20 Ocak 2024 Cumartesi

ENÜMA ELİŞ

 



Çivi yazısıyla yazılmış Sami yazıtları arasında, Babilliler ve Asurlular tarafından Enuma  eliş ("Vaktiyle yukarda ... ") adıyla bilinen -adını da şiirin başlangıç sözcüklerinden alan- destan kadar geniş ilgi uyandırmış yazıt azdır. Dilbilimsel değiniler dışında, Enuma Elişin böyle yaygın biçimde tanınıp ünlenmesi kısmen Mezopotamyalıların teogoni ve kozmogoni konularındaki görüşlerinin incelenmesi -dolayısıyla da, genel olarak eski Yakın Doğu dinlerinin karşılaştırmalı incelemesi- açısından taşıdığı büyük anlam ve önemin sonucu olmakla birlikte, bu ilgi her şeyden önce Enuma Elişin, Tekvin Kitabı'nın ilk iki bölümünde  anlatılanlarla bazı benzerlikler göstermesinden ileri gelmektedir.


TABLETLERİN BULUNUŞU


Bu büyük destan yedi kil tablet üzerine kaydedilmiş olup, hepi topu binden biraz fazla satırı kapsamaktadır. Gün ışığına çıkan ilk parçalar 1848 ile 1876 yılları arasında Austen H. Layard, Hormuzd Rassam ve George Smith tarafından Kral Asurbanipal'in (M.Ö. Yak. 668) Ninova'daki büyük kütüphanesinin yıkıntıları arasında bulunmuştur. 1902'den 1914'e kadar-Asur ülkesinin eski başkenti- Aşur'da kazı yapan Alman heyeti de araştırmaları sırasında toprak altından, Babil öyküsünün Asurca bir değişkesine ait birtakım parçalar (özellikle I, VI ve VII. tabletler) çıkardı; bu değişke, kimi nüshalarında Babil tanrılarının kralı Marduk'un yerine Asur tanrılarının kralı Aşur'un konmuş ve Labmu'yla Lakamu'nun da Aşur'un ana-babası diye gösterilmiş olmasıyla ayrılmaktadır. 1924-1925'te,  destanın bir Yeni Babilce değişkesine ait hemen hemen tamam iki tablet, I ve VI. tabletler, Oxford Üniversitesi'yle Chicago Field Museum'un ortak araştırma heyeti trafından Kiş'te bulundu. Nihayet, 1928-1929'da Almanlar VII. tabletin oldukça büyük bir Yeni Babilce parçasını Uruk'ta (Kitabı Mukaddes'teki Erech) buldular. Bütün bu buluntular ve başka parçaların da (ki çoğunun nereden geldikleri belli değildir) antikacılardan satın alınması sayesinde, destan hemen hemen bütünlüğü içinde yeniden kurulabildi; büyükçe bir bölümü bugün de eksik olan tek tablet V. tablettir.


ELDE EDİLEN MALZEMENİN YAYIMLANMASI


Destanın anlattığı öyküyü  ilk yayımlayan British Museum'dan George Smith oldu; Smith 1875'te Daily Telegraph'a yazdığı bir mektupta yaradılış dizisine ait yaklaşık yirmi parçanın içeriklerini betimledi. 1876'da da Tbe Chaldcan Account of Genesis [Tekvin'in Kaldelilere Göre Anlatımı] adlı kitabı çıktı; eser tanılanabilmiş olan tüm parçaların çevirisini ve tartışılmasını içeriyordu. Bütün bu malzeme oldukça bölük pörçüktü, fakat içeriklerinin Eski Ahit'in ilk bölümleriyle benzerliği yanılgıya meydan vermeyecek kadar açıktı; bu yüzden, benzerlik söz konusu olmasaydı ilgilendirebileceğinden çok daha geniş bir incelemeci ve araştırmacı çevresini hemen kendine çekti. O zamandan beri, hele yeni tabletler ve tablet parçaları da bulunmağa devam ettikçe, bu öykü pek çok Asurbilimci tarafından kopyalanıp çevirildi.

1890'da Peter Jensen, Die Kosmologie der Babylonier [İlk ve Son Çağlarda Yaratılış ve Kaos] (Strassburg) adlı eserinde öykünün, harfçevrimi ve açıklamasıyla birlikte, bir çevirisini yayımladı. Beş yıl sonra Heinrich Zimmern, Hermann Gunkel'in Schöpfung und Chaos in Urzeit und Endzeit [İlkçağ ile Sonçağda Yaratılış ve Kaos] (Göttingen, 1895) adlı kitabında, öykünün yeni ve iyileştirilmiş bir çevirisini ortaya koydu. Hemen ertesi yıl Friedrich Delitzsch, Das babylonische Weltschöpfungsepos [Babil (Dünya) Yaratılış Destanı] (Leipzig, 1896) adlı eserini çıkardı. Birkaç yıl içinde bu yayınlar jensen'in, Assyrisch-babylonische Mythen und Epen (Asur-Babil Mit ve  Destanlarıl)(Berlin,  1900) adlı kitabındaki derin görüşlü ve bugün de çok değerli Enuma eliş incelemesi tarafından eskitildi; bu çalışma bir harf-çevrimi, bir çeviri ve ayrıntılı bir açıklamayı kapsamaktadır. Yüzyılın başlarında L. W.  King de iki ciltlik  The Seven Tablets of Creation [Yaratılışın Yedi Tableti] (Londra, 1902) adlı eserinde çok sayıda yaradılış parçasını yayımladı; ciltlerin birincisi başlıca harfçevrimlerini, çevirileri ve tartışmaları kapsarken, ikincisi sadece çiviyazılı metinleri içermektedir.

Bu konuyu işleyen daha yakın tarihli yayınlar şunlardır: A. Ungnad,  Die Religion der Babylonier und Assyrer [Babil ve  Asurluların Dini]  (Jena,  1921); Erich Ebeling, Das Babylonische  Weltschöpfungslied [Babil'e Göre Dünyanın Yaratılışı], Bruno Meissner, Altorientalische Texte und Untersuchungen [Eski Doğu Metin ve Çalışmaları], 11, 4 (Breslau, 1920; Hugo Gressmann'ın, Altorientalische Texte zum Alten  Testament (Berlin ve Leipzig, 1926) adlı eserinin Ebeling tarafından gözden geçirilmiş basımı; S. Langdon, The Babylonian Epic of Creation [Babil Yaratılış Destanı] (Oxford, 1923) ve Babylonian Penitential Psalms to Which Are Added Fragments of the Epic of Creation from Kish [Kiş Yaratılış Destanına Eklenmiş Babil Pişmanlık tahileri] (Paris,  1927); Sir E. A. Wallis Budge,  The Babylonian Legends of the Creation [Babil Yaratılış Efsaneleri] (Londra, 1931); Anton Deimel, "Enuma EliS" und Hexaemeron [Enuma Eliş ve Hekseneron] (Roma, 1934); G. Furlani, Il Poema dela ereazione [Yaratılış Destanı] (Bologna, 1934); Rene Labat, Le Poeme babylonien de la creation [Babil Yaratılış Destanı] (Paris, 1935).



ÖYKÜNÜN ÖZETİ


Destan, ilk tanrısal anababa Apsü ile Ti'amat ve oğulları Mummu'dan başka hiçbir şeyin bulunmadıgı zamanlara kısa bir değinmeyle başlar. Apsü öncel çağın tatlı su okyanusu, Ti'amat da tuzlu su okyanusuydu; Mummu ise olasılıkla, iki su kütlesinden yükselip üzerlerinde dalgalanan buguyu veya sisi temsil ediyordu; özellikle VII. tablet: 86'da bulutlarla doğrudan ilişkilendirilmiş olması bunu göstermektedir. Bu üç tür su biri-birine karışarak, daha sonra evrenin yapısında kullanılacak bütün öğeleri içeren uçsuz bucaksız ve belirlenmemiş bir kütle oluşturdular. Henüz ne yer ne de gök vardı, bir sazlık bataklık bile görünmüyordu. Bir zaman sonra Apsü ile Ti'amat bir erkek ve kız kardeş çifti olan Labmu ile Labamu'yu dünyaya getirdiler. Bu ikisi büyümekteyken bir başka erkek ve kız kardeş çifti daha doğdu: Anşar ve Kişar; bunlar boyca öteki çocukları geçtiler. Bu iki tanrısal çiftin aslında ne oldukları henüz tahmin ve spekülasyon konusudur.

Yıllar sonra Anşar'la Kişar'ın bir oğulları oldu. Olasılıkla babası Anşar'a çok benzeyişine atfen, ona Anu adını verdiler. Anu gök tanrısıydı; o da kendi benzeri Nudimmud'u dünyaya getirdi. Enki ve Ea adlarıyla da bilinen Nudimmud olağanüstü güç ve bilgelik sahibiydi; yeraltındaki tatlı suların ve sihirbazlığın tanrısı, aynı zamanda Mezopotamya tanrılarının da en akıllısı ve bilgesi oldu.  Üyesi olduğu tanrılar topluluğunun içinde rakibi yoktu; hatta sahip olduğu üstünlükler nedeniyle kendi atalarının bile "üstadı", efendisi sayılıyordu.

Genç tanrılar, yaşam ve canlılık dolu olduklarından, doğal olarak neşeli ve gürültülü toplantılardan hoşlanıyorlardı. Fakat bu eğlenceler yaşlı, aylak ve rahatlarına düşkün ana-babalarının ve büyük ataları Apsü ile Ti'amat'ın ciddi biçimde keyiflerini kaçırıyordu. Rahatsız edici bağırış çağırışları azaltmak için barışçı yollar denendiyse de sonuç alınamadı. Sonunda kafası iyice kızan Apsü kesin ve acımasızca eyleme geçmeye karar verdi.

Oğlu ve "veziri" Mummu'yla birlikte Ti'amat'ın huzuruna çıkıp ona öyle bir düzen önerdi ki, ana yüreği acıyla dolan Ti'amat büyük bir öfkeyle haykırarak eşine çıkıştı: "Kendi dünyaya getirdiklerimizi neden yok edecekmişiz? Davranışları gerçekten üzücü, ama bunu hoş karşılayalım!" Fakat veziri tarafından da desteklenen Apsü katı bir inatçılıkla, dile getirdiği amacından dönmedi: "(Onları) yok edeceğim ve davranışlarına son vereceğim ki, huzur sağlansın ve biz de uyuyabilelim!"

Haber duyulunca tanrılar büyük bir korku ve telaşa kapılarak kargaşa içinele oraya buraya koşuşmağa başladılar. Sonunda sakinleştiler ve kara kara düşünerek sessizce oturdular; hiçbirinin aklına bir kurtuluş yolu gelmiyordu. Bereket versin, o çaresiz anlarda, Apsu'nun bile "üstaklı" olan biri bulundu: Ea'ydı bu, "sonsuz zekalı, becerikli (ve) bilge" sihir tanrısı ... Saldırıya karşı korunma sağlamak üzere Tanrıların çevresine bir tür sihirli çember çizdi, sonra da olağanüstü güçlü ve kutsal bir sihirli yın düzdü. Bu yın okudu ve uyku verici bir güç olarak Apsü'nun üzerine inmesini sağladı. Ea sihirli yınnı okudukça Apsu büyünün gücüne yenildi ve derin bir uykuya daldı. O böyle derin uykuda yatarken Ea onun kırallık tacını* başından, yaydığı doğaüstü ışınını da üstünden alarak kendisi giyindi. Böylelikle Apsü'nun gücüne ve görkemine sahip olunca, bütün tanrıların babasını öldürüp vezirini de hapsetti. Ea zaferini en başta, söylenen sözde içkin olan yetke ve güç sayesinde, yani söz büyüsü yoluyla, kazanmıştı. Ti'amat'a zarar verilmedi, çünkü o Apsü'nun  niyet ve düzenlerine sıcak bakmamıştı. Ea bu işin ardından, öldürülmüş Apsü'nun üstüne büyük ve geniş bir yapı kurarak buna "Apsü" adını verdi ve burayı kendisi ve öteki tanrılar için kutsal ziyaretgah olarak belirledi. Orada, eşi Damkina'yla birlikte, görkemli yaşamını sürer oldu.

Öte yandan o ara "tanrıların en bilaesi" Marduk da doğmuştu; günü geldiğinde tanrıları daha da korkunç bir düşmandan kurtaracak ve kalabalık Babil tanrılarının başına geçecek olan tanrıydı o. "Onu doğurtan, babası Ea'ydı; doğuran da  anası Damkina.  Tanrıçaların memelerini emdi"; böylelikle ek tanrısal güç ve nitelikler de edindi. Marduk etkileyici bir kişilikti, şimşek gibi çakan gözleri ve yüreklere korku salan bir haşmeti vardı. Babası ona baktığında "sevinç duyar, yüzü güler, yüreği şenlenirdi." O zaman, besbelli sihir yoluyla, Ea oğluna tanrılardan iki kat eşitlik bağışladı; bu özellik Marduk'un iki yüze ve olağan olanın iki katı boyutlarda organlara sahip oluşunda kendini gösteriyordu, öyle ki o "tanrılar arasında yüceltilmiş olandı".

Bunlar olurken Ti'amat da, herhalde kocasının öldürülmüş olmasından dolayı, rahatsızdı. Gece gündüz yerinde duramıyor, ortalıkta dolaşıp duruyordu. Kingu'nun elebaşılık yaptığı bazı tanrılar (krş. VI. Tablet: 23-30) kötülük olsun diye onu kocasının öcünü almağa kışkırttıklarında huzursuzluğu iyice arttı. Ti'amat kışkırtmaya kapıldı ve gerek eşinin ölümünden sorumlu olan gerek bunu hoş karşılayan tanrılara savaş açmağa karar verdi.

Başkaldıran tanrılar bu kez açıkça Ea'dan ayrılıp Ti'amat'ın tarafına geçtiler; kızıp bağırıştılar, gece gündüz demeden kumpas kurdular; "toplantı yapıp çatışmayı tasarladılar." Ti'amat da kendi yönünden, yaklaşan çarpışma için, on bir tür dev yılan ve yırtıcı ejderhalar dünyaya getirdi. Kingu'yu ululayıp kendine yeni eş olarak aldı, savaşın başkomutasını ona verdi, onu tüm tanrılar üzerine egemen kıldı ve tüm canların çektiği yazgılar tabletini de, bütün sihirli güçleriyle birlikte, ona armağan etti. Çok büyük ve güçlü bir cinler ordusu birdenbire ortaya çıkıvermişti.

Ti'amat nerdeyse saldırıya geçmeye hazırdı ki, birisi Ea'ya tehlikenin kapıda olduğunu haber verdi. Bilgili ve becerikli Ea, Apsü'yu yenen kahraman, yaklaşan büyük tehlikeyi duyunca, korku ve sıkıntıdan soğukkanlılığını yitirdi, zihni uyuştu. Konuyu kafasında evirip çevirdikten ve kendine yeniden hakim olduktan sonra, büyükbabası Anşar'a gidip kendisine verilen bilgiyi sözcüğü sözcüğüne tekrarlayarak, "Ti'amat'ın bütün tasarladıklarını" ve yaptığı hazırlıkları anlattı. Anşar sarsıldı, derin kaygı ve üzüntü ifadeleriyle bunu dışa vurdu ve Ea'dan düşmana karşı gitmesini istedi. Ea büyükbabasının sözünü dinledi, ama bu girişim, Apsü'ya karşı o denli kesin bir zafer kazanmış biri tarafından yapılmasına  karşın, başarısızlıkla sonuçlandı. O  zaman Anşar oğlu Anu'ya dönüp onu barışçı yollar tutsun diye teşvik ederek şöyle dedi: "[Git] ve Ti'amat'ın önünde dur [ki] ruhu [sakinleşsin ve yüreği yumuşasın. [Eğer] senin sözünü dinlemezse, ona bizim [sözümüzü (?)]söyle, ki sakinleşsin." Böylece Anu hem kendi yetkesi hem de tanrıların önderinin yetkesiyle donanmış olarak gitti. Fakat, Apsu'nun aksine, Ti'amat ne denli büyük olursa olsun sadece yetkeyle, ne derece etkili olursa olsun sadece sihirle yenilemezdi; fiziksel güç kullanılarak hakkından gelinmesi gerekti. Anu dehşete kapılmış olarak döndü ve görevden affını diledi. Anşar sessizliğe büründü, başını saliayarak gözlerini yere dikti. "Bütün Anunnaki'ler orada toplanmıştı. Dudakları yumuluydu, sessizce [oturuyorlardı]." Tanrılar daha önce hiç böyle darda kalıp bunalmamışlardı. Arkadan gelecek olan zaferin büyüklüğünü daha açık göstermek için, metinde bu tablo son derece karanlık terimlerle ve iç karartıcı renklerle çizilmektedir.

Bunalımın doruğa vardığı o  anda, Anşar'ın aklına umut verici bir fikir geldi. Daha önce yiğitliğini kanıtlamış olan (krş. Il. tablet: 95) ve bu kez de mutlaka boş dönmeyeceğini düşündüğü yiğit Marduk'u hatırladı. Marduk Ea'nın huzuruna çağrılıp babası tarafından bilgilendirildikten sonra Anşar'ın huzuruna çıktı. Anşar Marduk'u böyle tüm kuvveti dışa vurmuş ve her yanından güven fışkırır halde görünce, "yüreği sevinçle doldu; (onun) dudaklarını öptü, korkusu dağıldı"; Marduk da büyükbabasının içini rahatlattı: "[Anşar], sessiz kalma, dudaklarını aç; ben gidip senin gönlünde yatan her şeyi gerçekleştireceğim! [Ey atam, yaratıcı, memnun ol ve sevin; yakında Ti'amat'ın ensesine ayağını basacaksın!"] Gençliğine karşın Marduk'un tanrıları güçlü düşmanlarından kurtaracağından hiç kimsenin kuşkusu yoktu. Üstelik o hemen savaşa gitmeye ve tanrıları felaketten uzaklaştırmaya hazırdı. Fakat ücreti çok yüksekti: Tanrılar üzerinde en büyük  ve tartışılmaz yetkeyi istiyordu.  Anşar bu  istegi  kabul etti (krş. III.  tablet:  65-66), fakat kararın tanrılar kurultayında onaylanması gerekti.

Bu yüzden Anşar veziri Kaka'yı çok uzakta yaşadıkları için yaklaşan kavgadan haberleri olmayan Labmu'yla Labamu'ya ve bütün öteki tanrılara gönderdi. Kaka onlara durumun vahameti hakkında bilgi verecek ve hepsini Anşar'ın huzuruna çağıracaktı. Giriş niteliğinde birkaç uyarıdan sonra, Anşar Kaka'ya Ti'amat'ın düşmanca etkinlikleri hakkında kendisine anlatılanları olduğu gibi aktararak, bu haberi sözcüğü sözcüğüne Labmu'yla Labamu'ya tekrarlamasını söyledi. Kaka da gidip Anşar'ın söylediklerini tüm ayrıntılarıyla onlara iletti. Bu birden bire patlak veren ve benzeri olmayan bunalımı duyan tanrılar da şaşırıp dehşete düştüler, bağrışıp çağrıştılar ve acıyla ah vah ettiler. Yola çıkıp Anşar'ın huzuruna geldiler, Kurultay Sarayını doldurdular.

Karşılaştıklarında öpüştüler ve Anşar'ın kendilerini gerekli havaya sokmak için  hazırlamış olduğu şölen sofrasına oturdular.  "Tatlı şarap korkularını dağıttı; kuvvetli içkiyi içtikçe vüdutları şişti. Aşırı derecede umursamaz oldular, moralleri yükseldi; öçlerini alacak olan Marduk için yazgıyı belli deyip ilan ettiler."

Şölenden sonra tanrılar Marduk için  hakanlara layık bir sayvanlı taht kurdular ve genç  tanrı atalarının önünde bu tahta oturup verilen egemenliği kabul etti. Tanrılar törenli bir söylevle ona tanrılar içindeki en yüce konumu bağışladılar ve "koca evrenin bütünü üzerine krallık" verdiler. Bu güce gerçekten sahip olup olmadığını görmek  için tanrılar Marduk'u sınadılar. Orta yere bir giysi koydular. Marduk'un bir buyruğuyla giysi tahrip oldu, ikinci buyruğuyla da eski haline döndü. Tanrılar onun sözünün güç ve etkisini görünce sevindiler ve tanrıların kralı Marduk'u alkışlayıp ona saygılarını sundular. Asa, taht ve krallık giysisinden(?) oluşan krallık nişanlarını da kendisine verdiler, bunlara "düşmanı vuran karşı durulmaz bir silah" da ekleyerek dileklerini söylediler: "Git ve Ti'amat'ın hayatını kes!" Marduk döğüşe hazırlanmak üzere kalkıp gitti.

Kendine bir yay yaptı, okuna bir temren taktı ve sağ eline kalın bir sopa aldı. Yayıyla okluğunu omuzuna astı; fırtına tanrısı gibi önü  sıra şimşeği gönderdi;  gövdesini yakıcı bir alevle doldurdu; bir ağ yaptı ve onu Anu'nun armağanı olan dört  yele taşıttı; bunlara yardımcı olsun diye yedi yel de kendisi yarattı; yağmur selini boşandırdı ve kanı donduran dört efsanevi yaratık tarafından çekilen korkunç fırtına arabasına bindi. Korku salıcı bir örme demir zırha bürünmüş, başının etrafında göz kamaştırıcı bir parlaklık ve çeşitli ürkütücü özeliklerle de donanmış olarak, çevresinde pervane olan tanrılar kalabalığıyla birlikte, Marduk yenilmez görünen Ti'amat'la karşılaşmak üzere yola çıktı.

Marduk'un böyle bütün dehşet salıcı gücünü ve göz kamaştırıcı görkemini kuşanmış olarak ortaya çıkışı bile Kingu'yla ona yardım edenlerin aklını şaşırttı. Yalnız Ti'amat sarsılmadı; iğneleyici sözlerle takılarak onu kutladı ve -görünüşe göre- kuvvetli bir kükremeyle genç tanrıyı korkutmak istedi. Fakat Marduk babası Ea ve dedesi Anu'ya göre daha dayanıklı bir hamurdan yapılmıştı. Hiç istifini bozmadan, kötülük hazırlıkları yüzünden Ti'amat'ı sert ve yaralayıcı sözlerle suçlayarak teke tek vuruşmaya davet etti! "Ti'amat bunu duyunca, çılgına dönmüş biri gibi oldu (ve) soğukkanlılığını yitirdi. Sesinin çıktığı kadar (ve) çılgınca haykırdı," ta temellerine kadar sarsıldı! Ama meydan almayı da kabul etti ve ikisi göğüs göğüse çarpışmak üzere biribirine yaklaştılar. Marduk ağını açıp attı ve Ti'amat'ı ağıyla sardı. "Ti'amat Marduk'u yutmak için ağzını açınca, o, dudaklarını bir daha kapa[ya]masın diye, içeri kötülük yelini sürdü." Kuduran yeller Ti'amat'ın vücudunu şişirip gererken, ağzından içeri bir ok attı; ok Ti'amat'ı kalbinden vurarak hayatına son verdi. Marduk böylece Ti'amat'ı öldürdükten sonra, cesedini yere attı ve üstüne çıkıp durdu. Ti'amat'ın izleyicileri, önderlerinin öldüğünü görünce  dağılıp kaçmağa çalıştılarsa da hiçbiri kaçamadı.

Düşman tanrılar hapsedildi,  silahları ellerinden alındı. Marduk Kingu'dan yazgı tabletini aldı, onun sahibi olduğunu kanıtlamak ve el koyuşunu yasallaştırmak üzere kendi mührüyle mühürledi ve kendi göğsüne taktı. Tutsak tanrılar üzerindeki denetimini güçlendirdikten sonra Ti'amat'a döndü;  amanvermez sopasıyla kafasını yardı, ana damarlarını kesti ve kanını kuzey yeliyle güneye doğru ücra ve sapa yerlere taşıttı. Son olarak Ti'amat'ın dev gövdesini iki parçaya bölerek evreni yarattı. Gövdenin bir yarısıyla göğü, öteki yarısıyla yeri yaptı, sonra Anu,  Enlil ve Ea'nın her birini kendi bölgesine yerleştirdi.

Bundan sonra büyük tanrılar için  gökte  konaklar yarattı; doğuş ve batışlarıyla yılı, ayları ve günleri belirlemek üzere,  takımyıldızları gökte  yerlerine yerleştirerek takvimi düzenledi; güneşin çıkıp girmesi için doğuda ve batıda kapılar inşa etti; gögün  tam ortasına da başucu noktasını çaktı; aya  ışık saçtırarak geceyi ona emanet etti. Gök cisimlerinin yaratılıp düzenlenmesini anlatan tablet, aya verilen biıtakım ayrıntılı emirlerden sonra, kırılmış durumdadır.

Ti'amat'tan yana olmuş ve şimdi hapsedilmiş olan tanrılar, zaferi kazananların hizmetine verilip onların bakımını sağlamakla görevlendirildiler. Ancak bu önemsiz görev bile onlara o kadar ağır geldi ki, Marduk'tan bu yükün kaldırılmasını istediler. Marduk tutsak tanrıların sözlerini dinleyince, insanı yaratıp yenilmiş tanrıların görmek zorunda oldukları hizmeti ona yıkmağa karar verdi. Ea'yla danışma sonucunda, ayaklananların elebaşısı öldürülerek kanıyla insan soyunun yaratılmasına ve tutsak tanrıların serbest bırakılmasına karar verildi. Yüce mahkeme kurulup Kingu buraya çıkarıldı ve suçlandı. "Çatışmayı yaratan",  "Ti' amat'ın ayaklanıp savaşa hazırlanmasına sebep olan" oydu.

Buna göre, Kingu  bağlanıp Ea'nın huzuruna getirildi.

Marduk'un  akıllıca tasarıları üzerine  hareket eden Ea, bazı tanrıların da yardımıyla, Kingu'nun atardamarlarını kesti ve kanından insan soyunu yarattı. Artık İnsan, yenilmiş tanrılar ordusunun işini üstlenerek, Babil 'in bir dolu tanrısını besleyecekti.

Bundan sonra Marduk tüm Anunnaki'leri -ilk dönemlerde gökteki ve yerdeki bütün tanrıların genel adı olmuş gibi görünen bir terim- ikiye ayırdı. Üç yüzünü göğe, üç yüzünü de yere atadı ve her gruba uygun görevleri paylaştırdı.

Anunnaki'ler, Marduk'un eliyle özgürlüğe kavuşmalarından dolayı minnet ifadesi olarak Babil kentini ve Marduk'un büyük tapınağı, çok katlı kulesiyle Esagila'yı inşa ettiler.  Sonra  tanrılar, neşeli bir şölenden sonra resmi bir kurultay yaparak Marduk'un elli adını yüksek sesle okudular. Ti'amat'a karşı savaşa gitmesinden önce Marduk'u en yüce egemenlik güç ve yetkesiyle donatmak üzere daha önce Kurultay Sarayında bir araya geldikleri gibi, şimdi de aynı yerde toplanarak tüm tanrıların yetki ve yetenekleriyle birlikte bu elli ünvanı resmen ona verdiler ve böylece, Marduk'un bütün yaptıklarını daha da ileri değerlendirerek, "yolunu yollar arasında birinci" kıldılar.

Şiir, insanları, kendileri için her şey yolunda gitsin diye, bu adları inceleyip öğrenmeye, bellekte tutmaya ve Marduk'un saltanatında sevinip mutlu olmaya teşvik eden bir sondeyişle bitmektedir.



DESTANIN AMACI


Enuma eliş Mezopotamya kozmolojisi hakkındaki bilgimizin başlıca kaynağıdır. Başka yaratılış öyküleri kozmosun şu ya da bu yönü veya görünümünü konu edinirken, Enuma eliş bize bir bütün olarak evrenin köken ve düzenini anlatıp açıklamaktadır. Evren, kendisini oluşturan parçalar açısından, (kimi tanrıların karakterleri bugün de kesin olmamakla birlikte) kozmosun ögelerini ya da doğa kuvvetlerini temsil eden tanrılarla başlar ve halihazırdaki dünya düzeninin kurucusu Marduk'un yaratıcı etkinlikleri boyunca yapılaşır ve tamamlanır.

Ancak, Enuma elişen başta hiç de bir yaratılış öyküsü sayılamaz. Yaradılışı ele alan bütün satırları, teogoni de dahil olmak üzere bir araya getirsek, hatta V. tabletin eksik parçasının büyük bölümünün yaratış olaylarıyla ilgili olduğunu varsaysak bile, yedi tabletin ikisi kadar bile yer kaplamadığını, ancak yaklaşık olarak VI. ve VII. tablette Marduk'un elli adına ayrılan yer kadar bir yer tuttuğunu görürüz. Marduk'un yaratma edimlerinin kısa ve üstünkörü anlatımı, onun doğuş ve büyüyüşünün, savaşa hazırlanışının, Ti'amat'la ordusunu yenişinin ayrıntılı öyküsü ve elli adının yine ayrıntılı ve gösterişli biçimde ilan edilip açıklanması ile açık karşıtlık gösterir. Evrenin yaradılışı destanın baş amacı olsaydı, bu noktanın çok daha fazla vurgulanması gerekirdi.

Bu durumda,  Enuma  elişin, bugünkü biçimiyle, her şeyden önce  ve en başta, tanrıların kahramanı ve gökle  yerin yaratıcısı Marduk'un onuruna yazılmış bir edebiyat anıtı olduğundan kuşku duyulamaz.  Güttüğü birinci amaç, Marduk'un Babil'in başlıca tanrısı konumundan tüm Babil tanrılarının tek önderi konumuna yükselişine kozmotojik neden ve açıklamalar getirmektir. Bu amaca, Ti'amat'ın yenilgisi ve evrenin yaratılışı ile gözetimi ona atfedilerek ulaşılmaktadır. Tanrıların doğuşunun anlatımı, ardından gelen Ea'yla Apsü arasındaki mücadele ve evrenin kökeni temaları Marduk'un davasını güçlendirmek için eklenmiştir. İlki Marduk'la Ti'amat'ın çatışması ve Marduk'un tanrılar arasında en yüksek iktidara yükselmesinin ön örneği olarak metnin içine alınırken, evrenin yaradılışı öyküsü aslında her şeyin nasıl dünyaya  geldiğini anlatmaktan ziyade,  Marduk'un anını şanını daha da şişirmeye yaradığı ve görünür görünmez bütün varlıklar üzerindeki egemenliğini gerekçelerneye yardım ettiği için destana eklenmiştir.

Marduk'a  övgü düzmek amacının ardından, bu destanın yazılışından sorumlu olan Babil rahiplerinin, Marduk'un kenti Babil'e övgü düzmek ve Babil'in ülkedeki bütün kentlere üstünlük iddialarını güçlendirmek arzuları gelmektedir. Babil'in üstünlük iddiası, Ti'amat'ı yenip evreni yaratan ve düzenleyenin Babil'in tanrısı olmasıyla zaten gerekçeleniyordu. Babil'in kökenlerini ta zamanın başlangıcına kadar çıkarmak ve kuruluşunu bizzat büyük Anunnaki'lere atfetmek bunu daha da güçlendirecekti: Anunnaki'ler Babil'i Marduk ve genel olarak tanrılar için sürekli bir oturma yeri olarak inşa etmişlerdi (VI. tablet: 45-73). Demek ki elimizdeki destan sadece dinsel değil aynı zamanda siyasal bir belgedir de.



DESTANIN KAYNAKLARI


Babilli Sami kavimlerin edebi başyapıtlarından biri olmakla birlikte, Enuma elişin Sümerlilerin kozmolojisini temel aldığına ve Sümer öyküsünün temel kişisi olan Enlil'in, Marduk'un yükselişine kadar Babil'in de en önemli tanrısı olduğuna kuşku yoktur. Zira Ti'amat dışında bütün  tanrılar Sümerce adlar taşımakla kalmaz, Apsu ve Enlil gibi bazı tanrıların kendilerinin de Sümerli oldukları kabul edilir.  Bundan başka, Ti'amat'ın doğurduğu canavarların (I. tablet: 132-142) çoğu ve Marduk'un yarattığı rüzgarların (IV.  tablet:  45-46) hemen hepsi de aynı şekilde Sümerce adlar taşırlar. İnsan bile Sümerce bir terim ulan lu/lu ile gösterilir ve bu terim hemen amelu olarak Samiceye çevrilir (VI. tablet: 6-7). Dahası, öncel çağ dünya maddesinin gök ve yer diye ikiye ayrılması da Sümerlilerin, havanın kişileşmiş simgesi olan Enlil'e atfettikleri bir olaydır; zira, gökle yeri biribirinden ayrı tutan, aralarındaki havaküredir. Bu bağlamda göz  önüne  alınması gereken  bir  başka önemli nokta da, Babilli Samilerin genel olarak Sümerlilerin mirasına konmuş ve bu sıfatla, bazı küçük değişikliklerle, onların yazı ve edebiyatlarını, dinlerini, kültür ve uygarlıklarını devralıp benimsemiş olmalarıdır.

Fakat Sümer  kozmolojisi içerik ve köken  olarak daha iyi tanınıncaya kadar, Enuma elişin ne kadarının Sümer kaynaklarına bağlanması gerektiği herhangi bir kesinlik derecesiyle belirlenemez; zira S.N. Kramer'in de belirttiği gibi, "en eski Sümer mitolojisinde de, Sümer elitinde rastladığımız gibi, Sami "etkisinin izleri" bulunması pekala mümkündür.



YAZILIŞ TARİHİ


Şiirimizin yaklaşık bugünkü biçimiyle ne zaman yazıya geçirildiğini kesinlikle belirleyemiyoruz. Ninova'daki Asurbanipal kütüphanesinden gelen tablet ve parçalar M.Ö. yedinci yüzyıla aittir; Aşur kentinden gelenler yaklaşık M.Ö. 1000 tarihine kadar çıkıyor; Kiş'ten gelenler, Uruk'ta bulunan parça ve kaynağı belli olmayan parçalar ise M.Ö. altıncı yüzyıla ve daha sonralara aittir. Fakat bütün bu tabletler, birçoğunun sonlarındaki künyelerde de gösterildiği gibi, daha eski tabletlerin kopyalarıdır. Ayrıca Aşur'dan gelen tabletlerde yazıcılar normal olarak Marduk'un adını -yerine Aşur tanrısının adını koyacakken- olduğu gibi bırakıyorlar ki, bu Babilce asıl metinleri "kopya" ettiklerini gösterir. Dolayısıyla, destanımızın yazılış tarihinin, elimizdeki en eski kopyaların tarihinden de geriye götürülmesi gerekir ve bu da onu M.Ö. 1000'den de öncelerde bir yere yerleştirir.

Fakat bu tarihi çok daha gerilere itmek için nedenlerimiz de vardır. İlk Babil Hanedanının yıkılışının hemen ardından kurulan Kassit Hanedanının dokuzuncu kralı II. Agum'un (M.Ö. on beşinci yüzyıl) yazıtı, Enuma eliş'in daha M.Ö. on beşinci yüzyılda var olduğunu gösterir  gibi  görünmektedir. Bu  yazıtta Agum,  Marduk'la eşi Şarpan'itu'nun Hani ülkesine  kaçırılmış olan heykellerinin yerlerine konduğunu kaydederek, bu iki tanrının heykel ve  tapınaklarını süsleyip  güzelleştirmekte  kullandığı sanat eserlerini betimlemektedir.

Bunların arasında, ustalarına kutsal odaların kapı kanatlarına birtakım canavar suretleri yaptırdığını belirtmekte; engerek, lammu, yabanöküzü, büyük aslan, kuduz köpek, yusufçuk ve keçi-balığın adlarını saymaktadır. Bu  canavarlar,  keçi-balık dışında, Marduk'un Ti'amat'la döğüşünde yendiği (I. tablet:  140-143) yaratıklarla aynıdır. Elbette bu benzerlik tek başına Enuma elişin tarihine ilişkin hiçbir şey kanıtlamaz, zira adı geçen canavarların genel Babil mitolojisinin bir parçası olduğu ve her iki metnin de aynı kaynaktan beslendiği kolaylıkla ileri sürülebilir. Fakat bunların Marduk'la ilişkilendirilmesi Enuma elişin etkisini ortaya çıkarır ve destanımızın da en azından Agum'un sahanatından önce yazılmış olduğunu gösterir gibi görünmektedir? Fakat daha da eski bir tarih varsaymak için bunlardan daha sağlam nedenlerimiz de vardır. Zira, destanın iki ana amacının, yukarda gördüğümüz gibi, Marduk'un tüm Babil tanrıları üzerinde mutlak egemenliğe yükselişine gerekçe yaratmak ve Babil'in ülkedeki bütün kentler üzerinde üstünlük iddiasını desteklemek olduğu; Babil'in siyasal  üstünlüğe ilk Babil Hanedanı (1894-1595) sırasında, özellikle de kudretli kral Hammmabi'nin (1792-1750) saltanatında yükseldiği ve Marduk'un da bu hanedan döneminde ulusal tanrı olduğu göz önüne alınacak olursa, şiir, yaklaşık bugünkü biçimiyle, ilk Babil Hanedanı dönemine rastlayan bir tarihte yazılmış gibi görünmektedir. W. von Soden'in de işaret ettiği gibi, destanın dili de aynı yönü göstermektedir.


ŞİİRİN VEZNİ


Destanımız makamla okunmak üzere  yazılmış olduğundan, nazım kalıbına dökülmüştür, çünkü  bu biçim böyle bir amaç için en çekici ve en etkili ifade yöntemidir.  İbrani şiirinde olduğu gibi Babil  şiirinde de uyak yok, ama ritim ya da ölçü  vardır. Babil şiirinin kuralları uyarınca satırlar ikişerli bölükler  ("beyitler") halinde düzenlenmiştir; bunu,  örneğin, bir beyit oluşturan iki dizenin, yer elverdiği takdirde, çoğu kez aynı satıra yazılıp iki küçük  çivi işaretiyle ayrılmasında görebiliriz. Beyitin ikinci satırı normal olarak birinciye karşıt, koşut ya da ek bir deyiş oluşturur; yaratılış öyküsünden alınan şu satırlarda bunu görebiliriz:


0 tablet: 1-2:Üstte  değimli gök daha adsızken,

Altta da yağız yer ad almamışken,

I. tablet: 25-26: Apsu bastıramadı bağırışlarını,

Ti'amat da ses çıkarmadı [davranışlarına].

I. tablet: 33-34: Gidip Ti'amat'ın önünde  durdular,

Danışıp söyleştiler ilk-doğan (çocukları) tanrılar üstüne.

Oldukça sık, iki beyit birleşip bir dörtlük ya da dört dizelik kıta oluşturur. Örneğin, karş. I. tablet: 37-40:

Tutumları bana acı verir oldu artık,

Gündüz  dinlenemiyor, gece uyuyamıyorum;

Yok edeceğim (onları), son vereceğim yaptıklarına,

ta ki sessizlik sağlansın ve uyuyabilelim.

Destanımızda bir beyit oluşturan iki satır ya da dizeden her biri açıkça belirlenmiş bir kesinti ile iki parçaya bölünür; her yarım satır da yine, kural olarak her birinde bir tek vurgulu sözcük veya deyim bulunan iki parçaya ayrılır. Benno Landsberger'in Asurca Sözlük çalışma grubunun bir toplantısında işaret ettiği gibi, Enuma elişte satırın son vurgusu genel olarak sondan ikinci hecede kalır; son ya da sondan üçüncü hecede vurguya gayet seyrek rastlanır (son hecede vurguya örnek: IV. tablet: 19 ve 49; sondan üçüncü hecede vurguya örnek: I. tablet: 42 ve 48; II: 4 ve 107; III: 58).

Her satırı böyle dörde bölen bir veznin gerçekten var olduğu -yaratılış öyküsüyle ilgisi bulunmayan- bir tabletten (Sp. II. 265a'dan) de açıkça anlaşılmaktadır. Burada yazıcı yalnız yarım dizelerden sonra değil, her çeyrek dizeden sonra da dikey birer çizgi koymuştur.

Enuma eliş'i kopya eden kimi yazıcılar her satırın iki yarısı arasında bir boşluk bırakarak satırı iki ana bölüme ayırmak suretiyle en azından her dizenin ortasındaki kesintiyi gösterme yoluna gitmişlerdir. Her satırın böyle dört vurgusuyla dörde bölünüşüne destanımızın ilk iki dizesi örnek gösterilebilir:


"ENÜMA ELİŞ" VE YENİ YIL FESTİVALİ


Babil'de Nisan'ın birinden on birine dek süren Yeni Yılı kutlama şenliklerinin dördüncü gününün sonunda, Enuma eliş başrahip tarafından Marduk'un heykelinin önünde bütün olarak okunurdu. Sonra, festival içinde belirlenmemiş bir günde, tekrar okunur ya da ırlanırdı. Hatta destanın bazı bölümleri, Marduk, Ti'amat, Kingu ve öykünün öteki önemli kişilerinin rolleri rahiplere verilmek suretiyle, dramlaştırılıp oynanmış bile olabilir.

İkinci okunuşun nedeni, Keilschri.ittexte aus Assur religiösen mhalts, No. 143: 34 ve 219: S'de açıkça belirtilmiştir: "Bel'in önünde  okunan  Enüma eliş, nisan ayında ırladıkları, (bu) onun mahpus tutulması yüzünden(dir)." Görünüşe göre burada destanın ırlanması Marduk'un -ne olduğunu açıkça bilemediğimiz- bir tutsaklıktan kurtulmasına sihir yoluyla yardım olarak düşünülmektedir.

Nisan'ın dördünde  yapılan ilk okumanın nedeni, eldeki çiviyazılı kaynakların hiçbirinde verilmemektedir. Dolayısıyla bu konuda ancak tahminlere dayanabiliriz.

S. A. Pallis  okumanın kötü olan her şeyi kovmak amacıyla yapıldığını önermiştir. Aynı şekilde Babil yaratılış miti "Anu gökleri yarattığı zaman" da, tapınağın yeniden kurulması sırasında ve sonrasında, tanrıların güç ve  kudretini  resmen  ilan  etmek suretiyle cinlerin kötü etkilerini uzaklaştırmak için  okunagelmişti. Ancak, böyle bir amaca yönelik bir okuma için en uygun zaman, festivalin ilk günü olurdu; ayrıca bu törenin aynı amaç için iki kez tekrarlanması da çok düşük bir olasılıktır.

Bu festival vesilesiyle destanın, Ermenistan ve Kürdistan dağlarında karların erimesiyle Dicle ve Fırat'ın sularının kabarması sonucu Babil'e yaklaşan su baskınına karşı sihirli bir formül olarak okunmakta olması da mümkündür; zira bu seller boşandığı zaman, insanlara sanki "su, her yerde su" diye dile getirilen öncel çağların kaotik koşulları geri dönmüş gibi gelirdi. Bu olasılık VII.  tablet:  132-134'te akla getirilmektedir:  "Baş eğdirsin Ti'amat'a, acıya boğsun yaşamını, ve kısa olsun (o yaşam)! Gelecek insan (kuşak)larına dek, (şimdiki) günler eskidiğinde, engelsizce çekilsin (Ti'amat), çekilsin sonsuza dek!"  Enuma  elişin okunmasının, bahar sellerinin sebep  olduğu kaotik su  baskınıarına karşı Marduk'un verdiği yıllık savaşı yansıttığı varsayılabilir.

Öte yandan,  Enuma eliş'in okunması ve -tahmin edilen- kısmen oyunlaştırılması Marduk'un onuruna yapılıyor da olabilir, zira festival halihazırdaki dünya düzeninin yaratıcısı Marduk'un bayramıdır; mevsim, ülkedeki çeşitli tanrıların Marduk'un "ellerini almak" için Babil'e geldikleri mevsimdir. Aynı zamanda, olasılıkla Babilliler tanrıların kralına olan derin saygı ve bağlılıklarını böyle dışa vurmakla ülkeleri  için daha iyi, daha kayırıcı bir yazgı sağlamayı umuyorlardı; hele gelecek yıl için ülkenin yazgısının bu festival sırasında, nisanın sekiz ve dokuzunda, belirlendiği de gözönüne alınırsa .. 



ENÜMA ELİŞ Babil Yaratılış Destanı

Alexander Heidel

Çeviren: İsmet Birkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak