11 Ocak 2024 Perşembe

RECONQUISTA'NIN BAŞARIYA ULAŞMASININ SEBEPLERİ, MÜSLÜMANLAR İLE HIRİSTİYANLAR ARASINDA MEDENi, SOSYAL, EKONOMİK, TİCARi VE KÜLTÜREL İLİŞKİLER -3

 


Müslümanlar İle Hıristiyanlar Arasında Sosyal İlişkiler




1. Müsamaha Ruhu ve İnsani Değerlerde Etkileşim


Toplumsal hayatta Endülüs İslam kültürü ve medeniyetinin İberya Hıristiyanları üzerindeki tesirleri, öncelikle dini müsamaha, ahlaki değerler, adetler ve gelenekler, musiki, merasimler ve bayramlar, giyim kuşam, yeme içme ve mesken tarzı veya mimari konularında görülmüştür.

Kur'an ve Hz. Muhammed'in öğretileriyle şekillenmiş olan İslam Gayri Müslimler Hukukunun, Endülüs'e kadar olan İslam tarihi boyunca genelde gereğince uygulanmış olduğu görülmektedir. Bu gelenek, Endülüs tarihi boyunca da hoşgörü ruhunun benimsenmesiyle olumlu bir tarzda sürmüştür. Konu, Hıristiyanlara ait olan bir yerin fethedilmesiyle İslam yurdu haline dönüştürülen dolayısıyla, Müslümanlar ile Hıristiyanların içiçe yaşamak durumunda bulundukları Endülüs Yarımadası'nda, Doğu'da olduğundan daha büyük bir önem arz etmektedir. Endülüs medeniyetinin ortaya çıkmasında, olağanüstü ekonomik refahın etkisiyle İspanyol ve Berberi topluluklarının Arap- İslam kültürünü özümsemeleri olgusu da etkili olmuştur. Yani Endülüs tarihi içinde her ne sosyo-kültürel değer ortaya konmuşsa bu, aynı çatı altında insanca bir düzene bağlı olarak ortaklaşa bir hayat süren farklı toplumsal ve dini unsurların beraberce çalışmaları sayesinde olmuştur.

Yani, Endülüs kültürü adalet ve müsamahanın ürünüydü diyebiliriz.

Endülüs'te Müslümanların hakimiyeti altındaki topraklarda yaşayan Hıristiyan ve Yahudilerin ibadethaneleri açık bulunur ve oralara her isteyen gidebilirdi. Hatta, kiliselerde güzel yiyecek ve içecekler ikram edildiği için Müslümanlardan bile oralarda geceleyenler olurdu. Bugün olduğu gibi, Endülüs'te de bereket ve ilahi yardıma nail olma arzusuyla Müslümanlardan kiliseleri, Hıristiyanlardan da cami ve evliya türbelerini ziyaret edenler görülürdü. Gayri Müslim veya Müsta'rib bir sınıf olarak Hıristiyan ve Yahudiler, Müslüman adetlerine saygı olarak domuz eti yemezler, çocuklarını sünnet ettirirler ve çoğunlukla çocuklarına Müslüman ismi verirlerdi. Edebiyatçı Ebu Ca'fer b. Abdullah İbn Şance (Sancho) gibi bazı Müslüman edebiyatçılar da, bir Hıristiyan lakabını benimseyebiliyordu. Böylesine bir tolerans ve insaniyete saygının hakim olduğu Endülüs toplumu, daha sonra Hıristiyan devletleri tarafından da örnek alınmıştır. Ancak, Daniye'de Müslümanların içerisinde köle olarak yıllarca yaşadıktan sonra kuzeye kaçan Ebu Amir İbn Garsiye gibi bazı mutaassıp Hıristiyanlar, Müslümanlara karşı aşağılama faaliyetine girişerek nankörlük edebiliyor ve bu da, bir karşı Hıristiyan eleştirisini gündeme getirebiliyordu. Bu süreç de, Müslüman ve Hıristiyan tarafları arasında zaman zaman dini, kültürel ve medeni konularda sürtüşmeye neden olabiliyordu.

Kastilya ve Leon kralları, çevrelerine Müslüman bilginleri topluyor, Müslüman mühendisleri istihdam ediyor, hiçbir aşağılık duygusu veya yermeye maruz kalmadan Müslümanların müziğini dinliyor ve İslam kültüründen azami surette istifade ediyorlardı. Ancak, ne zaman ki arada cereyan eden Reconquista savaşları "haçlı savaşı" niteliğini kazandı, o zamandan itibaren Hıristiyan kralların bu tavırları biraz değişikliğe uğramıştı. Bu da Mülükü't-Tavaif döneminde, bilhassa Tuleytula'nın işgal edilmesinden sonra başlamıştır. Bu değişime rağmen, Tuleytula'yı bir zafer kazanarak işgal eden VI.Alfonso, şehirde yaşamakta olan Müslümanların dini hayat ve mukaddesatlarına dokunmamıştı. Lakin, Katolik Kilisesinin din adamları, bu durumdan hiç de hoşnut kalmamışlardı. Nitekim, VI.Alfonso'nun Tuleytula'dan ayrıldığı bir zamanda şehrin piskoposuyla kraliçe Konstance birlik olarak şehrin ulu camisini kiliseye çevirdiler. Alfonso, şehre dönüp yapılanı öğrendiğinde öyle öfkelendi ki, bu suçu işleyenleri yakarak cezalandırmaya karar verdi. Ancak, şehir Müslümanları araya girerek şefaatçi oldular ve Alfonso da bu cezanın faydasız olacağına inanarak kararından vazgeçti.

Tuleytula olayında olduğu gibi, Endülüs'te gerçekleşen ve Hıristiyan dini taassubundan kaynaklanan bütün tatsız olaylar, Papalık ve onun İspanya' da görev yapan daha çok Fransız-İtalyan asıllı rahiplerinin mutaassıp tutumları yüzünden meydana gelmişti. Olayların ana fikri ise, bir İspanya kralının bir Endülüs kalesini işgali sırasında Müslümanlar ile sulhen antlaşma yapmasına, papazlar veya Haçlılar tarafından karşı çıkılarak, Müslümanların öldürülmeleri ve mallarına el konulmasını istemeleri şeklindedir. Bu tür olaylardan, Müslümanlar ile daha yakın bir hayat sürmekte olan İspanyalıların, Fransızlar ve diğer Avrupalılar' a nisbetle daha hoşgörülü davranabildikleri sonucu da çıkarılabilir. Çünkü, Katolik Hıristiyan Kilisesi 1085 tarihinde İspanyalıları destekleyerek Tuleytula'nın alınmasına büyük katkı yapmıştı. Başarıyı gördükten sonra ise, Endülüs'ten Müslümanların tamamen çıkarılabileceğine inanmış ve bunun gerçekleşmesi için İspanyol ve Portekizliler'i sürekli kışkırtarak onlara her çeşit desteği sağlamıştır. Bu amaçla Endülüs'e yönelen Papalığın, İspanyalıların Reconquista' daki başarılarından cesaret alarak Kudüs merkezli Orta Doğu'ya da Haçlı Seferleri başlattığı bilinmektedir. Bu arada, aynı Papalık İspanya'yı Katolikliğin taassup merkezi haline dönüştürmüştü. Bunun sonucunda, daha çok Müdeccen Müslümanlar olumsuz muamelelere maruz kalmaya, ayrıca Reconquista savaşları da iyice kızışmaya başlamıştır.

İberya Hıristiyanları, Endülüs Müslümanlarından insani değerler konusunda da çok şey öğrenmiştir. Müslümanlar ile ortak hayatın getirdiği etkileşim sayesinde cömertlik, arkadaşlık, dostluk, hoşgörü, güzel ahlak ve adabı muaşeret kuralları gibi insanlar arası ilişkilerin esasları Hıristiyanların hayatlarına girmeye başlamıştır. Ayrıca çocuklar, kadınlar ve yaşlıların haklarına riayet etmeyi de Müslümanlardan öğrenmişlerdir. Çünkü, özellikle Endülüs Emevileri, Murabıtlar ve Muvahhidler dönemlerinin büyük hükümdar ve komutanları, İslam geleneğine uyarak, çıktıkları seferlerde evleri yakıp yıkmayı, çocuk, kadın ve yaşlılara dokunmayı askerlerine yasaklarlardı.

Endülüs halkı, hangi dinden olursa olsun gayet dindar insanlardı. Özellikle, Müslümanlar içerisinde kendisine halkı kötülüklere karşı uyarma görevini veren çok sayıda erkek ve kadın alim mevcuttu. Bunların kayıtlarını biyografik tarih kaynaklarında bulmak mümkündür. Ancak, aynı toplum içinde medeni bir topluma yakışmayacak türden bazı alışkanlıklar da görülmüyor değildi. Diğer yandan, Hıristiyan devletlerde bu tür insani değerler çok daha gelişmeye muhtaç durumdaydı. Bu alanda, Muhyiddin İbnü'l-Arabi gibi Endülüs'te yetişmiş ünlü alim ve mutasavvıfların fikirleri Hıristiyan dünyasına yayılmış ve etkili olmuştu.

İslam kaynaklarında konu ile ilgili ilginç bilgiler kayıtlıdır. Mesela, (fetih yıllarında ilk tanıdıkları düşman Hıristiyan İspanyalılar olduklarından) Galicia halkı için, "onlar zalim ve kötü ahlaklı, temizlenmezler ve yılda ancak bir iki kez soğuk suyla yıkanırlar, Üzerlerinde parçalanıncaya kadar elbiselerini yıkamazlar, vücutlarında terden oluşan kir tabakasının bedenlerine yarayışlı olduğuna inanırlar, giydikleri elbiseleri çok dardır ve yırtmaçlarından vücutlarının ekserisi görünür, güçlüdürler ve çarpışma anında kaçmazlar'' denmektedir.



2-Musiki, Çalgı Aletleri ve Eğlence


Bugün çağdaş araştırmacıların ekserisi tarafından benimsenen bir görüşe göre, tarihte hiçbir ulusta müzik Müslümanlar arasında olduğu denli işlenmiş ve onurlandırılmış değildir. Hayattaki her olayın o an verdiği sevinç ya da hüznünü anlatacak özel müziği vardı. Endülüs Müslümanları, çalgı ve musikisinin İspanya Hıristiyanları arasında yayılmasında da büyük rol sahibi olmuşlardır. Endülüs saray ve konaklarında şiire, çalgı ve musikiye yer verilir, bu konuda yetenekli Hıristiyan cariyeler özel eğitimle yetiştirilirlerdi. Ayrıca, Endülüs'te şair ve musikişinas yöneticiler de çıkmıştır. Bağdad ve Medine gibi Doğu İslam dünyası merkezlerinden de Endülüs'e musikişinaslar getirilirdi. Bağdad'ta yetişen ünlü musikişinas Ziryab bunlardandır. Ziryab'ın Endülüs musiki, giyim ve hayat tarzı üzerinde çok büyük etkisi söz konusudur.

Konunun dikkat çekici diğer bir yanı da, bazı İspanyol cariyelerin Doğu İslam merkezlerine gönderilmiş olmasıdır. Orada musiki, görgü ve güzellik eğitimi alarak yetiştirilen cariyeler, Endülüs'e ve belki de Hıristiyan İspanya devletlerine dönüyorlardı. Bundan çıkan sonuç, Müslümanlar ile Hıristiyanların ilişkilerinde temel unsur olan köle ve cariyelerin, başka vesilelerle olduğu gibi musiki ve görgü kuralları yoluyla da İslam geleneğinin Hıristiyan halklara naklinde çok özel bir yere sahip oldukları olgusudur. Öte yandan, Endülüs'te yetişen musikişinasların İspanyol kralların saraylarına sıkça gittikleri ve orada kendi sanatlarını icra ederek konserler verdikleri bilinmektedir. Buna ilaveten, kuzeyli Hıristiyanların Endülüs musikisine ilgilerini belgeleyen çok sayıda malzeme de mevcuttur.

İspanyol müziğinde kullanılan enstrümanlardan çoğunun adı Arapça' dan gelmekte ve fakat, İspanyolca telaffuzuyla bilinmektedir! Mesela, "ud" ''laud", "gişare" "guitarra", "rebab" "rabel", "nefir" "anafil", "bendir'' "pandera" , "sunc" "sonalas" , "buk" "elboque" ve "tabi" "atambal" şeklinde İspanyolca'ya geçmiştir. Ayrıca, İspanyol müzik tarzlarından "zambra" Arapça "zemr'' kelimesinden dinleyenlerin icra esnasında bağırarak heyecanlarını dile getirmelerine yarayan "ole ole" kelimeleri "Allah Allah" kelimelerinden, "leli leli" kelimeleri de "ya leyi" kelimesinden gelmekte olup, bunlar İspanyol müzik kültürünün Endülüs Müslüman musiki kültürüyle şekillendiğini belgeleyen unsurlardan bazılarıdır.

İspanya Hıristiyanlarının ilk dönemlerinden itibaren Endülüs musikisi ve şarkılarını dinlemeye başlamış olduklarını gösteren deliller de mevcuttur. Aynı topraklar üzerinde pek çok kanaldan karşılıklı ilişki içinde yaşamakta olan İberya topluluklarının, dini ne olursa olsun birbirlerinin müziği ve kültüründen etkilenmeleri gayet doğal bir olaydı. Çünkü, özellikle müziğin insanlar arasında evrensel bir ilişki lisanı olma özelliği vardır. Şarkıların güftelerini teşkil eden, genellikle Endülüs halk dili el-Acemiyye (Aljamiado) olurdu. Müslümanlar ile Hıristiyanlar tarafından ortaklaşa oluşturulan ve kullanılan bu dilde yazılan zecel ve muvaşşah adı verilen şiir türleri vardı. İşte bu tür şiirlerden yapılan bestelerle Endülüs musikisini oluşturan şarkılar yapılır ve herkes tarafından söylenirdi. İspanyalıların zevkle dinledikleri Endülüs şarkıları, genellikle zecel tarzı şiirlerden bestelenenlerdi.

Toplumsal hayatın bütün tezahür alanlarında olduğu gibi, oyun eğlence hususunda da bu taklit olgusu tarihsel bir vakıa olarak görülmektedir. Konuya güzel bir örnek satrançtır. Araplar'ın "Şatranç" dedikleri oyunun İspanyalılar arasında ilk görüldüğü tarih 1008 ile 1017 yıllan arasına denk düşmektedir. İşbiliye Emiri el-Mu'temid b. Abbad'ın veziri İbn Ammar ile kral VI.Alfonso arasında geçen bir satranç oyunu hikayesi vardır. Buna göre, kral şehri alma tehdidiyle İşbiliye yakınına ordugah kurar. el-Mu'temid ise, veziri İbn Ammar'ı saldırıya engel olması için krala gönderir. Zekasıyla ünlü vezir, yanında götürdüğü göz alıcı süslemelere sahip bir satranç takımını kralın adamlarına göstererek onu oyun için ikna etmelerini sağlar. Ancak, vezirin oyun için krala bir şartı vardır. Oyunu kral kazanırsa oyunun sahibi, vezir kazanırsa istediği şeyin sahibi olacaktı.

Oynanan satranç sonunda vezir kazanır ve krala aralarındaki bahsi hatırlatır. Kral, bu duruma çok öfkelenir ama sözünden de dönmez ve sadece gelecek iki yılın cizyesini peşin alarak geri çekilir. Hikayede her ne kadar hayal ürünü unsurlar varsa da, Hıristiyanlar ile ve bilhassa VI.Alfonso ile iyi ilişkilere sahip olduğu bilinen İbn Ammar'ın böylesi diplomatik bir hileyi gerçekleştirmiş olması ihtimali de gerçekten pek uzak görünmemektedir.



3. Bayramlar, Giyim-Kuşam ve Yeme-İçme Kültürü


İspanyalıların kullandıkları takvim, güneş sistemi merkezli olduğu için onların bayramları her yıl aynı güne denk gelirdi. Bunu bilen Müslümanlar, Gayri Müslimlerin dini hayatlarına karşı olduğu gibi, bayram ve merasimlerine de saygı gösterirlerdi. Müslümanlar arasında her yıl kutlanan Nevruz bayramında, hamurdan güzel heykelcikler şeklinde bir çeşit yiyecek hazırlanması adettendi.

Endülüs Emevileri zamanında kılık kıyafet modasına, müzik ve yeme içme alanında olduğu gibi Bağdat' tan gelen Ziryab bir süre yön vermişti. Özellikle, Endülüs Emevileri döneminde yönetici ve zengin tabaka arasında Bağdat yeme-içme modasını yaygınlaştıran Ziryab olmuştu. Kendisi, Doğu İslam dünyasının adabı muaşeret kurallarından bazılarını da Endülüs'e taşımıştı. Ancak, daha sonraları Murabıt ve Muvahhid tesirleri Endülüs'te kısmen de olsa kendini göstermişti. Bu arada, Endülüslüler kıyafet rengi olarak daha çok yaz rengi tercih ederlerdi. Ziryab da bu alışkanlığı destekleyen biri olmuştu.

Endülüs halkının ve bilhassa kadınların giysi çeşitlerinin tespitinde, her kıyafetin her bölge ve zamanda geçerli olmayacağı gerçeğinden kaynaklanan güçlükler mevcuttur. Endülüs halk şiirinin önde gelen temsilcisi İbn Kuzman'ın divanı incelendiğinde ortaya çıkan verilere göre, Murabıtlar dönemi boyunca Endülüs'te yaygın olan giyim şekilleri belirli oranda tespit edilmiştir. Bunlar arasında coğrafi konum gereği Mağribliler'in ya da doğulu Müslümanların kıyafetinden farklılık arz edenler, daha çok Hıristiyan giyim tarzından (İfranci) etkilenerek kullanılan elbiselerdi. Özellikle, ipekli giyimde bu etkilenme daha da barizdi. Mesela, Hıristiyanların dostu İbn Merdeniş'in Hıristiyan tarzı giyindiği kaynaklarda kayıtlıdır. Daha ilginç olanı ise, Endülüslü emir ve askerlerin genellikle Hıristiyan tarzı giyindikleri tespitidir. Hıristiyan elbiseleri içerisinde, Endülüslüleri etkileyen daha ziyade Kaleniyye derisinden imal edilen pahalı bir elbiseydi. Ayrıca, "fiştan" (fistan) denen bir elbise türü de yine Hıristiyanlardan Endülüslülere geçmişti.

Giyim kuşam konusunda Müslümanların da İspanya Hıristiyanlar üzerinde tesirleri olmuştu. Tarihi kayıtlardan anlaşıldığına göre, IV./X. yüzyıldan itibaren Kurtuba, İşbiliye, Tuleytula ve Sarakusta sarayları çevresinde kullanılan kıyafetlerin benzerleri, kuzeyli Hıristiyan krallar tarafından da benimsenmeye başlanmıştı. Endülüs Emevileri zamanından itibaren Leon, Navar, Kastilya ve Aragon kralları ve kontlarından Kurtuba ve İşbiliye'ye giden elçiler, İspanyalılar arasında moda kabul edilen muhteşem elbise, ve kıyafetleri yüklenip geliyorlardı. Özellikle, İspanyol kadınları rengarenk kumaşlar, göz alıcı kıyafetler ve her çeşit süs takılarıyla hayran kaldıkları Endülüs giyim ve takılarını bol miktarlarda ithal ettiriyorlardı. VI. /XII. Yüzyılda Avrupa içlerinden Şente Yakub'a gelen hacıların kıyafetleriyle İspanyalılarınki arasında büyük farklar vardı. Çünkü, İspanyalılar Müslümanların tarzında giyiniyorlardı. Sadece kılık kıyafette değil, saraylar ve evlerin teşrifatında da krallar Müslümanları taklit ediyorlardı.

Medeni hayat ve zenginliğin gündeme getirdiği konulardan birisi de, yeme içme kültürünün çeşitliliğidir. Yaşadıkları müreffeh hayat, özellikle Endülüs ileri gelenlerinin mutfaklarında çok kaliteli yemek çeşitlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Her yerleşim bölgesi ve topluluğu, kendine has farklı yiyecek ve içecekleriyle ünlenmişti. Mesela, Yahudilerin "Hacele el-Yahudiyye" ve "Ferruhu Yahudi'den bir tat" adı verilen özel bir yiyecekleri vardı. Aynı şekilde, Sakalibe ve diğer topluluklar ile benzeri özel yiyecek ve içeceklere sahiptiler.


Farklı din ve milletlerden insanların bir arada barış ve kardeşlik ilişkileri içerisinde yaşadıkları (Convivencia = Endülüs'te Birarada Yaşama Sanatı) Endülüs toplumunun yeme içme kültürü, doğal olarak her toplumsal kesimin katkılarıyla zengin bir mönüye sahip olmuştu. Ayrıca, Endülüs'e gelen Müslüman grupların İslam dünyasının Dımaşk, Bağdad, Mısır, Yemen ve Afrika gibi pek çok farklı bölgelerinden gelmiş olmaları, sosyokültürel hayatın her sahasında olduğu gibi, bu konuda da zenginliği daha da zirveye götürücü bir unsur olmuştur. Hıristiyan devletlerinden de bu hususta bazı katkılar söz konusudur. Mesela, içki içerek kendinden geçme alışkanlığı bunlardandır.


4-Bina Düzeni, Mimari Teknikleri ve Şehir Yapısı



Endülüs mimarisinin, zamanındaki emsallerine oranla oldukça ileri seviyede olduğunu çağdaş araştırmacıların eserlerinden anlamak mümkündür. Medeniyetin görünen en önemli unsurunu teşkil etmesi bakımından bu tespit, Endülüs medeniyetinin bugüne uzanan izleriyle kendini destekler mahiyettedir.! Hıristiyanlar ile Müslümanlar, bina düzeni ve mimari teknikleri konusunda da birbirlerinden etkilenmişlerdir. Endülüs'ten kaçan veya Hıristiyanların eline düşen Endülüs şehirlerinde yaşamakta olan Müsta'ribler, Müslüman toplum içinde kazandıkları toplumsal ve kültürel unsurları Hıristiyan İspanya devletlerine aktarıyorlardı.

Endülüs İslam mimarisi, Hıristiyanların kilise, vb. yapı tarzlarından iktibaslar da yaparak zamanla özgün bir yapıya kavuşmuştur. Genel olarak, iki ana oluşum devresine sahiptir Endülüs mimarisi: 1. Müsta'rib Tarzı, 2. Endülüs Devresi. Birinci devreye Müsta'rib tarzı denme sebebi, bu dönemdeki Endülüs yapılarının Müvelled, Müsta'rib veya krallık vatandaşı olan kuzeyli Hıristiyanlar tarafından bina edilmiş olmasıdır. Daha çok Endülüs Emevileri döneminde geçerli olduğu için Endülüs İslam mimarisindeki Hıristiyan İspanyalı tesirleri bu devrede yoğun olarak görülmüştür.

İçinde insanın yaşadığı ev, konak ve saray gibi binalardan başka, Endülüs mimarisinin cami, su kemeri, köprü ve hamam gibi altyapı elemanları konusunda da İspanyalılar üzerinde etkisi olmuştur. Endülüs'te inşaat ve süsleme işlerini yürüten Müsta'rib ustalar, daha sonraları kuzey bölgelerinde de yapı işlerini üstlenir olmuşlardı. Bu durum, iki medeniyetin bu alanda etkileşim gösterdiği ortak bir alanı meydana getirmiştir. Özellikle, Müsta'rib tarzının Fransa içlerine kadar bina yapımında etkili olduğu, rengini ve tarzını oralara taşıdığı da bilinmektedir.

Endülüs İslam mimarisinin ikinci devresini teşkil eden Endülüs Devri Tarzına gelince, bu tarz Mühlkü't-Tavaif, Murabıtlar ve Muvahhidler dönemlerinde geçerli olmuştu. Murabıtlar'ın kısa ömürlü Endülüs hakimiyetlerine karşın, uzun hakimiyetleri süresince Muvahhidler, sanat ve mimaride ağırlıklarını hissettirmişlerdi. Özellikle, geniş geçmelerle temsil edilen sade tezyinat tarzı, Fas'ta benzerlerine rastlanan yalın ve mağrur yapılarla kaynaştırılmış, dolayısıyla Muvahhid zevki eski Emevi stiliyle bağdaştırılarak yeni üslupta eserler vücuda getirilmiştir.

Muvahhidler'in İşbiliye'de yapmış oldukları binalardan bugün hiçbir eser kalmamıştır. Halife Ebu Yakub Yusuf zamanında yapılan İşbiliye Ulucamii'nin sadece minaresi ayakta kalmıştır. Melviye (La Giralda) adıyla anılan minarenin VI-/XIV. yüzyılın ortalarında yıkılan üst kısmı, X./XVI. yüzyılda çan kulesi şeklinde tamamlanmıştır. Muvahhid mimari faaliyeti, kendini en fazla askeri amaçlı binalarda göstermiştir. Kale ve şato benzeri bugüne gelebilen pek çok tahkimatlı bina, Andalucia bölgesinde sık rastlanan eserlerdir. Bunların en güzel örneği, La Giralda'nın yakınındaki Altın Kule' dir. Muvahhidler'in Cebelü Tarık'ın yüksek tepelerinden biri üzerine inşa ettikleri bir köşk, külliyesiyle birlikte aynı şekilde ülkenin dört bir yanından getirtilen ünlü mimarların eseridir.

İspanya Hıristiyanları, sadece Müsta'ribler vasıtasıyla Endülüs mimarisinden etkileniyor değillerdi. Fasılalarla devam eden Reconquista savaşları, haddizatında, iki medeniyetin yani, İslam ve Hıristiyanlığın kültürel çatışması anlamına da geliyordu. Özellikle, savaş zamanlarında İspanyol krallar ihtiyaçları olduğunda Endülüs' ten değil de Pireneler'in ötesinden Fransız, vb. mimarlara yöneliyorlardı. Böylesi durumlarda, İspanyol mimarisi bazen Avrupa ve bazen de Endülüs mimarisi rengine bürünüyordu. Ancak, Kastilya ve Aragon devletleri daha çok Endülüs mimarlarını tercih ediyorlardı. Çünkü, bir kez Endülüs ustaları genellikle kendi ırkdaşlarından olurdu. İkincisi ve en önemlisi, savaşlar sonucu zaten pek çok Müsta'rib Endülüs vatandaşı, kendi ülkelerine göç ediyordu. Müsta'riblerin ise, Hıristiyanlar üzerinde toplumsal, kültürel hayat, zanaatlar, tarım ve mimari gibi hayati alanlarda çok büyük etki ve katkıları söz konusuydu.

Müslüman ve Hıristiyan ustaların beraberce meydana getirdikleri ve İslam sanatının Hıristiyan,sanatına uyarlanmış şekli olan Müdejar (Müdeccen) sanatına gelince, bu genel hatlarıyla Endülüs İslam sanatının devamı niteliğindedir. İspanyol sanatının bazı önemli örneklerinin yapıldığı bir devri adlandıran ve mimari kadar küçük sanat kollarında da uygulanan bu üslup, yalnız kaybedilen Endülüs topraklarında kalmamış, İslam hakimiyeti altına hiç girmemiş bazı kuzey bölgelerinde de kendini göstermiştir. İspanya' da siyasi ve askeri bakımdan gücünü kaybeden Müslüman varlığı, en önemli örneğini İşbiliye Alkazar'ının teşkil ettiği Müdejar üslup vasıtasıyla mimari etkilerini X./XVI. yüzyılın ortalarına kadar sürdürmüştür. Bu üslubun özellikle seramik gibi sanat kollarındaki ömrü ise, daha uzun olmuştur. Müdejar sanatın dini mimarideki önemli örnekleri Burgos'taki Las Huelgas Manastırı, Sarakusta'daki Seo Kilisesi, Tuleytula ve Kurtuba havralarıdır.



Reconquista

Endülüs'te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri

Dr. LÜTFİ ŞEYBAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak