Astroloji ve Astronomi
Eski bilim kitaplarına göre ilm-i nücüm, biri yıldızların yer ve yörüngesinden, doğup batmalanndan bahseden bir tabii ilim, diğeri de yıldızların savaş, barış, doğum, ölüm, talihlilik veya keder, yağmur vs dünya olayları ile olan ilgisinden bahseden soyut bir ilim olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Burada konuyu daha rahat anlatabilmek için birincisine ilm-i nücum (ilm-i hey'et veya astronomi) diğerine ilm-i tencim (astroloji) adını veriyoruz. Daha evvel beyan ettiğimiz malumattan anlaşıldığı üzere Araplar bu ilimlerin her ikisinde de geniş bilgi sahibiydiler. Daha sonra Müslümanlar medeniyet yoluna girmenin ilk adımlarından biri olarak dahili bilimleri kendi lisanlarına tercüme edince Yunan, Fars, Hint ve Keldanilerden bu ilimlerle alakalı olarak elde ettikleri yeni bilgileri kendi birikimleri ile birleştirdiler. Bunun neticesinde lslami dönemdeki astronomi ve astroloji bilimleri ortaya çıktı.
İlm-i Tencim (Astroloji)
Abbasilerin bilimsel uyanış döneminde astroloji ve astronomi ilimlerine gerekli önemi veren ikinci halife Ebu Cafer Mansur olmuştur. Evvelce beyan ettiğimiz üzere, halife, Sind-i Hint kitabını tercüme ettirmişti. Sonraki halifeler de Mansur'un politikasını takip ettiler. Hatta Abbasilerin en parlak zamanlarında bile astroloji oldukça rağbet gören bir bilimdi. Tabip katip veya muhasebeciler nasıl devletten maaş alan memurlarsa müneccimler de (astrologlar) aynı şekilde birer devlet memuru olarak görevlendiriliyor ve maaş alıyorlardı. Halifeler idare ve siyaset ile alakalı birçok konuda müneccimlerle istişare ederlerdi. Eğer bir halife bir teşebbüste bulunmak ister ve onun sonucundan endişe ederse mutlaka müneccimlerin görüşünü alırdı. Müneccimler'de gökyüzünün durumuna ve yıldızların yörünge ve konumlarına bakarak o teşebbüsün uygun olup olmadığını keşfedip görüş bildirirlerdi. Bunun dışında hastaları da yıldızların durumlarına göre tedavi ederlerdi. Yıldızların konumları daima göz önüne alınarak, hatta yemek içmek ve ziyaret zamanları bile yıldızların durumlarına göre tespit olunurdu. Bununla beraber şer'i ilim uleması bu inanç ve alışkanlıkların batıl ve yanlış şeyler olduğunu söylemekten, bu yola sapanları şiddetle uyarmaktan geri kalmazlardı. Fakat halk her şeye rağmen bildiğini yapar, ulemayı çoğu zaman dinlemezdi. Bugün bile aynı inanca sahip birçok insan yok mudur?
İlm-i Nücum veya İlm-i Felek (Astronomi)
Astronominin İslam dünyasında her devirde ayrı ve üstün bir konumu olmuştur. Dahili bilimlerin çoğunda yaptıkları gibi, sadece Yunan, Hint, Fars, Keldan ve Arap Cahiliye Devri'nin gökbilimlerini bir araya toplamaktan başka katkıları olmasa bile, bu bile katkı olarak kafidir. Araplar arasında astronomi çalışmalarına temel olmak üzere müneccim Muhammed Fezari tarafından es -Sindhind (Sidhanta) kitabının tercüme olunduğunu ve bu kitabın halife Me'mün'un zamanına kadar bu ilme kaynak olduğunu daha önce açıklamıştık. Me'mün'un zamanında ise Beytülhikme okulundan astronomi konusunda geniş bilgiye sahip olan Muhammed Musa el Harezmi yetişmiş; Hint, Fars ve Rum metotlarını toplayan bir zic yapmıştır. Bu zat zicin esasını es-Sind-i Hind kitabının hükümleri üzerine kurduysa da ölçüm ve hesapta yeni bir metot geliştirmiştir. O gece ve gündüzün değişmesini İranlıların, güneşin hareketini de Batlamyus'un metotları üzerine yapmıştır. Ayrıca bu zice yeni birtakım bölümler de ilave etmiştir. Çok beğenilen bu kitap her bölgede çoğaltılmıştır. Ancak yazar bu zicde lran tarihini esas almıştır. Daha sonraki yıllarda H. 398 yılında vefat eden Endülüslü astronomlardan Müslime b. Ahmet Merhiti, bu zicin tarihini hicri tarihe göre düzenlemiş, yıldızların hareketini hicrete göre ayarlamıştır. Zic kitabı daha önce de belirtildiği üzere, yıldızların hareketlerini gösteren cetvelleri açıklayan eserlerdir. Takvimler bu cetvellere göre düzenlenirdi.
Daha önce sözü edilen Şakir veya Musaoğulları adı verilen üç kardeş de astronomi alanında şöhret kazanmış büyük bilginlerdendiler. Bunlar halife Me'mün için gündüzün yarısını tespit etmek amacıyla Dünya'nın çevresini ölçmüşlerdi. Me'mün meridyen dairesinin, yani Dünya çevresinin 24 bin mil boyunda olduğunun ispatı hususunda bu üç kardeşe başvurmuştu. Bunlar ölçüm yapabilmek için kendisinden geniş bir alan istemişlerdi. Sencer sahrası bu iş için ayrıldı. Çölde bir kazığa uzun bir ip bağlayıp kuzeye doğru çektiler. İpin bittiği yerde yüksekliği ölçtüler. Güneye doğru da aynı işi tekrar ederek burada da ipin bittiği yerde yüksekliği tespit ettiler. İpin boyu ile yükseklik derecelerinin farkını hesap ederek, yerkürenin çevresini ölçtüler. Tam emin olmak için aynı deneyi Küfe sahrasında da tekrar ettiler. lbn Hallikan vs kaynaklarda bu konuda ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Şakiroğulları astronomi ve hendeseye dair çok önemli ve kıymetli kitaplar yazmışlardır. Yine aynı dönemde yetişen ve H. 27'de vefat eden Ebu Ma'şer el-Belhi de önemli bilginlerden biriydi. Ünlü filozof Ebu YusufYakup bin lshak el Kindi kendisiyle çağdaştı. Ebu Ma'şer önceleri hadis ilmi ile meşgul olduğundan akli bilimlere ve felsefeye düşmanlık ve taassup gösteriyordu. Halkı Kindi'nin aleyhine tahrik eder, felsefe yolunda devam ettiği için onu ayıplardı. Kindi bir fırsat bulup Ebu Ma'şer'i matematik konusunda özendirmiştir. öyle ki, Ebu Ma'şer 47 yaşını geçmiş olduğu halde matematik ve hendese alanında derin bilgi sahibi bir bilgin olmuştur. Bu bilimlerden astronomiye geçiş yapmış, bu alanda da birçok eser yazmıştır. Kindi de böylece onun hücum ve kötülüklerinden kurtulmuştur.
Ünlü mütercim Huneyn bin ishak ile H. 288 yılında vefat eden büyük hekim ve filozof Harranlı Sabit bin Kurre Avrupalılarca alfragan veya alfraganius adıyla bilinen ünlü lslam matematikçisi ve müneccimlerinden Ahmet bin Kesir Fergani, büyük alimlerden Sehl bin Bişr bin Hani o devirde yetişen büyük astronomi bilginlerindendir. Bu son zat Abbasilerin Horasan bölgesinde hüküm süren Tahir Oğulları devletinin kurucusu Tahir bin el Hüseyin'in hizmetinde bulunuyordu. Ayrıca Muhammed bin lsa Mahani ile Bettani adı ile bilinen Muhammed bin Cabir Harrani o devirde yetişmiş büyük astronomlardandılar. Muhammed bin Cabir Harrani sabiilerdendi. Zic -i sabii adını alan bir zic yapmıştı. İki nüsha üzerine yazılan bu zicin ikinci nüshası öncekinden daha doğruydu. Bu zat hicri 264-306 yılları arasında rasat çalışmalarını sürdürmüş, araştırmalarının sonucunu H. 299 yılında yazdığı zicde göstermiştir. Astronomi alanında çağının en iyisi idi. H. 311'de vefat etmiştir. Söz konusu asırda daha birçok astronom yetişmişti.
Daha sonra hicri 4. ve 5. yüzyıllarda da Ebu'l Vefa Bazcani ile Ebu'l-Reyhan Biruni gibi birçok dahi yetişmiştir. 7. asır astronomlarının en başta geleni ise büyük lslam alimlerinden olan Nasirüddin- i Tusi'dir. Onun devrinde yine bu alanda Müeyyed Arazi, onun oğlu Muhammed, Musul'da Fahr Meragi, Tiflis'te Fahr Halati, Necmettin Kazvini yetiştiği gibi diğer asırlarda da daha birçok astronom yetişmiştir. Gerek bu bilginler gerekse yazdıkları eserleri anlatmak ve incelemek "dilin bilim ve kültür tarihi"ne ait bir konu olduğundan, burada yalnız İslam uygarlığının astronomi sahasında gerçekleştirdiği gelişmeler ile bu alandaki etkileri üzerinde malumat vermekle yetindik.
Bu konuda ilk dikkatimizi çeken nokta Müslümanların vehm ve tahmine dayanan astroloji sanatının diğer gök çalışmalarından ayrı olarak batıl bir mezhep olduğunu göstermiş olmalarıdır. Muhtemelen bu fikri ilk kez ortaya atan da kendileriydi. Aslında Araplar astrolojiyi astronomiden ayırmak konusunda çok başarılı olamamışlardı. Ancak kimya biliminde yaptıkları gibi, astronomi alanında da bilimsel temelleri olmayan astrolojiden ziyade deney ve tecrübeye dayanan sonuçlar ve gerçeklere önem vermişlerdi. Araplar felekleri gözetleme, zicleri belirleme, yerküreyi ölçme, gezegenleri gözetleyip incelemekle beraber söz konusu bilimleri daha da ilerletmek için Hint ve Fars ülkelerine seyahatler yapmışlar; bu alanda eskiden yazılmış olan eserleri incelemiş ve eksikliklerini tamamlamışlar, her ülkenin sahip olduğu bilgileri bir araya getirmek için büyük çaba ve gayret sarf etmişlerdir. Astronominin Müslümanlar arasında büyük ve ayrıntılı bir tarihi olduğundan, tamamını aksettirmek bu bölümün sınırlarını aşmak olur. Bu yüzden bu bölümde önce Müslümanların kurduğu rasathaneleri, daha sonrada bu bilim alanında yaptıkları keşifleri zikredeceğiz.
Rasathaneler (Gözlemevleri)
Rasat yani gözlem yapmak astronomi biliminin temelidir. Yıldızların yerleriyle hareketleri ancak gözlemle belirlenir. Gök cisimlerini gözlemlemek, daha önce Yunanlılarda da önemli bir çalışma kabul ediliyordu. Bunlar yıldızları gözlemleyerek gözlem aletlerini icat ettikleri gibi, milattan önce 3. yüzyılda lskenderiye'de bir gözlemevi kurmuşlardı. Bu gözlemevi Mecisti adlı kitabın yazarı Batlamyus'un zamanında en parlak devrine ulaşmıştı. Müslümanlar arasında aşağıda görüleceği üzere Bağdat, Şam, Mısır, Endülüs, Meraga, Semerkand ve başka yerlerde gözlemevleri inşa edinceye kadar lskenderiye gözlemevi yeryüzünün tek gözlemevi olma özelliğini sürdürmüştü.
Rasat Aletleri
Yıldızları gözlemlemek için birtakım aletler kullanılırdı. İslam uygarlığı devirlerinde kullanıldıkları yerlere göre çeşitli şekillerde 15-20 kadar gözlem aleti kullanılıyordu. En önemlileri şunlardı:
1- Lebne aleti: Bu alet murabba ve müstevi bir cisimden oluşuyordu. Bununla meyli külli, yıldızların uzaklığı ve ülkelerin yerlerini ölçerlerdi.
2- Halka-i itidaliye: Bu alet itidal değişikliklerini bilmek için dairei mutedilin sathına asılı bir halkadan oluşuyordu.
3- Zatü'l evsar: Dört murabba üstuvaneden mürekkepti. Güneş'in hareketindeki meyil bu aletle ölçülüyordu. Bu alet bulunduğu zaman halkai itidaliyeye hacet kalmazdı.
4- Zatü'l hak: Şekilce ve yaptığı görev açısından gözlem aletlerinin en büyüğü olan bu alet, çeşitli halkalardan oluşuyordu. Öncelikle burçların yerini göstermek üzere bir halka, ikincisi iki kutuptan geçen bir başka halkadan oluşuyordu. Bu iki halka burçlar dairesi diğer dairenin kutuplarından aynı uzaklıkta bulunmak şartıyla birbirine geçirilirdi. Üçüncüsü biri uzun ve büyük diğeri ise küçük olmak üzere iki daireden oluşuyordu. Bunlardan birincisi burçlar dairesinin muhaddeb (kambur ve tümsekli, convexe) ve diğeri mukaar (ortası çukur olan, concave) yönüne konulurdu. Dördüncüsü ise öğle vakti dairesi. Bunun orta çukurunun çapı, tümsek halkanın turunun çapına eşit oluyordu. Halkai arzın tümsek çapı, küçük halkanın çukurunun çapı kadardı. Bu alet bir kürsü üzerine oturtuluyordu.
5- Zatü's semt ve'l intifa: Çapı eşit bir sütunun bir sathından ibaret bir yanın daire idi bununla semt ve yüksekliğini anlarlardı.
6- Zatü şubeteyn: Bir kürsü üzerine konulmuş üç cetvelden oluşuyordu. Bununla yükseklik ölçülürdü.
7- Zatü'l ceyb: Bu alet bir önceki alet şeklinde düzenlenmiş iki cetvelden oluşuyordu.
8- El müşebbeh bin natık: lki yıldız arasındaki uzaklığı tayin için kullanılırdı. Üç cetvelden oluşuyordu.
9- Usturlap: Bu aletin birçok çeşiti vardı. Tam, müsettah, tomari, hilali, zevraki, akrabi, asi, kavsi, cenubi, şimali gibi. Bunlardan başka daha birçok ve çok çeşitli gözlem aletleri vardı.
İslam Dünyası ve Gözlemevleri
Halife Me'mün, başlattığı tercüme faaliyetleri çerçevesinde Batlamyus'un kitabı Mecisti de yer alan ve gözlem işlerinde kullanılan aletleri görmüş, bu tür çalışmaların Batlamyus'un yaptığı gibi kendi ülkesinde de yapılmasını emretmiştir. Bu amaçla gözlem aletleri imal edilmiş ve H. 214 yılında Bağdat'ta Şemmasiye denilen yerde ve Şam'da Cebel-i Kaysün'da gözlemevleri kurulmuş ve bilimsel çalışmalar böylece başlatılmıştır. Ancak Halife Me'mün'un H. 218 yılında ölümünden sonra bu gözlemlere ara verilmek zorunda kalınmıştır. Burada araştırma yapan bilginler gözlemevi kapatılmadan önce yaptıkları araştırmalar sonucunda elde ettikleri bilgileri bir araya toplayarak Rasad-ı Memuni adı altında bir kitap hazırlamışlardı. Gözlemlerindeki bilginler heyeti, çağın en büyük gökbilimcisi kabul edilen Yahya b. Ebü Mansur ile ünlü müneccimlerden Halid b. Abdülmelik Mervezı, Sind b. Ali, Abbas b. Sefid Cevheri'den oluşuyordu. Bu bilginler ayrıca kişisel bilgi ve deneyimlerine dayanan ve kendi adlarıyla anılan birer zic de yazmışlardır. Bunların yaptıkları gözlemler lslam dünyasında yapılan ilk gök araştırmaları olarak kabul edilir.
Daha sonra Şakir veya Musaoğulları da Bağdat'ta köprünün tak kapısına bitişik olan tarafta bir gözlemevi kurarak, yıldızlar ve diğer gök cisimlerini gözlemlemişler ve arüz-ı kamerden arüz-ı ekberin hesabını çıkartmışlardır.
Buveyhilerden Şerefüddin b. Addüddevle de Bağdat'ta Darü'l-memleke bahçesi kenarında bir gözlemevi kurdurmuş ve ünlü gökbilimcilerden Ebü Sehl Veycen b. Kuhi burada "kevakib-i seb'a" (yedi yıldız) üzerinde gözlemler yapmıştır.
Bağdat'taki hilafet merkezi gücünü kaybedip de ülke valiler arasında bölünüp bağımsız emirlikler halini alınca, astronomi konusundaki çalışmalar da çeşitli alanlara bölünmüştür. Bu bölgelerin en önemlisi Mısır havalisiydi. Burada hüküm süren Fatımiler H. 411 yılında vefat eden hükümdarları Hakim Biemrillah adına Muktam dağı üzerinde bir gözlemevi inşa etmişlerdi. Zamanla harap olan bu gözlemevinin yerine yine Fatimi halifelerinden Müsta'li b. Mustansır'ın veziri Efdal b. Emiru'l-cüyüş tarafından yeni bir gözlemevi yaptırılmıştı. Fevatü'l Vefeyat yazarı Şam bölgesi sınırında Yübnani adıyla bilinen bir gözlemevi daha kurulmuş olduğunu kaydetmiştir.
Yukarıda sözü edilen rasathane, Tatar Hanı Hülagü'nün zamanında büyük lslam filozoflarından olan Nasirüddin Tusi'nin yetişip Meraga şehrinde H. 657'de yeni bir gözlemevi kurduğu döneme kadar gök araştırmalarının merkezi olma özelliğini sürdürmüştür. Tusi, Hülagü'yü söz konusu gözlemevini inşa etme konusunda ikna etmenin yanında, içindeki aletlerin temini ve çeşitli masraflar için büyük harcamalar yaptırmış, dörtyüz bin cilt kitaptan oluşan muazzam bir kütüphane kurdurtmuştur. Daha sonra tahta çıkan Timurlenk de Semerkand'da bir gözlemevi kurdurduğu gibi diğer hükümdarlar da lsfahan, Mısır, Endülüs ve ayrıntılı bilgileri bize ulaşmayan başka şehirlerde özel veya genel gözlemevleri inşa etttirmişlerdir.
İlm-i Nücum (Astronomi) ve İslamiyet
Müslümanlar yukarıda anlattığımız gözlemevlerinde yıldızlar üzerinde araştırma ve gözlemler yapıp zicleri düzenlemişlerdir. Bu ziclerin en büyüğü daha önce sözü edilen İbn Yunus'un yazdığı dört ciltlik zic kitabıydı. Bağdat'ta daha önce yazılmış olan ziclerden sonra bu kitap İslamlarca en önemli başvuru kaynağı haline gelmişti. Ünlü astronomlardan Ebü İshak İbrahim b. Habib Fezari'nin Kitabü'z-zic ala sini'l-Arab adındaki zici ile Muhammed b. Musa Harezmi ve İsfahan rasathanesi nazırı Ebü Hanife-i Dinevri ve Ebu Ma'şer Belhi daha önce açıkladığımız şekilde zici Fars usulü üzere tertip etmişlerdi. H. 426 yılında vefat eden Endülüslü ünlü matematikçi Ebu's-Semh Gırnaşağıda, İbn Hammad Endülüsi'nin zicleri ile Nasreddin Tusi'nin Farsça yazılan zic-i tihuni siyasi, H. 777 yılında vefat eden İbn Şatır Ensari Dımeşki ve başkalarının zicleri de ünlü zicler arasında sayılıyorlardı. İslamlar yaptıkları bu ziclerde Yunanlıların ulaştığı hatalı birçok gözlem sonuçlarını da düzeltmişlerdir.
İslamlar astronomi alanında birçok yeni metot kullandıkları gibi daha önce sözünü ettiğimiz "zatü's-semt" ve "zatü'l-irtifa"' adı verilen gözlem aletlerinin yanında "zatü'l-evtar", "müşehhetü bi'n-natık" aletleri gibi yeni aletler de icat etmişlerdir. Bu son gözlem aleti Takiyyüddin Rasid'in icatlarından biridir. Hicri 6. yüzyılın başlarında vefat eden ünlü İslam hükemasından Bedi' Üsturlabi, icat ettiği cetvelin yanı sıra bu alanda yeni bir de eser yazmıştır. Ayrıca "alet-i şamile"nin de noksanlıklarını tamamlamış ve onu çeşitli arzlarda yapmıştır.
Çağının önde gelen gök bilginlerinden olan Nasiruddin Tusi de usturlapta birtakım gelişmeler sağlamıştı. Üsturlap küresinde bir hat ilave ederek buna "asa" adını verdiği gibi bu konuya ait oldukça dikkat çekici bir risale de yazmıştı. Bunu ilk bulan da kendisiydi. Büyük İslam bilginlerinden Muhammet bin Cabir Bettani de yeryüzünün son noktasını açıklamakla beraber Oğlak ve Yengeç dönencesi itidalinin ve ekvator üzerinde burçların meyil hesaplarını doğrulttuğu gibi, üçgenler ve açıların ölçümünde de ilk kez cüyüb ve evtarı kullanmıştı.
Ünlü İslam bilginlerinden Biruni de kürenin yüzünü ilk keşfeden zat olup, bu keşfini el-asaru'l-bakiye ani'l-kürüni'l-haliye adındaki kitabında ayrıntılarıyla yazmıştı. Biruni'nin kitabı ile bu kitabın girişinde sözü edilen diğer eserlerinin incelenmesinde büyük bilginin matematik ve astronomide olduğu gibi daha pek çok keşfinin olduğu anlaşılıyor. Biruni Yunan bilimlerini Hindistan'a ve Hintlerin bilimlerini de Araplara nakil etmiştir ki bu hizmet bile kendisinin adının silinmezliği için yeterlidir. Biruni sultan Gazneli Mahmud'un destek ve himayesinde Hindistan'a gidip oralarda yıllarca yaşamış, Hint bilimlerini öğrendiği gibi Yunanlıların bilim ve felsefesini de onlara öğretmiştir. Nitekim Nasreddin Tusi, astronomiyi Tatar hanı Hülagü'nün desteği ile Tatarlar arasında, ünlü matematikçilerden Ömer bin İbrahim el-Hayyami de Selçuklular arasında yaymada başarılı olmuşlardır. Ancak tüm bu başarılar her devirde İslami yönetimlerin sağladığı uygun ortam ve imkanlarla gerçekleştirilmiştir.
İslam astronomi alimleri bu ilimde büyük bir iktidar ve meharet sahibi olmuşlardı. Hatta alanın üstatları ve kesin otoriteleri de bunlardı. Dünyanın neresinde olursa olsun en çetrefilli meseleler İslam astronomi alimlerine müracaatla çözüme kavuşturuluyordu. Avrupa hükümdarları astronomi alanında güç bir sorunla karşılaştıklarında, kendilerine daha yakın olan -yalnız Endülüs'e değil- Şark İslam memleketlerine dahi özel memurlar göndererek, o zor meseleleri İslam alimlerine hallettirirlerdi. Tabaküt'ül-tabipler müellifi, İbn ebi Usaybia bu konuda örnek de verir. Fransa kralının Musul'da Atabeyler adına hükümet süren Bedrüddin Lü'lü'ün nezdine astronomiye ait sıkıntılarının çözümü için bir hususi memur gönderdiğini ve Bedreddin'in de bu iş için H. 239'da vefat eden İslam alim ve filozoflarının büyüklerinden Kemaledin bin Yunus'a müracaat ettiğinden uzun uzadıya bahseder.
İspanyalılar bugün de vakitleri belirlemek için kullanılan rakkası (sarkaç-pendule) Müslümanlardan öğrendiklerini itiraf ediyorlar. Daha sonra rakkas esası üzerine yapılan gözlem aletleri ve benzerlerinin önemini belirtmeye gerek yoktur. Bundan öte Müslümanlar daha önceden de saat yapımını biliyorlardı. Rivayete göre Harun Reşid, Şarlman'a sanat değeri oldukça önemli bir saat armağan etmişti. Avrupa tarihinde bu hediye olayı oldukça meşhurdur. Müslümanların astronomi ve matematikle ilgili Yunanca'dan yaptıkları bazı çevirilerin bugün orijinalleri kaybolmuş ve yalnızca Arapça çevirileri ile zamanımıza ulaşmıştır ki onların bu bilimlere yaptıkları katkı ve büyük hizmetlerin sonucudur. Temuharis ile Aristo'nun eserleri ile Mecisti şerhi bu tür eserlerden bazılarıdır. İslamların bilime yaptıkları bu katkı yalnızca astronomi ve matematik ile sınırlı değildi. Edebiyat kitaplarına kadar birçok bilimi kapsıyordu. Örneğin İbnü'l-Mukaffa Kelile ve Dimne adlı kitabı Farsça'dan Arapça'ya çevirmişti ancak zamanla Farsça orijinali kaybolduğundan, Avrupalılar daha sonra bu kitabı kendi dillerine tercüme etmek istediklerinde Arapça çevirisini kullanmak zorunda kalmışlardı.
Hesap, Cebir ve Hendese
İslamiyet'in ilk dönemlerinde hesap bilimi (muhasebe) İslam hakimiyeti altında yaşayan gayrimüslimler ve mevaliden oluşan haraç memurlarının uğraş alanlarından biriydi. Bu nedenle sıradan basit bir sanat kabul ediliyordu. Bu yüzden hesap ve benzeri bilimlerle uğraşmaktan kaçınmışlar, çocuklarına şiir, binicilik, yüzme ve atasözleri öğretmekle yetinmişlerdi. Sonraları uygarlık yolunda ilerledikçe hesap bilimine ihtiyaçları olduğunu hissetmişler ve bu konuya ilgi göstermişlerdir. lbn Tevem'in oğluna, "Yazıdan önce hesabı öğret," şeklindeki sözü bir vecize olarak dillerine yerleşmiştir. Zamanla tüm bilimlerin eğitim ve öğretimi, kendi dillerinin çevirilerine yönelince hesap bilimi de bunlar arasında önemli bir yer tutmuştu. Hesap bilimi özellikle astronomi bilimi ile uğraşanlar, mühendisler vb bilim adamlarının çaba sarf ettikleri bilimlerdendi. Yalnızca hesap üzerinde uzmanlaşmış, ömrünü buna adamış bilgin çok fazla değildi.
lslam uygarlığının matematik bilimine yaptığı en büyük hizmetlerden biri, Hint hesap metodu ile rakamlarını dünyanın dört bir köşesine ulaştırmalarıdır. Araplar kullandıkları bu rakamlara "Hint rakamları" derlerdi. Avrupalılar da söz konusu rakamları Araplar kanalıyla aldıkları için "Arap rakamları" adını vermişlerdir. lslam dünyasına bu rakamları ilk getiren kişi ve bu tekniğin düzenleyicisi Ebu Cafer Muhammed bin Musa el Harizmi (Ö. 847'den sonra) idi. Avrupalılar bu zatın adından "Algorisma" kelimesini türetmişlerdir.
Cebir bilimi konusunda da İslamların önemli çalışmaları olmuştur. Bu konuda birçok eser yazmışlar ve cebirin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Araplar biri Ziyofontüs, diğeri Eberhos'a ait olmak üzere cebirle ilgili iki kitap tercüme etmişlerdir. Günümüz araştırmaları sonucunda, bu iki şahsın yazdıkları kitapların cebir konularına ait olmayıp, basit birtakım metotlarla sınırlı bulunduğu, bu nedenle cebir bilimini icat edenlerin Müslümanlar olduğu anlaşılmıştır. Bizce Müslümanlar Hint hesabını öğrendikten sonra elde ettikleri bilgileri, Eski Yunanlılardan naklettikleri bilgilerle birleştirerek, bu temel üzerine cebir bilimini bina etmişlerdir. İslamların cebir konusunda yazdıkları en ünlü kitaplardan biri yukarıda adı geçen Musa el Harizmi'nin Kitabü'I cebr vel mukabele adındaki eseridir. Anlaşılan o ki Harizmi yazdığı zicde, Hint, Fars ve Yunan metotlarını birleştirdiği gibi hesap biliminde de bu üç kaynaktan edindiği cebir yöntemlerini birleştirerek Arap cebir biliminin temellerini atmıştır. Müslümanlar Harizmi'nin bu kitabını birçok kez genişleterek yazmışlardır. Ünlü lslam matematikçilerinden Ebu Kamil Şüca bin Eslem ile Ebu'l Vefa cebir konusunda eserleri olan bilginlerdendiler. H. 281'de ölen Ebu Hanife Dineveri ile Ebu'l Abbas Serahsi (Ö. 286) de cebir alanında kitaplar yazan lslam matematikçilerindendi. Sonraki çağlarda Avrupalılar cebir bilimini Müslümanlardan kendi dillerine aktarmışlardır.
Müslümanların Hint kurallarını mantık kuralları içinde uygulamaları hendese geometri alanında yaptıkları yeniliklerden birisidir. Bu yöntemi ilk uygulayan kişi H. 5. yüzyılın başlarında yaşamış olan İbnü'l-Heysem'dir. Bu büyük bilgin yazdığı eserinde Öklid ve Apollonius'ın sayı ve geometri yöntemlerini birleştirip çeşitli bölümlere ayırmış, onları eleştirmekle beraber, birbirleri ile karşılaştırarak talimiye, hissiye ve mantıkiye ile ispat etmişti. Söz konusu bilgin cebir ve hesap bilimine daha önce kullanılmayan birtakım yeni yöntemler kazandırmıştır.
Ünlü Musa veya Şakiroğullarından biri olan Hasan bin Musa bin Şakir de açının birbirine eşit üç kısma ayrılması gibi önceki geometricilerin çözemediği önemli problemleri çözmeyi başarmıştır.
CORCi ZEYDAN İslam Uygarlıkları Tarihi CİLT2
Tarihu't-temeddünni'l-lslami
NOTLARLA GÜNÜMÜZ TÜRKÇESiNE ÇEViREN Nejdet Gök
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder