24 Ocak 2024 Çarşamba

GAZNELİLER DEVLETİ-1

 GAZNELİLER DEVLETİ'NİN KURULUŞ DEVRİ


XI. yüzyılın ilk yarısının büyük Müslüman - Türk devletlerinden birisi olan Gazneliler'in, kuruluşu sırasında Samaniler (819-1005) ile müşterek bir kaderi mevcuttu ve bu devletin içinden çıkmıştı. Devlete adını vermiş olan Gazne şehri, her ne kadar Samani toprakları içinde değilse de, sonradan geliştikleri saha bu devletin mirası üzerinde bulunmaktaydı. Gazne bugün Afganistan Devleti hududları içinde olup, başkent Kabil'in güney batısındadır. Denizden yüksekliği 2220 metredir ve müstahkem bir şehirdir. Ayrıca Hindistan'a giden tek yol üzerinde olduğu için stratejik bakımından önemi büyüktür. Bu şehre hakim oluş Gazneliler tarihine yön vermiş, Hind topluluklarında İslamı kökleştirmek görevi de bu sülaleye düşmüştür. Bu devlete "Sebükteginliler" denildiği gibi, Sultan Mahmud'un lakabı Yeminü'd - Devle'den dolayı "Yeminiler" adı ile de meşhurdu.

X. yüzyılda Maveraünnehir ve Horasan, merkezi Buhara olan Samani Devleti tarafından idare edilmekteydi. Bu devletin emirleri kendi soylarını Sasani kahramanı Behram Cubin'e kadar çıkaran Soğd menşeli mahalli bir hanedan olup, ailenin kurucusu, Siman - Huda adında Belh bölgesinden bir dihkan (mahalli toprak sahibi) idi. Türkler, Arap istilası sırasında esasen Horasan ve Maveraünnehir'de bulunuyorlardı ve Araplar'ın gelişinden sonra da bu bölgelerde yaşayışlarına devam ettiler. Ayrıca Türkler Abbasi hilafeti zamanından (749-1258) itibaren, bu devlette olduğu gibi, öteki devletlerin ordusunda ve idari kademelerinde görev almışlardı. Nitekim daha kuruluş devresinden itibaren Samaniler'in hüküm sürdüğü bölgelerde Türk şehirleri ve nüfusu bulunmaktaydı. 819 yılında Semerkand valisi olarak tayin edilen Nuh b. Esed'in arazisi içinde Türk şehirleri vardı. Yine Samaniler'den Yahya'ya düşen Şaş şehrinin halkı ise, Oğuzlar ve Halaçlar'a mensup müslüman Türkler idi. Tabiatıyla Samaniler de öteki devletler gibi yaparak Türkleri ordularına aldılar, onlara çeşitli askeri görevler ve devlet hizmetinde yer verdiler. Bu şekilde görev alan Taş, Begtüzün, Fükü'l-Hassa, Horasan valiliği yapan ve Kuhistin'ı elinde bulunduran Simcuriler gibi Türk kumandan ve aileler yavaş yavaş önemli mevkilere yükselerek Samani Devleti'nin kaderine hakim olmuşlardı.


Alptegin ve Gazne Şehrini Ele Geçirmesi


İşte bu Türk kumandanlarından birisi de Gazne Devleti'ni kuracak olan Alptegin'dir. Alptegin tahminen miladi 880-881 yıllarında doğmuştur. O, Samani emiri Ahmed b. İsmail (907-914)'e köle (gulam) olarak satılmış ve onun hassa askerleri arasına dahil edilmiştir. Alptegin," son derece itimada şayan, vefalı, rey ve tedbir sahibi, emri altındaki askerleri seven, civanmerd, tuzu ve ekmeği bol, Allah korkusu olan birisi idi". Netice olarak o Samaniler'in takdir ettikleri bütün vasıflara sahipti. Bu sebeble yavaş yavaş temayüz eden Alptegin'i Emir Nasr b. Ahmed (914-943) azat etti. Daha sonra Samaniler'in başına geçen Nuh b. Nasr (943-954), ona bazı birliklerin kumandasını vermişti. Bundan sonra Alptegin'in mevkiinin hacibü'l-hüccablığa (bütün saray idaresinin başı) yükseldiğini görüyoruz. Nuh'un ölümünden sonra Samani emiri olan genç yaştaki oğlu Abdülmelik (954-961) üzerinde onun büyük nüfuzu vardı. Artık bu devrede Alptegin, Samani siyasetinde aktif bir rol almağa başlamıştı. Öte taraftan Horasan sipehsaları (Horasan ordusu kumandanı) Ebu Sa'id Bekr b. Malik maiyyetindekilere kötü davranmış ve onların ihtiyaçlarını tam olarak karşılamamıştı. Bu sebeble memnun olmayanlar Bekr b. Malik'e kin bağlayarak Buhara'ya döndüler ve Emir Abdülmelik'e bu durumdan şikayetçi oldular. Bekr b. Malik Aralık 956 tarihinde Buhara'ya çağrılarak öldürüldü. Onun öldürülmesinde Alptegin önemli bir rol oynamıştı. Horasan sipehsalarlığına ise Ebu Mansur Muhammed b. Abdürrezak tayin edildi.

Bu olaydan sonra Emir Ahdülmelik'e her istediğini yaptırabilen Alptegin, bu sırada vezir olan Ebu Mansur Yusuf b. İshak'ın devlet işlerini kötü idare ettiğini ileri sürdü. Emir Abdülmelik veziri azletti ve onun yerine Ebu Muhammed el-Bel'ami'yi bu göreve tayin etti. Bel'ami, İslam tarihçisi ve müfessiri Taberi (839-923)'nin meşhur tarihi eseri Tarih el· Vmem ve'l-Müluk'u Farsçaya çeviren zattır. Bu tercüme yeni Farsçanın bilinen en eski tarihi eseridir. Bu sebebten Bel'ami tarihçiler yönünden de meşhur bir şahsiyettir. Ancak vezirliğe Bel'ami'nin tayininden sonra Emir Abdülmelik'in, ilerde Alptegin'den gelebilecek tehlikeleri sezdiği ve ona karşı davranışının değiştiği anlaşılıyor. Alptegin bu durumu hissetmiş ve Emir'in meclislerine az gitmeye başlamıştır. Nitekim Abdülmelik, onu başkentten uzaklaştırmak maksadıyla, Belh eyaleti amilliğine (amil; vergi tahsil eden memur) gitmesini emr etti. Alptegin ise hacibü'l-hüccahlıktan sonra, daha aşağı rütbedeki bir görevi kabul etmeyerek, amil olamayacağını ileri sürdü. Emir Abdülmelik kendi teklifinin red edilmesi karşısında onu devletin en yüksek askeri mevkii olan Horasan sipehsalarlığına tayin etmeye mecbur kaldı. Fakat Alptegin'in yerine hacib olarak yine onun bir kölesi (gulamı) getirilmişti. Böylece onun saraydaki nüfuzu devam ediyordu. Alptegin 10 Şubat 961 tarihinde Nişabur'a gelerek yeni görevine başladı. Alptegin saraydaki nüfuzu sebebiyle devlet merkezinde yapılan işlerden haberdar idi. Ayrıca o, Vezir Bel'ami ile devlet işlerini yürütmede beraberce hareket etmek hususunda anlaşmıştı. Bel'ami vezirliğe Alptegin sayesinde getirilmiş olduğundan bu anlaşmaya tam manasıyla uyduğu anlaşılıyor.

Alptegin yeni görevine başladıktan bir müddet sonra Emir Abdülmelik attan düşerek öldü (Kasım 961). Vezir Bel'ami derhal Alptegin'e bir mektup yazarak durumu bildirdi ve Samani tahtı için en uygun adayın kim olduğunu sordu. Alptegin Abdülmelik"in oğullarından birisinin tahta geçirilmesini tavsiye etti. Bel'ami buna uyarak Abdülmelik'in oğlu Nasr'ı tahta oturttu ise de, o ancak bir gün emir olarak kalabildi. Bu sırada Samint sarayında Alptegin'in hakimiyetinden ve her işe müdahale eden elinden kurtulmaya karar veren yeni bir grup ortaya çıkmıştı. Nitekim Samani hanedan mensupları ve ordu Mansur II. Nuh'a sadakat yemini yaparak tahta geçirdiler. Alptegin ise kendi adayını zorla tahta çıkarmaya karar verdi. Bu maksatla da Ebu Mansur Muhammed b. Abdürrezak'a bir elçi göndererek, onu Horasan'a kendi yerine bırakacağını ve ittifak yapmak istediğini haber verdi. Fakat aradaki fesadcılar da Mansur lI. Nuh'a, "Alptegin'i öldürmedikçe, padişahlıkta müstakil olamazsın, fermanın yürümez: Elli yıldır Horasan'a o padişahlık ediyor, servet ve zenginlik yığıyor; askerler, hep onun sözüne kulak veriyorlar. Onu yakalarsan, senin hazinelerin dolar, gönlün huzura kavuşur" demekteydiler. Bu sözler Emir Mansur b. Nuh'un harekete geçmesine sebep oldu. Nitekim Alptegin'in elçisi Ebu Mansur 1. Abdürrezzak'ın yanında iken Samani başkenti Buhara'dan gelen bir mektup Alptegin'in görevden azlini ve yerine Ebu Mansur'un tayinini bildirmekteydi. Ayrıca bu mektubda Ebu Mansur'a Alptegin'i Ceyhun nehrinden geçirmemesi ve icabında savaşması emrediliyordu. Alptegin Aralık 961 tarihinde Nişabur'dan ayrılarak Buhara üzerine yürüdü. Ebu Mansur b. Abdürrezak, Alptegin'in peşinden kuvvet gönderdi. Alptegin'in Buhara'da kendisine karşı koyabilecek kuvveti hazırlıksız yakalamak için hızlı hareket ettiği anlaşılıyor. O Ceyhun kenarına ulaştığı sırada, Buhara'dan Alptegin'in bir gasıb (bir şeyi zor veya hile ile alan) olduğu hakkında emrindeki bazı subaylarına mektublar geldi. Alptegin bunları görünce, ordusunun içinde de kendisine karşı bir hareket olabileceğini sezdi. Bu sebebten Buhara üzerine yürümekten vazgeçerek kendi has gulamları ile Belh'e çekilerek bu şehri aldı. Alptegin bu sırada emrindekilere, " ... Eğer bundan sonra yiyeceğim bir ekmek varsa, geri kalan ömrümü hoş geçireyim, ahir ömrümde kılıcımı Müslümanlara karşı değil, kafirlere karşı çekeyim ki, ahiret sevabını bulayım. Zira, ben Hindistan'a gidip, gazi ve cihat ile meşgul olacağım; eğer öldürülürsem şehit olurum; eğer İslamı yüceltmeye muvaffak olursam, cenneti, aziz ve celil olan Tanrı'nın hoşnudluğunu umarım" demişti. Nitekim o Belh'e varınca etraf ülkelere haberler göndererek, her kim gaza niyetinde ise toplansınlar diye bir-iki ay orada ikamet etmeye, ondan sonra da Hindistan'a doğru yola çıkmaya karar verdi. Ancak Alptegin'e karşı olanlar Samani emiri Mansur'u onu yakalamaları için bir ordu göndermeye ikna ettiler. Emir Mansur onun ardından Eş'as b. Muhammed kumandasında onaltıbin kişilik bir ordu yolladı. Alptegin bu durumda harekete geçerek, Belh ile Hulm arasındaki, Hulm geçitinde yer tuttu. Onun idaresinde bu sırada ikibinikiyüz Türk gulamı ve gazi için gelen sekizyüz de atlı vardı. Samani ordusu ile Alptegin arasındaki savaşı, beraberinde az bir kuvvet bulunmasına rağmen, Hulm geçitini başarıyla tutan Alptegin kazandı (Nisan 962). Alptegin daha sonra Hindistan'a yapacağı seferler için uygun bir üs olan Gazne şehrine yürüdü. Belki de o, bu hareketiyle Samani Devleti'nin güney hudutlarında hakikatte bağımsız, fakat görünüşte Samaniler'e tabi bir grup Türk gulamı örnek almış olmalıdır. Söz gelişi Türk kumandanlarından Karategin ölüm tarihi 933 yılına kadar Büst ve Ruhhac bölgesinde bu şekilde yaşamış ve ölümünden sonra da kölelerinden bir grup Büst'de vali olarak onun yerine geçmişlerdi.

Alptegin bundan sonra beraberindeki küçük kuvvetiyle yoluna devam etti. Bu yürüyüşü sırasında o, Bamiyin hakimi Şir Birik'i ve Kibil'in Hindu şahi hükümdarını itaat altına alarak Gazne'ye geldi. Alptegin buranın hakimi Ebu Bekr Levik (veya Enük)'i şehrin kalesinde dört aylık bir kuşatmadan sonra mağlub ederek Gazne'yi ele geçirdi (12 Ocak 963). Meşhur Selçuklu veziri Nizamül Mülk'ün eseri Siyasetname'den anlaşıldığına göre Alptegin'in Gazne'yi ele geçirmesinde halka adaletle davranması önemli rol oynamıştı. O kuşatma sırasında dellallar ile askere, halktan birşey aldıkları zaman ancak para ile satın almalarını ve aksine hareket edenlerin asılacağını, ilan ettirmişti. "Birgün Alptegin'in gözü ansızın bir torba saman ile bir tavuğu terkesine asmış olarak gelen, kendisine ait, bir gulama ilişti. 'Şu gulamı benim yanıma getiriniz' dedi. Gulamı önüne getirdikleri zaman, ondan 'bu bir torba saman ile bu tavuğu nereden aldın?.' diye sordu. Gulam 'Köylü bir adamdan aldım' dedi.

Alptegin 'Her ay yirmisi aylık, otuz dinarı ekmek bedeli olmak üzere elli dinar alıyorsun. Niçin para ile satın almıyorsun?' dedi ve derhal cellada gulamın asılmasını emretti. Hemen orada yolun başında gulamı o saman torbası ile birlikte astılar, tavuğu da boynuna bağladılar. Sonra Alptegin emretti dellallar, 'bir kimseden haksız yere bir şey alan herhangi bir kimsenin cezası budur' diye ilan ettiler .. . Ayrıca Alptegin şehirlilere zulüm yapılmasına hiç müsaade etmezdi. Gazne halkı bu emniyet ve adaleti gördükleri zaman, 'ister Türk, ister Tacik olsun, bize adaleti ve insafı olan, canımız, malımız, kadın ve çocuğumuz için kendisinden emin bulunduğumuz bu padişah lazımdır' dediler. O zaman şehrin kapısını açtılar." Alptegin bu şehirde kendi hakimiyetini ilan ettiği gibi Gazneliler Devleti'nin de temelini atmış oldu. Gazne hakimi Ebu Bekr Levik'in Hindu olması muhtemeldir. Ancak bu isim Türkçe "Enük" (hayvan yavrusu, arslan, sırtlan, kurt, köpek yavruları) manasında da okunmuş ve onun Türk olabileceği ihtimali de ileri sürülmüştür. Ebu Bekr Levik, Gazne'yi kaybettikten sonra Kabul Şahları'nın yanına sığındı.

Gazne şehrinin bulunduğu Afganistan'ın güney bölgesinde Türkler'in varlığının, islamiyetin ilk yıllarından daha eski devrelere kadar inmesi mümkündür. Büyük bir ihtimalle Türk oldukları kabul edilen Kuşanlar ve daha sonra Eftalitler (Akhunlar) bu bölgeye hakim olmuşlardı. Kuşanlar m.ö. 1. yüzyılın ortalarından itibaren başladıkları Afganistan'a hakim olma mücadelesini tahminen m.s. 40 yılında kazanmışlardı. Kuşan Devleti topraklarını Hindistan'a kadar genişletti. Onların Afganistan'daki üstünlüğü Akhunlar tarafından sona erdirildi (m.s. V. yüzyılın sonu). İlk islami devre içinde kuzeyde Toharistan ve Bedahşan'dan güneydeki Büst'e kadar olan saha içinde Türk an'anesine uygun olarak konar göçer yaşayışlarını devam ettirmiş bulunan Halaç Türkleri Eftalitler'in torunları olarak Ceyhun'un kuzeyinden gelmiş sonra da Doğu Afganistan'ın bu bölgesinde kalmış Türk topluluklarıdır.

İslam orduları İran ve Kuzey Hindistan'a doğru ilerledikçe daha Emeviler zamanından (661-750) başlayarak Türkler ile karşılaşmışlardı. Emeviler'den Mervan'ın halifeliği zamanında (684-685), Sistan vailiğine tayin edilen Abdülaziz b. Abdullah, Büst ve Kabil'in yerli hükümdarına karşı yaptığı seferde (m. 684), onun ordusunda Türkler'e tesadüf etmişti. Araplar geldiği vakit Afganistan 'ın batısında Hamun gölü etrafında ve Belucistan hududunda da bazı Türk kabileleri yaşamakta idi. Tahminen 850 yılına kadar Kabil'de Türk olan Kabul Şahlar hanedanı hüküm sürmüş ve adı geçen bu hanedan IX. yüzyılın başında Horasan valisi Abdullah b. Tahir'e yıllık harac olarak ikibin kişilik Oğuz esirlerinden bir grup göndermişti. Yine Abbasi halifesi Mansur zamanında (754-775), Zunbulistan hakimi Zunbil, Sistan'ın müslüman valisine yıllık harac olarak develer, Türk çadır ve esirler yollamıştı. Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, Gazneliler devrinden önce de Afganistan bölgesinde Türk toplulukları bulunmaktaydı ve Gazneliler Devleti tabii ki, büyük ölçüde bu topluluklara dayanıyordu. Nitekim Halaçlar daha sonra Gazneliler ordusunda önemli bir kuvvet olarak yer almışlardı.

Alptegin'in Gazne'yi ele geçirmesinden hemen sonra Samani emiri Mansur b. Nuh, Ebu Ca'fer kumandasında yirmibeşbin kişilik bir orduyu ona karşı gönderdi. Alptegin bu Samani ordusunu Gazne kapıları önünde mağlub etti, Ebu Ca'fer çekilmeye mecbur kaldı. Emir Mansur bundan sonra Alptegin ile arasını düzeltmek maksadıyla zabt ettiği ülkelerin idaresini ona veren bir ferman gönderdi. Alptegin daha sonra Büst'ü ve Kabul Şahlar'ın ülkesinin bir kısmını zabt etti ve Hindistan'a seferlere başladı. Onun başarıları ve Hindistan'a akınlara başlamasının Horasan ve Miveraünnehir'de duyulmasıyla bu bölgelerden adamlar Alptegin'in yanına gelmeye başladılar. Böylece onun emrindeki askerlerin sayısı süratle arttı, önce altıbine ulaştı, Hindistan'a yaptığı seferler sırasında ise ordunun sayısı onbirbin atlı ve beşbin yayadan oluşuyordu. Ancak Alptegin kendi hükümdarlığında uzun boylu saltanat süremedi. O 13 Eylül 963 tarihinde öldü.



Ebu İshak İbrahim'in hükümdarlığı



Alptekin'in yerine oğlu Ebu İshak İbrahim geçmişti. Ancak İbrahim Gazneliler Devleti'ni idarede babası kadar kudretli ve başarılı olamadı. Ordu onun kontrolundan çıkmış, Sebüktegin onun zamanında Halaçlar'ın bir isyanını bastırmıştır. İbrahim'in bu zayıf durumundan yararlanan sabık Gazne hakimi Ebu Bekr Levik, muhtemelen 964 yılı sonunda, Gazne'ye ilerlemiş ve onu mağlub ederek eski ülkesini tekrar ele geçirmişti. İbrahim Buhara'ya kaçmak ve Samani emiri Mansur b. Nuh'dan yardım istemek zorunda kaldı. İbrahim Samaniler'den istediği yardımı alarak büyük bir kuvvetle geri döndü. Bu kez Gazne'yi terke mecbur kalan Ebu Bekr Levik olmuştu (26 Eylül 965). İbrahim tekrar Gazne'ye girdi. Ancak bu yardım suretiyle Samaniler bu bölge üzerinde, hiç olmazsa ismen, hakimiyet kurmuş oldular. İbrahim de Gazne'de uzun müddet hüküm süremedi ve 12 Kasım 966'da öldü.


Bilgetegin'in Hükümdarlığı


İbrahim'in yerini alacak oğlu yoktu. Türk emir ve kumandanlar Alptegin'in bir kölesi, hacibi ve muhafız kuvvetinin kumandanı olan Bilgetegin'i kendilerine hükümdar olarak seçtiler. O, Samaniler'in merkezi Buhara'ya haber gönderdi ve bağlılığını bildirerek Türkler'in reyi ile seçilmiş olduğunu ifade etti. Ancak Buhara'daki Samani kumandanlarından Faik, Gazne'de bağımsızlık içinde bırakılmış olan Türkler'in bu topluluğuna şiddetle karşı idi. Bu bakımdan doğrudan doğruya kontrolü ele geçirmek için Gazne üzerine bir ordu gönderdi. Bilgetegin bu Samani ordusunu mağlub etti ve bir daha da Buhara'dan Gazne'ye ordu gönderilmedi. Bilgetegin meşhur bir askerdi. O özel hayatının temizliği ve adaleti dolayısıyla halkının saygısını kazanmıştı. On yıllıkbir saltanattan sonra Gerdiz kalesi kuşatmasıyla meşgul bulunduğu bir sırada, kaleden atılan bir okun can alıcı bir noktaya gelmesi, Bilgetegin'in ölümüne sebeb oldu (975).


Böritegin'in Hükümdarlığı


Bilgetegin'in yerine Alptegin'in diğer bir kölesi Böritegin geçti. Ancak çok geçmeden o halkı kendisinden nefret ettirecek bir idare şekli gösterdi. Bu sebepten Gazne halkı Levik'i kendi hükümdarları olmak üzere davet ettiler. Levik, Kabul - Şahlar'dan yardım alarak derhal Gazne üzerine ilerledi. Sebüktegin bu sırada, muhtemelen, Hindukuşlar üzerinde müstahkem bir dağ kalesi olan Pervan'da bulunmaktaydı ve kumandası altındaki beşyüz gulam ile istilacıları karşılayarak mağlub etti. Ebu Bekr Levik esir alınarak öldürüldü. Devleti yönetmekte başarısız kalan Böritegin ise görevinden uzaklaştırıldı. Onun yerine yine Türkler'in seçimiyle Sebüktegin Gazne'de tahta çıkarıldı (20 Nisan 977).


Bu seçim sırasında Türk beyleri, aramızdan birini seçelim ve onu kendi emirimiz yapalım, fikrini öne sürdüler. Toplantıya katılanların hepsi, işin doğrusu budur, diyerek büyük ve önde gelen gulamların adlarını verdiler. Ancak beyler adayların her birine bir kusur buldular. Nihayet Sebüktegin'in adına sıra geldi. O zaman hepsi sustu. Yalnız bir şahıs "Sebüktegin'in bir kusuru vardır, o da ondan daha eski gulamlar vardır. Yoksa onun insanlık, yiğitlik, iyi huyluluk bakımlarından hiç ayakbağı yoktur . . . Onu efendimiz Alptegin yetiştirmiştir. Onun davranışına sahiptir, herbirimizin çapını ve yerini tanır. Şimdi sizler daha iyi bilirsiniz." dedi. Toplantıya katılan beyler Sebüktegin'i emir yapmak işinde birleştiler. Sebüktegin ise "eğer çare yoksa, ben şu şartla bu görevi üzerime alırım: Sizlerden her kim bana muhalefette bulunursa veya bana karşı isyan eder ve benim vereceğim hükümde ihmal gösterirse sizin hepiniz benim ile tek kalp olunuz ve onu öldürünüz" dedi. Bütün beyler bu hususta söz verip yemin ettiler. Daha sonra onlar Sebüktegin'i Alptegin'in minderine oturttular, onu emir olarak selamladılar ve saçı olarak altın ve gümüş saçtılar.


SEBÜKTEGİN'İN HÜKÜMDARLIĞI


Bu ismin Suhek - ordu zabiti olarak okuması gerektiği ileri sürülmekteyse de, ilim dünyasınca genel olarak kabul edilen okunuşu, Sevük Sebük şeklindedir. Bu kelime sev kökünden türemiş olup, sevgili, sevilen manasındadır. Sebüktegin tahminen 943 tarihinde doğdu. Onun oğlu Mahmud'a nasihatlarda bulunduğu Pendname'ye göre, Sebüktegin Türkler'in Barshan boyundan idi. Barshan, Isık-Göl kenarlarında bir yer ismi olarak da görünür. Sebüktegin muhtemelen Karluk Türkleri'nden bir kabiledendir. Onun babası Cud: Kara Beckem b. Kara Arslan bu bölgede bir kabilenin reisi idi. Babası gayet güçlü ve kuvvetli idi. Öyle ki, filin kemiğini eli ile kırardı ve o kabile gençlerinin hepsi ona boyun eğerlerdi, sert yayı çekmek, güreşmek, süvarilik ve bu gibi şeyler dolayısıyla şöhrete sahibdi. Ona kuvvetinden ve bahadırlığından dolayı "Kara Beckem" adı verilmişti. Türk kabileleri arasında bir kabilenin diğer bir kabileye yağma yapması adetti. Nitelkim Sebüktegin komşu kabilelerden Tuhsiler'in bir akını sırasında bu kabilenin eline esir düştü.. Bu sırada tahminen oniki yaşlarında olan Sebüktegin dört yıl esarette kaldıktan sonra Şaş (Çaç) şehrinden bir esir tüccarı olan Nasr'a satıldı. Nasr, onu öteki esirlerle beraber Nahşeb şehrine getirdi. Sebüktegin muhtemelen bu şehirde iken İslam dlnini kabul etti. Burada kendisine binicilik ve askeri sanatlar öğretildi, daha sonra Buhara'da Alptegin tarafından satın alındı (959). Sebüktegin'in Samani sarayında aldığı görevlerin derecesi, Alptegin'in himayesi sayesinde hızla yükseldi. Alptegin'in ölümünden sonra o, Ebu İshak İhrahim'in en güvenilir  adamı olmuştu, aynı zamanda Alptegin'in kızıyla evlenmişti. Bilgetegin ve Böritegin'in hükümdarlıkları devrinde Sebüktegin'in Gazne'deki Türk askerleri arasında prestiji gittikçe arttı. O, ayrıca askeri reisleri kendi tarafına çekmek için haftada iki defa zeagin eğlenceler tertib etmişti. Bütün bunlar meyvesini vermekte gecikmemiş ve Böritegin'in görevden uzaklaştırılması üzerine Sebüktegin Gazneliler tahtına seçilmişti

Sebüktegin Gazneliler tahtına geçtikten hemen sonra da Büst şehri üzerine yürüdü. Bu sırada Büst'e Togan Tegin adında bir Türk hakimdi. Ancak bir diğer Türk gulamı Baytüz onu mağlub ederek bu şehre sahip olmuştu. Bu durumda Togan Tegin, Sebüktegin'den yardım istemek zorunda kaldı . Bu yardım karşılığında Togan Tegin her yıl yüzbin dinar ödeyecek ve bir oğlu rehine olarak Sebüktegin'in yanında kalacaktı . Sebüktegin, Baytüz'ü mağlub ederek bu şehri tekrar Togan Tegin'e verdi. Ancak Togan Büst'e hakim olduktan sonra sözünde durmadı, hatta Sebüktegin'i öldürmeyi dahi planladı . Fakat Sebüktegin onu yenerek Büst'e kendisi sahib oldu (978). O bundan sonra sür'atle Toharistan,ı Zemindaver, Doğu Gur ve Kusdar bölgesine kadar hakimiyet sahasını genişletti .


Sebüktegin'in Hindistan Seferleri


Sebüktegin böylece batıda durumunu sağlamlaştırdıktan sonra Hindistan'a akınlara başladı . Bu sırada merkezleri Kabil vadisi olan kudretli Vayhind Hinduşahi hanedanı, Gazneliler'in Kuzey Hindistan'da genişlemesine ve İslam dininin bu bölgede yayılmasına bir engel teşkil ediyordu. Sebüktegin önce Hinduşahi hükümdarı Çaypal'ı mağlub ve Lamğan bölgesini yağma etti. Daha sonra Caypal, Sebüktegin'den intikam almak ve onun akınlarını durdurmak maksadıyla büyük bir ordu ile Gazne'ye doğru ilerledi. Sebüktegin onun ordusunu, Kabil-Lamğan bölgesinde Gurek denilen bir tepede karşıladı . Hindliler cesaretle döğüştülerse de ani bir kar fırtınasının patlak vermesi, bu iklim şartlarına alışkın olmadıklarından onları korkuya sevketti ve Caypal'ı barış istemeye zorladı . Ortaçağ tarihçilerinden İbn ül-Esir bu olaya masal şeklinde bir açıklama yapıyor. Ona göre "Bu geçitte bulunan bir pınar içine her hangi bir pislik atılmasına kesinlikle tahammül etmezdi. Şayet buraya bir pislik atılacak olursa pınar birden gürler, gök yüzü ani şekilde kararır, dörtbir taraftan rüzgar eser, şimşekler çakıp yıldırımlar düşer ve çok yağmur yağardı. Bu pislik pınarın içinde durduğu müddetçe bu hal devam eder, iyice temizlenince ve içinden atılınca yağmurlar, gök gürültüsü ve şimşekler dururdu. Sebüktegin bu pınara bir pislik atılmasını emretmiş, bunun üzerine birden bulutlar kararmış şimşek çakmış, arkasından gök gürlemiş ve Hindliler üzerine sanki kıyamet kopmuştu . Daha evvel benzerini görmedikleri bu fırtına ile karşılaşmışlar, gök gürültüleri ve şimşekler çakıp durmuş, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmış ve hava bir hayli soğumuştu. Yok olmakla karşı karşıya gelen Hindliler çıkış yollarını göremez duruma gelince, başlarına gelen bu felaketten dolayı hemen teslim olmayı kabullenmişlerdi." Öte taraftan Sebüktegin'in bu savaşta büyük kahramanlıklar gösteren oğlu Mahmud, savaşa devam etmesi için babasını iknaya çalıştı. Sebüktegin mağlup Hindlilerin bir gelenek olarak kendileri ile beraber herşeyi yakmasından ve bu suretle Caypal'ın barış karşısında va'd ettiği zengin hediyelerden yoksun kalmaktan korkarak barışı kabul etti. Caypal bu barışa karşılık;

a) Bir milyon dirhem para ve elli fil verecek,

b) Hudud bölgesindeki bazı kale ve kasabaları Gazneliler'e terk edecekti .

Bu şartlar yerine getirilinceye kadar Caypal kendi akrabalarından bir kısmını Sebüktegin'in yanında bıraktı. Ayrıca Gazneliler'e terk edilen yerleri almak için Sebüktegin'in adamları da onunla beraber olacaktı. Caypal güven içinde ülkesine çekilir çekilmez, bu anlaşmaya uymadığı gibi, yanındaki Gazneli memurları kendi bıraktığı rehinelere karşılık tutukladı. Sebüktegin bu durumu öğrenince Hindular'a karşı yeniden sefer açtı, büyük bir ordunun başında ilerleyerek Lamğan bölgesinde birçok şehirleri ele geçirdi. Caypal ise Kuzey Hindistan'daki öteki Hind Racaları'na başvurarak onlarla bir ittifak kurdu, rivayete göre de; yüzbin kişilik kalabalık bir ordunun başında Gazne'ye doğru yürüdü. Onun ordusunda filler de bulunmaktaydı. Ancak bu kalabalık ve fillerle takviyeli Hind ordusu Türk savaş taktiği karşısında dayanamadı. Gruplar halinde düşmana saldıran ve onları uzaktan attıkları oklarla yıpratan Sebüktegin'in savaşcıları Hind ordusunun düzenini bozmuşlar ve en son toplu olarak hücuma geçerek düşmanlarını mağlub etmişlerdi (takriben 986). Sebüktegin'in bu galibiyetten sonra Lamğan ve Peşaver arasındaki bölgeyi kendi topraklarına katmasıyla, İslam dini de bu bölgeye girmiş oldu. Bu bölgede oturan Halaç Türkleri ve Afganlar da Sebüktegin'in buyruğu altına girdiler. Sebüktegin onlardan asker kaydederek ordusunu kuvvetlendirdi. Özellikle Mahmud'un bu son Hind seferinde cesaretiyle kendini göstermesi, bazı şahısların dedikoduları yüzünden baba ile oğulun arasının açılmasına sebep oldu (990). Mahmud Gazne kalesinde hapsedilmiş, fakat bu anlaşmazlık çok sürmemiş, baba ile oğulun arası düzelerek Mahmud hapisten çıkarılmıştır.



Sebüktegin ve Samani Devleti


Sebüktegin bu derece kuvvetli ve fiilen bağımsız olmasına rağmen Samaniler'e tabi idi. O ülkesini genişletirken Samani Devleti çoktan çökmeye ve dağılmaya yüz tutmuş bulunuyordu. Bu devletin uzak kısımlarındaki valiler sık sık ayaklanmakta, Türk kumandanlar üstünlüğü ele geçirmeye çalışmakta ve merkez onlara söz geçirememekte idi, İşte bu durumdaki Samani Devleti'nin son dayanağı Gazneliler Devleti idi. Nitekim Samaniler onlar sayesinde bir müddet daha ayakta kalmayı başarabilecek ve sonunda bu desteğinden yoksun kalınca da yıkılacaktır. Samaniler bu derecede zayıf olmasına rağmen, Kiş şehri civarındaki görüşmede Sebüktegin Emir II. Nuh (976-997)'a sadakat yemini ve düşmanlarına karşı yardımcı olmayı va'd etmişti. Bu sırada Samani Devleti'nin önde gelen iki şahsiyeti, Türk kumandanlardan Horasan Sipehsaları Ebu Ali Simcuri ve Faik, Emir Nuh'a karşı birleşerek Buhara'ya hakim olmak istediler. Zor durumda kalan Emir II. Nuh, Sebüktegin'i yardıma çağırdı. Sebüktegin ve oğlu Mahmud süratle harekete geçtiler ve asilerin toplandığı Herat'a ilerlediler. Cüzcan ve Garcistan emirleri de Samani ordusu ile birleştiler. Bu birleşik ordu ile başa çıkamayacağını anlayan Ebu Ali Simcuri kendisini Emir II. Nuh ile barıştırması için Sebüktegin'den aracı olmasını istedi. Emir II. Nuh onbeşmilyon dirhem para verilmesi şartıyla Ebu Ali'yi affa ve görevi başında bırakmaya razı oldu. Fakat Ebu Ali'nin adamlarının bu anlaşmayı bozmaları iki taraf arasında savaşa yol açtı. Sebüktegin Herat yakınında Ebu Ali'ye hücum etti. Ebu Ali kahramanca döğüştü ise de, kuvvetleri Mahmud yönetimindeki Gazneli ordusu tarafından mağlub edildi (23 Ekim 994). Ebu Ali ve Faik, Gürgan'a çekildiler ve Büveyhi Devleti'nden Fahrü'd-Devle'ye sığındılar. Galipler ise Herat'a girdiler. Tahtını Sebüktegin ve oğluna borçlu olan Emir II. Nuh onlara lakablar verdi ve arazi bağışladı. Emir II. Nuh, Sebüktegin'e "Nasıreddin ve'd-Dünya" lakabıyla Belh, Toharistan, Bamyan, Gur ve Garcistan'ın idaresini, Mahmud'a ise "Seyfü'd-Devle" lakabıyla Horasan sipehsalarlığını verdi. Mahmud tam teçhizatlı bir ordu ile Nişabur'a yöneldi.

Mahmud Horasan'ın merkezi Nişabur'a girmişse de, adı geçen bölgeye tekrar hakim olmak isteyen Ebu Ali ve Faik'in hücumu karşısında şaşırmış ve Herat'a sığınmaya mecbur olmuştu. Bu Mahmud'un hayatındaki belki de uğradığı tek mağlubiyetti. Ebu Ali ve Faik daha sonra Nişabur, Tus ve bazı kasabaları da ele geçirmeye muvaffak oldular. Mahmud'un bu başarısızlık haberini duyan Sebüktegin Tus'a doğru ilerledi ve bu şehir civarında Ebu Ali ile tekrar karşılaştı (22 Temmuz 995). Ebu Ali bu kez de babasının yanında bu savaşa katılan Mahmud'un hücumları karşısında dayanamadı ve mağlub oldu. Faik ve Ebu Ali bu semeresiz mücadeleden yorgun düşmüşlerdi, Emir II. Nuh ile barışmak için teşebbüslere giriştiler. Her ikisinin elçileri Buhara'ya ulaştığı zaman, Emir II. Nuh onların arasındaki ittifakı bozmak için Faik'in gönderdiği elçiyi tutuklatmış, Ebu Ali'ninkine saygı göstermişti. Faik bu durumda yardım istemek için Karahanlılar'ın yanına kaçtı. Ebu Ali Simcuri ise Buhara'ya geldiği zaman tutuklandı (996). Sebüktegin bu olaylar olurken Merv'de idi, Ebu Ali'nin durumunu öğrendiği zaman Belh'e gitti. Bundan sonra o daima Samaniler'e elçi ve mektublar gönderiyor, "Ebu Ali Buhara'da bulunduğu taktirde düzen sağlanamaz. Onu benim yanıma gönderin." diyordu. Ancak Emir II. Nuh'un yakınları Ebu Ali'nin gönderilmesine gerek olmadığında ısrar ediyorlardı. Belki de bunların başında Vezir Abdullah b. Uzeyr vardı, o Ebu Ali'nin kurtulması için gayret sarfediyordu.

Faik yanına kaçmış olduğu Karahanlı hükümdarlarından Nasr b. Ali'yi Buhara'ya hücuma teşvik etti. Emir II. Nuh bu durumu haber aldığı zaman devleti içinde tek güçlü adam olan Sebüktegin'den yardım istemekten başka çare göremedi. Zaten Ceyhun'un güneyindeki yerler ile Horasan'a gerçekte Sebüktegin hakimdi, Herat kardeşi Buğracuk'un, Horasan ise oğlu Mahmud'un idaresinde idi. Kendisi de genellikle Belh'de oturmaktadır. Bu üstün durumuna rağmen Sebüktegin, Emir I. Nuh'a yardıma karar vererek kalabalık bir orduyla harekete geçti. Karahanlı hükümdarı Nasr b. Ali, Sebüktegin'in Emir II. Nuh'a yardım edeceğini haber aldığı zaman, ona Samani Devleti'ni ortadan kaldırmayı, topraklarını paylaşmayı ve cihadla uğraşmayı teklif etmişti. Fakat Sebüktegin, Emir II. Nuh'u korumak yolunda verdiği sözden dönmeyeceğini bildirdi.

Sebüktegin yardım maksadıyla ordusunu Ceyhun'un kuzeyine geçirdikten sonra II. Nuh'u ordugahına çağırdı. Ancak veziri Abdullah b. Uzeyr'in tavsiyesiyle Emir II. Nuh bu çağrıya uymadı. Vezir, Emir II. Nuh'a Sebüktegin'in yanına giderse küçük düşeceğini söylemişti. Bu olaya kızan Sebüktegin oğlu Mahmud ve kardeşi Buğracuk'u yirmibin atlıyla Buhara'ya yolladı. Emir II. Nuh, Mahmud'un böyle kalabalık bir kuvvetle geldiğini görünce, veziri Abdullah'ı görevinden azletmiş ve onun yerine Sebüktegin'in bir adamını vezir yapmıştı. Daha sonra Sabık vezir ve Sebüktegin 'in istemediği devlet adamları Mahmud'a teslim ve bir kalede hapsedildiler. Bunlar içinde Ebu Ali Simcuri de vardı (996).

Öte taraftan Sebüktegin savaş yapmadan Karahanlılar ile bir anlaşma imzalamaya muvaffak olmuştu. Bu anlaşmaya göre; Samaniler Sir Derya (Seyhun) sahasını Katvan çölüne kadar Karahanlılar'a bırakmaktaydılar. Karahanlı hükümdarı Nasr b. Ali'nin isteği üzerine de Faik, Semerkand valisi oluyordu. Bu olaylar Sebüktegin'in Samani Devleti içinde ne kadar kuvvetli olduğunu açıkça göstermektedir .Adeta Gazneliler Devleti bağımsız, Samaniler ise bu devlete tabidir. Sebüktegin istediğini görevden uzaklaştırmakta veya tayin ettirebilmekte, Samaniler adına anlaşmalar yapabilmektedir.

Samani ailesinden Ebu'l-Kasım ise, Sebüktegin'in huzuruna giderek itaat etti ve yükselme yolları aradı. Sebüktegin onu kabul ederek ikramda bulundu ve Ebu'l-Kasım için Samani Emiri Nuh'a bir mektup yazarak Samaniler'in eski iktaı olan Kuhistan vilayetinin verilmesini istedi. Böylece Ebul-Kasım kendi vilayetinin başına gitti. Sebüktegin Karahanlılar'a karşı hazırlık yaparken onu da yardıma çağırdı. Ebu'l-Kasım bu yardım davetini kabul etmediği gibi, Sebüktegin ve Mahmud'un Horasan'dan uzaklaşarak Karahanlılar yönünde meşgul olmasından faydalanmış ve Nişabur'u ele geçirmişti. Fakat Mahmud ve amcası Buğracuk'un yaklaşması üzerine o bu şehri terk etmek zorunda kaldı.

Sebüktegin Karahanlılar ile anlaştıktan sonra Belh'e dönmüştü. O bu şehirde iken kızkardeşlerinden birinin ve bazı yakın akrabalarının ölümüne çok üzülmüş ve kendisi de hastalanmıştı. Sebüktegin, bundan sonra, Gazne'nin kuvvetli ve sağlam havasında yeniden sağlığına kavuşmak için bu şehre doğru harekete geçti. Ancak o Belh sınırındaki Madru Muy köyünde son nefesini verdi (Ağustos 997). Sebüktegin askerleri tarafından çok sevilmişti. Tarihçilerin birleştikleri üzere onun ismi "Emir-i Adil" lakabıyla ölümsüzleşmiştir. O adaletli, cihada düşkün, mert, inanç ve hayır sahibi, azimkar, merhametli, cömert ve sözüne sadık bir şahısdı. Onun çocuklarından Hasan ve Hüseyin genç yaşta ölmüşlerdi. Hayatta kalan oğulları Mahmud, İsmail, Nasr ve Yusuf idi. O bu çocukların yetişmesi için özel bir dikkat gösterdi, hatta başarılı bir hükümdar olmalarını sağlamak maksadıyla onlara öğütler veren bir Pendname dahi yazmıştır. Nitekim o Pendname'deki öğütlerinden birinde şöyle diyor : " . . . Büyük günah işleme, eğer sen günahkar olursan halkı ahlaksızlık ve günahkarlığı için cezalandıramazsın. Hiçbir zaman zulmü uygun görme. Eğer bir kimse makam elde etmek için bir meblağ getirir ve bunun hazine menfaatine olduğunu söylerse buna asla cevaz verme, çünkü bu mal onun evinden çıkmış değildir. Eğer kendinin olsaydı bu işi yapmazdı. Sonra bil ki, bunu halktan alacaktır, halk fakir olduğu zaman vilayet harab olur ve kötü isim senin üstünde, servet ise gasıbın elinde kalır. Cömert ve merhametli olmalısın ve senin affın öfkenden fazla olmalı ki, insanlar sana rağbet etsinler . . . ". Sebüktegin'in cenazesi Gazne'ye götürüldü ve orada toprağa verildi.


İsmail'in Hükümdarlığı ve Mahmud'un Gazneliler Tahtına Geçmesi


Sebüktegin öldüğü zaman kardeşi Buğracuk, Herat ve Puşenc valisi, oğullarından Mahmud Horasan orduları kumandanı, Ebu'l Muzaffer Nasr Büst valisi ve İsmail ise Gazne ve Belh hakimi bulunuyordu. Yusuf tahminen üç yaşında idi. Sebüktegin ölmeden önce, muhtemelen Alptegin'in kızından doğmuş olan oğlu İsmail'in tahta geçmesini vasiyyet etmişdi. Hatta emirler ve kumandanlardan ona itaat edeceklerine dair sadakat yemini almıştı. Nitekim Sebüktegin'in dediği yapıldı. İsmail babasının ölüm haberini duyar duymaz derhal Belh'e gitti ve kendi hükümdarlığını ilan etti. O daha sonra bu sırada Samani emiri olan II. Mansur b. Nuh (997-999)'a bi'at etti. Ayrıca o ilerde kardeşi Mahmud ile olması muhtemel taht mücadelesinde askerlerinin itaatini sağlamak için de onlara babasının hazinesinden bol miktarda para ve hediyeler dağıttı.

Bu sırada Nişabur'da bulunan kudretli ve tecrübeli Mahmud, zayıf yaratılışlı kardeşi İsmail'in hükümdarlığını tanımadı. O babasının ölümü dolayısıyla matem merasimini yerine getirdikten sonra bir elçisini İsmail'e göndererek, kendisinin yaşça daha büyük olduğunu ve bu hukukunun tanınması icab ettiğini bildirdi. Ayrıca o Gazne şehrinin de kendisine teslimini istiyordu. Mahmud buna karşılık kardeşine Belh ve Horasan eyaletini bırakıyordu. Ancak İsmail bu teklifi ve daha sonra da Mahmud'un kayınpederi Cüzcanın hakimi Ebu'l·Haris'in aracılığını kabul etmedi. Bu sebepten Mahmud işini kuvvetle sonuçlandırmaya karar verdi ve mücadele için hazırlandı. O, kardeşi Nasr ve amcası Buğracuk'u da kendi tarafına çekmesini bildi. Nasr ve Buğracuk ordularıyla Herat'ta onunla birleştiler. Mahmud durumunu kuvvetlendirdikten sonra Gazne üzerine yürüdü. İsmail de bu şehri korumak için Belh'den harekete geçti. Fakat onun yanındaki kumandanların çoğu Mahmud'a taraftar idiler ve mektublar yazarak ona itaat edeceklerini bildiriyorlardı. Mahmud kardeşiyle arasında gerçek bir savaş başlamazdan önce bir kere daha anlaşma teklifinde bulundu ise de, İsmail bu öneriyi, onun zayıf durumda bulunması sebebiyle yaptığını sanarak reddetti. İki kardeşin orduları arasında savaş Mart 998 tarihinde oldu. İsmail, Mahmud'un kuvvetleri karşısında bütün gün savaştı ise de, akşama doğru ordusu dağılarak kaçmaya başladı. Mahmud bu savaşla beraber Gazneliler tahtını da kazanmıştı. İsmail Gazne kalesine sığındı, fakat mukavemetin faydasızlığını anlayarak teslim oldu. Onun saltanatı yedi - sekiz ay kadar sürmüştü. İsmail faziletli ve bilgili bir hükümdardı, şiir ve nesirleri vardır.

Bir gün av yerinde İsmail'in kölesi (gulamı) Nuştegin, Sultan Mahmud'u öldürmek istemişti. Bu köle elini kılıcının kabzasına koymuş, İsmail'in işaretini beklemişti. İsmail başıyla işaret ederek onun bu hareketini engelledi. Mahmud bu durumu anlamıştı, ancak ses çıkarmadı. Geri dönüp saraya geldikten sonra Mahmud, Nuştegin'i yakalatarak öldürttü. Daha sonra o kardeşi İsmail'i de kontrol altında tuttu. Bu olaydan İsmail'in kardeşlik duygularıyla dolu olduğu ve taht için dahi olsa Mahmud'u öldürmek istemediği anlaşılıyor. Sultan Mahmud, savaştan sonra, İsmail'e "Şimdi sana karşı ben muzaffer oldum. Eğer sen bana karşı muzaffer olsaydın, bana ne yapmak isterdin", diye sordu. İsmail ise'' kanım sana bir zarar gelmesini istemez. Seni eş ve çocuklarınla bir kaleye gönderir, gerekli ihtiyaçlarını karşılar ve ömrünün sonuna kadar orada bırakırdım" dedi. Sultan Mahmud da kardeşinin duygularına aynen karşılık vererek onun isteğini yerine getirmiş ve bir kalede hapsetmişti. İsmail burada hareketlerinde serbest bırakıldı ve mevkii ile uygun her türlü davranışı hoşgörüyle karşılandı.



GAZNELİLER DEVLETi TARiHi

Prof. Dr. ERDOĞAN MERÇİL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak