Müslümanlar İle Hıristiyanlar Arasında Kültürel İlişkiler
Endülüs Müslümanlarının İberya Yarımadası'nda bırakmış olduğu en önemli eserin kültürel miras olduğu, genellikle kabul edilen bir husustur: Endülüs kültür hayatının gelişmesine etki eden kendine has unsurlar vardır. İlk olarak, İspanya'nın fethi ve orada bir İslam toplumunun teşekkülü hadisesinin, Doğu İslam dünyasının iç ve dış dinamikleriyle gerçekleştirdiği hızlı ve çok boyutlu bir kültürel gelişim sürecinin yükselen evresine denk gelmesi; özellikle Endülüs Emevileri zamanında Doğu İslam dünyası ile Endülüs arasında yoğun bir şekilde karşılıklı toplumsal ve kültürel ilişkilerin cereyan etmesi; son olarak, İberya Yarımadası'nda üç büyük semavi din mensuplarının farklı ırki unsurlarla bir arada yaşamalarından kaynaklanan karma bir kültürün ortaya çıkması, Endülüs'te özgün ve yüksek bir medeniyetin doğmasını sağlayan etkenlerden ilk akla gelenlerdir. İslam'ın fikir, bilim, sanat ve maneviyat yönünden yükselip parlayıp yükselmesinin iki temel sebebi vardır: Birincisi, Müslümanlar fethettikleri yerlerde buldukları medeniyetlerde en iyi olan şeyleri alıp özümsemesini bilmişlerdir. Sasaniler'in Pers kültürü, Bizans'ın Grek kültürü, Hindu bilimi gibi. O yüzden, İslam bu medeniyetlerin bir dirilişine ve yeniden çiçeklenişine bir imkan sağlamıştır. İkincisi, İslam'ın getirdiği iman, maneviyat ve bunlardan doğan sanat eserlerinin özel şekilleri, Allah'ın o kesin birliği ve aşkınlığının geliştirdiği tasavvuf, İslam kültür ve medeniyetini özellikle VIII.-XIV. yüzyıllarda düşüncenin doruklarına taşımışlardır.
Doğu İslam dünyası ile İberya Yarımadası yerel kültürlerinin de katkılarıyla Endülüs kültürü ve medeniyeti, kendine özgü ve orijinal şekline kavuştu. Endülüs araştırmacılarından bazıları bunu orijinal Arap-İspanyol medeniyeti şeklinde adlandırmaktadırlar. Endülüs Emevileri döneminde gerçekleşen kültürel gelişme daha çok devletin merkezinde olurken, bu yönetimin sona ermesi ve Mülukü't-Tavaif'in ortaya çıkmasıyla yani, siyasi parçalanmayla birlikte kültürel gelişmenin alanı merkezden Endülüs sathına doğru yayılma imkanı buldu. Şöyle ki, Kurtuba sarayları kütüphanelerindeki kitaplar ile buralarda yaşamakta olan bilginler hemen her bölge ve şehirde bulunan emirlik köşklerine dağıldılar. Böylece, Endülüs'ün her bölgesi kültür-sanat faaliyetlerinin icra edildiği mekanlar haline geldi. Bilimsel eserlerden istifade edebilenlerin sayısı arttı. Bu dönüşümde, merkezi otoritenin çözülmesiyle hür düşüncenin üzerinden siyasi baskının kalkması olgusunun da etkisi olsa gerektir. Mülüküt-Tavaif'in elinden Endülüs idaresini alan Murabıtlar ile Muvahhidler dönemleri (1090-1238) ise, siyası parçalanmanın büyük oranda sona erdiği ve aynı zamanda kültür-sanat faaliyetlerinin aksamadan devam ettiği verimli bir dönem oldu denebilir. Çağın büyük filozofu İbn Rüşd'ün bu asırda yetişmiş olması, bu fikrin delillerinden birisi olarak değerlendirilebilir. Ancak, Endülüs'te İslam hakimiyetinin bu dönem sonrasında büyük oranda sona erdiği, bilginlerin de Doğu İslam ülkelerine göç ettikleri göz önüne alındığında, belki de şartlar müsait olsaydı gelişimini daha da ileri seviyelere götürebilecek durumda olan Endülüs kültür hayatı, bu dönem ile birlikte gelişme çizgisinin de sonuna ermiş oldu. Yani, pek çok araştırmacıya göre, 148 yıllık Mağribli hakimiyeti dönemi, siyası bakımdan Hıristiyan Reconquista'sının en önemli "hızlanma" evresine denk geldiği gibi, Endülüs kültür-medeniyeti bakımından da en yüksek noktayı temsil etmektedir.
Endülüs Emevileri zamanında gelişen kültür-medeniyet unsurları, Hıristiyan İspanya devletlerine ve oradan da Avrupa milletlerine yayılmıştır. Özellikle, 1085 tarihinde Tuleytula' nın ve 1118 tarihinde de Sarakusta'nın düşüşüyle birlikte, Endülüs İslam etkileri Hıristiyan hayatının her alanında kendini daha bariz bir şekilde göstermeye başlamıştı. Her çeşit kültürel ve insanı değerlerden yoksun bir halde sefalet ve kargaşayı yaşamakta olan Avrupa halklarına İslam kültürünün tıp, kimya, matematik, hendese ve ahlaki prensipler gibi hayati unsurları Endülüs kültür merkezi aracılığıyla ulaşmıştı. Bu gerçek, ana hatları ve ayrıntılarıyla hemen bütün modern tarihçiler tarafından itiraf edilmekte ve çeşitli platformlarda işlenmektedir. Endülüslü bilgin, filozof ve sanatkarlar kaynaklarda oldukça hacimli yer kaplamaktadır. Ünlü alim, filozof ve hukukçu İbn Rüşd; ünlü mutasavvıf ve mütefekkir Muhyiddin İbnü'l-Arabi; ünlü hukukçu ve tarihçi İbn Hazm; biyografi ve toplumsal hayat üzerine eser veren İbn Cülcül, İbn Ebu Usaybia, İbn Abdirabbih; yine ünlü filozof ve tabiplerden İbn Tufeyl, İbn Bike; ünlü tarihçilerden İbnü'l-Hatlb ve İbn İzari gibileri başta gelen örneklerdir. Ortaçağın diğer İslam ülkelerine oranla, Endülüs'ün kültür hayatında öne çıkan bir diğer husus da kültürlü kadınların çok olmasıdır.
Endülüs İslam kültürünün Endülüslü Hıristiyanlar üzerinde etkili olmaya başlamasından sonra Kurtuba veya Hıristiyan devletlerindeki Hıristiyan din adamları duruma tepki göstermişlerdir. Mesela, Rahip Alvaro, İberya Yarımadası Hıristiyanlarının dil, edebiyat ve kültür alanında kendi değerlerini bırakarak Müslümanlarınkini benimsemelerinden yakınıyordu.
Hıristiyanlarda olduğu gibi, aynı durum lberya Yahudileri için de söz konusuydu. Onların bilgin ve önderleri de, Yahudilerin kendi dil ve kültürlerinden uzaklaşmalarından şikayetçi olmaktaydılar. İbn Gabirol (411-462/1021-10709) bunlardan birisidir. O, Sarakustalı Yahudilerin kendi kutsal lisanları olan İbranice'yi bırakarak "Edam" dili dediği Endülüs halk dili Acemiyye'yi ve bazılarının da "Kedar'' dili diye isimlendirdiği Arapça'yı kullanır olduklarını ifade etmektedir. Ancak, kendisi de Arap dili ve edebiyatını çok iyi bilenlerdendi. Çünkü, el-Hariri'nin Makamat'ını İbranice'ye tercüme etmişti. Bu tür kimseler, tepkilerini bu seviyede bırakmadılar.
Gayri Müslimlerden bazıları, İslam'ı tahkir amaçlı bilimsel faaliyet içerisine de girdiler. Bunlara karşı Müslüman düşünür ve alimler de reddiyeler yazdılar. Mesela, Endülüslü İbn Hazm Gayri Müslimlerin bu tür gayretlerini boşa çıkarmak amacıyla: er-Reddü ala İbni'n-Nagrale el-Yahudi adlı reddiyeyi yazmış ancak, bundan önce dinler ve mezhepler tarihi üzerinde araştırmalar yaparak el-Fası fi'l-milel ve'l-ehva' ve'n-nihal adlı eserini kaleme almış, böylece onlarla münazara edecek seviyeye gelmişti. Bundan sonra Endülüs'teki Hıristiyan ve Yahudiler ile sürekli bir fikri tartışmanın içinde olmuştu. Bu arada, her ne kadar dar görüşlü bazı Müslüman alimlerce eleştiriye maruz kalsa da, yapmış olduğu ilmi ve fikri çalışmasının gereği olarak ileri derecede Latince öğrenmiş ve İncil ile Tevrat'ı orijinal dilinden okuyarak incelemişti.
Endülüs'teki gelişmeler bu minvaldeyken, Hıristiyan İspanya'daki kültürel durum Endülüs'tekinin tersi bir görünümdeydi. Ancak, Müslümanlar ile ve Endülüs medeniyetinden büyük ölçüde yararlanan Yahudiler ile içiçe yaşıyor olmaları, onlar için bu alanda büyük bir avantaj teşkil ediyordu. İspanyalılar, bu sayede Endülüslülerden ve Yahudilerden çok şey öğreniyorlardı. Öğrendikleri içerisinde kendilerinin insani ve medeni gelişmelerine yarayacak unsurlardan başkası da yoktu. Ancak, hal böyleyken tarihi olaylara olumsuz duygu ve önyargılarla bakan bazı Hıristiyan araştırmacılar, İspanyalıların Müslüman ve Yahudilerden dini milliyetçilikle birleştiren bir çeşit dini fanatizm öğrendiklerini iddia etmektedirler. Onlara göre, Endülüs'ten evvel İspanyalılarda din ile milliyetçilik arasında bir bağ mevcut değilken, Endülüslüler ile karşılıklı ilişkiler sonucu bu bağ kuruldu ve Hıristiyan İspanya devletlerinin savaş alameti haç oldu. Ardından da, Endülüs Müslümanlarına karşı yoğun bir haçlı savaşı başladı.
Gerçekte Hıristiyan İspanya devletlerine dini fanatizm ve radikalizmi aşılayanlar, onları hoşgörülü Endülüs Müslümanlarına karşı amansız bir haçlı savaşı içine sokan, bu yüzden Orta Doğu'ya yapılan haçlı seferlerine katılımlarını yasaklayarak asıl işlerinin Endülüs'ten Müslümanları atmak olduğunu ısrarla ve her fırsatta ifade edenler, Papalık ve Hıristiyan din adamlarıydı. Endülüs ve Avrupa'da cereyan eden tarihi olaylara bakıldığında, bu realitenin farkına varmak kolay olacaktır. Hıristiyanların, İslam medeniyeti temsilcisi olan Endülüslüler ile sıkı temaslarından kazandıkları kültürel değerlerden bazıları aşağıda verilecektir. Bunların içinde onları kültürel dejenerasyona uğratacak herhangi bir malzeme bulmak mümkün görünmemektedir.
Murabıt ve Muvahhid devirleri, Endülüslü sanatkarlara büyük eserler verebilecekleri bir ortam hazırlamıştı. Hükümdarlar, ilim ve sanatın hamiliğini üstlenmişlerdi. Endülüs'ün Mağrib' e oranla çok gelişmiş bir medeni seviyeye sahip olması, onların Endülüs kültürüne olan ilgilerini artırıcı temel bir etken olmuştu. Mağribliler'in yakın ilgi ve destekleriyle Endülüs bilim ve sanat hayatı canlılığını muhafaza ederek daha da gelişmişti. Kadınlarının bile yüksek bir kültürel düzeye sahip bulunduğu Endülüs halkından ve özellikle Müsta'ribler' den, iki toplum arasında mevcut olan etkileşim kanalları vasıtasıyla Hıristiyan İspanya devletlerine, onlardan da Avrupa'ya yayılan bir bilimsel birikim söz konusudur.
1. Dini Etkileşim
Bir arada ortaklaşa hayat süren farklı toplulukların, inançları arasında da etkileşim olması doğal bir olgudur. Müslümanların inancı, İslam'ın esasını teşkil eden tevhit fikrinin tesiriyle Hıristiyan İspanya devletleri içerisinde dini tevhit düşüncesine yönelen bir hareket ortaya çıkarmıştır. Zamanın papazlarınca "ilhadiye" yani, dinsizlik hareketi olarak adlandırılan bu düşünce mensupları, kuzey bölgesinde Sebtimaniye' de ortaya çıkmışlar, günah çıkarmayı reddetmişler ve günahları papazların değil ancak tek olan Allah'ın affedebileceğini savunmuşlardır.
Hıristiyan din adamlarının halk üzerindeki baskı ve etkinliğini kırma amacına hizmet eden yukarıdaki düşüncenin yanında, İslami inançların etkisiyle ondan daha önemli bir dini hareket daha ortaya çıkmıştır. O da, Migetus adında birisi tarafından çıkarılan ve Hıristiyanlığın teslis akidesini inkar eden görüştür. Bundan daha da dikkat çekici olanı ise, İsa'yı Tanrı'nın oğlu olarak gösteren "tebenni'' hareketidir. Bunun amacı, İsa'nın değerini düşürmek suretiyle Hıristiyanlık ile Müslümanlığın arasını birleştirmenin yolunu hazırlamaktı. Bu düşüncenin öncülerinden en önemlisi, Tuleytula Piskoposu Elipandus'tu. Elipandus, 780 tarihinde ortaya çıkarak Mesih'in mukaddes bir ruh ile dolu olduğu ve Tanrının onu kendisine oğul seçtiği fikrini yaymaya başladı. Sonuçta, mukaddes teslis inancı gereği Mesih'in bir ilah olduğuna inanan Katolik Kilisesi bu düşüncenin yayılarak etkili olmasıyla ikiye bölünmüştü. Savundukları fikirler ve bununla hedefledikleri değişimlere bakıldığında, bu düşünce hareketlerinin Yeniçağ' da gerçekleşen Reform hareketinin öncüleri olduğu sonucu çıkartılabilir.
Dini konularda etkilenen taraf, sadece Hıristiyanlar olmamıştı. Az da olsa bazı Müslümanların Hıristiyan inanışlarından etkilendikleri görülmüştü: Mesela, bir Hıristiyan düşüncesi olan ''halas" yani, kurtuluş düşüncesinin etkisiyle Müslüman müelliflerden birisinin benimsemiş olduğu fikir şöyle ifade ediliyordu: "Dini hayatın bozulduğu zamanlarda, insanların durumunu ancak bir nebi ıslah edebilir, zamanın nebisi yoksa bu ıslah işiyle tamamen kadı sorumludur. Kadı hak ile insanları aydınlatır, sulha, adalete ve tahallusa/kurtuluşa yönlendirir. Daha sonra kendisine baktığında görevini yapmış olarak umulur ki tahallus eder".
Hıristiyanlar üzerinde derin tesirler meydana getiren ve Endülüs ile İslam dünyasında Tasavvuf konusunda önde gelen isimlerden birisi olan Muhyiddin İbnü'l-Arabi, başta Füruhatü'l-Mekkiyye ve Füsusü'l-Hikem olmak üzere çok sayıda eser telif etmiş ve eserlerinde savunduğu "vahdet-i vücud" dini-felsefi içerikli nazariyesi asırlarca hem doğulu hem de batılı bilginleri meşgul etmişti.
Endülüs'e Gelen İspanyol ve Avrupalı Öğrenciler Vasıtasıyla Gerçekleşen Etkileşim
Endülüs medeniyetinin Avrupa ile ilişkileri konusunda ilk akla gelen husus, genellikle öğrenciler meselesi olmaktadır. Endülüs, İspanya ve Avrupa milletlerinin ihtiyacı olduğu bir zamanda bir bilim, kültür ve eğitim ülkesi olarak hizmet vermişti. Bu olgu, Endülüs Emevileri dönemi başlarından itibaren yavaş yavaş, özellikle 1085 tarihinde Leon-Kastilya kralı VI.Alfonso'nun Tuleytula'yı almasından sonra gözle görülür şekilde bir ivme kazanmıştı. 374 sene İslam hakimiyetinde kalmış olan kadim Vizigot başkenti Tuleytula, Endülüs İslam medeniyetinin önemli merkezlerinden birsiydi. Hıristiyanlara geçerek VI.Alfonso'nun yeni başşehri olduktan sonra, bu medeni merkez, zamanla İspanya devletleri ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilere hizmet veren bir bilim merkezi haline gelmişti. Ortaçağ Avrupa Hıristiyan dünyasında, sadece Latince olarak okuma yazma öğretmekle sınırlı, dini hayata yönelik ve erkek çocukların katılabildiği bir okul eğitimi söz konusuydu. Yeni bir bilgi üretilmesi söz konusu değildi. Bütün çaba, özü koruma ve aktarmaydı. Dış etkilere karşı savunma durumunda özü korumak tasasına bağlı olarak ortaya çıkan bu katılık, Engizisyon mahkemelerine kadar uzanan bir boyuta sahip olacaktır. Fakat, surların ve şatoların dışına taşıp yeni sömürgecilik ilişkilerinin başlamasıyla, çok geniş bir alana yayılan Hıristiyan toplum biriminde ideolojik birliği, tek bir toplum benliğini elde edebilmek için yeni bir araca gerek duyuldu. Belli bir görüş ve düşüncenin geniş bir alana ve geniş topluluklara bozulmadan standart biçimde yayılabilmesi ancak matbaa ile sağlanabilecekti.
Endülüs devletinin başşehri ve kültür merkezi olan Kurtuba'ya, Tuleytula' dan evvel Hıristiyan öğrenciler gelmeye başlamışlardı. Kastilyalı, Leonlu, Aragonlu ve Navarlı zeki gençler Endülüs'e gelerek Arapça öğreniyor, muhtelif alanlarda uzman alimlerden dersler alıyor, bu arada Endülüs eşrafına karışarak Müslümanların adetlerini benimsiyor ve birer Müsta'rib haline gelerek adeta Endülüslüleşiyorlardı. Yani, Müslümanların yaşantısına ayak uyduruyorlar, onlar gibi giyiniyor, yiyip içiyor, gezip eğleniyor ve hayat tarzı ve adabı muaşeret kurallarını benimsiyorlardı. Onların bu durumunu, barbarlıktan medeniyete geçiş olarak değerlendirmek mümkündür. Bu öğrenciler içinden, kendini yetiştirerek vezirlik makamına kadar yükselenler bile oluyordu.
Endülüs'te eğitim ve iş imkanları bol olduğu için Hıristiyan ülkelerden Endülüs'e gelen insanlar, hem eğitim alıyorlar ve hem de çalışacak bir iş bulabiliyorlar, böylece hayatlarını Müslümanlar gibi müreffeh şekilde yaşama fırsatını yakalayabiliyorlardı. Bu konuda onlara karşı herhangi bir kısıtlama veya ambargo koyulmuyordu. Bunun ilk örneklerinden birisi, 967-970 yılları arasında Kurtuba' da eğitim alarak Avrupa' ya dönen ve daha sonra II.Silvester (999-1003)243 adıyla Papa seçilen Gerbert'tir. Gerbert memleketine döndüğünde, öğrenmiş olduğu astronomi, matematik ve cebir bilgilerini duyan Hıristiyanlar çok şaşırmışlar ve bu bilimleri sihir saymışlardır.
Endülüs'ün Belensiye şehrini 1094 tarihinde işgal ederek bir süre elinde tutan ve maddi çıkar karşılığında herkes için savaşabilen;' Sid ile, 1104 tarihinde ölen Aragon kralı l.Pedro da Arapça'yı çok iyi konuşan ve Endülüs'te tahsil gören önemli kişilerdendi.
Tercüme Hareketiyle Gerçekleşen İlişkiler ve Etkileşim
İslam medeniyeti tarihinde tercüme hareketi denince, akla Abbasiler'in Bağdat'ı ile Endülüs gelmektedir. Bağdat'ta başlayan bilim ve felsefe alanlarındaki tercüme faaliyeti, Endülüs'te daha da yoğun şekilde sürdürülmüştü. Buna karşın, Avrupalı Hıristiyanlar dine aykırı kabul edildiği için bilim ve düşünce faaliyetlerini yasaklamışlardı. Bu sebeple, batı dünyası "karanlık çağ" denilen bir dönemi yaşamaktaydı ve genel olarak Müslümanların, özelde ise, kendi içlerindeki Endülüs- İslam medeniyetinin pek fazla farkında değillerdi. Ancak, V./XI. yüzyıl sonlarında Fransızlar ve Papalığın etki ve destekleriyle Haçlı fikrinin doğuşu, peşinden Reconquista hareketinin hızlanmasıyla, önce İspanyalılar ve sonra da Avrupalılar Endülüs' e, daha sonra doğu Türk ve İslam dünyasına Haçlı seferleri tertip ettiler.
İster Endülüs' e ve isterse Orta Doğu' ya karşı olsun, Haçlı Seferleri vesilesiyle Hıristiyanlar İslam medeniyetini yakından tanıma fırsatı buldular. Burada, Endülüs açısından sadece bir askeri ilişki tarzı olan Haçlı Seferleri ya da karşılıklı savaşlar dışında, Müslüman Endülüs ile Hıristiyan İspanya arasındaki medeni iletişim ve etkileşim kanallarını da hatırlamalıyız. Aslında, savaş bu kanallardan sadece biridir. Her durumda mümkün olan bütün yollarla taraflar arası ilişkiler gerçekleşmekteydi ve Avrupalıların İslam ülkelerini görmeleri önünde bir engel bulunmamaktaydı. Dolayısıyla, müreffeh-huzurlu hayatlarını görerek hayran kaldıkları Müslümanlar gibi yaşamak arzusuyla, bilim ve felsefe alanlarında onların eserlerini inceleyerek benimsemeye, bu çerçevede Arapça yazılmış eserleri Latince'ye tercüme etmeye başladılar. Tercüme faaliyetinin Bağdat' tan sonra iki önemli merkezinden biri Sicilya, en önemlisi de Endülüs idi.
Endülüs'te tercüme faaliyetleri IV./X. yüzyılda başlamış olmasına rağmen, daha sistemli ve yoğun bir şekle bürünmesi, Vl./XII. yüzyıl başlarına tekabül eder. Kurtuba ile Tuleytula, mütercim ve müelliflerin çalıştığı merkezler oldu. Endülüs Emevileri halifelerinin, özellikle Hakem el-Müstansır'in başşehir Kurtuba'da, Doğu-İslam bilim merkezleri olan Bağdat, Şam, Kahire, İskenderiye ve Konstantiniye'den topladıkları kitaplarla çok zengin bir saray kütüphanesi kurduğu bilinmektedir. Bundan başka, Kurtuba' da özel kitaplıklar da mevcuttu. İster Müslüman, ister Yahudi veya isterse Hıristiyan olsun her isteyen kişi kütüphanelerden yararlanabiliyordu. Bu sayede yüksek bilimsel düzeylere erişen Endülüslü bilginlerden bazıları şunlardır: Matematik, tabiat ve astronomi bilgini Mesleme b. Ahmed el-Mecriti (338-398/950-1007), saray tabibi Hasday b. Şeprut, astrolog İbn Vafid, astronom İbn Hami's. Kurtuba'nın bilimsel gelişme havasını bozan, X. yüzyıl sonunda başlayarak XI. Yüzyılın başında gittikçe vahim bir hal alan siyasi iç kargaşalar (el-fitnetü'l-kübra, el-fiten) oldu. Bu karışıklıklar sebebiyle, pekçok bilgin Kurtuba'yı terk ettiler ve daha elverişli ortama sahip diğer vilayetlere, bu arada daha çok eski Vizigot başkenti Tuleytula'ya göç ettiler. Bu ortamda yağmaya maruz kalan Kurtuba kütüphanelerinin kitapları diğer vilayetlere dağıldı. Tuleytula' da Müslümanların kurduğu kütüphaneler şehrin kaybından sonra da Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan bilginlerin uğrak mekanları olmaya devam etti. Şehrin Başpiskoposu Raimundus, Bağdat'taki Beytü'l-Hikme'ye benzer bir müesseseyi Tuleytula'da kurdu. Arap dili ve edebiyatının da öğretildiği bu kurumda çalışan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi mütercimler felsefe, astronomi, matematik, tıp, kimya, tarih, coğrafya ve edebiyat gibi bilim dallarıyla ilgili çok sayıda Arapça eseri Latince'ye çevirdiler! Bu tercüme çalışma!arı esnasında Tuleytula farklı din ve milletlerden bilginlerin kaynaştığı bir medeniyet merkezine dönüşmüştü. Tuleytula'dakinin benzeri tercüme okulları, VIl./XIII. yüzyılda İşbiliye ve Mürsiye' de de açıldı.
Esas olarak Yahudiler, ticari hayatta olduğu gibi bilimsel faaliyet alanında da Hıristiyanlar ile Müslümanların aracılığını yapan kesimdi. Grekçe ve Latince'den Arapça'ya aktarılan felsefi ve bilimsel eserler, V. /XI. yüzyılın sonlarından itibaren Müslüman bilginlerin elinde olgunlaşmış ve yenilenmiş halleriyle Arapça' dan Latince ve İspanyolca gibi diğer dillere çevrilmeye başlandı. Böylece, İslam medeniyetinin bilim ve felsefe alanlarındaki birikimleri batılılara aktarılmış oluyordu. Ortaçağ Avrupası, bu tercüme hareketi sayesinde eski Yunan felsefesini, özellikle Aristo'yu öğrenme imkanı buldu. Din ile aklı uzlaştırmaya dönük Müslüman filozofların fikirleri onların zihniyetlerinde inkılap meydana getirdi.
İbn Rüşd, Musa b. Meymun, İbn Bace ve İbnü'l-Arabi' gibi İslam filozoflarının, eserleri ve fikirleriyle Hıristiyanların fikir ve bilim hayatlarına asırlarca şekil verdiği bilinen bir husustur. Albert Magnus, Duns Scottus, Spinoza, Immanual Kant, Leon-Kastilya kralı X.Alfortso el Sabio, Dante ve Bacan gibileri, Endülüs-İslam filozoflarından etkilenerek eser veren Avrupalı bilginlerden sadece bir kısmını teşkil etrnektedirler.
Dil-Edebiyat, Bilim ve Sanat Alanında Gerçekleşen Etkileşim
Endülüs, toprakları üzerinde çok farklı unsurların barındığı ve müşterek kültürün hakim olduğu toplumsal bir ortamdı. Bir arada yaşayan üç büyük din mensubu toplulukların konuştukları Arapça, Berberice, İspanyolca, Portekizce, Latince, Fransızca, Katalanca gibi yedi lisanın karışmasından ortaya çıkan "Endülüs Acemiyyesi" (el-Latiniyye) adında yeni bir halk dilinin sihibi olmuş bir ülkeydi. Bu nedenle, oradaki edebiyatçı ve alimlerin, bütün lisanları kolayca öğrenme imkanları vardı. Birarada yaşama kültürünün (convivencia) doğal bir sonucu olarak Arapça'nın ve bazı Müslüman geleneklerinin yerli halk arasında yayılmış olması kadar, yerli halkın dili olan Latince'nin ya da bu dilin İspanya ağzı olan · Romance'nin konuşma dili olarak Müslüman halk arasında yayılmış olması da bir gerçekti. Dolayısıyla, Endülüs halkının kültür seviyesi de zamanın diğer devletlerine oranla oldukça yüksekti. Bu gerçeği, Endülüs devletinin eğitim, kültür ve sanat alanlarındaki seviyesini yansıtan tarihi' kayıtlardan anlamak mümkündür. Konuya ışık tutan kayıtlarla dolu toplumsal, bilimsel ve kültürel hayata dair pek çok eser mevcuttur. Said el-Endelüsi, İbnü'l-Faradi, Humeydi, İbn Bessam, İbn Beşküval, İbnü'l-Ebbar, İbn Abdülmelik, İbnü'l- Hatib, İbn Hallikan, İbn Ebu Usaybia, İbnü'l-Esir, İbn Dahiyye İbnü'z-Zübeyr, İbn Cübeyr ve Makkari gibi müelliflerin Endülüs tarihi ile ilgili olan eserleri veya eserlerindeki ilgili bölümler bu konuda ilk anda sayılabilecek olanlardır.
Ulaşılan yüksek eğitim seviyesi sayesinde, Endülüs'te dini ilimler yanında müsbet ilimlerde de pek çok bilgin yetişmişti. Devirlere göre bazı farklılıklar göstermiş olmakla birlikte genel olarak Endülüs'te de geçerli olan eğitim sisteminin temelini oluşturan unsurları amaçlarıyla birlikte şöyle saymak mümkündür. Okuma yazma ve dilbilgisi, öncelikli olarak kutsal metinlerin incelenmesi için; Aritmetik, mirasın Kur' an' a göre paylaşılmasını sağlamak için; Gökbilim, camilerin Mekke'ye doğru yönlendirilmesi ve takvimi düzenlemek için; tıp, hastalıkları tedavi etmek için öğrenilir ve öğretilirdi. Hiç şüphesiz, bu tahsilin başka alanlarda da yararlı olacağı kabul edilirdi. Murabıtlar döneminde özellikle edebiyatın nesir alanında çok ileri seviyede örnekler ortaya çıktı. Ayrıca, bu bilginler Doğu İslam dünyasına da çeşitli amaçlarla sıkça seyahatler yapmışlar, böylelikle kendi kültürel birikimleriyle doğuluların birikimlerini mukayese etme imkanı da bulmuşlardı. Bu tespiti, İslam alimlerinin hayatlarını anlatan kaynaklarda bulmaktayız. Böylelikle, Doğu İslam dünyası ile Endülüs arasında sürekli işleyen bir kültür köprüsü kurulmuş oluyordu.
Endülüs halkının bir nevi ortak lisanı olan Acemiyye, zamanla sokaklardaki her dinden ve her kesimden insan, hatta saray seçkinleri tarafından bile kullanılır oldu. Sonradan siyasi ve iktisadi hayatta da kullanıldı. Bazı saray çevrelerinde Galicia lehçesi gibi farklı tarzları da konuşulurdu. Ancak, bu durum beraberinde her milletin kendi dilini unutma tehlikesini de getirmişti. Bu sebeple, özellikle Hıristiyan kesimde bazı yakınmalar dile getirilmişti. Diğer lisanlar yanında, Acemiyye yüzünden Arapça da halkın ihmaline uğramış, resmi daire ve eğitim yerleri dışında pek kullanılmaz hale gelmişti. Arapça'nın Nahiv ilmi denen gramerini öğrenerek tedavülde kalmasını sağlayan ise, ancak devlet adamları ve bilginler olmuştu. O zamanlar Endülüs'te olduğu gibi, bugün de ülkemizde kendi dilimizi ve onun taşıdığı milli kültürümüzü, üzerimize çöken Batı kültürünün etkisiyle kaybetme noktasına yaklaşmaktayız. Yani, şu anda yaşanan kültür = kimlik dönüşümü ya da kaybıdır. Bunun sonunda veya sonrasında daha tehlikeli durumlarla karşılaşmayı beklememiz gerekmektedir. Son zamanlarda konuya hassasiyetle dikkatleri çeken Sayın Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu, bir aydın bilim adamı olarak milletimize büyük bir hizmet ifa etmektedir. Sinanoğlu'nun piyasadaki iki kitabı (Bir New York Rüyası "Bye Bye" Türkçe ve Hedef Türkiye) dikkatle okunmaya ve ders çıkarılmaya değerdir. Ancak, Endülüs ile bugünkü durum arasında temelde çok önemli bir fark vardır. O da şudur: Endülüs kültürü bir toplumsal kaynaşma sonucu toprakları üzerinde barış ve huzuru doğurmuşken, buna karşın bugün ülkemizi ve bütün dünyayı saran Batı kültürü kendi dışındaki dünyada toplum ve devlet çalışmalarına zemin hazırladığı için genellikle savaşa ve huzursuzluklara neden olmaktadır.
Endülüslüler, Endülüs Acemiyyesi'nin etkisiyle iki büyük orijinal edebi ürüne sahip olmuşlardı. Bunlardan birincisi "müveşşah" ve ikincisi "zecel"di. Müveşşah'ı ilk kullanan edebiyatçı Makdem b. Muafir Kaberi Darir (812-840), zecel'i ise İbn Abdirabbih (ö.356/967), Ramadi (ö.412/1021) ve İbn Kuzman (555/1160-564/1068) oldu. Müveşşah tarzında fasih Arapça kullanılır. Ancak, kaside gibi tekli kafiyeden yoksundur ve mucidi olan Kaberi, Acemiyye'den kelime alır, onu "merkez" diye isimlendirir, sonra da üzerine müveşşah'ı koyar ve böylece sanatını icra ederdi. Müveşşah'ı yaparken Acemiyye'den alınan merkez kelime ya da cümle, "harce" veya "kufi" diye isimlendirilir ve bu harceler Endülüs halk şarkılarından alınmaydı. Bu edebi dalda daha başka bilginler de yetişmişti.
Zecel'e gelince, zecel Acemiyye'nin daha çok İspanyolca'ya yakın şeklinden meydana gelen ve Endülüs'te kullanımı yaygınlaşan müveşşahların geliştirilmesiyle ortaya çıkmış olan edebi bir şiir biçimidir. Kendi dili içinde basit kafiyelerle yapılan beyitlerden oluşur. Gerçekte zecel, ancak Latin takviminde bulunan bayramlar ve mevsimlerden bahsetmesi; avam Arapça'sıyla karışık Acemiyye'den kelime ve cümleler kullanması; Arap edebiyatının ıssız diyarlarda yapılan yolculuklar, çöl ve bedevi hayatı, göç etme, ölüm ve ayrılık gibi geleneksel konularından uzak oluşu; buna karşın, daha çok Müsta'riblerin yaşayış ve adetleriyle Endülüslü Müslümanların günlük yaşantılarını ihtiva etmesi sebebiyle Endülüs'e mahsus bir edebi tarzdır. Burada, Endülüs şiirinin bir parçası olarak, Sefarad Yahudileri adıyla da anılan Endülüs Yahudilerine has ve bugün Batı'da Hebrew Poetry şeklinde ifade edilen bir türe de değinmeliyiz.
Endülüs dili ve edebiyatı, nasıl Hıristiyanların dil ve edebiyatlarından etkilenerek Acemiyye, Müveşşah ve zecel gibi ürünler verdiyse, İspanyalıların ve güney Frankların edebiyatı da Endülüs'ünkinden etkilenerek yeni ürünler vermişti. Bunun örneği, Pireneler bölgesinde doğan ve Terubador veya Teruver adı verilen şiir tarzıdır. Endülüs'ün müveşşah ve zeceline çok benzeyen bu şiir, zecel gibi duygusal içerikli ve enstrümanla söylenebilir özelliğe sahipti. İcra yeri ise, kral ve aristokratların saray ve malikaneleriydi. Bu şiir tarzının Müslümanlardan mı alınma, yoksa doğal gelişimle mi ortaya çıkma olduğu konusundaki batılı araştırmacıların tartışmalarında, bu şiirin Endülüs kültürünün etkisiyle ortaya çıkmış olduğu kanısı yaygın olarak işlenmiştir. Gerçekte konuları, beyitlerin dizin örneği ve kafiyelerin birbirini takip etmesi gibi özellikleriyle bu şiir tarzı, müveşşah ve zecellerin hemen aynısıdır.
Endülüs'ün sınır eyaleti Sarakusta, Endülüs dili ve edebiyatı mahsullerinin Hıristiyanlara tesiri ve naklinde önemli bir role şahip olmuştu. Çünkü, Hudiler'in elindeki şehir, her ırktan Hıristiyan süvarilerin uğrak yeriydi. Oradan aynı anda Katalunye, Aragon ve Navarın her bölgesine yayılan kahramanlık şiirleri ile besteler, Sarakusta sarayı ve konaklarında Endülüslülerce irşad ediliyordu. Böylelikle, Endülüslülerin şiir ve şarkıları komşu Hıristiyan beldelere yayılıyor, milli şarkı nağmeleriyle marşları zamanla Pireneler bölgesine, oradan da diğer Avrupa toplumlarına yayılıyordu.
İspanyol edebiyatında pişmanlık bildiren aşk şiir tarzı ile tarihi olayların anlatıldığı şiirler, tamamen Endülüs şiirinin etkisinde oluşum ve gelişim göstermişlerdir. Sadece şiir ile değil, kelime haznesi bakımından da Arapça'nın İspanyolca'ya etki ve katkısı büyük olmuştur. Arapça' dan İspanyolca'ya geçen kelimeler, bazı modern araştırmacılara göre İspanyolca sözlüğünün dörtte birini teşkil etmektedir. Ayrıca, Portekizce' ye, geçen otuz bin ve Katalanca'ya geçen sayısız kelime de hesaba katılmalıdır. Arapça kelimelerin söz konusu dillere geçişi, daha çok Müslümanların kendileri için edindikleri ve kendi dilleriyle isimlendirdikleri medeniyet ürünü maddi unsurların, adları değişmeden kuzeyli Hıristiyan devletlere intikal etmesi ve oralarda yayılması şeklinde olmuştur.
Bu türden kelimelerden sadece konuyu örnekleme amacıyla verilebilecek olan bazıları şunlardır: "Fünduk" kelimesi "fonda", "tahune" "tahona", "ta'rif" "tarifa", "ürz" "erros", "sükker" "azucar", "sakıye" "acequia", "hizane" "alacena", "mühadde" "almohada", "dükkan" "adoqurin", "kira "alquiler", "kadi" "akaide", "kubbe" (Lali ) "alcoba", ''bina" "aibanil", "fülan" "fulao". Bugünkü İspanyolca'da kullanılmayıp Portekizce'ye girmiş olan kelimelerden bazıları da şunlardır: "Katife" "alcatifa", "fünduk" "alfandaga", "hayyat" (terzi) "alfajate", "sahra" "safara" ve "ntıl" "arretel".
Konunun dağlar, tepeler, adalar, sahiller, nehirler, denizler, mağaralar, bahçeler, ağaç ve çiçekler, renkler ve yıldızlar, ovalar ve vadiler gibi tabiat mekanları; otlaklar, ekim alanları, köyler, şehirler, yapılar, sokaklar, yollar, köprüler, kaleler, değirmenler ve kuleler gibi insan ürünü eserler yönünden de örnekleri sayısız miktarlardadır. Mesela, dağ anlamındaki "cebel" kelimesi "jabalcon", "gibralbin" ve "gibralfaro" şeklinde İspanyolca'ya geçmiştir. "Müdevver'' kelimesi "Almodavar del Rio" şehrine isim olmuş, "vadi'' kelimesiyle başlayan "el-Vadi'l-Kebir'' "Guadal quivir", "Vadi'l-Hicare" "Guadalajara", "Vadi'l-Kanal" "Guadalcanal", ''Vadi'l-Kasr" "Guadalcazar", ''Vadi'l-Kutn" "Guadalcoton" pek çok coğrafi isim; ayrıca kılık kıyafet, hendese, mimari, süsleme gibi hayatın pekçok alanındaki eşya isim ve kavramları İspanyolca'ya Arapça'dan geçmiştir.
Avrupa' da Romen rakamlarının yerini alan bugünkü Hint menşeli Arap rakamları, halen kullanılan "algebra" (cebr), ''betelgeuse" (beytü'l-cevze/) ve "cenit" (semt) gibi terimler, sıfırın kullanılması gibi matematik ve astronomi sahasındaki Endülüs-İslam tesirleri hakkında fikir vermektedir. Astronomi sahasında Arapça'dan Latince'ye pek çok kitap tercüme edilmiş ve bu eserlerdeki terimler Arapça şekliyle muhafaza edilmiştir. Bu alanda büyük çalışmalar yapmış bilginler içinde meşhur olanları, Mesleme el Mecriti ile ez-Zerkali ve et-Tuleytuli'dir. V. /XI. yüzyılda Tuleytula'da kurulan Zerkali'nin rasathanesi, Hıristiyanlar üzerinde etkili olmuştu. Konunun önemli yazmalarını bularak inceleyen araştırmacı Jose Milas Villicrosa, bulduğu sonuçları El quebacer astronomico de la Espana Arabe adını verdiği kitabında toplamıştır.
Astronomiyle birlikte, tıp alanında da Endülüs Müslümanlarının İspanyol ve Avrupalılar'a intikal eden mirasları azımsanamayacak kadar çok olmuştu. Endülüslü Hıristiyan ve Yahudiler, daha evvel Hipokrat ve Calinus'un eserlerinden yararlanırken, Müslümanlar ile İberya'ya gelen tıbbi birikimi benimsemişler ve Müslümanlar ile birlikte buna büyük katkıda bulunmuşlardı. Tıp alanında yapılan tercümeler sayesinde, Avrupalılar'ın hastalık ve sebepleri hakkındaki gelenekleri zamanla değişmiş ve yerini modern anlamda İslam tıbbına bırakmıştı. Endülüs'te tıbbın gelişimi konusu, buraya sığmayacak kadar geniştir. Burada vurgulanması gereken, bu alanda Batı dünyasına geçen Endülüs tesirlerinin büyük olduğu gerçeğidir.
Endülüs'te toplumsal bilimlerin dil, edebiyat dışında tarih, coğrafya, biyografi, felsefe ve dini ilimler gibi alanlarında da büyük bilginler yetişmiş ve değerli eserler vücuda getirmiştir. Murabıtlar'ın Endülüs'e hakim oldukları ilk zamanlarda yaşamış olan bilginlerden Ebu Cafer Yusuf b. Hasday, Ebu's-Silt, İbn Bace, Ebu Mervan İbn Zühr, Ebu'l-Ula İbn Zühr, Ebu Mervan b. Ebu'l-Ula' İbn Zühr ve botanik bilgini lşbiliye'li İbnü'l-Avvam'dır. Muvahhidler zamanında yaşamış olanlar ise şunlardır: Hafid Ebu Bekr İbn Zühr, Ebu Muhammed lbnü'l-Hafid İbn Zühr, büyük bilgin ve filozof Ebu'l- Velid ibn Rüşd, Ebu Bekr Ebu'l-Hasen Zühri ve Maleka'lı botanikçi lbnü'l-Baytar. Bu bilginler, kendi zamanlarının en değerli şahsiyetleri olarak Endülüs kültürü ve medeniyetinin gelişimine büyük katkılar yapmışlardır.
İslam dünyasının Batı'ya tesirleri kendisini en fazla felsefe alanında göstermiştir. Doğu-İslam dünyasında Farabi (ö. 850), Kindi (ö. 873) ve İbn Sina (ö. 1037) gibi büyük filozoflar yetişmiştir. Ancak, İslam felsefesinin Batı düşüncesini etkilediği merkez Endülüs'tür. Çünkü, Avrupalılar Doğu felsefelerini ancak Endülüs kanalıyla öğrenme imkanı bulmuşlardır. İslam dünyasındaki dil, din ve kültür birliği fikir alışverişini, bilginlerin ve kitapların doğudan batıya intikalini kolaylaştıran bir unsurdu. İslam felsefesi alanında Endülüs'ün yetiştirdiği üç büyük filozof vardır. Bunlar İbn Bace, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'tür. Bunların Batı felsefe tarihindeki tesirleri çok büyüktür. Özellikle İbn Rüşd, kendisine yöneltilen eleştiri, töhmet ve zındıklık (dinsizlik, dinden çıkma) suçlamalarına rağmen fikirlerini özgür iradesine dayanarak geliştirdiği için, fikir hürriyetinin de öncüsü sayılmaktadır. Filozofların filozofu Aristo'yu İslam dünyası ve daha sonra da Batı'ya fikirlerini geliştirerek aktaran İbn Rüşd olmuştur. Onun kanalıyla Avrupa'ya geçen felsefi düşünceler, kilise tarafından sakıncalı görülerek yasaklanmasına rağmen yayılma fırsatı bulmuştur. Bu olgu, Avrupa' da kiliseye karşı başlatılan düşünce özgürlüğü mücadelesinin tetikleyicisi olmuştur.
Sanat alanında Endülüs'ün eriştiği noktanın, o zamanın dünyasına göre ne derece ileri bir seviyede olduğu gerçeğini, hemen bütün modern yazarların eserlerinde görmemiz mümkündür. Endülüs-İslam süsleme sanatının ağaç, mermer ve maden üzerine oymacılıkta olgunlaşan ürünleri İspanyalılara da geçmiştir. Burada, İslam geleneği Hıristiyan kültürüyle etkileşim ortamına girmiş ve Endülüs süsleme sanatı özgün şekliyle ortaya çıkmıştır. VI./XII. yüzyıldan itibaren bazı İspanyol ve Portekiz krallarının yaptırdıkları saraylar, Kurtuba saraylarının adeta birer kopyası mahiyetindeydi. Kufi hatlı frizlerle tezyin edilmiş ve hatta kitabeleri dahi Arapça yazılmış olan bu saraylara en güzel örnek, Sevilla Alcazar'ıdır. Endülüslüler Vizigot, Fransız, Bizans ve Venedik süsleme tarzlarını da görmüşler ve onlardan bazı iktibaslar yapmışlardır. Ancak, zamanla geliştirdikleri kendilerine has tarzlarıyla İspanyol ve Avrupalılar'ı etkilemişlerdir. Endülüs mimarisinin tesirleri, İberya Yarımadası ile sınırlı kalmayıp kuzey Afrika'ya, Doğu İslam dünyasına ve hatta Amerika kıtasına ulaşmıştır.
Endülüs, bütün İslam dünyasıyla paylaştığı ortak sanat değerleri dışında kendine has bir zevkin sahibi de olmuştur. İslam dünyasının en uzak yerinde ve Avrupa Hıristiyan alemiyle sürekli temas halinde olmasının verdiği bir hoşgörü psikolojisi içerisinde bulunması, bu özgünlüğünün şekillenmesinde etkili olmuştur. Endülüs sanatına Murabıt ve Muvahhidler'in katkıları, sanat tarihi içinde "Endülüs'te Mağribi Sanatı Dönemi (1090-1229)" adıyla da anılacak kadar belirgin olmuştur. Mağrib'teki imparatorluk merkezine bağlı bir eyalet şeklinde yönetilen Endülüs, her alanda olduğu gibi sanatta da Mağribi renge boyanmıştır.
Bu iki devrin sanatı, Hıristiyanlar ile sıkça yapılan çatışmaların tehdidi altında askeri amaçların öncelik taşımasına rağmen, sivil alanda da önemli eserler vermiştir. Daha çok tezyinatta kendini belli eden farklı üslup, geniş çaplı imar faaliyetlerine sahne olan özellikle Muvahhidler döneminin karakteristiğini şekillendirmiştir.
Reconquista
Endülüs'te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri
Dr. LÜTFİ ŞEYBAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder