25 Ocak 2024 Perşembe

KUZEY VE BATI AVRUPA DİNLERİ

 


Cermenlerin dini - Keltlerin dini




Hristiyanlığın gelişinden önceki Avrupa'da incelenmesi gereken dinler, Kuzey Avrupada bulunanlar ve özellikle Cermenlerin dinidir; Batı Avrupadaki din, Keltlerin ve özellikle Galyalıların dinidir; Kuzey Avrupa'daki dinler ise kavimlerin kimi kez klasik antik çağ Aryaları adı altında gruplandırıldıklarını da görmekteyiz.

Cermen aslından olan kavimler, genel olarak, Kuzey Cermenleri (yani İzlandalılar, Norveçliler, Danimarkalılar), Batı Cermenleri (Anglo-Saksonlar) ve Güney Cermenleri (Saksonlar, Almanlar vd.) diye ayırdedilir.

Bu kavimlerin dinsel inançları arasında ayrıntı sayılabilecek kimi ayrılıklar vardır ki incelemelerimiz sırasında biz, bunlar üzerinde duracak değiliz. 

Bu dinleri tanıma olanağını bize veren belgeler bir ölçüde daha sonraki çağlarda yazılmıştır. Bunlar Caesar (M.Ö. 101-44) ve Tacitus (M.S. 55- 120) un yapıtları; Hristiyanlık çağında yazılmış olmakla birlikte bize eski efsaneler hakkında bilgi veren Saga ve Edda gibi destanlar, din değiştirmek arzusundaki Cermenlere Hristiyan rahiplerinin yöneltmeleri gereken soruları içeren Çile kitapları ve son olarak halk arasında yayılmış olup içlerinde uzak bir geçmişin yaşamakta olduğu efsanelerdir. Özellikle mezarlarda, örneğin Sakson krallarının yatmakta oldukları tümülüs'Ierde yapılan kazı ve araştırmalar da birtakım ilgi çeken adetlerin ortaya çıkarılmasına yardım etmektedir.

Cermenlerin eski dinlerinde kutsal ağaçlar büyük bir rol oynamaktaydılar: Upsala yakınındaki Yggradsill adlı kozmik ağaca dünyanın sütunu denmekteydi; Saksonlardaki İrminsul adlı ağaç da evreni destekler sayılıyordu.

Birtakım kutsal hayvanlar kimi tanrılara, bu arada ala karga Odin'e (Wotan'a) adanmıştı. Falcılıkta kullanılan atlar vardı. Bayrakların Üzerlerinde yabandomuzu, yılan tasvirleri bulunurdu. Erkeklerin ya da kadınların kurt ya da ayı kılığına girip büyücülük yaptıklarına inanılıyordu. Kendi malları, mülkleri olmayan, fakat başkalarının mal -mülküyle karılarını kullanan ve bersekir diye adlandırılan delikanlı grupları yarı-insan, yarı-kurt ya da ayı kılığındaki yabani hayvan-savaşçılar' dı.

Kilise makamları din değiştirip Hristiyanlığa geçenlerin at eti yemek gibi "iğrenç ve tiksindirici bir suç" işlemelerini yasak etmişlerdi: Bu herhalde putataparların Totemik kökten gelme birtakım kurban şölenlerinde dinsel yöntemlere uyarak at eti yemelerinden ileri geliyordu.

Animizm doğayı birtakım ruhlarla doldurmaktaydı ve bunlar, döl bereketini sağlayan erkekli kadınlı Yan'lar, ışıklar içinde danseden, ya da evde erkeğe yardım eden Elfler; Troll diye adlandırılan cüceler; sularda da, bazen ölümlüleri uçurumlara doğru çeken Niksler (su perileri); çoğu zaman aptal olan devler; çoğu zaman açgöz olan cücelerdir. Yggradsill adlı kozmik ağacın altında da, yazgıların bekçisi olan üç Nornlar (bakireler) oturmaktaydılar.

Animizmin karşılığı alışılmış büyücülüktü. İlk yazı harfleri olan nul'lar, başlangıçta, büyücülükte, tılsımların üzerlerinde kullanıldı. Türkü (ned) ise ilkin bir sihirbazlık aracıydı. Kimi kadınlar sihirbazlık, kehanet bakımlarından özel hassalara sahip sayılıyorlardı ve adlarına büyücü, sihirbaz deniyordu.

Salomon Reinach'ın "Orpheus" adlı yapıtında yazdığına göre: "Cermenler Hristiyan dinine girdikten sonra da büyücüleri, sihirbazları dinlemeyi sürdürdüler; fakat Engizisyon kendilerine, büyücüleri yakmayı öğretti. Alman "dominicain" rahipleri büyücüler aleyhinde iğrenç bir kitap yazdılar. Papa VIII. İnnocentus bir buyruk yayınlayarak büyücülerin büyük bir güce sahip olduklarını resmen açıkladı. Bunun üzerine iki yüzyıl boyunca korkunç bir öldürme işi başladı, bu nedenle de yüz bini aşkın suçsuz İnsan diri diri yakıldı."


Cermenler ölülerin ruhlarının yaşadıklarına İnanırlardı: Ölüler ya Hel ülkesinde, ya uzak bir bölgede, ya da havalarda yaşarlardı. Özellikle güz sonunda, fırtınaların rüzgarlarınca sürüklenerek, dünyanın üzerinden geçerlerdi.

Yine Salomon Reinach'a göre: "O zaman bir takım ayinler, törenler yaparak ruhları yatıştırmak gerekiyordu. Kilise de Ölüler Günü 'nü bu tarihe raslatarak bu yöntemleri Hristiyanlaştırdı ... Sonra bu nedenle hayvan postları giyilerek birtakım maskaralıklar yapılmasını yasak etti ki bu da totemizmden kalma bir adetti."

Savaş alanında ölen savaşçılar Walhalla'ya (ya da Walhöll'e) giderlerdi. Orada hiç bitmeyen bir bal şerbeti içerler, bir yabandomuzunun etini yerlerdi. Bu hayvan her gün yenildiği halde her akşam yeniden doğardı. Sonra da savaşçılar sırf keyif için, dövüşmek üzere dışarıya çıkarlardı.

Cermenlerde en eski tanrı, adına bazen Nerthus da denen, Toprak-Ana olmuştur. Tacitus bu tanrıça onuruna kutlanan, toprak bayramının ilgi çeken bir anlatımını yapmaktadır; bu metin, Cermen dünyasında bolluk ve bereket dileğinde bulunmak üzere yapılan ayin ve dualar hakkındaki en eski belge sayılmaktadır.

Kimi yorumculara göre Nerthus ile Freyr (Sevgili) aynı tanrılardır: Freya aşk, güzellik, bolluk ve bereket tanrısıydı. Onun kardeşi ve sevgilisi de Freyr idi. Georges Dumczil'in yazdığına göre: "Freyr'ın çevresinde bir barış mistiği, mitologyası vardır: Eşsiz bir barıştır bu, gerçek bir altın çağdır ve Cermen ruhunun en içten emellerinden birinin ifadesi olduğu kesindir.

Aynı yazar, kimi saga'larla XII. yüzyılın Danimarkalı yazarı Saxo Grammatieus'un Freyr'ı insanlaştırarak onu barışçı bir kral biçimine soktuklarını ileri sürmektedir. Saxo, Freyr'ı büyük Roma barışçısı Augustus'un çağdaşı sanmaktaydı. Roma İmparatorlarının Pax Romana'sına (Roma barışı) koşut olarak, Danimarkalı bilgin de bir Pax Germenica (Cermen barışı) düşlemektedir ki bu, tarihin en heyecan verici düşlerinden biridir.

Yıldızlara, güneşe, aya da tapınılmaktaydı. Ay Holle, ya da Holde, ya da Holda adlı tanrıça idi ve Romalıların Dianası ile eş tutulmaktaydı. İyicil anlamına gelen bu ad ona biraz da kendi asıl kimliğini yumuşatmak, güzelleştirmek için verilmiştir: Çünkü Holle büyücülerin kraliçesi sayılmaktaydı, geceleri kadın iblislerle birlikte ata binip yola çıkar, vaftiz edilmeksizin ölen çocukların ruhlarını da alıp götürürdü.

Tacitus en büyük üç tanrının Roma Tanrıları arasındaki karşılıklarını bulmuştur. Odin (ya da Odhinn, ya da Wotan) ın karşılığı Mercurius; Tiyu (ya da Ty) nun karşılığı Mars; Thor (ya da Thorr, ya da Donnar) un karşılığı Jüpiter'di.

Odin esasında bir rahip-kral, ya da bir büyücü-kraldır; ruh harflerini bulan odur. Aynı zamanda rüzgar (Wind) dolayısıyla ölüler tanrısıdır, savaşta ölen kahramanları Walkyrie'lere teslim edip Walhalla'ya gönderir. Kendisi büyücülüğe başvurmayı yeğlediğinden savaşmaz, ama yine de savaşçıların tanrısıdır. Nitekim VIII. yüzyılda Groenland'ı sömürgeleştiren, Amerika'yı keşfeden, Rus İmparatorluğunu kuran o yiğit Viking'lerin tanrısı da oydu. Onun oğlu Tiyu ise savaş tanrısıdır.

Thor ya da Donnar gökgürültüsü ve yağmur tanrısı dolayısıyla da köylüleri seven bir tanrıdır. Bu tanrıları, ilk üç Hindu kastının karşılığı olan "sınıf tanrıları" saymak olasıdır. Odin büyücü- rahiplerin; Tiyu savaşçılar; Thor rençberlerin tanrısıdır. Bununla birlikte Thor aynı zamanda haşin bir tanrı, korkunç bir savaşçıdır, elindeki taştan yapılmış tanrısal çekici ile canavarları öldürür.

Bu tanrılarla ilgili birçok şiirsel efsaneler vardır. Bunların en ünlüsü, Balder efsanesidir ki bu hem Siegfried'i, hem İsa'yı anımsatan bir kişiliktir. Odin'in oğullarının en güzeli olan Balder, hain Loki'nin kurbanı olarak ölür. Cehenneme iner. Bunun üzerine devler tanrılara saldırıp bunları öldürürler. Ama bu tanrıların akşamı' ndan sonra gizemli bir güç, düzeni yeniden kurar, Balder'le tanrılar dirilirler, Evrensel bir mutluluk çağı başlar ...

Tanrılara kurban kesilerek, bu arada bazen insanlar da kurban edilerek tapınılmaktaydı. Bu işi rahipler yönetiyorlardı. Caesar "Galya Savaşı" adlı yapıtının çok tartışma konusu olmuş bir yerinde Cermenlerin Galyalılar gibi "Druide'lere sahip olmadıklarını", onlardan bu noktada ayrıldıklarını ileri sürmektedir. Dumezil'in yazdığı gibi "Cermen toplumları derin bir bilgiye sahip, karmaşık birtakım ayin ve duaları uygulatan ruhani bir sınıf, bir tarikat tarafından yönetiliyorlardı, böyle bir sınıfın başkanlığı altında değillerdi ...

Toplumun başında kutsal işleri yürüten, karmaşık bir geleneğin sürdürülmesini inancı altına alan özerk ve güçlü bir yönetim yoktu." Zaten bazı kimseler de eski Cermanya'da sonradan "tarihöncesi bir reform'la" yokedilmiş "gözle görülen bir kilise" bulunup bulunmadığını soruşturmaktan kendilerini alamamışlardır.

Başlıca rahip kraldı, egemenliği de kökünü büyücülükten ve dinden almaktaydı; kral büyücülükte yeterlik göstermedi mi öldürülebilirdi. Yine Dumezil'e göre "Cermenler iki ilke, iki tip arasında bocalamaktaydılar: Bir yanda kanın, öbür yanda kol gücünün erdemi, bir yanda kalıtım yoluyla başa geçen önder, öbür yanda kahraman, bir yanda büyücü-yönetici öbür yanda fatih-önder vardı."

İşte, antik çağdaki Cermen dini böyleydi; buna karşı birçok çabalara girişmiş olan Hristiyan Kilisesi sonunda bu dini ezdi, "put" ları kırdı, kutsal ağaçları devirdi, eski tapınakların yerlerine de kiliseler yaptırdı.

Bununla birlikte bu din, çeşitli biçimler altında yine de yaşamaktadır. Haftanın günlerinin İngilizce ve Almanca adları, eski tanrıları anımsatmaktadır. Bazı halk şenliklerinde onlar anılmaktadır. Wagner'in soylu dramları, bu tanrıların yapıp ettikleriyle ilgili öyküleri serbestçe değiştirmekle birlikte, onları yine de göklere çıkarmaktadır. Hatta bir ara birtakım koyu Nasyonal -Sosyalistler (Nazi'ler) çokça uluslararası buldukları Hristiyanlığın yerine eski Cermen dinini diriltip geçirmek istiyorlardı.

Cermenlerin güzel masalları yeniden ve tam anlamıyla birer efsane haline gelmişlerdir. Çünkü bunlar, hepsi de kutsal nitelikte olan kişisel ve ortak davranışları haklı göstermekte, desteklemekte, hatta bu gibi davranışlara neden olmaktadırlar.

Hristiyanlık çağından birkaç yüzyıl önce, belki Danimarka adalarından ve Kuzey Almanya'nın basık ovalarından gelmiş olan Keltler Avrupanın her yanına yayılmışlardı. Bunlar arasında Britanya Adaları ve özellikle İrlanda Keltleriyle Galya Keltlerini sayabiliriz: Keltler buralarda Likürler grubu içindeki daha eski halk topluluklarına egemen olup bunlara karışmışlar ve belki de bunların inançlarından çoğunu benimsemişlerdir.


Keltlerin yazılı olmaktan çok sözlü olan dinsel edebiyatlarından hiçbir şey kalmış değildir. Onların inançlarını Caesar ve Tacitus gibi Latin yazarlarından; en eski elyazmaları XI. yüzyıldan kalma olan, fakat çok daha eski rivayet ve gelenekleri de korumakta bulunan İrlanda edebiyatından; yorumlanması şart olan bir takım halk efsanelerinden tanıyoruz. Ayrıca özellikle Bretanya'da pek bol olan çok eski taş anıtların da neler olduklarını anlamaya çalışmak yerinde olur. Bunlar ham taştan mezarlar (dolmen'ler); ya birbirinden ayrı (mehri'ler) ya da uzun diziler halinde sıralanmış taşlardır.

Bir Yunan yazarı meşe ağacında Galyalıların en büyük tanrısını Galya Zeus'unu görmekteydi. Biraz aşırı olan bu formül, herhalde bu kutsal ağaca gösterilen büyük saygıyı anlatmaktadır. Gallerin rahipleri olan Dmide'ler, beyaz urbalar giymiş oldukları halde, altından yapılmış bir bağ bıçağı ile bodur meşelerin gövdelerinde biten ökse otunu kesip beyaz bir bezin içine sarıyorlardı. Ökse otu "her derde deva bir ilaç" sayılmaktaydı.

Galyalıların "büyülü hayvanlar topluluğu"nda çok sayıda kutsal hayvanlar vardı ki kimi kabileler bunların adlarını taşıyorlardı: Taurisciler boğaya, Brannoviceler kargaya bağlıydılar. Bazı kentler de öyleydi: Lugdunum, söylentiye göre, karga tepesiydi. Bayrakların üzerlerinde bir yaban domuzu tasviri vardı. Paris'teki Notre -Dame kilisesinin yerinde, üzerinde bir boğa ile üç turna kuşunun tasviri görülen bir mihrap bulunmuştur. Tavşan, falda da kullanılan bir hayvandı. Horoz daha o zamandan yıldırımı uzaklaştırmaya yarıyordu, nitekim şimdi de çan kulelerinin tepesinde aynı işi yapmaktadır.

Armasında ayı bulunduğu için Ayı kenti olan Bern'de Hristiyanlık çağının başlangıcından kalma bronzdan bir grup bulunmuştur: Grupta, iri bir ayının yanında Keltçe adı Artio olan bir tanrıça vardır (Bu Keltçe ad, ayının Yunanca adı olan Arktos'a pek yakındır); ayı ile arkadaşlık ettiğine göre bu tanrıça da herhalde ilkin bir ayı-tanrıça, kutsal bir ayıydı. Bern kentinde hala birçok ayı beslenmektedir. Bu olayları özellikle incelemiş olan Salomon Reinach bu adette "Totemizmin Avrupa ülkelerindeki kalıntılarının bir örneğini" görmektedir.


Yiyeceklerle ilgili bir takım tabular da Totemizmden gelmekteydi. Keltler at eti yemezlerdi. Büyük Plinius'a göre ökse otu rahipler tarafından yukarıda anlattığımız gibi toplandıktan sonra iki beyaz boğa kurban edilerek kutsal bir şölen düzenlenirdi. Galya'da ayrıca başka tabulara da saygı gösterilirdi: Düşmandan alınan ganimetlere el sürmek yasaktı. Bir de büyüklük tabu'su vardı ki buna göre bir çocuğun, silahlarını kuşanmış olan babasına yaklaşması yasaktı. Bu konuda Samuel Reinach şöyle diyor:

"Bu yüzden delikanlılar yabancı ailelerin ya da Druide'lerin yanında büyütülüyordu; bu acayip adet İrlanda'da uzun zaman süregelmiştir ve Fransa ve İngiltere'deki yatılı okul yönteminin bu adetten kalma olduğunu sanmak mümkündür."

Likürler zamanından beri kutsal yerler vardı: Pınarlar, dağlar, ormanlar gibi. Görünüşe göre kromlekler ve sırataşlar, dinsel bir takım işlemlerin yapıldıkları yerleri göstermekte ya da sınırlamaktadırlar.

Dolmenler herhalde aristokrasiye özgü mezarlar olsa gerekti. Bunların içinde bulunan lüks ya da her gün kullanılan eşya, ölülerin sonradan da yaşadıklarına inanıldığını gösteriyordu. Mehri'ler ise bir atanın ruhunun ya da tanrısal bir varlığın konutu, bir mezarın taşlarıydı.

Druide'ler ruhun yaşadığına inanıyorlardı: Kimi metinlere göre, bunlar ruhgöçünü kabul etmekteydiler; başka bir takım metinlere göre ise ruhların batıya doğru göçtüklerine, uzak ve mutlu adalarda yaşadıklarına inanmaktadırlar.

Camille Jullian bu konuda diyor ki: "Ölülerin karada çok uzun bir yolculuk yapmalarını önlemek için, belki de dolmenler çağının insanları ölülerini, aşılması gereken bu denizin hemen kıyısına gömmekteydiler. Bugünkü Bretanya'yı oluşturan eski Galya ülkesine "ölüler diyarı" denmesi bu olayla da açıklanabilir."

Gallerin yiğitliklerini, ölümden korkmayışlarını, öte dünyada yaşamayı sürdüreceklerine emin oluşlarıyla açıklayanlar olmuştur.

Keltler Toprak Ana'ya tapınışı herhalde Likürlerden almış olmalıydılar. Adlarına Latincede Matres ya da Matronae denen Ana Tanrı'ları çoğu zaman üçlü gruplar halinde toplanmaktaydılar ve yerli Kara Bakirelerin de bunların kalıntıları olmaları olasıdır. Caesar Gallerin beş büyük tanrısını Roma tanrılarına benzetmektedir. Dumezil'e göre, "kimi Druide'lerin dostu olan" Caesar, onları "çok güzel bir şekilde" tarif etmiştir.

Büyük tanrı, Teutates'tir; Site'nin tanrısı, "kamu tanrısı"dır: Caesar bunu sanatların yaratıcısı, yasaların babası, halkın öğretmeni olan Mercurius'a benzetmektedir. - Ondan sonra bir Jüpiter gelmektedir ki bu, gökgürültüsü tanrısı olan Taranis'tir, göklere o egemendir. Bir de savaşları yöneten Galyalı Marsa vardır. Bir Apollon hastalıkları kovmaktadır. Bir Minerva da insanlara zanaatları öğretmektedir. - Caesar tanrıları böylece sosyal kıstaslarla tarif etmiştir: Mucit'lerin, Druide'lerin, savaşçıların, hekimlerin, işçilerin de birer tanrısı vardı. Dumezil'e göre Mercuris'un en başta gelmesi, "eski Kelt aleminde zanaat ve tekniğin geniş ölçüde gelişmesinden, mükemmel olmasından, büyük saygınlık görmesinden" olsa gerekti.

Galya'da olduğu gibi Britanya adalarında dinin özgün yanı, ulusal bir rahiplik kurumunun bir Dmide'ler (Çok Bilgililer) sınıfının kurulmuş bulunmasıydı. Bunlar toplumun en aydın ve seçkin kişileri arasından toplanıyordu. Geleceğin Druide'i tıpkı Hindistan'daki Brahman, Roma'daki müstakbel Flamine (rahip) gibi, uzun uzun okuyup öğreniyor; bazen bu yirmi yıl kadar sürüyordu. Kutsal ve dinsel öğrenim sözlü olduğundan, bu çömezlik dönemi için çok güçlü bir belleğe gereksinim vardı. Sihirbazlık, büyücülük yöntemlerini, kutsal terim ve deyimleri efsanelerle tapınma yol ve yöntemini, falcılık ve yıldız falcılığını öğrenmek gerekiyordu.

Kurban kesmek ancak Druide'lerin tekelindeydi, bu kurbanlar tanrıların beslenmesine yarıyordu. Druide'lerin insan da kurban ettikleri söylentisi vardır ama bunların adi suçtan ötürü mahkum olmuş kimselerin idamı şeklinde olması da olasıdır. Druide'ler ökse otu toplamaktaydılar. Belki de güçlerin ayrılmasından önce yargıç niteliğiyle özel kişiler ve topluluklar arasındaki davaları yargılıyor, siteleri yönetiyor olmalılardı. Belirli günlerde, galiba Orleans yakınındaki bir ormanda toplanarak başkanlarını seçiyorlar, ne yönde bir politika güdeceklerini saptıyorlardı.

Başlıca görevleri gençliği eğitmekti: Soylu delikanlıların hepsini onlar yetiştiriyorlardı. Ahlak kurallarını şu ilke ile açıkladıkları söylenir: "Tanrılara saygı göster, kötülük etme, yiğit ol."

Yiğitliğin büyük değerine olan inanç ve ruhlarla dolu, şiirsel bir doğa duygusu, Cermen ve Kelt dinlerinin uygarlığa bellibaşlı armağanları sayılabilir.

Katolik kilisesi Keltlerin, hatta Likörlerin eski dinsel yöntem ve  inançlarını tam olarak yoketme işini başaramamıştır. Menhir'leri yıkamadığından, bazen bunların üzerine bir haç dikmiştir.

Camille Jullian'ın dediği gibi: "Ancak köylerle kentler hastalıkları iyileştiren, hasadı koruyan kendi yerli azizlerinin mezarlarına sahip olduktan sonradır ki Hristiyanlık halk yığınlarına yayılabilmiş, halkın tuttuğu bir inanç haline gelmiştir."

Fransa'nın kimi köylük bölgelerinde putataparlık döneminin birçok başka kalıntılarına raslanmaktadır ki bataklıklarda, mezarlıklarda görülen buharlı alevlere, kurt kılığına girmiş büyücülere, bazı pınarlarla meşe gibi bazı ağaçların kutsallıklarına, St. Jean gecesi yakılan ateşlere olan inanç bu aradadır. Samuel Reinach'ın dediği gibi: "Eski Galya'nın çokşeytancılığı Fransız toprağının pek derinlerine kök salmış olduğundan, hala çok canlıdır."




Felicien Challaye dinler tarihi

Çeviren: Samih Tiryakioğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak