19 Ocak 2024 Cuma

HiNDİSTAN'DA TARİH KONUSUNDAKİ METAFİZİK ve KİŞİSEL GÖRÜŞLER

 




HİNDİSTAN tarihi binlerce yıl öncesine kadar uzanır. Fakat yine bundan bize kadar erişebilen! çok azdır. Hint edebiyatının en güzel eserleri, din ve felsefe konularını işlemiş olanlardır. Mahabharata, Ramayana ve Purana'lar gibi büyük destanlar Vyasa'ya ait olduğu sôylenen çok eski geçmişe uzanan bır Sanskrit efsanesi. 200.000 mısralık 18 şarkıyı kapsar. Korva'ların Pandava'lara karşı yaptıkları sıvaşı anlatır. En önemli kişisi Krişna'dır, Karşı karşıya gelen iki ordu birbirini kırmaktadır (Bagavat Gila bölümü bu olayı anlatır). Din, felsefe ve yogaya ait kavramlarla doludur, Geçmiş ve çağdaş Hint düşüncesi konusunda değerli bir belgedir.

Çeşitli devirlerde çeşitli dillerde yazılmış halk içinde çok yaygın kutsal Hindu efsanelerine verilen ad Sanskritçedir. Şiirleri; felsefe din, tarih, ahlak ve özeIlikle metafizik VP. yoga'yla ilgili konuları işler.


Dinsel Hint edebiyatında 36 eserin bütününe verilen ad. Bu tarihsel bir kaynak olabilmek niteliğini göstermekle beraber, konuları büyük ölçüde din, ahlak ve mitolojidir. Tarihinin en büyük döneminde, Hindistan'ın aydın kitlesi tarihten çok dinle ilgilenen brahmanlardı. Moğol imparatorluğu devrinde, Müslümanların etkisiyle tarihsel yazılarda büyük gelişme görüldü. Fakat tarih ile ilgilenenler imparatorluk ve prens saraylarına bağlı olduklarından, eserleri yöneticilerin yaşantıları ve savaşlarıyla ilgili konuları işliyordu.

Hindistan'da tarih üzerine ciddi araştırmalar ancak geçen yüzyılda başlamıştır. Başlangıçta ingiliz bilginlerince ele alınan konu, daha sonra Hintli bilginlerin çalışma konusu olmuştur. Bu bölümde Hint halklarının tarihinden çok, Hintlilerin tarih karşısındaki tutumu noktası işlenecektir.


Hintlilerin tarihe verdikleri anlam ya da anlamlar nedir?


Purana'lar ve Mahabharata devri bir tarih kavramını öngörmektedir. Her dönemin dört yuga'sı (devir) vardır. Krita (Altın Devri) diye adlandırılan ilk devirde herşey eksiksizdir. Treta diye adlandırılan ikinci devir iyi huyların zayıflamaya başladığı devirdir. Dvapara diye anılan üçüncü devirde hastalık ve günah görülür, dış yaşantıya ait töreler ve kurallar şekillendirilmiştir. Kali adı verilen son devir, üzüntü ve acıyla doludur. Din, bir kenara itilmiştir. Bu devir de sona erince, herşey Brahma'nın varlığında eriyecek ve herşey yeniden başlayacaktır.

Bu hal sonsuzluğa dek sürüp gidecektir. Bugün Kall yug devrini yaşanmaktadır. Hint mitolojisi Tanrıların cisimleşmesi konusunda sayısız hikayelerle doludur. Bu hikayeler içinde en çok bilinenler, bu cisimleşmenin amacının, Tanrıların insanlara yardım etmesi, insanların tarihini etkilemesi amacını güttüğünü belirtmektedir.

Bagavad Gita'da Tanrı der ki: “Çağlar boyunca, dürüstleri korumak, kötüleri cezalandırmak ve kanunlara güçlülük kazandırmak için yeryüzüne indim.”

Hint düşünürler!. Hint mitolojisinde Tanrıların cisimleşmesi konusunda bir çok mit ve efsaneye rastlamışlardır. Fakat bu düşünürlerden hiç biri, Bagavad Gita'nın yukarıda tekrar edilen bu sözlerini, tarih yönünden ne şekilde ele alınıp işleneblleceği konusu üstünde durmamışlardır. Ne dört döneme bölünmüş bir devri sürecin evrensel kavramı, ne de Tanrıların cisimleşmesi fikri Hintlilerin tarih karşısındaki tutumlarını etkiliyememişti.

Uzun Hint tarihinin çok az sayıda belgeye sahip bulunması, bazı düşünürleri Hintlilerin Tarih anlayışı yoktur demeye vardırdı. Hintlilerin tarih felsefesi doğuracak nitelikte yazılar bırakmamış olmaları, onların bir tarih felsefesiine sahip olmadıkları anlamına gelmez tabii. Bugün olduğu gibi geçmişte de Hintlilerin tarih karşısında kesin bir tutumları vardı. Felsefe ve din konusundaki yazılarında olduğu gibi yaşantıları ve inançları boyunca da bunun açıkça ifade edilmekte olduğunu görebiliriz. Hindu dininin ilk zamanlarında, Hindular mutlu bir hayatı sürdürüyorlardı. Kişiler arasındaki ilişkiler, maddi dünyaya bağlılık ve din kuruluşları bu hayatı bütünü ile dolduruyordu. Bunun, başka bir hayat içinde aynı şekilde sürüp gideceğine inanılıyordu. Hinduların gelecek konusundaki düşüncelerinin özü buydu. Rita sözü ile belirlenen bu kavram, Çin'in Tao'sunun taşıdığı nizam ve düzenlilik anlamından farksızdı. Bunu üç noktada açıklayabiliriz: a-) mevsimlerin birbirini izlemesi, bitkilerin filizlenmesi, büyümesi, meyvaya geçmesi ve ölümü, gök cisimlerinin eylemi gibi maddi dünyanın birlik gösteren süreçleri. b-) toplumda hüküm süren düzen, törel hukuk, c-) insanların tanrısal varlıklarla ve din kuralları ile sürdürdükleri dengeli ilişkiler.

Rita kavramının daha sonra karma kuralı'nda da devam ettiği görülen bir anlamı vardır.

Upanişadların derlenmiş olduğu devir, dünyadaki yaşantı konusunda fazlasıyla karamsardı. Şimdiye kadar hiç kimse bu değişikliğin nedenini açıklayamamıştır. Tarih, bir anlamla bezenmiş bir olgu olarak değil; kaçınılması gereken bir unsur olarak görülüyordu,

Oğlu adına tahttan çekilen bir hükümdar bu konuda şunları söylüyordu: “Bu pis kokan, kaynakları günden güne tükenen, et, kemik, deri, ilik, kan, ter, göz yaşı, tükürük dışkı, sümük dolu bedende: size sorarım, isteklere tam olarak karşılık verebilecek olan şey nedir? Arzu, hiddet, korku, yorgunluk, açlık, kuruntu, istek, yaşlılık, ölüm, hastalık dolu bedende; size sorarım, isteklere tam olarak karşılık verebilecek olan şey nedir? Bu samsara'da kör bir kuyuya düşmüş kurbağadan farkım yok”

Upanişad'lar, ölüm ve ötesiyle çok yakından ilgilenmektedir, Kişinin tarihi ölümle sona mı eriyor? Kata Upanişad'da Najitketas'ın üç dilekte bulunuşunu anlatan hikayede, Najitkestas son isteğini şöyle anlatıyordu: “Kişi öldüğü zaman, bazıları 'o hala var' derken, bazıları da 'o yokoldu' der. Ben bunun hangisinin doğru olduğunu bilmek istiyorum,”

Bunu öğrenmek yerine kendisine paha biçilmez hazineler bağışlanmak istenen Najitketas, geçici olmaları nedeniyle bunları reddeder: “Bu bilgi, herşeyiyle yetkin bir yaşantıyla bile aynı teraziye konulamaz.”

Najitketas  sonunda  istediği  cevaba  kavuşur:

“Dünya bundan ibarettir diyen bilinçsiz kişi, sayısız doğumlar ve ölümler yaşayacaktır. Bilge, doğmadığını bildiği için ölmeyecek. O, ruh olarak ölümsüzdür, sonsuzdur,”

Deneysel tarih, isteklerin beldesidır. Bütün bunlardan arınmak gerekir. Gerçek brahman ne oğul, ne de zenginlik Ister. Öğrenmekten, çile çekmekten de, çile çekmemekten de usandığı olur. Arzulamayan arzusu kalmayan, bundan arınan, arzusu tatmin edilmiş, arzusu Ruh olmuş kişiyi, Hayat bırakıp gitmez.

Brahma olarak, Brahma'ya kavuşur. ve yüreğini dolduran arzulardan arınan ölümlü kişi, ölümsüzleşir.

Tarih geçicidir. Bazı düşünürler zaman konusunu ele almışlardır. Hayale dalmış zavallılar! Zamanın hem bir şekli vardır, hem de şekilsizdir. Yaratılan herşey, zaman içinde akıp gider. Zaman içinde gelişir ve zaman içinde yokolur.

Ayrıca geçici olanın bir anlamı yoktur. Anlam, sonsuz olandadır. Tarih, bir kurtuluş getirmez. Kurtuluşa, ondan kaçmakla varılır. Tarih konusundaki bu karamsarlığın, Hindistan'daki büyük yığınlar ne ölçüde paylaşılmış bir tutum olduğunu kestirebilmek mümkün değildir. Yalnızca küçük bir azınlık. arzuların yok olduğu bir ruh yetkinliğine erişebilmişti ya da erişebilmek çabasındaydı.

Çileci öğretinin (asetizm) ileri sürdüğü fikirleri açıklamak kolay değildir. Günlük yaşantı boyunca öğütlerine bağlı kalmak daha da güçtür. Her an, şu ya da bu şekilde, din konusunda dikkatli ve titiz davranmak, tarih boyunca Hintlide görülen bir özelliktir.

insanların günlük yaşantıları üstüne etki yapan başka düşünce akımları da vardı. Ruhun başka bir beden içinde tekrar yeryüzüne dönmesi öğretisi, Hintlinin tarih karşısındaki temel tutumunun kişiselciliğini açıkça belirlemektedir: "Benlik bir yaşam dizisinden geçer. Kişinin sayısız yaşamları boyunca dış dünya ve diğer kişilerle ilişkileri ne olursa olsun. Ruh, bütün arzuların yokolduğu aşamaya varacaktır. Bu noktaya varmamak, varmak için çaba göstermemek; yaşantıların anlamından çok şey kaybettiriyor. Karamsarlıklara rağmen. bir çok yaşantı başarılı deneylerden geçmiştir.

Hinduizm tarih karşısında sosyal örgütlenme açısından değişik bir tutum izlemektedir. Hindu toplumunun çeşitli kastlardan meydana gelmiş olması, her üyesine özgül bir görev yüklemekteydi. Kişinin bu görevini yerine getirirken amaca yaklaşmakta olduğunu tespit etmeye hakkı vardı. Toplumsal hayata katılmak geçici ve bağıntılı bir yaşantıydı. Bütün bir kuruluş olarak toplum tarihin anlamının bulunduğu yer niteliğinde görülüyordu.

Hindistan'da hiç bir inanış Karma kuralı gibi ne böylesine yayılmış, ne de bu kadar çok sayıda taraftar toplamıştı. Karma kuralı, bütün Hint felsefe okullarınca Budizmden Cayenizme kadar bütün mezheplerce benimsenmişti. Sikhlerin Büyük Sahip kavramında da bu inanışın yeri vardı. Genel bir çizgi içinde anlatmak gerekirse. Katma kuralı .. kişi ektiğini biçer.. der. Bu öğreti, kişi yaşantısının törel bir belirtisidir. Rita kavramının birincisine bakarak tercih olunan diğer anlamı da budur. Karma kuralı, kişinin yaşamının mutlak adalet ilkelerine uygun olarak sürüp gittiği inancının da bir ifadesidir.

Karma kuralı tek bir yaşantı boyunca gerçekleştirilemez. Sayısız doğuşlar, elde edilen sonuçları, bir yaşantıdan diğerine aktarırlar. Karma kuralı, kişinin tarihinde illiyet zinciri kavramının kabul edilmesini istemektedir. Hint'de illiyet kavramı, Batı'da olduğu gibi maddeye dayanarak gelişmemiştir. Karma kuralı, Batılıların sandığı gibi, mekanist bir belirlilik getirmemektedir. Hint öğretisi, ruhsal bir gelişmenin olabileceğine, bu yol ile amaca ulaşılabileceği inancına bağlıdır. Kişi, ruhsal tarihi içinde bütünüyle özgürdür. Değişik ekenin hasadı değişik olur. Ekme eylemi, geçmiş ekimlerce belirlenmiş olabilir. Fakat bu eylemler. geçmiş eylemlerin bir sonucu değildir. Ruhsal özgürlük kavramı, temel bir kavramıdır. Bunun böylece kabul edilmesi kişinin kendi tarihi içindeki sorumluluğunun ne olduğunun değerlendirilmesi bakımından yararlı olmuştur. Kişinin maddi dünya ve diğer kişilerle olan ilişkilerinde mutlu olup olmaması kendi davranışı ile yakından ilgilidir.

Batılıların anlayışına göre: tarih, kavram olarak geçmişi düşündürür. Hindular geçmişle ilgilenmezler. Onların gözünde tarih, şimdi yaşanılan «elsimteme» ile bunun gelecekteki devamıdır. Tarih kavramı, aşrama (kişinin yaşantısının geçtiği yer) açısından bakıldığında bu anlamı taşımaktadır. En yüksek kasta mensup kişi, tarihini dört ayrı döneme ayırmak zorundadır: Brahmaçarya denilen birinci dönem, eğitim ve geleceğe hazırlanma dönemidir. Dinsel ve törel tutumunu sıhhatli oluşu sayesinde edindiği bilgilere dayandıracağı için Brahmaçarya dönemi süresince kişi sıhhatini korumaya çalışacaktır. Griasta diye adlandırılan ikinci dönem, kişinin sosyal görevlerini yerine getirdiği toplumsal hayattan ve kültürden yararlandığı dönemdir. Vanaprasta, sosyal yaşantıdan ve dünyaya ait arzulardan yavaş yavaş kopma ve kurtulma dönemidir. Bu, “ormanda yaşama” devridir. Vanaprasta, son aşama olan aşranj'a varmak için geniş bir hazırlığın yapıldığı dönemdir. Son dönem olan sanniyasa ruhsal yücelme adına dünyadakı hayattan çekilmedir. Amaca yönelten ve kendi içlerinde bir değer taşıyan bu dönemlerden geçmek ve bütün zorunluluklarına uymak gerekir. Hiç bir kişi bir yaşantı süresi içinde bütün bu dönemlerden geçemez. Geçmiş devirler Hindularının büyük çoğunluğu, üçüncü döneme erişmemişlerdir. İlk iki dönen önceki yaşantılar süresi içinde aşılmışsa, kişi üçüncü dönemi yeni bir hayat içinde uygulamaya başlayabilir.

Dördüncü dönem olan sanniyasa'nın kişiselci amacı, kişinın mokşa haline, kurtuluşa ve büyük mutluluğa erişmesidir.

Hayata karşı tutumlar purusharta olarak adlandırılır. Su tutumlar pavritti (sahip olmak için peşini kovalama) ve nivritti (el çekmek) 'dir. Panitti'nin konusu, dharma ve kama'dır. Dharma, ahlaklılık ve dinsel geleneklerin uygulanmasıdır, Kama da güzel sanatlar ve cinsel aşk ile tatmindir.


Nivritti, Vanaprasta ve Sanniyana dönemlerini kapsar.


Kişisel tarih ile toplumsal tarihin başka özellikleri de vardır. Bunlar sırasıyla tamasik, rajasik ve sattvik'tir. Tamasik, kişisel ve toplumsal anlaşmazlığın, itici ve kontrolsüz olan özelliğidir. Rajasik. idari ve askeri iradenin uyguladığı zor ile kontroldür. Sattvik, kişi için bütün huzur, toplum için de evrensel dengedir. Sattvik, eksiksiz bilgi ile yürütülen ruhsal oluşumu da beraberinde getirir. Tarih, tamasik'den rajasik'e, ondan da sattvik'e doğru gelişecektir.

Hintlinin tarih karşısındaki tutumu, kişiselci olmakla beraber bencil değildir. Hindular, Sudisiler, Gayenler ve Sikhler için de aynı şey söylenebilir.

Çeşitli Hint kastlarına düşen görevlerin toplumsal bir anlamı vardır. Fakat bunların önemi, uygulanışının kişinin ruhsal gelişimi için gerekli olmasındadır. Bu nedenle, ahlakın genel kurallarını uygulamak ve niteliklerini geliştirmek gerekir. Dostluk duygusunun değeri, onu besleyen kişi için gerçek ve özünlü bir değerdir. Diğer kişiler, bu dostluk ifadesinde kendi yapmış oldukları iyiliğin etkisini hissederler. Karma kuralı, bir ölçüde etkisini toplumsal ilişkiler ardından gösterir.

Hinduizmln başlangıcından beri Hindistanda dinsel gelenekler ailede olsun tapınaklarda olsun sürekli olarak uygulanmıştır. Din kuruluşu, Hinduların gözünde tarihin taşıdığı anlamın bir parçasıdır, Din, Tanrı ile bir alış veriş, bir huzur ve sevinç deneyidir. Hindular felsefeler, Hindunun tarih içinde ve tarih karşısında ki tutumu konusunda aslından çok farklı olan bir fikir vermektedir.

Din kuruluşuna verilen önemin belirtilmesi, kişiyi amaca ulaştıran üç yolun kapsamını daha iyi anlamak bakımından yararlıdır. Bu üç yol, seçim yapan kişinin onlara verdiği değere göre çeşitli şekillerde sıralanır, Düşünürler ile iç dünyalarına dalmış olanlar, 'jnana marga' (bilgi yolu)yı en başta sayarlar. Enerjikler karma marga (eylemlilik yolu}yı, duyarlılar baktı marga (sofuluk yolu)yı birinci olarak kabul ederler. Genellikle kişi, eğilim ve mizacı bu yollara değişik değerler tanısa bile, bütün bu yolları izleyebilmek çabasındadır. Amaca yönelen bu yollar, kişiye tarih içindeki anlamını verir. Bilgi, eylem ve sofuluk kavramları hem dar, hem geniş, anlamda ele alınabilir.

Hint tarihi boyunca bunlar, dar anlamları ile kabul edilmiştir. Bilgi, Hindu öğretilerini bllmekti; eylem, kastların kendilerine düşen görevi uygulamalarıydı; sofuluk, dinin geleneksel kuralları içinde uygulanmasıydı.

Bu kavramların geniş anlamları içinde ele alınması aslında, Hinduizm felsefesine daha uygun düşmektedir. Bilginin derinlikle izlenmesi, ruhsal bir tatmin yaratır; dikkati küçük şeylerle dağıtmaz ve huzur verir. Tarım, endüstri, ticaret, güzel sanatlar gibi çeşitli konularda eylemliliğe sahip olmak, bencil konularla ilgilenmekten kurtulmaya ve yaşantıyı zenginleştirmeye vardım, Sofulukta Tanrı'ya bağlılık, herkese karşı sevgi duymak, kişiye derin bır haz ve neşe verir. Kişisel benlik, iyi olan herşeyle birleşir. Bu üç yol, bu anlam içinde ele alındığında tarihte anlamı olan herşeyi kapsar.

Hindular, Tanrı ile konuşmaya gelen birer kişisel ruh olarak dua ederler. Bu anlayış, Hindu dinini, Hindu felsefesinin çeşitli yönlerinden bütünüyle ayırır.

Onun _teist_ (Tanrıcı) niteliği vardır. Tarihin kişisel olmayan süreci olarak ele alınan Karma Kuralı'nın tanrısal bir kaynaktan geldiği kabul edilmektedir. Dua, özgür bir davranıştır. Etkisi, dua eden üstünedir. Ruhsal bir gelişmeye varabilmek amacıyla kişi, tanrısal lütfu dilemek için dua edebilir. Hinduizm'de dua, Tanrı'nın bir yardımıdır. Tanrısal bağışlama kişiyi, iyi sonuçlar verecek davranışlara yönelmeye ve bunları uygulamaya götürür. Benliği, içten etkiler. Bağışlaması ile Tanrı, kişinin tarihi üstünde etkili olur.

Tarihinin çeşitli devirlerinde, Hindistan'ın değişik bölgelerinde türlü adlarla anılan Tanrı, evrenin yaratıcısı olarak kabul edilmişti. Yaratılışın süreçinin sembolü, kadın ile erkeğin (sakta ve saktl) birlikte hareketiydi. Sakta ve saktı kavramları, Çin felsefesinin yin ve yang'ını andırıyordu. Türler arasındaki ilişkilerde kutsal bir yön vardı. Bir çok Hint tapınağında ve tapınakların yakınında cinsel sembollere sık sık rastlanır. Dini evlenme töreni, karşılıklı iki cinsi evrensel kuşaklar ilkesine bağlıyordu. Eşlenme sevinci, Yaratılış içindeki Tanrısal neşe fikrine güç veriyordu. Lila, eğlenceyi, zengin hayali, Tanrının eşsiz sevimliliğinin belirtisiydi. Tanrısal Lila'nın kabul edilmesi, karamsar eğilimlerin doğumuna engel olur. Vastyayana 'nın Kama Sutra'sında ve buna benzer diğer eserlerde de belirtildiği gibi, arzu, güzel sanatlar, şarkı, aletli müzik, resim, heykel, mimari din tarafından tanınmış ve kutsallaştırılmıştır. Bunlardan bazılarının Tanrının belirttiği ölçüde bir tarih anlamı taşıdıkları savunuluyordu.

Bagavad Gita, insanları, tarih içinde Tanrı'nın en üstün olduğunu kabul etmeye ve O'nun iradesine boyun eğmeye çağırıyordu. Bu öğretinin Hindu düşünce ve yaşantısında, diğerlerine kıyasla daha derin ve daha geniş bir etkisi olmuştur. Bagavad Gita, Hindu öğreti ve fikirlerinde bulunan İkilemin nasıl yenilebileceğini belirtmektedir. Amaca, Upanişad'ların da kaydettiği gibi isteklerden arınarak varılabileceği gibi, dünya deneylerine Tanrı'nın katkısının ve sevincinin etkisiyle de varılabilir. Sözü edilen ikilem, bu iki fikir ve öğreti arasındadır, Kişinin tarihinin amacı, yetkin bir duruma erişebilmektir. Bu noktaya varabilen, artık tekrar doğmayacaktır. Beklenen son, yalnızca budur. Bundan başka son yoktur. Iyi davranışlar da, kötü davranışlar gibi bir sonuca varır. Kötü davranışlar devam ettikçe, ruh göçü de devam edecektir.

Bazı Upanişad'ların sözünü ettiği arzusuzluk, her çeşit eylemin durması anlamına da gelir. Fakat böyle bir anlayış, tanrısal yapıtlara katkı ve sevgiyi reddeden bir tutuma götürebilir. Bagavad Gita, bu ikilemi bağlı olmama öğretisiyle çözümlemektedir. Bu kavram, Batı'da yalnış bir şekilde ifade edildiği gibi “ilgisizlik “ anlamında değildir. iyi sonuçlara götüren davranışlarda bulunmak gerekir. Ama bu davranışlar “meyveyi yalnız ben toplayayım”  diyen bencil bir istekle olmamalı ve Tanrı için yapılıyormuş diye kabul edilmelidir. Bu işin, yiyeceğin, bağışların, kırgınlıkların nasıl olursa olsun, onları bana sun sözleriyle açıklanabilir. Tarih içinde iyııik adına yapılan bütün çabalar, tanrısal görevlerin uygulanışı olarak kabul edilmektedir.

Bagavad Gita karşı karşıya gelmiş iki ordunun hikayesiyle başlıyor. Savaşın olup olmayacağı soruluyor. Tartışma sonucu - o halde, savaşalım! .. - deniliyor.

Fakat savaş -Tanrı'ya doğruymuş gibi- sürdürülmelidir. Bu, iyilik için demek anlamındadır. Savaşçının ruhu savaşta ölmez. Öldüren öldürmeyi, ölen de ölmeyi düşünürse, ikisi de Bir şey anlamıyor demektir. Öldüren öldürmeyi düşünmüyorsa, karşısındaki ölmez. insanın öz gerçeği olan ruh öldürülemez. köydeki savaşçılar gibi, bütün insanlar tarih boyunca, iyi ve Tanrı'ya yönelen davranışlarda bulunmalıdır.

CAYENLER, kendi dinlerinin Brahmanizmden önce doğmuş olduğunu iddia ederler ve yirmidört Tirtankara'dan çoğunu en eski geçmişte yaşamış olduklarını savunurlar, Batılı bilginler, bunlardan son ikisinin -Parsvanata ve Mahavira'nın- tarihsel ve gerçek bir yaşantıları olduğunu kabul etmektedirler. Önceleri oldukça yaygın olan Cayenizm, şimdi yalnızca küçük bir grubun inanışı olarak sürüp gidiyor. Ancak gerçeğin efektif özelliğini bildikten sonra tarih karşısında bir tutum izlenebileceğini savunmak Cayenizme metafizik bir özellik kazandırmaktadır.

Cayenizm, tarih içindeki olaylarla ilgilenmez. Sistem olarak ya da süreçlerinin düzenliliği bakımından maddi dünyayı göz önüne almaz, dünyanın yaratıcısı Tanrı fikrini tanımaz. Cayenler, altın, gümüş mücevherat heykel! ile çok güzel yapılar bırakmışlardır ama tarih ile bağıntılı olan hiç bir kültürel değerle ilgilenmemişlerdir. Tarihlerini yansıtmak kaygısında değildiler. Fakat bütün bunlardan, Cayenizmin tarihin anlamı konusundan uzak kaldığı sonucunu çıkarmak doğru olmaz. Cayenlerin bu konudaki tutumları, kişiselcidir. Tarih, kişilerin hayatıdır. Kişi, yalnızca toplumu meydana getiren bır unsurdan ibaret değildir. Kişi, metafizik alanda kaynağı olmayan ve sonsuza kadar yaşayacak olan saf ruhtur.

Karma Kuralı'nın da söylediği gibi, kişi ektiğini biçer ve yetkin oluncaya kadar defalarca doğar. Karma maddesi, ruhu sürekli olarak bir kısıtlılık ve başkaldırma halinde tutar. Tarih, ruha yönelen Karma maddesinin akışının durulduğunu görecektir. Tarih ancak, kişinin  “saf ruh” olarak eksiksizce kendi kendisinin bilincine vardığı zaman gerçekleşebilecektir. Cayen, tarih içinde evrensel iyilik olarak kabul olunan ahimsa (öldürmemek) ilkesine uyacaktır. Cayenizme çok bağlı olanlar, rahip ya da rahibe olurlardı. Olağan tarih ile ilgilerini keserlerdi. Cayenizmin amacı tarihin dışına çıkmak, tarihten kaçmaktır.

Budizmin doğduğu ve yayılmaya başladığı devirde, Upanişad'ların büyük serbestlikle savunduğu karamsarlık, en yüksek noktasındaydı. Acı, Buddha'nın düşüncelerinin ana teması olmuştu. Onun öğretilerini uygulayanlar rahip ve rahibe olmuşlardı. ilk vaazı olarak kabul edilen söylevinde Buddha (M. Ö. 563 - 438) der ki: Doğum acılıdır, yaşlılık acıdır, hastalık acılıdır ve ölüm, acıdır. Üzüntü, yakınma, çırpınış ve ümitsizlik de acıdır. Hoşa gitmeyen şeylerle ilişki, acıdır, istediğini elde edememek, acıdır!

Yaşantıyı dolduran acıların neler olduğunu birer birer saydıktan sonra, bunların nedenlerini de açıklar ve kurtuluş yolları gösterir. Acıların nedeni; karşı durulmaz bir istek, defalarca yaşantıya döndüren, yetkinliğe bir türlü ulaştırmayan bir “susuzluk”tur. Hazzın şunda ya da bunda aranması! ihtiras susamışlığı. Varolmama susamışlığı ... Acıdan kurtuluş bu «susamışlığın» hiç bir iz kalmamacasına bitip tükenmesindedir. Buna ancak hiçbir şeye bağlı olmamakla ulaşılabilir. Amaç Mutlak Huzur olmakla beraber, Buddha tarih karşısında eylemsiz, sekinci bir tutum yerine; dürüst görüşler, dürüst niyetler, dürüst söz, dürüst ilgi, dürüst düşünce,. öğüdünü veriyordu. Bu öğreti, Profanlar tarafından olduğu gibi, rahip ve rahibelerce de benimsenmişti. Gotama, öğretisini aşağı, bayağı, basit ve gereksiz ihtiraslar yaşantısı ile “acılı, haysiyetsiz bir yaşantı olan kendi kendine eziyet eden” çile yaşantısı arasında orta bir yol olarak nitelendiriyordu. Bu öğreti, Profan açısından, hayatın her anında huzurla iyilik için çaba harcamak anlamında bır düşünce akımı idi. Buddha, dünya yaşantısından uzaklaşma taraflısıydı.

Bir zaman sonra Buddha'nın çevresinde bir rahip tarikatı oluştu. Buddha, bir rahibe tarikatının da kurulmasını istedi. Manastır, tarihi boyunca Budizmin özelliği olan bir kurum olmuştur. Budizmin kişiye öğütlediği, amacın, tarih dışına kaçma olduğu söylenebilirdi. Daha sonra doğan bir düşünce okulu olan Mailsyana'ya göre, geçicinin ülkesi olan samsara (tarih) nirvana'nın benzerı idi. Nirvana'nın tek farkı, yalnızca tarih içinde bulunmasıydı.

Budist tutum, Hinduizm ve Cayenizmde de olduğu gibi kişiselcidir. Tarih, sürdürdükleri sayısız hayat ile yetkinliğe ulaşıncaya kadar defalarca yaşantıya dönen kişilerin tarihidir. Buddha'nın savunduğu “illiyet zinciri öğretisi” karma kuralı'na uygun düşmektedir. Kötü davranışların sonucundan kurtuluş olamaz. Kişi, tarihinin akışını değiştirme yeteneğine ve özgürlüğüne sahiptir. Bu kavram olmasaydı, öğretinin ileri sürdüğü fikirler boşuna olacaktı.

Gerçekten Buddha, kişinin amacının gerçekleşmesinin yalnızca kendisine bağlı olduğunu söylüyordu. “acılı Söylev” adı verilen bir konuşmasında: Kendi kendinizin sığınağı olun! Sığınağı dışarıda aramayın demektedir, Gerçek ruh kavramını kabul etmediği için, Budizmin kişiselci olamıyacağını iddia etmek yanlış olur, “Ruh yok” öğretisi ilkel Budizmde geniş olarak yer almıştır. Buddha'nın bu öğreti taraflısı olduğunu gösterir yazıları vardır. Fakat, bir çok geçmiş ve çağdaş düşünürün sandığı gibi, Buddha öğretisinin objektifinde kişisel ruhun gerçekliğini kabul ya da reddeden bir nokta yoktur. Kabul etmek de, reddetmek gibi yanlış kavramlara vardırabilirdi. Buddha, “acı" sorununun deneyler ardından ortaya çıkmakta olduğunu savunur, bu konunun ele alınmasını isterdi. Budizm tarihi boyunca, rahipler, rahibeler ve Profanlar birer «kişi» olarak kabul edilmişlerdir Ruh yok teorisi taraflıları, başka dillerde karşılığı ancak ben sözcüğü ile verilebilecek bir terimi kullanmak zorunluğundaydılar. Sang'ya (komünote: Dinsel topluluk) verilen önem bu kişisellikle çelişki halinde değildir. Komünoteye kabul töreninde, rahip çömezi şu sözleri tekrar ederdi: Buddha'ya sığınıyorum, dhamma'ya (öğreti) , komünoteye sığınıyorum .

Buddha, öğreti ve komünote üç destektir. Sans'da, bir rahip diğerine öğütleri ve bildikleriyle yardımcı olur. Buna bakarak. kişinin objektifinin komünote içindeki “en yüce” iyiye hizmet etmek olduğunu çıkarmak doğru bir yargı değildir. Komünote Içinde işbirliği bir amaç değil bir araçtır.

Budizmin ilk şekline Hinayana denirdi. Budizmin, Hindistan dışında bütün Uzakdoğu'ya yayılan daha sonraki şekil Mahayana diye tanınmıştı. Bu Iki öğreti arasında temel benzerlikler vardır. Mahayana özel bir tarih anlayışına sahipti. Hinayana Budizminde dikkat, rahip ve rahibeler üstündeydi. Bir kitle dini niteliğinde olan Mahayana daha sonraları Hinduizmin tanrıları olarak kabul edilen Buda ve Bodisalva'lara önem veriyordu. Mahayana Budizmi, başkasının kurtuluşu fikrini işliyordu. Bodisatva kavramının ideali, yaratılmışların hepsini kurtarmaktı. M. S. VII. yüzyıl Budizminin temsilcisi olan Santideva: “Defalarca dünyaya gelerek, Budaların ve duaların desteğiyle bütün erdemlere sahip olmak için çaba harcayacağım. Sonunda, yaratılmış olan herşeyin acılarını dindiren bir merhem olacağım” diyordu. Bu düşünce, Budizmin kişiselciliğini aşıyordu.

Budizm, tarihin önemli bir şekilde etkilendiği fizik dünyanın özelliği ile süreçlerin düzenliliğini bir kenara atmıştı. Dünyanın yaratıcısı olarak Tanrı da düşünceye konu edilmiyordu. Budizm dünya yaşantısından uzaklaşmayı öğütlerken, dünyanın kültürel değerlerine karşı da büyük bir ilgisizlik gösteriyordu .

“İlliyet zinciri” öğretisi, bır bütün olarak dünyaya değil, kişilerin deneylerine uygulanıyordu.

Budizm, sanatın çeşitli kolları arasında özellikle resim, heykelcilik ve mimariyi dine hizmet yönünde daima desteklemiştir. Budistler, Buddha'nın efsanevi tarihi ile onun düşüncesini yayanların tarihine büyük bir ilgi göstermişlerdir. Aslında tarih ile ilgileri genellikle çok azdı. «Geçmiş, yok olmuştur. Tarih, gelecektedir. Gerçek bir anlamı olan tarih, yaşanılan anda ve zaman boyutlarının nirvana'ya varma oranı içinde gelecektedir. diyorlardı.

Budizm'de bir dhamma (öğreti) olmasına ve bütün tarihi boyunca çeşitli felsefe şekilleri geliştirmiş olmasına rağmen, Budizm, kavram olarak Inançtan çok bir hayat anlayışıdır. Yaşantı ya ait ayrıntılı çizgiler, felsefi düşüncelerden daha çoktur. Getirdiği kurallar olağan tarih ile ilişkisi olmayan bir hayat tarzı için geçerliydi. Bu kuralların amacı, klşiselciydi. Fakat bunun yanında, amaca varmak için öğütlenen yollar, bencillikten uzaktı. Budizm, insan olsun olmasın, yaşayan her şey için sevgi beslenmesini istiyordu. Budizmin bir din olarak kabul edilmesinin nedeni, Tek Kudret kavramına olan ihtiyaçtır. Mahayana, çok kısa bir zamanda Hindistan'daki en yüce tanrısallıklardan ayırdedilemiyecek bir kavrama erişti. Bu kavram nirvanaya yanlız defalarca yaşantıya dönmek çemberinden kurtulma anlamını değil, üstün mutluluk anlamını da veriyordu. Budizm ile ilgilenen ilk Batılılar ise, nirvana'nın bütün olarak yok olma anlamında olduğunu söylemekle, bunu bütünüyle kavrayamamış olduklarını göstermişlerdir. Büyük çoğunluk, sayısız yaşantılardan geçtikten sonra amaca erişebilirdi. Budist yazıtlar, amaca sürdürülen yaşantı ile varılabileceğini yazmaktadır. Uzak bir gelecekte bulunamayan bir amaç, o anda el altında bulunabilir.

Hindistan'da Budizm bin yıla yakın bir süre boyunca yayıldı ve gelişti. Fakat, kayboluşu çok kısa bir zaman içinde oldu. Bu düşüşün nedeni şimdiye kadar tatmin edici bir açıklığa kavuşmamıştır. Çok sayıda kişinin rahip ve rahibe olarak toplumsal yaşayıştan uzaklaşmaları, belki de sosyal hayatı sarsacak bir durum yaratmıştı. insanlar tarihten kaçamazlardı. Bu nedenle, Budizmin karamsar kanılarına karşı bir tepki başlamış olabilirdi. Kastlar sistemi taraftarları, Budizmin hiç sözünü etmediği bu sistemi kabul ettirerek, ondan daha üstün bir duruma geçmiş de olabilirlerdi. Ne olmuş ise olmuştu. Hinduist tapınaklar birer birer canlanmaya başladı. Herşeyin yaratıcısı olan Tanrı fikri yeniden güç kazandı. Tanrı'nın, insanların tarihini etkilediği düşüncesi canlandı ve uzun yıllar boyu uykuda olan dinsel heyecanlar şahlanıp yüceldi.


Hindistan'da belirli şekilde gelişen bir sistematik felsefi düşünce, Budizmin düşüşünün önemli bir nedenidir. Budizmin son zamanlarında geliştirmiş olduğu metafizik kavram çeşitli şekillerde eleştirildi. Bu eleştirileri çoğunlukla Hindu düşünürler yapıyor ve Budizme karşı kendi sistemlerini savunuyorlardı. Bunlar arasında Şankara, önceden olduğu gibi o devirde de aydın Hindular arasında pek çok taraftarı olan Advaita Vedanta'yı savunmuştu. Şankara ve öğrencileri, devlet yönetimini ellerinde tutan Hindularca da desteklendi. Onların yardımı ile, memleketin önemli bölgelerine math'lar (manastır) kurdular. Hindu svami'lerin Avrupa ve Amerika'da tanıttıkları Hinduizm, Şankara'nın Advaita Vedanta'sının görüş açısı ve terminolojisi içinde ifade edilmiştir. Hindistan'daki çağdaş tarih anlayışının da bu düşüncelerin etkisi altında bulunduğunu kabul etmek gerekir.

Advaita Vedantanın temel ilkesi, ikilikçi olmayan (non dualist) bir gerçektir. Yalnızca Brahman (Mutlak) gerçektir ve yine yanlızca o sonsuzdur. Fakat iki çeşit Brahman kavramı vardır: Hiçbir niteliği olmayan nitguna Brahman ve bütün niteliklere sahip olan saguna Brahman. Nitguna Brahman dikkat çeker özellikte olmakla beraber. tarihin anlamı açısından üzerinde durulması gereken saguna Brahman'dır .

Nitguna Brahman kavramı, Brahman gerçekliği Ile deneysel tarihi meydana getirdiği söylenen herşeyin gerçek olmadığı anlayışını kapsar. Fizik dünya ve kişiler. Bütün bunlar maya'nın (kuruntu, hayal) etki alanındadır. Kişilerin yaşantısı, birbirine bağlı olarak, bir düşten farksızdır. Bu yaşantıların hiç bir temel anlamı yoktur. Amaç, maya'dan kurtulmaktır. En büyük yanlışlık, maddi dünyayı gerçek olarak kabul etmek ve haz duymanın bu dünya ile ilişkisi olduğuna inanmaktır. Fakat bu açıdan Şankara'nın Advaitizmi önemli bir çok güçlükle karşılaşmaktadır.

Nirguna Brahman bilincine nasıl ulaşılacaktır? Bunun, duyusal deneyin sağlıyacağı doğrudan ilişkiler yoluyla olması sözkonusu edilemez. Çünkü duyusal deney, hiç bir gerçeğe ulaştırmamaktadır. Bu bilince, gidimli (discursit) düşünce ile varmak da mümkün değildir. Çünkü onun dayanacağı veriler de kuruntudan çıkmaktadır. Düşünce ise özüyle, soyut fikirler çerçevesini aşamaz. Nirguna Brahman, doğrudan sezgi ile, onu arayanda doğması ile bilinebilir. Doğrudan sezgiye, yoga uygulaması ile varılan .. bilinçüstü trans hali içinde ulaşılabilir. Kişiler, bunu gerçekleştirebilme ölçüsünde tarihten kaçabilirler. Nirguna Brahman kavramı, tarihin anlam ya da anlamlarına yönelme imkanlarını bütünüyle bir kenara atmaktadır.

Fizik dünya, kişi ve tarih deneyleri yalnızca maya (kuruntu) ise, burada bir soru belirir: Kuruntu yüzünden acı çeken kimdir? Şankara'nın advaitizmi buna bir tek karşılık veriyor: Brahman! Fakat nirguna Brahman bütün niteliklerden, kuruntu yüzünden acı çekmek niteliğinden de arınmıştır. Onun açısından kuruntu, bir hiçtir. Bu kavram, deneysel olan herşeyin reddine götürür. Öte yandan kuruntunun avidya'dan (bilinmeyen) doğduğu söylenir. Bunun hemen arkasından şöyle bir soru gelmektedir: Bilinmeyenin konusu nedir? Brahman'dır. Çünkü Brahman, benzeri olmayan tektir. Genellikle, sezgili bilinç yoluyla, Brahman'ın bilincine varılmamasının üstesinden gelinebilir. Bilmezliğin tek kaynağı olan Brahman'ın, bilmezlikten arınmış olması gerekir. Advaltistin düşüncesine göre: Brahman, bilmezlikten etkilenmez, çünkü bilmezlik kendi içinde bir hiçtir. Dünya ve tarih olayları gerçekliğinin savunulmasında yararlanılan bilmezlik, olumlu bir tutum içinde ele alınırken, advaitizm gözünde bir hiç olur. Bütün bu güçlükler, tarihe katkıda bulunanların nirguna Brahman'ı genellikle önemsememiş olmasından doğmaktadır. Bu fikir aslında onların da düşüncelerinin derinliğinde durmakta ve dalıp gittikleri zaman kendini hissettirmektedir.

Advaitist konuşmacılar, dinleyicilerine hitap ederken, Advaita'nın vedantizmine karşıt olarak, diğer Hindu mezheplerinin propagandacıları gibi, her kişiye ayrı ayrı hitap ederlerdi. Brahman, bütün nitelikleri ile saguns'dır. Brahman, Bir'dir; ikincisi yoktur ve herşey Bir'in içindedir. Hayal alemi olarak beliren tanrısal yaratılış maya, yani, tanrısal zekanın eğlencesi olarak kabul edilirdi. Bu, bir insanlar tarihi fikrini kapsamaktadır. Bu kavram ise, taraftarlarının ancak pek azının gözüne çarpan bir güçlük ifade etmektedir. Brahman, sonsuz yetkin olarak, her çeşit tartışmada her iki tarafı da tutmak zorunluluğundaydı. Savaşlar sırasında. saldıranlar da. saldırılanlar da Brahman'ın ifadesiydi. Çelişmelerde Brahman. iki tarafı da tutandır.

Advaitizm, Brahman'ın yaratma ve yoketme yoluyla tarihe anlam ya da anlamlar veren bir amaca yöneldiğini ileri sürmekteydi. Advaita  vedantistleri.

Bugünün Hindistan'ında saguna Brahman kavramı ile. Batılıların uygarlık dedikleri kavramın karşısına çıkmaktadır. Fakat nirguna Brahman ile saguna Brahman arasındaki uyarlık nedir? Nirguna Brahman kişinin tarih içinde ve dünyada bir görevi olduğunu söyler. Saguna Brahman ise, “tarih ve dünya kuruntusundan arınmak gerekir” der, Bu iki fikri birbiriyle nasıl bağdaştırabiliriz?

Çağdaş yaşantının zorunlulukları yanında, Batı dünyası ile sıkı ilişkiler sonucu, Advaita vedantizminin savunucusu olan bazı düşünürler. Hinduizmin tarih karşısındaki özellikle kişiselci tutumunu terk etmeye ve Hinduizmi tam anlamı ile toplumsal bir tutum olarak göstermeye yönelmişlerdir. Bu düşünürleri, yaptıkları savunmayı şöylece özetleyebiliriz: Er geç Brahman'ın varlığında eriyecek olan kişi, diğerlerinden farksızdır. Diğerlerini severken kendini de sevmiş olur. Demek ki ideal sonuç olarak evrenseldir. Çağdaş Hint tarihinde “toplum” konusundaki bu ısrarlı tutum, önemli ve sözü edilmeye değer niteliktedir, Fakat advaitizm, en koyu bencilliği de aynı güçle doğrulayacak bir savunmayı da ifadelendirebilir, Zira mademki kişi Brahman'dan farksızdır, bütün hazlar ve bütün acılar gerçek “Ben” olan Brahman tarafından hissedilmelidir. Bu noktadan itibaren en bencil bir şekilde: Mademki diger kişiler de 'ben'im; yalnızca kendimi severek de, diğerlerini sevmiş olabilirim, denilebilir. Advaita Vedanta'da kişinin kendi kurtuluşu yönündeki gelişimi her ne kadar toplumsal bir değer taşıyorsa da Hindular için tarihin anlamının toplumsal bir amaçta olduğunu belirten bir kavrama rastlanmıyor.

Şankara'nın advaitizm öğretisini açıklamasından çok kısa bir süre sonra, çeşitli düşünürlerce eleştirilmeye başlandı. Bu düşünürler arasında en önemlileri Ramajuna ve onun Vişistadvaita düşünce okulu. Madvaçarya ile Dvaita düşünce okuludur. Advaitizm, özellikle, Şankara'nın manastırlarına yerleşmiş olan rahiplerce yayılmıştır. En önemli şeyin bilgi yolu olduğunu, ancak bilgi ile amaca ulaşılabileceğıni savunuyorlardı. Vişistadvaltistler ve dvaitistler daha çok sofuluk ve eylem yolu ile Ilgileniyorlardı. Advaitizmi, Şankara ve öğrencilerinin derin düşünceye daima yerine pratik bir yaşantı tarzını savunarak eleştiriyorlardı. Vişistadvaltistler. herşeye rağmen advaitisttiler. İnançlarına göre iki değil tek bir gerçek vardı: Ruh! Böylece nirguna Brahman olarak Tanrı fikrini reddettiklerini sanıyorlar, fakat kişisel ruhları, advaitizmin mahkum ettiği bir yol ile açıklıyorlardı: Bir dış dünya ve gerçek kişisel ruhlar vardır. Vişistadvaistlerin tarih karşısındaki tutumları fazlaca karamsar değildi. Dine katkıda bulunmak. neşeyle tanrısal olana katılmak demekti. Vişistadvaitistlere göre: ulaşılmak istenen amaç, Tanrı ile bir olmak değil, O'nunla beraber olmaktı. Advaltistler gibi. insanların dünya şartları içinde tam anlamı ile tatmin olabileceklerine İnanıyorlardı. Tanrı tarihin içindeydi. kulları ile kişisel bir ilişkisi vardı. Vişistadvaitizm, töreleri olan duygulu bir dindi. Kişinin tarihindeki anlamı araçsızdı. doğrudandı. Vişistadvaitist. kastlar sistemine uyardı: tutumu kişiselciydi ve yüce mutluluğa erişmek amacıyla sürekli bir çaba içindeydi. Buna rağmen, dininin kültürel şekilleri nedeniyle, sosyal kavramları advaitistlerinkinden daha gelişkin değildi. Bu yönde, Vişistadvaista'nın tarih sorunu karşısındaki tutumu bir çok bakımlardan Hintli kaynaklardan gelmeyen tanrıcı (telst) dinlerinkine benzer nitelikler taşımaktadır. 

Advaitistler madde gerçekliğinin ruh gerçekliğinden çok değişik bir' özelliğe sahip olduğunu söylüyorlardı. Kişiler, defalarca yaşantıya dönme devrinden sonra ulaştıkları aşamada da özelliklerini korumaktaydılar. Advaitistler bu noktada vişistadvaistlerden farklı olmamakla beraber, onlara bakarak daha kesin bir ifade tarzları vardır.

Diğer düşünce okullarının Hinduist Hindistan üstünde önemle belirtilecek bir etkisi olmamıştır. Bunlar içinde yanlızca Carvakas'lar çeşitli eleştirilere konu oldukları için çağımıza kadar uzanabilmiştir. Bütün bu okullara göre; tarihin anlamı, fizik bir organizma olarak yaşamak deneyinden ibarettir.

Maddecilik akımı, Hindistan'da çok tutulmamıştır. Şankara felsefesinin çeşitli şekilleri madde, ruh ve ruh çokluğu ayırımı konusunu işler. Tarih konusunda ileri sürdükleri ise, Şankara'nın Advaita Vedanta'sı dışında kalan bütün diğer düşünce okullarının görüşlerinden farksızdır.

insanın tarihsel yaşantısı konusundaki karamsarlık, Hindistan'da çok yaygındı. Fakat öte yandan, Hinduizm, Budizm, Cayenizm ve Sikh dini vardıkları sonuç bakımından karamsar değildiler. Bütün bu düşünce okulları, yetkinliği ve huzura kavuşmayı savunmuşlardır. Hinduların amacı, yalnızca kuruntu ve bilmezlikten arınmak, acıdan kurtulmak değildir: Sat, şit ve mand'dır (gerçek, mutluluk görünümü ve mutluluk). Budistlerde amaç, huzur ve nirvana neşesine kavuşmadır. Cayenlere göre: yetkin tinsellik, Sikh dini için de Tanrı aşkıyla sonsuz heyecandır. Uli kavramı içinde Hinduizm, olağan tarihin deneysel olaylarına katkıda bulunulmasını kabul eder. Sikhler de, yalnızca dünya işlerine dalmanın tehlikelerin! bilmekle beraber, Çile yaşantısını ve manastır hayatını kötüleyip reddetmişlerdir.


DIŞ ETKENLER, Hint toplumlarının tarih karşısındaki tutum ve görüşlerini bir ölçüde değiştirmesine yardımcı olmuştur. Müslüman hükümdarlar, özellikle büyük Moğol İmparatorları, kendi dinsel kavramlarını halka kabul ettirdiler.

Iran'dan gelen Zerdüşt dini, manastır hayatını tanımıyor ve reddediyordu. Hindistan'da Batılı anlamda ilk olarak ticaret ve endüstriyi Zerdüştler geliştirmiştir. Onların bu yolda kazandıkları başarı, Müslüman ve Hınduları da Batı uygarlıklarının sağladığı imkanlar ile ilgilenmeye zorlamıştı. iran asıllı yöneticiler Batı'nın siyasal fikirlerinin ilk savunucuları olmuştur.

Hristiyan dinini aydın hindular arasında kabul eden yok denecek kadar azdı. Fakat Hindistan'da propagandası yapıldığı bir kaç yüzyıl boyunca bazı konularda etkili olmuştur. Misyoner kolejler, Batı kültürünü tanıtmak yönünden yararlı olmuştur. ingilizler de, yönetimi doğrudan doğruya ellerinde tuttukları bölgelerde üniversite ve yüksek okullar kurmuşlardı. Bundan sonra Batı ile sürekli ilişkinin devam ettiği bir 'sulh ve sükün devri' başladı. Bütün bu olagelen olayların etkisiyle hindu yöneticilerin tarih karşısındaki tutumları değişti. Avrupa ve Amerika'da öğrenim görerek memleketlerine dönen genç hindular, bu değişimi güçle ve inançta destekliyorlardı. Bugün, Batı'nın anladığı kişisel ve sosyal gelişim kavramları içinde düşünen bir çok hindu vardır. Fakat bunun yanında, hinduların geleneksel tarih görüşlerini bütünüyle terkettiklerini söylemek yanlış olur. Batı kültürü ile yetişmiş yöneticiler, gelişme yolundaki bir uygarlık isteklerini, hinduist düşünce tarzı ile bağdaştırmaya çalışmaktadırlar.

S. Radakrişnan'ın eseri, bu eğilimin güzel bir örneğidir. Radakrişnan, Batı felsefesini derinliğine araştırmaya girişti. Dünya ölçüsündekı çağdaş yaşantının temel sorunlarına eğilen bir Hinduizm açımlaması şeklini ortaya attı. Bu eserin hinduist düşünce akımlarını nakletme tarzı üzerindeki eleştirileri bir yana bırakarak. Radakrişnan'ın tarih ile ilgili fikirlerini ele almak bu kitabın konusuna daha uygun düşecektir .

“Hinduizmin Hayat Görüşü” isimli eserinde özellikle tarih konusunu işlemiştir. Radakrişnan nirguna Brahman kavramının tartışmasına girmekten kaçınır ve eseri, niteliği tam olarak belirtilemiyen bir “Tanrı” terimini sürdürür.

Hinduizm, Radakrişnan'ın ifadesiyle, özgül bir düşünce olmaktan çok, bir yaşantı tarzı öğütlemesidir. Hinduizm, kesin bir tutum değil, bir eylemdir. Bir sonuç değil, bir süreçtir. Bir defaya özgü bir açıklama değil, sürekli olarak gelişen bir gelenektir. Geçmişteki özellik, hinduizmin modern dünyanın düşünce alanında olduğu gibi! tarih alanında da ortaya çıkardığı zorunluluklara göğüs gerebilecek nitelikte olduğunu göstermektedir ve buna inandırmaktadır. Hinduizm, en geniş sistemlere yönelmektedir. Hinduizm, "geçici ve görülen dünyanın, sonsuz şekilleri içinde görünmeyen sonsuz ruh'a dayandığını ve onda destek bulduğunu kabul ediyor. Bu kavram Radakrişnan'a uygarlığın iyi yönlerinin yayılması için harcanan çabaya taraftar olma cesaretini vermektedir.

Yaşantı için gerekli olan değişikliklerin kökü, insanlarda ve sosyal topluluklardadır: Her insanın, her topluluğun, her milletin saygıya değer bir kişiliği vardır. Toplum içinde geliştirilen reformlar bu kişiliği korumak ve bunun geçmişle birlikte sürekliliğini sağlamak zorundadırlar. Dünyayı, bir kuşağın hayatı süresi içinde değiştirmek isteyenler, başarısızlığa uğrayarak cezalarını bulacaklardır: Tanrı'nın değirmeni tarihi yavaş yavaş öğütmektedir. Hinduizm, Radakrişnan'ın eserinde anlatıldığı gibi, gelişmenin akışının zorlanabileceğine inanmaz. Hepimiz bütün ırkların kendi özelliklerini ve en iyi yönlerini kaybetmeksizin birleşip kaynaşacağı bir dünya yaratmak için çaba harcamalıyız. Siyasal ideal olarak dünya, tek bir uygarlığa sahip ve tek bir iradeye bağlı bir imparatorluk olarak düşünülemez. Aksine, düşünce ve hayat tarzları gelenek ve kuruluşları değişik özgür milletlerin, en kıymetli özellikleriyle katkıda bulundukları barış, düzen ve ahenk içinde bir kardeşlik birliğidir .

Burada sosyal nitelikler ön plana geçmektedir. Radakrişnan, taraflısı olduğu Hinduizme sadık kalarak toplumsal tarih kavramını bir kenara itiyor: Kişinin boyutlarını, toplumun ihtiyaçları ile kısıtlamamak gerekir. Kişi yalnızca kültürünün bekçisi, vatanının koruyucusu ve zenginliklerin üreticisi değildir. Toplumsal etkililik, insanın tabiatındaki ruhsalın değerlendirilmesinde bir ölçü olamaz.

Temel amaç, kişinin ruh olarak yetkinliğidir. Kişi, geçici olanda sonsuzun ifadesini görebilmeli ve ona vardıracak yolu aramalıdır. Kişinin bu konuda ruhsal özgürlüğü vardır. Radakrişnan, karma öğretisinin ileri sürdüğü gibi: geçmiş, bugünün kurallarını şekillendiriyorsa, kişi, bir çok olabilir arasında haldeki davranışını serbestçe seçebilmek niteliğine sahiptir.

Hinduizm: Radakrişnan'ın görüşü açısından, tarihsel değerlerin olumlu bir ölçüye vurulmasını istemektedir. Fakat Radakrişnan'ın eserinde Advaita Vedanta'ya ait bir takım unsurların bulunduğunu kaydetmek yerinde olur: Eylem, tarihsel sürecin bir özelliğidir. Öte yandan yetkin hiç olduğu için, hiçbir şey onu eylemli kılamaz; yetkin, tarihsel olamaz.

Radakrişnan mademki tarihsel süreç bir hiçtir ve bizler de kişi olarak varılamıyacak nitelikte bir ideale adanmış değiliz; o halde tarihsel sürecin bir noktasında yetkinliğe erişmek zorunluğundayız. Bizi yetkinliğe vardıracak olan an, tarihsel kişiliğimizin değişime uğradığı, samsara'dan (defalarca yaşantıya dönmek) bütünüyle kurtulduğumuz andır. Tarih, bir düşüncenin gerçekleşmesidir. Biz bu gerçekleştirmeye her geçen gün biraz daha yaklaşıyoruz. Moşka, kişilerin düşüncelerinin gerçekleşmesidir. Yetkinliğe ulaşılmakla tarihsel hayatlar son bulur. Evren'in yetkinliği gerçekleşince, özgürlüğe kavuşan kişiler Mutlak'ın sessizliğine gömülecekler demektedir.

Radakrişnan devri görüşünü açıkladığı bir bölümde şöyle diyordu: “Dünya tamlığını” kendi kendisini yıkmakla (otodestrüksiyonl gerçekleştiriyor. Bu yol ile de yeni bir hazin olay başlar ve bu, kuşaklar boyunca sürüp gider.



ALBAN G. WIDGERY

Tarih Boyunca BÜYÜK ÖĞRETİLER

Türkçesi : Gülçiçek SOYTÜRK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak