha önce Harun'un fethettiği Artah kalesi üzerine yürüdü. Harun ve Mahmud, kuvvetleriyle onu karşıladılarsa da (1068-1069) bozulup çekilmek zorunda kaldılar. Çok geçmeden imparator, Artah kalesini ve daha sonra da güneydeki İmm kalesini ele geçirmede pek güçlük çekmedi.

Sultan Alparslan'ın ünlü komutanlarından olan Bekçioğlu Emir Afşin, Ahmedşah ile birlikte Anadolu'da fetihler yapmakla görevlendirilen Selçuklu emiri Gümüştegin'in maiyyetinde, Murad ve Dicle ırmakları havzalarıyla Nizip ve Hısn-u Mansur (Adıyaman) yörelerine akınlarda bulunup (1066-1067), bu bölgedeki Bizans kuvvetlerini yenilgiye uğratmış ve daha sonra Anadolu fetihlerinde Selçuklu harekat üssü haline gelen Ahlat'a dönmüştü. Afşin, Gümüştegin'i sebebi bilinmeyen bir kavga sırasında öldürmesi sonucunda sultanın gazabından korkarak beraberindeki süvarilerle Ahlat'tan ayrılıp batı yönüne hareketle Bizans topraklarına akınlara başladı. Onun kuvvetlerinden bir bölük, Gaziantep'in kuzeybatısındaki Dülük (Doliche) yörelerine gelmiş, bin kişilik başka bir bölük ise Antakya yörelerine girip (Ağustos 1067) buraları istila ve yağma etmişlerdir.

Daha sonra Afşin, Malatya'ya yönelmiş, burada kendisine karşı çıkan bir Bizans kuvvetini bozguna uğrattıktan sonra Tohma vadisi boyunca ilerleyerek Kayseri ve yörelerine akınlar yapmıştır. Burada da fazla kalmayan Afşin, Karaman yörelerine (Lycaenia) akınlarda bulunmuş, çok geçmeden Toros ve Gavur dağlarını aşarak Haleb'e gelmiş ve Bizans ülkesinden elde ettiği çeşitli malları Halep pazarlarında satmıştır (1067 sonları). Afşin, ertesi yıl (1068) yeniden Antakya üzerine yürüyüp akınlarda bulunmuştur. Afşin, Antakya'da iken Gümüştegin'i öldürmesi sebebiyle kendisine kızan Sultan Alparslan'dan bir af mektubu almış, bunun üzerine Kuzey Suriye'de çok kalmayıp Antakya'dan yüzbin altın, değerli giysiler ve savaş aletleri aldıktan sonra atlılarıyla birlikte sultanın huzuruna çıkmak üzere buradan ayrılmıştır (Nisan 1068) .

Selçuklu İmparatorluğu'nun ileri gelen emirlerinden olan ve Malazgirt meydan savaşında Ahlat Selçuklu kuvvetleri komutanı sıfatıyla ilk öncü savaşını kazanarak büyük bir başarı elde eden Sunduk et-Türki, 461-462 (1069-1070) yılında Afşin, Ahmedşah ve Demleçoğlu Mehmed gibi emirlerle birlikte Anadolu'da istila ve fetihlerde bulunmaktaydı. Kendisinden daha önce Kuzey Suriye'ye gelip bazı harekatta bulunan Afşin gibi, Sunduk da komutasındaki kalabalık Türkmen süvarileriyle gaza yapmakta olduğu Anadolu'dan 462 yılı başlarında (1069 sonları) Kuzey Suriye'ye gelmiştir. Kurlu ve beraberindeki Türkmen beylerinin komutaları altındaki Navekiyye Türkmenlerinin Filistin ve Dımaşk yörelerinde fetihlerde bulunup Selçuklulara tabi bir Türkmen Beyliği kurma yolunda faaliyetlerde bulundukları sıralarda, Mirdasoğulları emirliğinin yönetiminde bulunan Halep bölgesine giren Emir Sunduk'un kuvvetleri, kuzeyden güneye doğru Haleb'e bağlı Utik (Artik), Cezr köyleriyle Maarratü'n-Numan ve daha güneyde Kefertab, Hama, Humus ve Rafeniyye bölgelerine kadar olan yerleri yağma akınlarına uğratmıştır. Kışı Suriye'de geçiren Sunduk, Emir Mahmud'dan değerli armağanlar aldıktan sonra kuvvetleriyle birlikte 1070 yılı ortalarında Anadolu'da yeniden harekata devam etmek üzere, Suriye'den ayrılmıştır.



II - FİLİSTİN'DE BİR TÜRKMEN BEYLİĞİNİN KURULMASI


Hanoğlu Harun, Afşin ve Sunduk'un Kuzey Suriye'de çeşitli siyasi ve askeri faaliyetlerde bulundukları sırada (1069-1070) Navekiyye adlı kalabalık bir Türkmen kitlesi, Filistin'e gelip yerleşti. Bilindiği üzere Navekiyye Türkmenleri, Sultan Alparslan'ın eniştesi (Gevher Hatun'un kocası) Erbasgan'ın komutası altında, öteki Selçuklu emirleriyle Anadolu'da Bizans'a akınlarda bulunuyordu. Erbasgan'ın sultana karşı itaatsizlik etmesi ve isyana kalkışması üzerine kendisini tedip için Emir Afşin görevlendirildi. Afşin'in kendisini izlemeye başlaması üzerine Erbasgan, batı yönüne hareketle Kızılırmak kıyılarına ulaştı. Bu sıralarda o, Bizans imparatoru Romanos Diogenes tarafından Anadolu'daki Selçuklu akınlarını durdurmakla görevlendirilen Manuel Komnen ile Sivas civarında yaptığı savaşta onu ağır bir yenilgiye uğratmış, hatta onunla birlikte Nikephoros Melissenos'u da esir almayı başarmıştı. Çok geçmeden Erbasgan'ın sultana karşı isyan durumunda olduğunu öğrenen Manuel, onu Bizans'a Sığınmaya ikna etti. Bunun üzerine Erbasgan, başta Manuel ve Nikephoros olmak üzere, alınan bütün esirleri karşılıksız olarak salıvermiş ve sultanın gazabından korktuğu için yakınlarıyla İstanbul'a gelerek Bizans'a sığınmıştı. İmparator Romanos Diogenes tarafından parlak bir törenle karşılanan Erbasgan'ın Bizans'a sığınması üzerine, ona bağlı Navekiyye Türkmenleri, başka beylerin önderliğinde Bizans'a akınlarını sürdürdüler.

Bunlardan bir kısmı, bilinmeyen sebeplerle, Kurlu et-Türki, Uvakoğlu Atsız ve kardeşleri, ayrıca Şöklü gibi beylerin yönetimleri altında, Mısır Fatımilerinin hakimiyetindeki Filistin'e gelerek istila ve fetih hareketlerini bu ülkede sürdürdüler ve burayı yurt tuttular. İbnü'l-Adim'in, «Filistin'e giren ilk Türk unsuru» olarak vasıfladığı bu üç-dörtbin çadırlık Navekiyye Türkmenleri, Kurlu Bey ile diğer beylerin yönetiminde, Taberiyye gölünün doğusundaki verimli Balka topraklarını fethederek buralara yerleşmişler ve burada . bulunan Arapların mal ve zahirelerini depo ettikleri Numan kalesini ele geçirmişlerdir. Daha sonra bu Türkmenler, batı yönüne hareketle Taberiyye üzerinden güneye inerek bugün İsrail sınırlarında bulunan ve Kudüs'ün aşağı yukarı 50 km. batısındaki Remle yörelerini fethederek buraya yerleşmişlerdir. Bu sıralarda Remle, birtakım göçebe Arapların yağmaları sonucu harap ve ıssız bir durumda olup çarşılarının kapıları bile yoktu. Tarlalarda ekim yapılmıyordu. Kurlu Bey, derhal harekete geçip Remle'nin imarına giriştiği gibi, komşu yörelerden çiftçiler getirterek toprakları ektirmeye başladı. Böylece, Kurlu Bey'in yönetiminde başkenti Remle olan Selçuklulara tabi bir Türkmen Beyliği kuruldu.

Bu sıralarda, Mısır Fatımi devletinin Akka valisi Bedrülcemali, birtakım göçebe Arap kabilelerinin saldırılarına uğramış ve bu yüzden çok zor duruma düşmüştü. Bu sebeple Bedrülcemali, Kurlu Bey'e başvurarak ondan askeri yardım isteğinde bulundu. Böylece durumunu düzelten Bedrülcemali, yardımlarına karşılık kendisinden para isteyen Kurlu Bey'i reddedince Kurlu Bey, derhal harekete geçerek Taberiyye'ye yürüyüp buradaki bazı yöreleri işgal ederek Türkmenlere dağıttı. Kurlu Bey'in bu harekatı sonucu durumu birdenbire ciddileşen Bedrülcemali, bu defa Kurlu Bey'in yardımları ile itaate mecbur ettiği göçebe Arapları kendine yardıma çağırdı. Bunun üzerine kalabalık bir göçebe Arap gurubu, Taberiyye'ye yerleşen Kurlu Bey'in Türkmenlerine yakın yörelere gelip konakladılar. Kurlu Bey, bir gece onlara baskın yaparak birçoğunu öldürüp, birkısmını da esir aldı.

Bu olaydan sonra Kurlu Bey, Sur kentinde valisi bulunduğu Mısır Fatımi devletine karşı isyanı sebebiyle kendisini tediple görevlendirilen Bedrülcemali tarafından kuşatılıp itaate zorlanan Kadı Aynüddevle'nin çağrısı üzerine, altıbin atlı ile harekete geçmiştir. Kurlu Bey, taktik gereği doğrudan doğruya Bedrülcemali üzerine yürümeyip onun yönetiminde bulunan Sayda'yı kuşatıp sıkıştırmaya başlamıştır. Çok geçmeden durumu haber alan Bedrülcemali, kuşatmayı bırakıp Sayda şehrini savunmaya gitmek zorunda kaldı. Öte yandan Kurlu Bey, Bedrülcemali'nin Sur kuşatmasını bırakması üzerine, kendisi de Sayda kuşatmasını sürdürmeyip Filistin'e dönmüştür.

Mirdasoğlu Emir Mahmud, 458 (1066) yılında amcası ve rakibi Atiyye'yi yenerek Haleb'e hakim olmayı başarmıştı. Bununla birlikte Haleb'i geri almak için, Fatımi devletinden yardım almasına rağmen bu gayesini gerçekleştirememiş olan Atiyye, 463 (1071) yılında yardımını sağladığı Antakya dükü ile birlikte harekete geçip Haleb'e bağlı Maarretü Mısrin üzerine yürüyerek yağma akınları yapmış ve bölgeyi yakıp yıkmıştır.

Öte yandan Emir Mahmud süratle Haleb'e geri dönmüş ve Atiyye'nin muhtemel bir saldırısına karşı şehri savunma hazırlıklarına girişmiştir. Bununla birlikte Mahmud, Atiyye ve müttefiklerine karşı başarılı olacak güç ve kuvvete sahip değildi. Bu nedenle o, Filistin Türkmen beyliği emiri Kurlu'ya başvurdu ve ondan yardım isteğinde bulundu. Bu yardım çağrısını kabul eden Kurlu Bey, bin atlı ile Haleb'e yardıma gitmiş ve Atiyye ile müttefiklerine karşı yapılan savaşın  kazanılmasında önemli bir rol  oynamıştır. Kurlu Bey, bu askeri yardımından dolayı Mahmud'dan binek atı ve para aldıktan sonra yeniden Filistin'e dönmüştür (Ağustos 463/1071).

Kurlu Bey, Mirdasoğullarına yaptığı yardım harekatından az sonra Fatımi valisi İbn Münzev el-Kitami'nin yönetiminde bulunan Dımaşk üzerine yürüyerek birçok köy ve çiftliği işgal etti. Şehrin özellikle yiyecek bakımından sıkışık bir duruma düşmesi üzerine Vali İbn Münzev, Kurlu Bey'le ellibin altın karşılığında barış yapmış, bunun üzerine Kurlu, kuşatmayı kaldırmıştır (463-1071).

Kurlu Bey, daha sonra yine Fatımi yönetiminde bulunan Akka'yı kuşatmaya başladı. Şehir valisi, Kurlu Bey'le arası açık bulunan Bedrülcemali idi. Bu sıralarda bu bölgede, başlarında Karmati emirleri bulunan Kelboğulları kabilesine mensup birtakım göçebe Araplar oturmakta idiler. Bu göçebe Araplar, zaman zaman Bedrülcemali'nin yönetimindeki şehirlere yağma akınları düzenliyorlardı. Şimdi ise onlar, Akka'yı kuşatmakta olan Kurlu Bey ile dostluk kurmuşlar ve Onunla birlikte kuşatmaya katılmışlardı. Fakat bu kuşatma harekatı sürdürüldüğü sırada Kurlu Bey vefat etti. Bunun üzerine onun bu sıralarda Remle'de bulunan ve adı belirtilmeyen yakınlarından bir Türkmen beyi, Akka'ya gelerek Türkmen kuvvetlerinin başına geçip kuşatmayı sürdürmüş, ayrıca bu bölgede akınlara giriştikten başka Sur ve öteki bazı şehirlere de akınlarda bulunmuştur. Fakat öte yandan Akka kuşatması uzayıp gidiyordu. Bedrülcemali, şehre deniz yoluyla yiyecek maddeleri gönderdiği için halk, kuşatma dolayısıyla herhangi bir sıkıntıya düşmüyordu. Kuşatmanın uzayıp gitmesi sebebiyle Akka'yı fethetme ümitleri kalmayan Türkmen kuvvetleri komutanı, Filistin'e geri dönmüştür.

Filistin'de kurulan beyliğin esas unsurunu oluşturan Navekiyye Türkmenleri hakkında ayrıntılı bilgi veren tek kaynak olan Sıbt, bunlardan bir kısmının Medine'ye giderek Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret ettiklerini kaydetmektedir. Filistin'de ilk defa bir Türk unsuru tarafından kurulan bu Türkmen beyliği hakkında mevcut kaynaklarda başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bunların siyasi yapıları hakkında da herhangi bir bilgi yoktur. Yalnız bunların, Oğuz boylarından birisine mensup olduklarını, kabile törelerine sıkı sıkıya bağlı bulunduklarını, ileri gelen bir beyin yönetiminde beylik halinde yaşadıklarını, bunu meşru halde devam ettirebilmek için de federal bir yönetim sistemine sahip olan Selçuklu devletine tabi olduklarını ifade etmek yerinde olacaktır.



Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi

İLMİ MÜŞAVİR ve REDAKTÖR

Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak