4 Ocak 2024 Perşembe

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA II. BAYEZİD DÖNEMİ (1481-1512)

 




Fatih Sultan Mehmed'in; çıktığı son seferinde Maltepe'de hastalanarak vefatı, devletin belli bir süre sarsıntı içerisine girmesine ve İstanbul'da karışıklıkların çıkmasına yol açtı. Fatih'in iki oğlundan büyüğü ve Amasya Sancakbeyi II. Bayezid, babasının vefatından sonra kendisine ulaşan çağrı üzerine maiyetindeki 4.000 askerle 9 günlük bir yolculuğun ardından İstanbul'a ulaşarak tahta çıktı. Ancak Fatih'in Konya'da sancakbeyi olan diğer oğlu Cem, bu durumu kabullenmeyerek ağabeyi Bayezid'e karşı taht mücadelesine girişti.

Bayezid'in Fatih gibi güçlü ve yetenekli, dünya çapında bir liderin ardından gelmesi onun en büyük şanssızlığıydı. Birçok askeri ve diplomatik başarıya imza atılmış olsa bile, Bayezid dönemi; tarihi açıdan Fatih döneminin göz kamaştırıcı başarılarının gölgesinde kalmış ve yükselme döneminde bir duraklama olarak telakki edilmiştir. Oysa Fatih'in muazzam fetihlerle büyüttüğü yeni devlette; çok farklı kültür çevrelerinden, din, mezhep ve dilden milletlerin Osmanlı kimliği etrafında kaynaştırılması; hiç değilse Osmanlı hakimiyeti altına alınarak iç ve dış güvenliğin sağlanması, yeni idari yapıların bu yeni merkezlerde kurulması oldukça zor bir durumdu. Ayrıca Fatih döneminde hakimiyet altına alınan Karadeniz ve Ege adalarının kontrol altında tutulabilmesi, deniz güvenliğinin sağlanabilmesi için güçlü bir donanmaya şiddetle ihtiyaç vardı.

Bayezid dönemi her ne kadar Fatih dönemine kıyasla batıyla münasebetlerde nisbeten durgun bir dönem sayılsa da, gerek yeni alınan yerlerin Osmanlı sistemine adapte edilmesi, gerekse güçlü bir Osmanlı donanmasının vücuda getirilmesi gibi faaliyetler; ileride daha büyük fetihlerin zeminini hazırladı. Böylece Il. Bayezid dönemi, Fatih sonrası genişleyen ve imparatorluk haline gelen Osmanlı Devleti'nin hazım dönemini oluşturdu. Bu arada, on beş yıl boyunca devam eden Cem-Bayezid çatışması ise bir yandan devletin batıda daha temkinli hareket etmesine sebep olurken, diğer taraftan doğuda da Memluklularla olan münasebetlerin giderek bozulmasına yol açtı.


CEM SULTAN HADİSESİ


Cem Sultan'ın maceralarla dolu renkli hayatının hüzünlü safhası, babası Fatih'in beklenmedik bir zamanda ölümüyle başladı. Esasen kendisi tahtın en güçlü adayı olarak görülmekteydi. Sadrazam Karamani Mehmed Paşa ve Fatih dönemi zaferlerinin önemli komutanlarından Gedik Ahmed Paşa gibi devlet ileri gelenlerinin de tercihi Cem'in sultan olmasıydı. Zaten ölümünden önce Fatih'in bu genç ve kabiliyetli şehzadeyi Karaman gibi önemli bir bölgeye vali tayin etmesi ve çıktığı son seferinde yanında görmek istemesi de Cem'in hükümdarlığa daha layık görüldüğünün işaretlerini taşıyordu.

Fatih'in vefatının ardından Karamani Mehmed Paşa vefat haberini vermek ve İstanbul'a süratle gelmesini sağlamak üzere Ceme haberci gönderdiyse de, bu haberci Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yolda öldürüldü. Sinan Paşanın Şehzade Bayezid'e babasının vefat haberini bildirmek üzere gönderdiği Keklik Mustafa ise kısa zamanda Amasya'ya ulaşarak Il. Bayezid'in dokuz gün içerisinde İstanbul'a gelmesini sağladı. Böylece taht mücadelesinde Il. Bayezid'in ekipleri ilk ve en önemli merhaleyi kazanarak Bayezid'in İstanbul’da parlak bir törenle tahta çıkışını sağlamış oldular. Ardından Cem Sultan taraftarı Sadrazam Mehmed Paşa'yı da İstanbul’da Cem lehine çıkan karışıklıkları bahane ederek saf dışı bıraktılar. Il. Bayezid onun yerine İshak Paşayı atadı ve çevredeki beylere hil'atler gönderip armağanlarla hoşnut etti. Zaten Gedik Ahmed Paşa da Adriyatik bölgesinde meşgul olduğundan, yeni Osmanlı hükümdarı fiilen İstanbul'da otoritesini tesis etmiş oldu. Il. Bayezid tahta çıktığında otuz dört yaşındaydı.

Şehzade Cem, bu gelişmeler ve taraftarlarının bir kısmının ortadan kaldırılması üzerine; taht iddiacısı sıfatıyla Anadolu’da mücadeleye girişti. Önce bin kişilik bir kuvvetle Bursa önlerine gelerek kısa zamanda şehri ele geçirdi. Bursa’da sultanlığını ilan ederek hakimiyet alameti olarak kendi adına para bastırdı. Bu gelişmeyi dikkatle takip eden Il. Bayezid'in bölgeye sevk ettiği Ayas Paşa komutasındaki güçleri de yenmeyi başardı. Il. Bayezid; gerek bu durumdan, gerekse Anadolu ve Rumeli'deki birçok beyin Cem'in etrafın­ da toplanmasından kaygı duymaya başlamıştı. Bu sebeple harekete geçerek Cem'in adamlarını birer birer kendi tarafına çekme siyasetine girişti. Nitekim Cem'in en sadık destekçisi ve lalası Aştinoğlu Yakup Bey'i yanına çekmeyi başardı. Zor durumda kalan ve Bursa'da tutunamayacağını anlayan Cem, halası Selçuk Hatun'u birtakım adamlarıyla birlikte Bayezide arabuluculuk yapmak üzere gönderdi. Selçuk Hatun, Cem'in Anadolu topraklarının kendisine bırakılması isteğini Il. Bayezid 'e şu cümlelerle iletti:


"Padişahım! Olmaz mı ki, can beraber olan kardeş kanını dökmeye kalkışmayasın ve İslam arasında cenk ateşini yakıp tutuşturmayasın. Rumeli topraklarıyla yetinip; Anadolu ülkesini, illerini ona bağışlayasın."

Bayezid'in bu teklife verdiği kısa ve öz cevap, insanlığın asırlardır sürdürdüğü hakimiyet anlayışını özetler netlikteydi:

"La rahime beyne'l-mülük: Hükümdarlar arasında akrabalık olmaz!"

Uzlaştırma çabalarının başarısızlıkla sona erdiği bu buluşmadan sonra çatışma kaçınılmaz oldu. Yenişehirde meydana gelen mücadele II. Bayezid kuvvetlerinin üstünlüğüyle sona erdi. Adamlarının ihaneti ve kendisine bağlı bazı aşiretlerin saf değiştirmesiyle zor durumda kalan Cem, önce Konya'ya ric'at etti. Ancak kendisini burada güvende görmeyen Cem Sultan, Konya'da sadece üç gün kaldıktan sonra Adana üzerinden Memluklulara ait Şam'a gitti. Maiyetindeki az sayıdaki adamı ve annesiyle Şam'dan Kudüse geçti ve mukaddes mekanları ziyaret ettikten sonra Gazze üzerinden Mısır'a geçti. Kahire'de kendisini Memluklu hükümdarı Kayıtbay, hükümdarlara yakışır bir sıcaklıkta karşıladı ve ağırladı.

Cem Sultan Mısır'da bulunduğu süre içinde ağabeyi Bayezid ile mektuplaştı. Bu yazışmalarda saltanat iddiasını devam ettirdiyse de, mektuplaşabilmeyi ağabeyinin bir ihsanı olarak ifade ediyor olması saltanat iddiasının zayıfladığının işaretiydi. Mektuplarda II. Bayezid, saltanat iddiasından vazgeçtiği takdirde kendisine her yıl taksitler halinde bir milyon akçe verileceğini bildirdiyse de Cem Sultan bunu reddetti.

Cem Sultan, Mısır'a ulaştıktan birkaç ay sonra Kayıtbay'dan izin alarak hac ibadetini yerine getirmek üzere Hicaz'a gitti. Dönüşte Mısır yöneticilerinin teşviki ve Anadolu'daki Karamanoğlu Kasım Bey'in kışkırtmalarıyla yeniden Anadolu'ya geçip taht mücadelesine girişti. Ancak girişimleri başarısız oldu. Mücadele sürecinde seslendirmeyi sürdürdüğü; "Anadolu'nun hakimiyetinin kendisine bırakılması” isteğine Il. Bayezid;

"Taht-ı saltanat, bir neşeli kıza benzer; iki erkeğe birden nikahına cevaz olmaz:' karşılığını verdi. Ancak Bayezid uzlaşma yolunu da kapatmayarak Cem'in ailesiyle birlikte Kudüs'e yerleşmesi halinde her türlü masraflarının karşılanacağı ve rahat ettirileceği taahhüdünde bulundu. Bahtı tahtına engel görünen şehzade bu teklifleri;

"Bir şehzadeye gereken para değil, mülk ü saltanattır:' diyerek reddetti.

Ancak Anadolu’da mücadelesini sürdürecek imkanı da kalmamıştı. Nihayet Karaman beyi Kasım'ın yönlendirmeleri doğrultusunda Rodos şövalyelerine sığınmak zorunda kaldı.


CEM SULTAN'IN ESARET YILLARI


Kasım Bey, Rodos hükümdarı tarafından Ceme bir davet mektubu ve ahitname verilmesini sağlamış ve Cem Sultan'ın tereddütleri ancak verilen bu güvencelerle ortadan kaldırılabilmişti. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra Cem Sultan, maiyetinde bulunan otuz yedi kişiyle Rodos'a vardı ve ihtişamlı bir törenle karşılanarak bir saraya yerleştirildi.

Rodos beyi D'Aubusson ve Rodos şövalyeleri Fatih'in küçük oğlunun adaya gelişini ilgiyle izlemiş, adeta intikam ateşiyle yanıp tutuşarak ondan azami ölçüde yararlanma ve Cem Sultan eliyle Osmanlı'ya daha fazla nasıl hasar verebileceklerinin hesabı içine girmişlerdi. Nitekim Rodos beyi; Fatih'in küçük oğlunun ellerinde olduğunu başta Papa olmak üzere, hıristiyan başkentlerine gururla bildirmişti. Bu temaslarda, Cem Sultan'a verilecek desteğin Osmanlı'ya karşı ellerini güçlendireceği; bu sayede kaybedilen hıristiyan topraklarının geri alınabileceği fikri paylaşılmaktaydı.

Verilen tüm teminatlara rağmen Cem Sultan artık hıristiyan dünyası elinde esirdi. Batılı güçler ondan yararlanma yolları aramaktaydı. Öte yandan Il. Bayezid de Rodos beyine, kardeşini kontrol altında tutması ve ihtiyaçlarını gidermesi için bir anlaşma teklifinde bulundu. Bu anlaşmaya göre Il. Bayezid, kardeşi Cem'in gözetimi karşılığında şövalyelere yıllık kırk beş bin Venedik Dükası verecekti.

Bir süre sonra Il. Bayezid'in artan baskısı Cem Sultan'ın Rodos'ta daha fazla kalmasına engel teşkil etmeye başladı. Ayrıca Cem Sultan'a Avrupa ülkelerinin destekleriyle Avrupa üzerinden Rumeli'ye geçirileceği va'dedilmekteydi. Nihayet şövalyeler Cem Sultan'ı uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Fransa'nın Nis şehrine götürdüler. Böylece Cem'in romanlara konu teşkil eden ilgi çekici ve acıklı hayatının Fransa'da geçen bölümü başladı. Rodos şövalyeleri Şehzade Cem'i Fransa içlerindeki kale ve şatolarda saklayarak hem kendi dünyalarında sükse yapıyor, hem de Bayezid Handan ve annesi Çiçek Hatun'dan para koparıyorlardı.

Veba salgını çıkması üzerine Nis'ten Fransa içlerindeki Rumeliye nakledilen Cem Sultan yolda Savoie Dükü'yle bir görüşme yaptı. İyi kalpli dük, Cem'in başından geçenleri dinledikten sonra kendisine yardım etmek istediyse de tecrübesiz Dük'ün Cem'i şövalyelerden kurtarma girişimleri sonuçsuz kaldı. Cem'in kaçma girişimlerini sezen şövalyeler, şehzadenin maiyetindeki adamlarından 29 kişiyi de Rodos'a gönderdiler.

Fransa içindeki birçok kale ve şatoda kısa sürelerle esaret hayatı yaşayan Cem Sultan, sonunda Bois Lamy şatosuna nakledildi ve burada yaklaşık iki yıl kaldı. Cem Sultanın Fransa içlerindeki muhtelif şatolarda geçen esaret hayatı yedi yıl daha sürdü. Nihayet Fransa Kralı VIII. Şarl ile Papa İnosan arasında yapılan anlaşmayla Cem Sultan, Roma'ya nakledildi.

Cem Sultan, Roma'da Papa ile görüştü ve ona Mısır'a gitmek istediğini, ailesinden ve vatanından uzaklarda elim bir vaziyette hayatını sürdürdüğünü ifade ederek sıkıntılarını anlattı. Papa ise kendisine Mısır'a gitmesinin doğru olmadığını, Macar kralının da desteği ile Rumeli sınırında bulunmasının daha uygun olacağını söyledi. Ayrıca Papa, Cem Sultan'a her şeyden önce Hıristiyanlığı kabul etmesini teklif etti. Bu teklif, Cem Sultan tarafından;

"Dinimi ne Osmanlı padişahlığı ne de dünya saltanatı için terk ederim." sözleriyle kesin olarak reddedildi.

Il. Bayezid, Cem Sultanın Avrupa'daki hayatını dikkatle takip etmekteydi. Bu amaçla Papa'yla diplomatik temas kurarak Cem'in kontrol altında tutulmasını talep etmiş, masraflarının karşılığında her yıl kırk bin altın verileceği, üç yıllık tahsisatın peşin olarak ödeneceği teklifini özel bir elçiyle bildirmişti. Özel elçi Mustafa Ağa bu tahsisatı Papa'ya takdim etmekle yetinmemiş Cem Sultan'la da görüşerek kendisine padişahın hediyelerini ve mektubunu vermiştir.

1492 yılında yeni seçilen Papa döneminde başlangıçta daha serbest bir hayat sürmekte olan Cem Sultan'ın durumu, zamanla sıkıntılı bir sürece girdi. Yeni Papa, Il. Bayezidden Cem için verilen ödeneğin artırılmasını talep ederek eğer toplu olarak üç yüz bin altın ödenecek olursa, şehzadenin zehirlenmek suretiyle öldürülebileceğini bildirdi.

Cem Sultan, bir süre daha Fransa ve Papalık güçleri arasında elde tutulması gereken önemli bir koz olmaya devam etti. Nihayet Fransa kralı bazı şartlar altında Cem Sultan'ı himayesine alarak Napoli üzerine yürüdü. Uzun süren esaret ve sürgün hayatı boyunca çok yıpranan Cem Sultan, bu yolculuk sırasında hastalandı ve 1495 yılı Şubat ayında vefat etti. Daha sonra Bursa'ya getirilerek defnedildi. Böylece kardeşler arasında yaklaşık on beş yıldır devam eden taht kavgası sona ermiş oldu.


OSMANLI-MEMLUK İLİŞKİLERİ


Fatih dönemine kadar Osmanlı-Memluk ilişkileri her zaman dostane bir biçimde sürmüş, batıda kazanılan her savaş, ortak zafer olarak kabul edilerek sevinç ve mutluluk birlikte paylaşılmıştı.

Fatih'ten itibaren Osmanlı Devleti'nin yüzünü doğuya çevirmesi, iki Müslüman devlet arasında o güne kadar görülmeyen bir çekişme ve rekabet dönemini başlattı. Karamanoğulları'nın etkisiz hale getirilmesi, Mısır ve Suriye'den Toroslara kadar uzanan topraklarda hakim olan Memluklularla Osmanlı'yı sınırdaş yapmıştı. İki devlet arasında sıkışmış Maraş ve civarında hakim olan Dulkadiroğulları ile Adana ve civarına bakim olan Ramazanoğulları'nın kontrolü konusunda ciddi bir rekabet vardı. Yine hac su yollarının güvenliğini sağlama, yol güzergahında hacıların ihtiyaçlarını temin konusunda sıkıntı ve şikayetler iki yönetimi karşı karşıya getiren başka bir sebepti. Rekabet o kadar ileri noktaya taşınmıştı ki; Fatih hac su yollarının güvenliğini bizzat Osmanlı'nın sağlamasını talep etmiş, bu talebi Memluklular tarafından iç işlerine bir müdahale sayılmıştı. Münasebetleri soğutan başka bir sebep de hac sırasında Hint Müslüman Sultanlığı'nın Osmanlı hükümdarına verilmek üzere getirdiği hediyelerin Memluklularca Osmanlı'ya ulaştırılmamış olmasıydı. Ancak iki ülkeyi karşı karşıya getiren asıl büyük sebep; Memlukluların Cem Sultan'a sahip çıkmaları, ona adeta bir hükümdar muamelesi yaparak Anadolu'daki siyasi girişimlerine destek olmalarıydı.

Nihayet iki ülke arasında 1485-1491 yıllarında Toroslar'da sıcak bir çatışma yaşandı. Bu savaşta taraflar birbirlerine kesin bir üstünlük kuramadılar. Tunus beyinin araya girmesiyle yapılan barış sonunda Toroslarda bazı topraklar Memluklulara bırakıldı.


OSMANLI DEVLETİ'NİN DENİZLERDE GÜÇLENMESİ


Osmanlı Devleti'nin gerek yakın doğu ve Doğu Akdeniz'deki yükselişi, gerekse denizcilik alanında büyük gelişme göstermesi II. Bayezid dönemine rast gelmektedir. II. Bayezid, açık denizlere hakim bir deniz gücüne sahip olunmadığı sürece Venediklilerle baş edilemeyeceğini, dolayısıyla devletin geleceği için Doğu Akdenizde deniz hakimiyetinin kurulmasının çok önemli olduğunu anlamıştı. Bu amaçla Osmanlı donanmasını yeni bir tarzda teşkilatlandırma gereğini duymuş; 1495'te devrin en büyük denizcisi Kemal Reis'i devlet hizmetine alarak denizcilik tarihimizde büyük donanma kaptanları çağını açmıştır.

Piri Reis, Kitab-ı Bahriye adlı eserinde Kemal Reis'in donanmaya katılmasını şu manzum ifadelerle anlatmaktadır:


Ki bir gün hitfidüben Bayezid Han,

Bize gönderdi geldi emr ü ferman

Buyurmuş kim Kemal gelsün kapuma

Deniz hizmetlerin etsün tapuma

O emrin tarihi bu idi ey can

Dokuz yüzde gelüben tuttuk evtan"


Böylece II. Bayezid devri, imparatorluk donanmasının altyapısının kurulduğu dönem oldu. Bir taraftan tersaneler kurulup geliştirilirken, diğer taraftan hem düzenli devlet donanmasıyla hem de gayr-i nizami denizciler eliyle denizlerde faaliyet göstermeye devam ediliyordu. Bu döneme «Deniz Gazileri» de dediğimiz gönüllü reisler damgasını vurmuştur.

II. Bayezid «Cem Sultan Hadisesi»nin etkisiyle dışta büyüme hedeflerini ertelemek zorunda kaldı. Bu sebeple Fatih döneminin sonlarında başlatılan ve başarıyla noktalanan İtalya Seferi'ne son verdi. Gedik Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı güçleri de Otranto'yu terk ederek geri çekildi.

Cem Sultan hadisesinin kapanmasından sonra siyasi anlamda rahat bir nefes alan II. Bayezid, Venedike ağır bir darbe indirmek için zaten güçlü donanma hazırlıklarını tamamlamıştı.

Osmanlı donanmasının 1499 ve 1500 yıllarında ardı ardına düzenlediği seferlerle, Mora Yarımadası'nın batısında yer alan stratejik öneme sahip; İnebahtı, Modon, Koron, Navarin ve Draç kaleleri ele geçirildi. Bu seferler sırasında Kemal ve Burak reislerin yönetiminde güçlendirilmiş donanma; Mora'nın güney batısında yer alan Sapianza Adası yakınlarında, 200 parçadan oluşan Venedik donanmasını imha etmeyi de başardı. Bu başarı Osmanlıların açık deniz muharebesinde gerçekleştirdikleri ilk büyük zaferdi. Kazanılan bu büyük başarıların ardından Venedik, İstanbul anlaşmasıyla bu adaların ve limanların Osmanlı'ya bırakılmasını kabul etmek zorunda kaldı. Böylece yakın bir gelecekte Akdeniz'de parlayacak olan Osmanlı donanması ilk zafer meyvelerini bu dönemde topladı.


ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARINA YETERLİ YARDIMIN GÖNDERİLEMEMESİ



İçte birliğini kaybeden tüm topluluklarda olduğu gibi, yaklaşık sekiz yüz yıldır İspanya'da yaşayan ve orada kalıcı izler bırakan Endülüs Müslüman topluluğu o yıllarda kendi aralarındaki ihtilafların güç kaybettirmesiyle iyice zayıflamış, güneyde Gırnata ve civarında tutunmaya çalışmaktaydı. Çok uzun zamandan beri Müslümanları İspanyadan atmaya kararlı Aragon ve Kastilya prenslikleri birleşerek Beni Ahmer Devleti'ni abluka altına almış ve imha etme noktasına gelmişti.

Gerek Memluklulardan ve Afrika'daki diğer emirliklerden gerekse Osmanlılardan yeterli desteği alamayan Endülüs'teki Beni Ahmer Devleti, yapılan bir anlaşmayla İspanyollara teslim olmak zorunda kaldı. Böylece İber Yarımadası'ndaki son İslam devleti de sukut etmiş oldu. Anlaşmaya göre Müslümanların cemaat hakları tanınacak, Müslümanlara fena muamele yapılmayacaktı. Ancak üç hafta geçtikten sonra verdikleri sözün aksine, Müslümanlara her türlü baskı, şiddet, eza ve cefayı uygulamaya başladılar.


Bu süreçte Endülüs Müslümanlarının acıklı imdat çağrılarına II. Bayezid tarafından yeterli karşılık verilememesi daha çok Cem hadisesine bağlanırsa da, bunun tek başına açıklayıcı bir durum olmadığı ortadadır. Zaten II. Bayezid'in başlattığı güçlü donanma projesinin biraz da Osmanlı deniz gücünün yetersizliğiyle bağlantısı vardı. Osmanlı'nın rakipleri olan Papalık, Venedik ve Ceneviz güçleri, Akdeniz’de uzun süreden beri devam eden bariz bir askeri üstünlüğe sahipti. Hele İspanya ve Portekiz'in açık denizlerde okyanusları aşacak boyutta deniz gücüne sahip olmaları, Osmanlı Devleti açısından bölgeye yardım göndermeyi oldukça zorlaştıran bir durumdu. Buna rağmen II. Bayezid, yardım çağrılarına büsbütün kayıtsız kalmadı. 1505 yılında Kemal Reis kumandasında İspanya sahillerini vurmak için bir Osmanlı deniz filosu gönderildi.

Bu girişim sonucunda bir kısım Müslümanlar ve yahudiler Türkiye'ye getirildi. Osmanlı Devleti sonraki yıllarda da zaman zaman yardım göndermeye devam etmişse de arzu edilen boyutlara ulaşamadı. Sadece bazı Müslümanlar kurtarılarak Afrika sahillerine yerleştirildi.


BOĞDAN SEFERİ


II. Bayezid dönemi genel olarak batıyla ilişkilerde durgun bir dönem olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde yapılan Boğdan Seferi, batıya karşı girişilen birkaç harekattan biridir. Bu önemli sefer; Tuna ağzındaki Kili limanının ve Akkerman Kalesi'nin fethine, Karadeniz üzerinden yapılan ticareti kontrole ve Kırım'a karadan bağlantıyı sağlamaya yönelikti. Öte yandan Lehistan'a yapılan sefer ve bu sefer sonucu bazı önemli kalelerin alınması, bölgede yegane belirleyici gücün Osmanlı olduğunu gösteren olaylardı.


DOĞUDA SAFEVİLERİN ORTAYA ÇIKIŞI


II. Bayezid, yaşlılığının da etkisiyle iktidarının son yıllarına doğru iyice yıpranmış ve iç çekişmelerden yorgun düşmüştü. Devlet işlerini vezirlere emanet ettiği son iktidar yıllarında oğulları arasında taht çekişmeleri başlamış, kendi sağlığında başlayan bu iktidar mücadelesi ülkede büyük bir başıbozukluk meydana getirmişti.

Osmanlı Devleti'nin sıkıntılı bir döneme sürüklendiği günlerde, Doğu Anadolu'da hüküm sürmekte olan göçebe Türkmen Akkoyunlu Devleti kendisini Peygamber ailesine nisbet ederek şöhret sahibi olan Şah İsmail'in eline geçti. Böylece Safevi Devleti'nin temelleri atılmış oldu


Gelecekte Osmanlı'nın doğudaki en büyük rakibi olacak olan Safeviler «Ehlibeyt İmamlarına bağlılığı öne çıkararak Anadoluda kendilerine siyasi alan açma çabasına giriştiler. Bu gayretler Osmanlı Devleti'ni çok zor bir durumda bıraktı. Şah İsmail'in şiirlerinin Alevi halkın arasında yayılması, Safevilere Anadolu halkı üzerindeki tesirlerini giderek artırma fırsatı veriyordu. II. Bayezid, iktidar yorgunluğu içinde, bu gelişmelere karşı tedbir almaktan uzak bir durumdaydı. Safeviler lehine propaganda yapan Şii davetçileri Anadolu'daki faaliyetlerini artırmışlar, II. Bayezid'in oğulları arasında yaşanan taht kavgaları ise Safevilerin işini daha da kolaylaştırmıştı.

Bu gelişmeler olurken Antalya bölgesinde Baba Tekeli tarafından «Şah Kulu» ayaklanması diye bilinen etkili bir isyan başlatıldı. Türkmen kitlelerin destek verdiği bu isyan güçlükle bastırılabildi. Şah Kulu öldürüldü. Ancak iletişimsizlikten kaynaklanan sebeplerle Osmanlı güçleri de büyük zayiat vermiş ve isyanı bastırmak için çabalayan Vezir-i Azam Hadım Ali Paşa da hayatını kaybetmişti. Sonuçta güçlükle de olsa isyan bastırıldı.

Doğuda beliren Safevi tehdit ve tehlikesi, şehzadeler arasındaki iktidar mücadelesinin de eksenine oturmuştu. Bu tehlikeye karşı ancak kendisinin etkili bir mücadele yürütebileceğine özellikle yeniçerileri inandıran Trabzon Valisi Şehzade Yavuz, giriştiği taht mücadelesini kazanarak babasını ve kardeşlerini saf dışı bıraktı. Karıştıran Ovası'nda II. Bayezide bağlı yeniçerilerin «Selim'i isteriz!» diye tavır koymaları üzerine, yaşlanmış bilge padişah, tahttan feragat ederek Dimetokada istirahata çekilmeye karar verdi. Ancak oraya varamadan Çorluda hastalandı ve vefat etti. Böylece Yavuz Sultan Selim, Osmanlı tahtının yeni sahibi oldu.


II. BAYEZİD'İN ŞAHSİYETİ


II. Bayezid, Osmanlı tarihinde Fatih'ten sonra en iyi eğitim almış padişah olarak bilinir. Bilhassa Amasya sancağındayken ilmi bir ortamda kendisini iyi yetiştirdi. Padişahlığı döneminde de ilme ve sanata büyük ilgi göstererek sanatçıları ve bilginleri korudu, teşvik etti. «Adli» mahlasıyla Farsça ve Türkçe şiirler yazdı. İbadetlerine düşkün bir padişah olmasından dolayı «Sofu Bayezid, Bayezid-i Veli» olarak anılmıştır.

Bayezid şehzadeliğinde ve sultanlığında pek çok hayır eseri yaptırmıştır. İstanbul'daki Bayezid Külliyesi, Edirnedeki cami, ayrıca şifahane, zaviye, köprü ve mektepten oluşan birçok eser onun tarafından yaptırılmıştır.



Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak