13 Ocak 2024 Cumartesi

OSMANLILARIN DOĞUYA YÖNELMESİ

YAVUZ DÖNEMİ (1512-1520)


Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi,

Guşe-i kabrimde hatta bikarar eyler beni;

İttihad oldu hücum-ı hasmı def'a çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni ...

(Yavuz Sultan Selim)


Yavuz Sultan Selim'in Osmanlı Devleti'nin yönetimini üstlendiği yıllarda İslam dünyası Osmanlı, Safevi ve Memluklulardan oluşan üç büyük hanedanlık tarafından yönetilmekteydi. Bu büyük devletlerin dışında, Maveraünnehir bölgesinde hüküm süren ve Safevilerle rekabet içerisinde bulunan Şeybaniler vardı. Hindistandaki Türk Sultanlığı da dönemin kayda değer müslüman devletleri arasındaydı.

Gücünü, becerikli hükümdarlar eliyle doğuda ve batıda artıran Osmanlı Devleti; cephe ülkesi olarak bir yandan hıristiyan dünyasıyla hesaplaşmasını sürdürürken, öte yandan Fatih'le beraber yüzünü İslam dünyasına da yöneltmeye başlamıştı. II. Bayezidden itibaren ciddi bir siyasi rakip olarak ortaya çıkan Safevi Devleti, Anadoluda isyanlar dahil Osmanlı Devleti'nin başına birçok gaile açmıştı. Şah İsmail'in yönetiminde İran ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Şii esaslarını merkeze alan ve doktriner yanı ağır basan Safevi Devleti her geçen gün gücünü daha da artırmaktaydı. Bu yeni ve etkili devlet, Osmanlı'nın mutlaka hesaba katması gereken bir güçtü. Nitekim Şah İsmail, on sene gibi kısa bir süre içerisinde Safevi Devleti'nin sınırlarını Ceyhun ırmağından Fırat'a kadar genişletmeyi başarmıştı.



Öte yandan Memluklular da Osmanlı Devleti'nin güney komşularıydı. Merkezi Mısır olan Memluklu Devleti, Suriye'yi ve müslümanlarca mukaddes olan Filistin ve Hicaz bölgelerini de kapsayan bir coğrafyada hüküm sürmekteydi. XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde, Portekizlilerin Akdeniz'den Hint Okyanusu'na kadar genişleyen deniz üstünlüğünün Mısır limanlarını olumsuz etkilemiş olmasından dolayı Memluklular, ekonomik açıdan zarara uğramışlardı. Ve daha önce Akdeniz ticaretinden aldıkları pay, oldukça azalmıştı. Bu ekonomik kayıpların yanı sıra, barutun ateşli silahlarda etkili bir biçimde kullanılmasına ve top teknolojisindeki ilerlemelere ayak uyduramaması, Memlukluları askeri açıdan da zayıflatmıştı.

Osmanlı-Memluklu ilişkileri II. Bayezid döneminde Cem Sultanın isyanı ve Memluklulara sığınarak himaye görmesi sebebiyle giderek gerginleşmiş ve Çukurova bölgesinde çatışma ve savaşlara yol açmıştı.

Şüphesiz Yavuz; Osmanlı padişahlarının en karizmatik, en renkli simalarından biridir. Sert kişiliği, dirayeti, hırsı ve kararlılığıyla öne çıkmayı başarmış ve kendinden büyük kardeşlerini gölgede bırakarak taht mücadelesini büyük bir dirayetle yönetmiştir. İktidarı ele geçirme yolunda babası II. Bayezid'le karşı karşıya gelmekten de çekinmemiştir.

II. Bayezid; iktidarının son yıllarında yaşlı ve yorgun düşmüş, doğu sınırlarında gelişen Safevi tehlikesine karşı gerekli önlemi alamamış, devlet idaresini vezirlere bırakarak sakin bir hayatı tercih etmişti. Gerek II. Bayezid'in mülayim kişiliği, gerekse dinamik bir padişaha ve muktedir bir yönetime olan ihtiyaç, yeniçerilerin açık desteğiyle de birleşerek I. Selim'i iktidar tahtına çıkarmıştır.

Yavuz Selim Han, padişah olur olmaz önce iç bütünlüğü sağlamaya yönelmiştir. Bu stratejinin bir parçası olarak öncelikle kardeşlerini ve yeğenlerini bertaraf etmiş ve iktidarını sağlamlaştırmıştır. Sekiz yıl gibi son derece kısa süren saltanat döneminde Osmanlı Devleti, doğu ve güneyde başarıdan başarıya koşarak İslam dünyasının en etkili ve büyük gücü haline gelmiştir. Ülke toprakları iki buçuk kat artarak genişlemiş, Kudüs, Mekke ve Medine gibi mukaddes İslam toprakları bütünüyle Osmanlı idaresine geçmiştir. Bütün bu muazzam büyümenin ardından, yeni alınan Güneydoğu Anadolu, Suriye, Mısır ve Hicaz'da yeni idari, ekonomik ve hukuki düzenlemelere gidilmiştir.


ÇALDIRAN SAVAŞI (1512)


XVI. yüzyıl başlarında Şah ismail'in önderliğinde iran'da ortaya çıkan Safevi Devleti, adını altıncı batında dedesi olan Şeyh Safıyüddin'in ( 1252- 1334) kurduğu Safeviyye tarikatından almıştır. Şah İsmail hem tarikatın başı, hem de Safevi hareketinin siyasi ve askeri lideri olarak, devletini kurma çalışmalarında Anadoludaki Türkmen müridlerinden geniş çapta yararlanma yoluna gitti. Safevilerin Osmanlı Devleti'nin sınırları içerisinde yaşayan Türkmen toplulukları üzerinde yoğun faaliyetleri olmuştu. Bu göçebe Türkmenler de Erdebil çevresinde yoğunlaşan Safevi hareketini, başından itibaren sahiplenerek destekledi. Türkmenlerin bu açık ilgi ve bağlılığı, yeni Osmanlı padişahını bir an önce hareket etmeye zorladı. Anadolu'dan Erdebil ve İran istikametine doğru büyük göç dalgaları meydana gelmiş, bu durum Anadolu'da dirlik ve düzeni büsbütün ortadan kaldırmıştı.

Safevilerin başlarına kızıl bir serpuş takmaları sebebiyle bu tarikata üye olanlar ve bu harekete başından beri destek veren Anadolu Türkmen toplulukları «Kızılbaş» olarak isimlendirilmiştir. Türkmenler, Şii mezhebine bağlı oldukları için Hz. Ali ve ehlibeyt sevgisini esas alan siyasi söylemlere oldukça duyarlıydılar. Buna karşılık, klasik medrese sisteminin temsil ettiği İslam erkanıyla pek barışık oldukları söylenemezdi.

Yavuz, Safevilerin Anadolu'ya sarkmalarını önlemek amacıyla çok yönlü tedbirler almakta gecikmedi. Nitekim başa geçer geçmez ilk iş olarak Safevi İran'ına karşı savaş hazırlıklarına girişti. Bir yandan da Safevilerin Anadolu'da yayılma aracı olarak kullandığı Kızılbaş-Alevi kitlesini sindirmeye yönelik geniş çaplı bir harekatta bulundu. Safevilerle doğrudan ilişkili görülenler tenkil edildi. Güven vermeyen bazı Türkmen Alevileri ise Trakya bölgesine sürüldü. Aynı dönemde Sünni-İslam telakkisini pekiştiren çalışmalara da ağırlık verilmeye başlandı. Safevi-Türkmen dervişlerine alternatif olarak ehlibeyt sevgisine önem veren fakat Sünni çizgisini koruyan Halvetiye tarikatına tam destek verildi. Devlet adamları tarafından Anadolu ve Rumeli'de çok sayıda tekke ve zaviye yaptırılarak bu kurumlara zengin vakıflar tahsis edildi. Bu durum Osmanlı toplumunun Sünni çizgisini pekiştirdiği gibi, Safevilerin Anadolu-Alevi kitlesi üzerindeki kültürel etkisini de zayıflattı. Ancak bu durumun geleceğe yansıyan neticesi, yoğun baskı ve takip altında hayatını sürdürmek zorunda kalan Türkmen-Alevilerinin zamanla içe kapanarak dini alanda büsbütün boşluğa düşmeleri oldu. Aleviler Anadolu'nun köylük kesimlerinde, Trakya ve Arnavutluk'ta deyiş ve ezgilerden oluşan sözlü bir kültürü yaşatma mücadelesi içerisine girdiler.

Selimin aldığı önlemler arasında, Safevilerin ekonomik olarak zayıflatılması da vardı. Bu stratejinin bir parçası olarak Tebriz-Bursa yoluyla batıya gerçekleştirilen ipek ticaret ve taşımacılığını yasakladı. Bu bahaneyle tüccarların İran'a gitmesini önleyerek kültürel ve askeri sızmaları da önledi.

Yavuz Selim Han, çok yönlü savaş hazırlıklarını tamamladıktan sonra İran üzerine yürüdü. 23 Ağustos 1514 günü şimdiki İran Azerbaycan'ında yer alan Çaldıran Ovası'nda Şah İsmail'in güçlü ve savaşçı Safevi ordusu ile Osmanlı ordusu karşı karşıya geldi. Disiplin ve teknik üstünlüğü ağır basan Osmanlı ordusu, topların etkin ve yerinde kullanımı sayesinde Safevi ordusunu bozguna uğrattı. Şah İsmail, İran içlerine kaçarak canını zorlukla kurtarabildi. Ancak Safevi İran, askeri gücünü zamanla toparlayarak her zaman doğuda hesaba katılması gereken bir güç olarak varlığını korudu.

Bu zafer, Osmanlılar açısından oldukça parlak sonuçlar doğurdu. Anadolu Türkmenlerinin gözünde efsane bir şeyh olarak kabul edilen yenilmez Şah İsmail'in karizması çok ciddi yara aldı. Anadolu Kızılbaş-Türkmenlerinin İran'la bağları gevşedi. Şah İsmail de bu yenilgiden sonra kendi topraklarında kalan Sünnilere daha ılımlı davranma yolunu seçti. Osmanlı açısından sadece Safevi yayılmasının önü kesilmekle kalınmamış, zaferle beraber Osmanlı sınırları Güneydoğu Anadolu topraklarını da kapsayacak bir biçimde genişlemişti.

Nitekim kendi aralarındaki çekişmeler yüzünden Şah İsmail'e boyun eğmek zorunda kalan Kürt beyleri, Çaldıran zaferinin ardından 1. Selime bağlılıklarını bildirmekte gecikmediler. Anadolu siyasi birliğine nihai noktayı koyan bu birleşme, tarihçiliğiyle de tanınan İdris-i Bitlisi isimli Kürt beyi tarafından başarıyla yürütülmüştür. Bizzat Yavuz tarafından 23 Kürt beyine bazı imtiyazlar verilerek Osmanlı Devleti'ne gönüllü katılımları sağlanmıştır. İdris-i Bitlisi, Yavuz adına bölgedeki Kürt beylerine yetki ve sorumluluklarını içeren berat ve nişanlarını ulaştırmış, böylece onurlu bir birlikteliğin sağlam temelleri atılmıştır. Artık Safevilerin Güney'den Suriye'ye sarkması önlendiği gibi, Kızılbaş-Türkmenlere dıştan sızmaları sağlayan kapı da kapanmıştır.


OSMANLILARIN ORTA DOĞU'YA ve İSLAM DÜNYASINA AÇILMALARI


Çaldıran Savaşı'ndan sonra iki Sünni-İslam devleti Memluklular ve Osmanlılar arasındaki anlaşmazlık daha da artarak sınır çatışmalarına dönüştü. Siyasi mücadelenin verdiği hırs ve alan körlüğü Memlukluları Safevilerle işbirliğine yöneltmişti. Bu çekişmede Memlukluların Osmanlı'ya zorluklar çıkarması, iki Sünni devlet arasında artan rekabet ve Sultan Kansu Gavri'nin Suriye sınırında askeri tahkimatı artırması gibi gelişmeler en sonunda savaşı kaçınılmaz hale getirdi. Yavuz, güneye düzenleyeceği hareketten önce bazı Memluklu emirleriyle gizlice ittifaklar kurarak Memluklu Devleti'nin durumu hakkında etraflıca bilgi aldı. Bu diplomatik temasların sonucunda daha sonra Osmanlı Devleti'nin hizmetinde önemli rol üstlenecek olan Halep Emiri Hayır Bey ve diğer bazı emirler, savaş öncesinde Osmanlı ile işbirliğine girdi.

Nihayet Çaldıran Savaşı'ndan tam iki yıl sonra, 24 Ağustos 1516'da iki devletin orduları Halep'in kuzeyinde bulunan Mercidabık Ovası'nda karşı karşıya geldi. Savaş tarihçilerinin dünyanın emsalsiz süvarileri olarak kabul ettiği profesyonel Memluklu köle ordusu bizzat Sultan Kansu Gavri tarafından yönetilmekteydi. Ancak emirler arasında yaşanmakta olan iç çekişmeler orduda zafiyet oluşturmaktaydı. Abbasi Halifesi III. Mütevekkil de Mısır kuvvetlerine tam destek vermek amacıyla savaşa iştirak etmişti.

Sahra toplarını etkili biçimde kullanan; diplomasi dahil savaşın bütün gereklerini yerine getiren Osmanlı ordusu, Memluklu kuvvetlerini tam bir bozguna uğratarak bu savaşta da kesin bir zafer kazandı. Memluklu ordusu çok sayıda kayıp vermiş ve dağılmıştı. Ölenler arasında bizzat Sultan Kansu Gavri de bulunmaktaydı. Halife III. Mütevekkil ise Osmanlı'ya esir düşenler arasındaydı. Ancak Yavuz, Halifeye esir muamelesi yapmadığı gibi kendisine saygılı davranarak hürmet ve ihtiramda bulundu.

Mercidabık Savaşı, Osmanlılara; Suriye, Lübnan ve Filistin'in hakimiyetini sağlayarak Mısır yolunu açtığı gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki şehirlerde de Osmanlı hakimiyetini iyice sağlamlaştırdı. Bu durum hem Safevilerin beklentilerini boşa çıkardı, hem de Memluklu Devleti'nin ortadan kaldırılmasına giden yolun ilk adımı oldu.


YAVUZ'UN MISIR SEFERİ ve MEMLÜKLU YÖNETİMİNE SON VERMESİ


Selim Memluklu Devleti'ne son darbeyi vurmak için harekete geçerek bir yıl boyunca hazırlıklarını tamamlamakla meşgul oldu. Mercidabık bozgunundan sonra Mısırlı emirler Tumanbay'ı yeni Memluklu Sultanı seçmişlerdi.

Selim, gönderdiği mektupla Tumanbay'ı kendisine itaate davet etti ve Cuma hutbelerini kendi adına okutması şartıyla Gazze Sancağı'ndan itibaren Mısırda hakimiyetini kabul edeceğini; buna karşılık Osmanlıların Suriye'deki hakimiyetinin kabulünü ve Mısır haracının kendisine gönderilmesini talep etti. Bu teklifi kabule yanaşmayan Tumanbay, savunma hazırlıklarına girişti. Buna karşılık Yavuz da Memluklu emirlerine mektuplar göndererek kendisine itaatlerini bildirmelerini istedi. Bağlılıklarını bildirdikleri takdirde eskiden ellerinde bulunan mevkilerini, emlak ve itibarlarını muhafaza edebileceklerini bildirerek kendilerine güvence verdi.


Yavuz, bu diplomatik ataklarının ardından Sina Çölü'nü on üç gün gibi akıllara durgunluk verecek bir süratle aşarak Mısır'a ulaştı. Kahire'nin kuzeydoğusunda Ridaniye mevkiinde iki ordu karşı karşıya geldi. 1517 yılının Ocak ayında meydana gelen büyük meydan savaşında da teknik ve taktik üstünlük Osmanlılardaydı. Memlukluların Osmanlıların geliş istikametinde yerleştirdikleri sabit toplar el-Mukaddem dağları dolaşılarak etkisiz hale getirildi. Savaşın Osmanlı ordusu tarafından kazanılmak üzere olduğunu anlayan Tumanbay, seçkin süvarilerinden oluşan bir birlikle ordunun ana karargah merkezine sarkarak bizzat padişahı öldürmeyi hedefledi. Ancak buna muvaffak olamadı. Çünkü o esnada Yavuz Selim Han müthiş planını devreye sokarak el-Mukaddem dağından Memluklu ordusunun arkasına sarkmaya çalışan birliklerin başında bulunuyordu. Osmanlı kuvvetleri bu baskın sırasında çok sayıda kayıp verdi. Veziriazam Hadım Sinan Paşa da maktul düşenler arasındaydı.

Tumanbay'a bağlı kuvvetler, son olarak Kahire'de bir direniş hattı kurmaya çalıştı. Kahire sokaklarında göğüs göğüse mücadeleler oldu. Nihayet sonuç alamayacaklarını anlayan Memluklu direnişi kırılarak çözüldü. İyi bir asker, cesur bir komutan olan Tumanbay'ın tüm çabaları kendisini bekleyen hazin sonu önleyemedi. Etrafına topladığı üç bin kişiyle son bir huruç harekatına giriştiyse de başarılı olamadı. Şehsuvaroğlu Ali Bey'in amansız takibi sonucunda Nil Nehri'ni geçip kurtulmak isterken yakalandı ve Kahire'de idam edildi.

Böylece Memluklu Devleti'ne bütünüyle son verilmiş ve topraklarında Osmanlı hakimiyeti tesis edilmiş oldu. Yavuz, Mısırda sekiz ay kadar kaldı. Bu süre içinde Mısır'ı nizam ve intizam altına almaya yönelik faaliyetlerde bulundu. Bu arada Mekke Emiri Ebu Berekat da oğlu vasıtasıyla Mekke'nin anahtarlarını gönderip itaatini bildirdi. Yavuz Sultan Selim de kendisine birtakım hediyelerle yeni emirlik beratını gönderdi. Böylece Mekke ve Medine gibi İslam dünyasının en mukaddes bölgeleri de Osmanlı idaresine girmiş oldu. Öte yandan Yavuz, Abbasi Halifesi'nden hilafeti de alarak İslam alemi üzerindeki nüfuzunu artırmış oldu.


Oldukça münbit ve mamur bir araziye sahip olan Mısır, zamanla Osmanlı hazine gelirlerinin üçte birini sağlayacak kadar zengin bir memleketti. Ayrıca Afrika yönünde yapılacak bir ilerleme hareketine merkezlik yapacak bir konumdaydı. Kıbrıs adası yüzünden Memluklulara vergi ödemekte olan Venedik Cumhuriyeti de artık bu vergiyi Osmanlılara ödeyecekti. Mısır'ın elde edilmesiyle baharat yolu ve Kızıldeniz de güvenlik altına alınmıştı. Bütün bu gelişmeler, Osmanlı Devleti'ni 1517 yılından itibaren İslam dünyasının fiili lideri haline getirmişti.

Yavuz Sultan Selim İstanbul'a döndükten bir müddet sonra rahatsızlandı. Hastalığı halk arasında şirpençe diye bilinen kötü bir çıban şeklindeydi. Sırtında çıkan ve uzun süre iyileşmeyen bu çıban giderek Yavuz'u daha da zorlamaya başladı. Edirne yolculuğu sırasında Çorlu'da konaklayarak tedavi olmaya çalıştı. Ancak yarası daha da kötüleşerek 21 Eylül 1520'de erken yaşta vefatına yol açtı.




Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak