Müslümanlar İle Hıristiyanlar Arasında Ekonomik ve Ticari İlişkiler
1. Tarım Alanındaki İlişkiler
Medeniyetin her alanındaki gelişmelerde olduğu gibi, Endülüs tarımındaki ilerlemelerin başlaması da Endülüs Emevileri dönemine tekabül eder. Özellikle, III.Abdurrahman zamanından itibaren Endülüs'ün Avrupa'da en kalabalık ve en müreffeh ülke durumuna yükseldiği gerçeği, pekçok modern araştırmacı tarafından ortaya konmuş bir gerçektir. Tabiat ve iklim şartlarının çeşitliliğiyle Endülüs Yarımadası, zirai ürünler bakımından kendine yetecek üretimi gerçekleştirme imkanlarına sahipti. Bu sebeple, tarım ürünlerinin muhtelif olması, geliştirilen tekniklerle yıl boyunca sebze ve meyve üretiminin artırılması çalışmaları, ülkede kendine yeterli bir tarım ekonomisini doğurmuş, hatta üretim fazlası mahsulat Hıristiyan İspanya devletlerine ihraç edilmiştir.
Endülüs devletinin, tarım ürünleri bakımından kendine yeterli olması, bir başka açıdan bakıldığında İberya gibi stratejik bir konumda, bağımsız ve güçlü bir devlet olarak varlığını sürdürebilmesinin de bir gereği sayılmalıdır. Çünkü, içte ve dışta devleti ciddi şekilde etkileyen düşman unsurlar mevcuttu. İçerde Müvelled isyanları, dışta İspanyol Portekiz Reconquista savaşları, Reconquista'ya sürekli silah ve moral destek sağlamakta olan Fransızlar ve Avrupalılar; doğuda Abbasiler ve özellikle Afrika' da Fatımiler, Endülüs devletini çepeçevre saran belli başlı büyük tehdit kaynaklarıydı. Böylesi bir konumda ve Ortaçağ uluslararası siyaset anlayışı içinde, vatandaşlarını yeterli gıda kaynaklarına sahip kılma başarısı Endülüs'e has üstünlüklerden birisi olarak değerlendirilmelidir.
Devletin gelirini artırmak ve halkın refahını temin etmek maksadıyla ülkenin potansiyel zenginlik kaynaklarının değerlendirilmesi, Endülüs'te zorunlu bir devlet politikasıydı. Bu sebeple, Endülüslü yöneticiler toprakları ıslah ettiler, ülke endüstrisini oluşturacak iş ve zanaat alanları oluşturdular. Yurtiçi ve yurtdışı ticareti geliştirmenin alt yapısını hazırladılar. Endülüs'te zirai faaliyet ve kullanılan yöntemler, çağın diğer ülkelerinde olmadığı şekilde gelişmiş durumdaydı. Bu hususta bazı araştırmacılar şu tespiti yapmışlardır: "Ziraat şartları, iklim, toprak, bitkilerin ve hayvanların yetişme şartları titizlikle incelendiğinde görülecektir ki, Asya'nın, Avrupa'nın, Afrika'nın antik veya medeni milletlerinden hiçbiri Endülüslüler kadar mükemmel, doğru ve bütün ihtiyaçları karşılayan bir köy kanunları mecmuasına sahip olmamıştır. Dünyanın başka hiçbir devleti, ustaca hazırlanmış olan kanunlarıyla ahalisinin zekasını, faaliyetini memleketinde sanayiin ve tarımın gelişmesini Endülüs kadar temin edebilmiş değildir".
Endülüslüler en güzel atlara, koyunlara ve en güzel sebze meyve bahçelerine sahiptiler. Haşerelerle mücadeleyi, gübrelerin nasıl kullanılacağını bilirlerdi. Ağaçları aşılamada ve yeni türler çıkarmak için bitkileri karıştırmada uzmandılar. Bu bilgileri ve çalışmaları sayesinde, kendi zamanlarına dek düşük tarımsal ürün toprakları olmuş alanlar çok büyük nüfusları besleyebiliyordu. Bu sebeple, tarım ve sulama teknikleri konusunda da Endülüslülerden lspanyalılara pek çok bilgi naklinin gerçekleştiği tespit edilmiştir. Mesela sulama teknik terimlerinden İspanyolca "noria" Arapça "naure" den, "acequia" "sakıye"den ve "accadus" "kadus"tan gelmektedir.
Müslümanlar pirinç, pamuk, şeker kamışı, dut, hurma; gül, şeftali, kayısı, portakal, nar gibi meyve çeşitleri yanında, zirai çiçekler ve sebze çeşitlerini Doğu'dan Endülüs'e getirmiş ve orada bu mahsullerin üretimini yaygınlaştırmışlardır. Daha sonra bu ürünler Müslümanlardan lspanyalılara, onlardan da Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Bu ürünlerin lspanyolca'daki isimleri de bu gerçeği kanıtlar niteliktedir. Mesela, "albaricoque" "berkuk"tan ve "limon" "Leymun" dan gelen isimlerdir.
Endülüs'te durum böyleyken, merkezi lspanya'da temel gelir kaynağı ise hayvancılıktı. Hıristiyan şehirlerinde, yarım düzine çoban tarafından koca bir şehir halkının hayvanları bakılabiliyor, çobanlar bu işe bakarken Hıristiyan askerler Endülüs'ü tahrip ve işgal etme imkanı buluyorlardı. Bir Müslüman saldırısı anında hayvanlar koruma altına alınabiliyor, ancak kale dışındaki arazide kalan mahsulün korunması mümkün olmuyordu. Bu sebeple, özellikle koyunculuk temel geçim kaynağını teşkil ediyordu. VII./XIII. yüzyılın sonlarına kadar, sığır ve koyun sürüleri yılda iki kez Duviru vadisinde yazlık meralarda gezdiriliyordu. Bölgenin kışlık meraları ise, Vadiane nehrine kadar olan yerlerdi.
Zenaat ya da Endüstri Alanındaki İlişkiler
Endüstriyel alanda, zamanın diğer devletlerine oranla Endülüslülerin daha ileri bir düzeyde bulundukları tespiti yaygın olarak bilinmektedir. Doğu İslam dünyasının bu konudaki birikimlerini de kendilerine katmışlardır. Mesela, suyun düşüşünden güç elde edimini Endülüslüler biliyorlardı. Modern dünyada elektrik üreten tribünlerde kullanılan bu teknikten, o zaman değirmen gibi yerlerde yararlanılmaktaydı.
Kuyulardan su çıkarmada da özel bir teknik geliştirmiş olan Endülüslüler, ekili alanlara su nakli için düzenli su kanalları ve dağlardan şehirlere su indirmek için de kurşundan borular döşeyerek bti işleri sistemli hale getirmişlerdi. Yer altı kaynak ve madenleri bakımından, Endülüs'ün bütün şehirleri farklı birer çeşit sunmaktaydı. Buna bağlı olarak, hammadde sorunu bulunmayan imalat atölyeleri Endülüs dışındaki rakiplerinden çok ileri seviyede üretim gerçekleştirebiliyorlardı. Demircilik ve harp silahları imalatı bakımından Kurtuba, Tuleytula ve Mecrit önde gelen merkezlerdi. Ticaret ve savaş gemileri el-Meriye, Lakant ve Tarrakune ile Yabise adasında imal ediliyordu.
Donanma için gemiler, Daniye ve Turruşe gibi önemli liman kentlerinde inşa ediliyordu. Dokumacılıkta ise, yine el- Meriye şehri önde geliyordu. Burada elbiselik kumaşlar ile halı ve kilim dokuma tezgahlarının sayıları yüzleri buluyordu. el-Meriye' den sonra Kurtuba, Gırnata, Besta ve Maleka dokuma hususunda önde gelen merkezlerdi. Kağıt üretimine gelince, bu konuda Şatıbe ve Belensiye isim yapmıştı. Endülüs'ün endüstrideki parlak seviyesi, Muvahhidler'in sonlarına doğru Kurtuba, İşbiliye, Maride ve el-Meriye gibi merkezlerin İspanyol işgaline uğramasıyla, Gırnata gibi dar alanda da olsa kendini göstermeye devam etmiştir.
Endülüs'te durum böyleyken, Hıristiyan İspanya devletlerinde de demir ve altın gibi kıymetli madenler bulunuyordu. Özellikle, Kastilya başkenti Burgos silah imalatında önde geliyordu. Dokuma tezgahları da mevcuttu. Ancak, endüstri kolları ile zenaatkar bakımından çok fakir ve az gelişmiş bir durumdaydılar. Endülüs'ün ileri seviyesi, her açıdan İspanyalıları cezbetmekteydi. Mesela, İspanyol aristokrat sınıfı mensubu kadınlar, Endülüs'ten sipariş ettikleri ipek ve kıymetli kumaşları getirecek Yahudi tüccarlar ile Hıristiyan diplomatik elçilerin dönmelerini sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Endülüs'ün Tuleytula şehri, endüstrinin her dalında olduğu gibi, özellikle dokumacılıkta ileri bir merkez İdi ve İspanyalıların eline geçtikten sonrada durumunu muhafaza etmişti. Çünkü, sayıları yaklaşık on bin olduğu rivayet edilen dokuma usta ve işçileri yerlerinden ayrılmamışlardı. Tuleytula'nın dokumacılıktaki üstünlüğünün kaynağı ise, yakınındaki Pirene dağlarında bulunan kilometrelerce otlak ve yaylalarda yapılan küçük baş hayvancılıktı. Yani, hammadde buradan temin ediliyordu. Dericiler, dokumacılar, boyacılar, attarlar, tatlıcılar, vb. sokak isimleri, Tuleytula'nın endüstrideki öncü konumunu simgeleyen taraflarından birisiydi. Gelişkin haliyle İspanyalıların eline geçen şehir, Endülüs-İslam endüstriyel birikiminin Hıristiyanlara intikalinde aracılık etmiştir.
İspanya'da Hıristiyan seçkinlerin giyecekleri, kadınların takıları, papazların süslemeli elbiseleri, kralların giysi ve dekorasyon malzemeleri ve çocukların oyuncakları gibi eşyalar, ya Endülüs'ten ithal ya da Müslümanları taklit ederek imal ediliyordu. İspanyalılar arasında endüstri ve ticaretin geri kalış nedeni olarak, halkı toplumsal ve ekonomik sefalete mahkum eden feodalite gösterilmektedir. Bu düzende krallar, din adamları ve şövalyeler, toprağın sahipleri olarak Müslümanlar ile yapılan savaşlar için para bulmak maksadıyla halkın ürününe ağır vergiler koyuyorlardı. Ayrıca içki, kumaş, balık ve kereste gibi kıymetli ticari metaın ticareti de din adamlarının tekelindeydi. Başkalarının bu alanda ticaret yapması yasaktı. İşte bu tür etkenlerin İspanya' da endüstri ve ticaretin geri kalmasına yol açtığı belirtilmektedir.
Ticaret Alanındaki İlişkiler, Ticaret Merkezleri ve Ticaret Yolları
Tarım ve endüstride Endülüs'e oranla geri kalmış bulunan Hıristiyan İspanya devletleri, özellikle barış zamanlarında Endülüslüler ile büyük ölçekli ticari faaliyet içine giriyorlardı. Gariptir ki, her savaşı büyük bir ticari hareket takip ediyordu. Hatta bu ticaret, daha savaş meydanlarında başlıyordu. Şöyle ki, özellikle Yahudi tüccarlar savaşa giden orduların peşine takılır, savaş biter bitmez askerlerin ele geçirdikleri her türlü mal ve köleleri ucuza kapatırlardı. Bu tür ticaret, Endülüs ve İspanya ordularının taciz, akın ve kuşatma gibi talan veya ganimet kazanımıyla sonuçlanma ihtimali yüksek olan her türlü harekatları için geçerliydi. Çünkü, savaşa katılan her askerin hangi dinden olursa olsun, amacının en azından bir bölümünü ganimet elde etme fikrinin işgal etmesi doğal sayılmalıdır. Elde ettiği ganimet eşyası veya köleleri ise, sefer sırasında taşıma ve muhafaza etmenin güçlüğü dikkate alındığında, bu alanda gerçekleşen ticaretin önemi daha kolay anlaşılabilir.
Endülüs ve İspanya güçlerinin, zaman içinde birbirlerinden cizye ve haraç aldıkları da vakidir. İster cizye ve haraç vergilerini almak, isterse barış görüşmeleri yapmak amacıyla olsun, karşılıklı gidip gelen elçiler, İspanyol zenginlerinin ısmarladığı eşyaları da satın alarak geriye dönerlerdi. Endülüs'ün endüstriyel alandaki üstünlüğü, bütün İspanyalılar ve hatta Avrupalılar tarafından teslim edilen bir gerçekti. Çünkü, Hıristiyan dünyasında aranan ve tercih edilen, Endülüs'te üretilen mallardı.
İberya Yanmadası'nda taraflar arasındaki ticaret, özellikle Endülüs sınır ve sahil bölgelerindeki el-Meriye, Daniye, Turruşe ve Tarrakune, İspanyalıların ise Berşelune, Üşbune ve Şente Yakub gibi önde gelen şehirlerinde canlı durumdaydı.
Mesela, Terşulune Endülüs ile İspanya devletleri arasındaki coğrafi konumu itibarıyla iki tarafın malları için doğal ve büyük bir pazar durumundaydı. Endülüs' ten ipek, yün kumaşlar ve deriler oraya gelir, buradan da İspanya ve diğer Akdeniz ülkelerine ihraç edilirdi. Hıristiyan İspanya devletleri, Avrupa ve diğer Akdeniz ülkeleriyle yapılan ticaretin Endülüs'ün ülke zenginliğine büyük katkılar sağladığı gerçeğini kaynaklardaki kayıtlardan anlamaktayız.
Berşelune'den sonra önemli bir ticaret merkezi de, Hıristiyan ve Müslümanların sahillerine yakın konumda bulunan Meyurka adasıydı. Burası da taraflar arasındaki ticaretin canlı olduğu bir yerdi. Endülüs'ün üçüncü ticaret merkezi ise, Sarakusta idi. Bir sınır eyaleti olan şehir, Hıristiyan İspanya devletlerine komşu olması, içinden geçen İbru nehrinin krallık şehirleriyle bağlantıyı kolaylaştırması, ayrıca doğudan gelen ticari malları karşılayıp Kastilya, Aragon ve Navar bölgelerine ihraç ederek büyük gelir elde eden Tarrakune ve Turruşe gibi iki önemli liman bölgesine sahip olmasıyla, bu alanda ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştu. Sarakusta şehri, bu özelliğinden dolayı Hıristiyan Mürtezika askerlerini kendine cezbeden bir refah yurdu durumundaydı. Özellikle, Muvahhidler zamanında Gırnata, Mürsiye ve Ceyyan şehirleri pazarları ya da ticaret fuarlarıyla meşhurdu.
Endülüs ile İspanya arasında gerçekleşen ticaretin konusunu büyük oranda köleler teşkil ediyordu. Köle tüccarı olarak ün yapan Yahudiler, Pireneler bölgesi Fransızlar'ından, Slav asıllılardan, Galicialı ve İspanyalılardan elde ettikleri sayısız köle ve cariyeyi Endülüs'ün Kurtuba ve İşbiliye gibi müşterisi bol pazarlarına getirirler, bunları halife, emir ve zengin eşraf takımına büyük paralar karşılığı satarlardı. Getirdikleri mallara doyum olduğu zamanlarda ise, Endülüs'ten doğu şehirlerine yönelirler ve mallarını oralarda satarlardı.
Söz konusu bölgelerden Yahudi tüccarların getirdiği cariye ve kölelerden büyük bir kısmı da, Endülüs'ün yüksek bürokrat ve zenginlerince, kendilerine yaranmak maksadıyla halife ve emi'rlere hediye edilirdi. Taraflar arasında köle, kumaş ve halı gibi mallardan başka saray, konak, mescit, medrese ve hamam gibi yapıların inşasında kullanılmak üzere taş, mermer ve kereste gibi yapı malzemeleri de ticarete konu olmaktaydı.
VI./Xll. ve Vll./XIII. yüzyıllarda artan ihtiyaçları kendinden karşılayamaz duruma gelen Afrika ile Avrupa arasında ticari ilişkiler artmış ve yeni imkanlar ortaya çıkmıştı. Bu sebeple, bu dönemler Avrupa'da yeni bir ticari hayatın başlangıcını teşkil etmektedir. Kıtalar arası ticarette geçiş yolu ise, Endülüs ile İspanya idi. Yani, Endülüslüler ile İspanyalılar bu aradaki ticari hareketin tam ortasında yer almışlar ve etkili role sahip olmuşlardı. Avrupa ile ticaret, özellikle Pisalı, Cenovalı, Marsilyalı, Katalonyalı ve Venedikli tüccarlar vasıtasıyla gerçekleşiyordu.
Endülüs ile İspanya tarafları arasında cereyan eden ticaretin takip ettiği yollar çok sayıda ve çeşitliydi. Öncelikle, İberya Yarımadası'nı baştanbaşa saran nehirler, Endülüs'ün doğusunu batısına, batısını da İspanya'ya bağlayan önemli ticaret yollarıydı. Tacu nehri, Şukar nehrinin kolları ve Mürsiye vadisi, çeşitli kollarla Vadi'l-Kebir ve Vadi Ane nehirlerine bitişir. Bütün bu nehirlerden bazıları Akdeniz'e, diğer bazıları da Atlas Okyanusu'na dökülür. Ancak, hepsinin kaynağı birdir ve bu kaynak, Endülüs'ün ortasında yer alan Şarat dağlarıdır. Kaynağından dallanan nehirler, daha ilerde karşılaşarak yeniden birleşirler ve böylece doğal ulaşım yolları oluşurdu. Med-cezir olayının da yardrmıyla bu nehirlerde yüzen ticari tekneler, taraflar arsında değişime konu olan malları taşırlardı.
Nehir yolları ağına ilaveten, İberya Yarımadası'nda ticaret için karayolları da vardı. Aslında İberya Yarımadası'ndaki yollar, Roma döneminde mevcut olanlardı. Bunların en büyük ve önemli olanı, Kurtuba'nın kuzey krallıklarla bağlantısını sağlayanıydı. Kurtuba'dan başlayan yol Tuleytula'ya, oradan İbru nehri havzasındaki Vadi'l-Hicare'ye, burada ikiye ayrılarak birisi Kalahürre ve Nahre istikametinden Navar'ın başkenti Benbehine'ye, oradan da Kastilya'nın Elbe ve'l-Kıla' bölgesine ve buradan Asturias'a; diğer kol ise, güney yönünde ilerleyerek Berşelune bölgesiyle ticaretin yoğun olduğu Sarakusta ile Laride'ye çıkar.
Kurtuba'dan başlayan ikinci önemli yol Ma'den, Kuriye, Şelemenka, Semmilre ve Cıllikıye içlerine, buradan bir kol Kuriye' den doğu yönüne ayrılarak Talebire üzerinden Tuleytula'ya, buradan da Şelemenka yönüne gider ve tekrar ana yol ile birleşir. Kurtuba'dan çıkan üçüncü yol ise, güney yönüne inerek Gırnata'ya uğrar, sonra kuzey doğuya tırmanarak Mürsiye, Belensiye, Turruşe ve Sarakusta'nın en kuzeyinde yer alan Laride'ye varır.
Ticaret için kara ve nehirden başka, deniz yolu da kullanılıyordu. Deniz yolları, Endülüs'ün sınır bölgeleri ve sahil şehirlerini doğuda Berşelune, batıda Cıllikıye ile birleştirirdi. el-Meriye, Kartacene, Lakant ve Daniye limanları Berşelune bölgesine; İşbiliye, Leble ve Şenterin sınır bölgeleri de Cıllikıye bölgesine deniz yoluyla bağlantı kurma imkanı sunuyordu. Bütün bu nehir, kara ve deniz yollarında savaş vakti savaş, sulh zamanı da ticaret vasıtaları seyrederdi.
Ticaret merkezleri ve ticaret yollarına konu olan ticaret mallarına gelince, artışı Muvahhidler dönemine denk gelen Avrupa-Afrika ticarette Afrika' dan alınan mallar, başta bakır olmak üzere maden, yün, şap, yağ, deri, balmumu ve kurutulmuş meyveydi. Tahılları, pamuğu ve silahları da meşhurdu. Fas ve Kurtuba derileri, Vl./XII. yüzyıldan itibaren Normandiya ve İngiltere' de büyük rağbet görmekteydi. Denizlerde görülen korsanlıklara karşı, taraflar arasında çeşitli zamanlarda anlaşmalar yapılmış ve böylece ticaret yollarının güvenliği temin edilmişti. Sonuçta, Murabıtlar ve özellikle Muvahhidler dönemlerinde Afrika-Endülüs-Avrupa arasında cereyan eden ticari münasebetler artmış ve düzenli bir şekle bürünmüştü. Muvahhidler'in uzak ülkelerle olan ticaretinde ise, İtalyanlar aracılık ediyorlardı. Muvahhidler'in Anadolu ile de bazı ticari ilişkileri olduğu düşünülebilir. Bunun delili, 1275 tarihinde Konya' da bulunan Mağribiler Camii'dir.
Sikkeler
Endülüs ile İspanya devletleri ve diğer Hıristiyan devletler arasında gerçekleşen ticaret hareketinde, mal değişimine esas teşkil edecek bir paraya ihtiyaç vardı. İlk dönemlerde Endülüs sikkeleri, mahalli sikkelerden şekil ve nakış bakımından etkilenmişlerdi. Ancak, bağımsız bir devlette olması gerektiği gibi zamanla orijinal şekline kavuştu. Dinar ve dirhem çeşitleriyle İberya Yarımadası' nın her bölgesindeki iktisadi muamelelerde asıl ve değerli para olarak asırlarca kullanıldı.
Endülüs'ün valiler döneminde kullanılan sikkeler üzerinde İslami içerikli Latince cümleler yer alırken, 716 yılından sonra Latince ile birlikte Arapça, 720 yılından itibaren ise, sikkeler üzerinde sadece Arapça kullanılır oldu. Son zamanlarda, Navar'ın Estella mıntıkasında Endülüs Emevi Emirleri döneminde Kurtuba darphanesinde basılmış ve Dımaşk Emevileri'nin sikkesine çok benzer tarzda Endülüs sikkeleri bulunmuştur. Bu, aynı zamanda o bölgelerde ticaret yapıldığına, alış verişte Endülüs parasının kullanıldığına da kanıt olmaktadır.
Doğu İslam dünyasından siyasi ve dini anlamda Endülüs'ün tam bağımsız hale geldiği Endülüs Emevileri'nin Hilafet döneminde, IIl.Abdurrahman tarafından altın para bastırıldı ve bu Endülüs parası İberya Yanmadası'nın en kıymetli parası haline geldi. Mülukü't-Tavaif dönemindeki sikkeler, daha çok hilafet döneminin devamı niteliğinde olmuş, Hişam el-Müeyyed parası olarak bilinen Emevi parasına bazı emirler kendi adlarını da ilave etmişlerdi. Hıristiyanlar ile ilişki ve ticarette, yine Endülüs parası bu dönemde de esas mübadele unsuru olmuştu. Daha sonra Murabıtlar'ın gelişiyle birlikte 486 (1093) tarihinden itibaren Murabıt sikkeleri Endülüs'e hakim olmaya başladı. "Maravedi" adıyla da anılan ve aslı dinar olan bu madeni paranın bir yüzünde kendi hükümdarlarının isimleri "Emiru'l-Müslimin" unvanıyla, diğer yüzünde ise Abbasi halifesinin ismi "İmam" unvanıyla yer alırdı. Murabıtlar'ın Kuzey Afrika'da yeni altın madenlerine sahip olmalarıyla birlikte, sikkelerinin değeri de arttı ve ülke dışında da kullanılır hale geldi. Hatta Kostantiniye'ye bile ulaştığı rivayet edilir. VII.Alfonso'nun bu sikkenin Tuleytula darphanesinde bir taklidini bastırması, mezkur paranın bütün İspanya topraklarında, özellikle de Kastilya'da kullanıldığına işaret sayılabilir. Ayrıca, VII.Alfonso' dan önce VI.Alfonso ve daha sonra gelen VIII.Alfonso gibi bazı İspanyol kralları da üzerinde Arapça yazılarla kendi adlarına sikke bastırmışlardı. Kastilya-Leon kralı VIII.Alfonso (1158-1214), Murabıt sikkelerini kendi ülkesinde kullanmış ve üzerine Hıristiyanlıkla ilgili bazı kelimeler yazdırmakla birlikte, Arap harfleriyle yazılı bazı cümleleri olduğu gibi yerinde bırakmıştı. Bu sikkelerin daha sonra Aragon kralı III.Alfonso (1285-1291) tarafından benimsenen şeklinin bir yüzünde kral için "Emiru'l-Karulikin" (Katoliklerin kralı), diğer yüzünde Papa için "İmamü'l-Bieti'l-Mesihiyye" unvanları yer alıyordu. Muvahhidler'in Endülüs'e hakim olmalarıyla birlikte kullanılan sikke türlerinde, Endülüs'te pek fazla değişiklik olmadığı sanılmaktadır. Ancak, Muvahhidler'in merkez topraklarında kullanılan sikkeler değişmişti. Dört köşeli şekilde darp edilen Muvahhid sikkelerinin ağırlık ve değer bakımından Murabıtlar'ınkine nisbetle daha düşük olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlar Muvahhid dinarını kullanırlar ve onu Dobla diye adlandırırlardı.
Reconquista
Endülüs'te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri
Dr. LÜTFİ ŞEYBAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder