31 Ocak 2024 Çarşamba

İslam Uygarlığı ve Pozitif Bilimlere Katkısı-3

 


Güzel Sanatlar (Sanayi-i Nefise)


Günümüzde İslam dünyasında "fünun-i Cemile" terimi ile belirtilen güzel sanatlar, insanların yarar ve metanetine değil de, güzellik ve estetiğine kapıldıkları sanatlar için kullanılan yeni tabirlerdendir. Sanayi-i nefise denilen sanatlar iki kısımdır: Birinci kısım oymacılık, ressamlık, heykeltıraşlık ve tiyatro gibi özel bir şekilde yapılan sanatlardır. Diğer kısım ise şiir ve musiki gibi tek bir şekil ve biçimde olmayıp, tam aksine hayal ve duygu yoğunluğu biçimindedir. Diğer bir deyişle güzel sanatlar genellikle "tasvir" adı altında toplanır. Çünkü bu sanatların bir kısmı heykel ve resim gibi özel tasvirlerle, diğer bir kısmı da şiir ve musiki gibi hayali tasvirlerden oluşur. İslam'ın doğuşundan önce medeniyet yoluna girmiş olan milletlerin tamamı yetenekleri oranında bu sanatlarla meşgul olmuşlardı. Özellikle Yunanlılar ve Romalılar güzel sanatlar alanında büyük beceri gösteren milletlerden idiler. Onlar heykel, resim, tiyatro alanında oldukça ileri gitmişler, şiir ve musiki alanına önem vermişler, bu tür sanat eserlerini toplayıp düzenlemişlerdir. İslam uygarlığı için "Yunanlılar ve Romalıların bıraktıkları binalar, heykeller, resimler vb gibi güzel eserler bırakmadığı, bu alanda çok geri kaldığı şeklinde ileri sürülen bazı iddia ve inançlar vardır. Oysa konu dikkatli bir biçimde gözden geçirilip değerlendirilecek olursa İslamların güzel sanatlar alanında en yetenekli toplumlardan olduklarını ve bu alandaki maharet açısından Yunanlılar ve Romalılardan geri kalmayıp tam aksine bazı dallarda onlardan daha da ileri gittiklerini görürüz. Örneğin bu sanat dallarından birisi olan mimaride oldukça önemli maharetler göstermişler ve kendilerine ait özgün bir mimari tarzı vücuda getirmişlerdir. Endülüs'te "El-hamra Sarayı" ile Kahire, Şam, İran ve Hindistan'da bulunan camiler gözden geçirildiğinde, mimarlık ve mozaik gibi mimari süslemelerdeki yetenek ve ustalıklar açıkça ortaya çıkmaktadır. Bunun dışında yine güzel sanatların dallarından olan kuyumculuk, dokumacılık vb alanlarda da büyük ustalıklar sergilemişlerdir. Ancak ressamlık sanatıyla çok fazla ilgilenmemişlerdir. Bunun nedeni de bilindiği üzere bu sanatın inançlarına göre haram kılınmış olmasıdır. Şiire gelince, Araplar doğuşlarından gelen bir yetenek olarak şiir sahasında hemen her dönemde zirveye çıkan milletler arasındadır. 


Musiki


Müslümanlar, özellikle de Araplar müzik dalında besteler yapma ve çeşitli müzik aletlerini imal ve icat etmede diğer uluslardan ileri seviyeye ulaşmışlardır. Müzik sanatı Arap dünyasında oldukça parlak bir devir geçirmiştir. Bilindiği üzere İslamiyet'ten önceki Cahiliye devirlerinde de musiki ile yakından ilgileniliyordu. İslami devirle birlikte Rum ve İranlılarla karşılaşmaları sonucunda söz konusu milletlerden pozitif bilimlerden öncelikli olarak musikiyi almışlardı. Bunun en önemli nedeni müzik aktarımının herhangi bir çeviri zahmetine gerek duymamasıdır. Bu alıntı işini ilk yapan zat Said bin Meshac adında güzel sesli müziğe meraklı Mekkeli bir köle idi. Emeviler hicri birinci yüzyılın son yıllarında, Abdullah bin Zübeyir devrinde Mekke'yi kuşattıkları zaman Sait, Mekke'de yaşıyordu. Söz konusu devirde büyük sahabi Abdullah bin Zübeyir Kabe'nin tamiratı için İranlıları görevlendirmişti. Bu tamir işi ile uğraşan İranlılardan birinin Farsça söylediği bir şarkıyı işiten Said, şarkıdan çok etkilenir ve makamını hemen Arap diline aktarır. Daha sonra Şam ve lran'a seyahatleri sırasında Rum ve Fars şarkılarını da öğrenir. Bunlar arasında Arap zevkine uygun olmayanları seçerek kendi yorum ve düzenlemesi ile beste ve şarkılar yapar. Bu durum sonrakiler için de bir örnek oluşturmuş, Said'in yolunu takip etmişlerdir. İslam devletinin zenginlik ve uygarlaşmasına paralel olarak oyun ve eğlence kültürü de gelişmiş, musiki alanında da ciddi terakkiyat olmuş, şarkı ve şarkıcıların sayısı da o oranda çoğalmıştır. Emevi devletinin sonları ile Abbasi devrinin ortalarında pek çok şarkıcı yetişmiştir. Erkeklerden İbn Süreye, Gariz, Mabet, Hakem, Felic bin Ebi'l Avra, Seyyad, Naşid, Ömer, İbrahim Musüli ve bunun oğlu İshak ve diğerleri. Kadınlardan Cemile, Habbabe, Selame, Akile vb bu devrin en ünlü şarkıcılar arasındaydılar. Pozitif bilimlerin Arapça'ya çevirisinin yapıldığı dönemde Yunanlılar ve Hintlilerin musiki eserleri de çevrilmiş, Yunan ve Arap musikilerinden de yararlanılarak yeni bir musiki bilimi oluşturulmuştur. Müslümanlar ayrıca bunu belli usul ve kurallara bağlı, İslam medeniyetine özgü bir bilim şekline sokmuşlardır. Öyle ki, musiki İslam uygarlığının bu döneminde zirve yapmıştır. Hatta İslamlar birçok bestenin yanında, çeşitli musiki aletleri icat etmekle yetinmemişler, musiki ile ilgili birçok eser de kaleme almışlardır. Başta halifeler olmak üzere musiki sanatına ciddi bir önem vermişler, sanatkarları teşvik etmek amacı ile önemli paralar harcamışlardır. Şarkıcıların şiir ve edebi sanatları belleklerinde tutan Arap dilinin inceliklerini bilen kişilerden olması bir ön şarttı. Bu nedenle Abbasi devletinde şarkıcılar, İbrahim bin İshak Musüli vb gibi sadece edebiyat ve dilde değil, İslam hukukunda da otorite sahibi kimseler olmak üzere, en seçkin ediplerden oluşuyordu. Bazı ses sanatçıları Ziryab gibi astronomide bile geniş bilgi sahibi kişilerdi. Çok kez halifeler bu ses sanatçılarını musiki sahasında yarışmaya davet eder, ustalıklarını gösterenlere ödül olmak üzere bol maaşlar verir, cariyeler hediye ederlerdi. Şarkıcı lbrahim Musüli'nin halife Hadi'nin devrinde aldığı maaş; - hediye ve çiftlik gelirleri dışında- on bin dirhemdi. Öyle ki bu ünlü şarkıcı Ziryap, Irak'tan Endülüs'e vardığı zaman Endülüs Emevi hükümdarlarından Abdurrahman bin Hakem bizzat kendisini karşılamaya çıkmıştı.

İslam musiki üstatları musiki bilimine daha önce bulunmayan birçok yeni ezgi kazandırdıkları gibi, dinleyeni etkileme açısından daha önce bilinmeyen çeşitli ses ve makamlar da icat etmişlerdi. Rivayete göre, öyle etkili ezgiler yapmışlardı ki, bunların bazılarını karnı tok olanlar ile su tulumu taşıyan sucular, bazılarını da uzananlar oturmadan ve oturanlar da ayağa kalkmadan söyleyemezlerdi.


Musiki (Müzik) Aletleri


Müslümanlar müzik aletlerinin birçoğunu İranlılar, Nebatlılar, Rumlar ve Hintlilerden almışlardı. Söz konusu ulusların her birinin kendilerine özgü çalgıları vardı. İranlılar ut ve sanc (çenk) ile, Horasanlılar çenk gibi ses veren yedi telli zene aleti ile, Taberistan ve Deylemliler tambur ile, Nebatiler ve Ceramika tambura benzeyen "irvarat" adı verilen müzik aletleri ile şarkı söylerlerdi. Rumların müzik aletleri on altı telli "evar", yirmi dört telli "silban" ve "rubab" gibi tahtadan yapılan beş telli "levza", on altı telli "kısare" (gitare), buzağı derisinden yapılan körüklerden oluşturulan "ergan" (org) aletlerinden ibaretti. Hintliler bir kabak üzerine gerilmiş bir "telli ut" ve "çenk" yerine kullanılan "kilge" adını verdikleri aletle müzik yaparlardı. Arapların müzik aletleri "def' (daire) ve "mezher"den (ut veya laguta) oluşuyordu. lslamlar bu çeşitli aletleri ve söz konusu milletlerin musiki kültürlerini bir araya toplayıp kaynaştırmışlar, aralarından iyi gördüklerini ve beğendiklerini seçip almışlar, kanun gibi bizzat kendilerinin icat ettikleri müzik aletlerinden başka, dışarıdan aldıkları çalgı ve müzik bilgisini de geliştirmişlerdi. Söz konusu kanun aletini icat eden ve düzenleyen kişi ünlü filozof Ebu Nasr Farabi'dir. Kanun günü¬müzde de aynı şeklini korumaktadır.

Farabi birtakım ağaç parçalarından oluşan bir başka alet daha icat etmiştir. Bu alet kurulup çalındığında kurulduğu tarza özgü nameler verir ve oldukça garip bir etki uyandırırdı. Rivayete göre Farabi, Hemedanoğulları hükümdarlarından Seyfüd-Devle'nin çalgı ve şarkı meclisinde bulunurken, oradakiler kendisini tanımazlar. O ise şarkıcıları beğenmez. Seyfüd-Devle, kendisine müzik konusunda bir şey bilip bilmediğini sorar. Farabi ise bir çuval çıkararak, içinden adı geçen çalgıyı çıkarır. Aleti kurar ve çalar. Mecliste bulunanların hepsi gülmeye başlar. Farabi bu kez aleti söker ve bir başka tarzda kurar. Bu kez çaldığında mecliste bulunanların hepsi ağlamaya başlar. Tekrar aleti söker ve bir başka tarzda kurup yine çalar. Bu kez de kapıcıdan en tepede oturan misafire kadar herkes uyuklamaya başlar. Farabi, mecliste bulunanları böyle uyuklar halde bırakarak çıkıp gider.

İslamlara ulaşan ut aleti eski usule göre, "tabayi-i erbaa"ya (dört tabiat veya aşama) karşılık sayılan dört telden oluşuyorken, ona bir tel daha eklemişlerdir. Ünlü şarkıcı Ziryab, Endülüs'te bulunduğu sırada kırmızı renkli bir teli diğer tellerin ortasına yerleştirerek ut aletine eklemiştir. Udun mızrabı daha önce ağaçtan yapılırken, karakuş kanadının tüyünden yapıp 

ilk kullanan kişi de Ziryab'dır. Endülüs'ün ünlü filozoflarından Ebu'l-Kasım Abbas bin Firnas vakitleri anlamak için de "miskal" adındaki aleti icat etmiştir.



CORCİ ZEYDAN İslam Uygarlıkları Tarihi CİLT2

Tarihu't-temeddünni'l-lslami

NOTLARLA GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİNE ÇEVİREN Nejdet Gök

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak