Lavabo
Eskiden leğen ve ibrikle el yüz yıkanırdı. Fransızcada laver kökünden “yıkayacağım” anlamına gelen lavabo 1560’da el bezini anlatıyordu. 1801’de Journal des dames dergisinde tuvalet möblesi boy gösterdi. Tuvalet sözcüğünün geçirdiği evrime benzer biçimde, yatak odasına konulan bu silinme, temizlenme aracı, leğenin sosyetik biçimiydi. Orta sınıfların gelişmesi ve şehirlerin buna göre örgütlenmesi, su ve atık su sistemlerinin kurulması ile porselen, kumtaşı, emaye ve saçtan yapılan lavabolar mutfak ve banyolara yerleşti. Gerçekte lavaboyu suyla doldurup el yüzü akan suyla değil, aynı durgun ve gittikçe kirlenen suyla yıkamak söz konusu olduğundan, gövdenin temizliği açısından leğenden farkı yoktur, yalnız leğenden kolay temizlenir ve pis suyu ayrıca dökme zahmeti kalmaz. İngiltere’de ıvashbasin'lerin yerini lavabo aldığında, adına bu kolaylıktan, suyun süzülüp akıp gitmesinden dolayı sink denilmişti; sınk İngilizcede geriz, lağım, çukur, havza, batakhane, fiil olarak akıp gitme, sıvının döne döne boşalması demekti. Akan suda yıkanma âdeti olmadığı için de 1970’lerin ortalarına kadar sıcak soğuk su musluğu yaygınlaşmamıştı.
Bugünkü biçimiyle ve ‘s’ biçimli su gideri olan porselen lavabonun patentini 1852’de J. G. Jennings aldı.
Tuvalet
“Sevgili büyükanneciğim ve büyükbabacığım, dün sabah yatağıma sizden gelen bir paket getirdiklerinde ne kadar şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Paketi sabırsızlıkla açtım, içine baktığımda bezelye ve bir tas gördüm. (...) heyecanla paketten çıkardım ve bir lazımlık olduğunu anladım. Ama öylesine güzel ve gösterişliydi ki, hizmetkârlarım onun sos kabı olarak bile kullanılabileceğini söylediler. Lazımlık gün boyunca ortada durdu ve görenlerin beğenisini kazandı.”
Madam du Deffand’ın 9 Mayıs 1768 günlü bu mektubu (N. Elias, Uygarlık Süreci, s. 234) Avrupa’nın üst sınıflarının 18. yüzyıla kadarki tuvalet terbiyesi ve donanımını özetliyor.
Mezopotamya, İndus, Girit Miken uygarlığında İsa’dan binlerce yıl önce modern tuvaletlerin benzeri, soğuk ve sıcak sulu tuvaletler yapıldığı gibi, şehirlerde kanalizasyon sistemleri de vardır.
Roma’da Eski Yunanlılarda olduğu gibi evlerde tuvalet kullanılmasının yanı sıra, su, kanalizasyon ve genel tuvalet donanımına da özen gösterilmişti. Çok lüks ve pahalı olanlarından en basitine kadar kamuya açık tuvaletler vardı. Ayrıca sokaklarda amfora dolaştıran seyyar tuvaletçiler vardı; çünkü topladıkları dışkı kumaş parlatmakta kullanılan ticari bir maldı. İmparator Vespasianus döneminde (İS 9-79) şehrin idrarı ihale ile parlatıcılara satılarak devlet için gelir kaynağı haline getirilmişti. İS 315’e gelindiğinde Roma’da genel tuvalet sayısı 140’ı aşmıştı. Roma tuvaletleri hamamları gibi toplumsal yaşamın parçası, toplanma ve sohbet alanlarıydı.
Barbar kabilelerde ise bazen üstü ağaç dalları ve hasır örgülerle çevrili kuyular kullanılmıştı. Ortaçağda şehirler büyüdükçe pislik arttı. Şehir sokaklarının ortasından akan pis sular ve pencerelerden boşaltılan lazımlıklar tipik bir manzaraydı. Londra’da Fleet Irmağı, dökülen dışkıdan durgunlaşmış, White Friars keşişleri yaktıkları tütsülere rağmen dayanılmaz duruma gelen koku nedeniyle Parlamentoya şikâyette bulunmak zorunda kalmışlardı. Kibar erkeklerin sokakta kadınların sol tarafında yürümesi âdeti de pencerelerden lazımlık boşaltma âdetinden kalmıştır. Şehir terbiyesi pencereden oturak boşaltırken “Gardez l’eau!” yani “Suya dikkat!” diye bağırmayı gerektiriyordu ki İngilizce argodaki tuvalet anlamında loo sözcüğü de buradan gelmektedir.
Rönesans’la birlikte lağım kanalının ihtiyaç olduğu görüşü, mahremiyet isteği, oturakların tahta perde içine alınması düşünceleri yaygınlaşmaya başladı. 1596’da Kraliçe Elisabeth’in torunu Sir John Harrington saraya oldukça gelişmiş bir klozet yaptırdı. Fakat Harrington kraliçenin tuvaletini alaya aldığı The Metamorphosis o f Ajax adlı kitabını yazınca ülkeden sürüldü ve tuvalet de tekrar tarihe karıştı. 17. yüzyılda Versailles sarayında 274 kutulu oturak vardı ve soyluların birçoğu saraya gelirken oturaklarını yanlarında getirtiyorlardı. Kral IV. Henry 1606’da Louvre Sarayı’nın pisliğine engel olabilmek için saray köşelerinde işemeyi yasakladı; sembolik de olsa para cezası koydu.
18. yüzyıl başında oturaklar dolap, küçük hücre, odacıklara konuldu 1739’da Paris’te bir partiden önce, bu oturakların konulduğu odacıkların üstüne ‘hanımlar’, ‘beyler’ yazılarak cinsler ayrıldı. 1530’lara tarihlenen ve etimolojik olarak küçük at anlamına gelen bidet (bide) de bu dönemde Paris’te ortaya çıktı. Bide, öteki Avrupalılara göre, Fransızların ahlaksızlığının bir ürünüydü.
1775’te matematikçi ve saat yapımcısı Alexander Cumming’in patentini aldığı klozet, pis su borusuna koyduğu eğimle, tuvalette temiz su kalan bir geçiş alanı yaratmış ve kokuları da engellemeyi başarmıştı. 1778’de Joseph Bramah’ın suyun çanakta burgu hareketi yaparak dönmesini sağlayan buluşundan sonra modern biçimiyle klozet yapılmış oldu ve Bramah da denizci olduğu için önce gemilerde yaygınlaştı. Kraliçe Victoria için altın işlemeli tuvaletin yapım yılı 1859’dur. Tuvaletin aristokrasi için halen eski alışkanlıkla gösteriş konusu olduğunu anlatan son olay, 1883'te Victoria için Thomas Turiferd tarafından ilk seramik tuvaletin yapılışıdır. Fakat seramik kullanımı, tuvalet tarihinde önemli bir dönüm noktası da olmuştur.
İngiliz buluşları Amerika’ya taşınmamış Amerikalılar kendi icatlarını yapmışlardı. J. G. Jennings’in lavabosundan esinlenen Thomas Twyford 1885’te, eski metal ve ahşap iki ayrı bölümden oluşan ve daima sızıntı ve koku yayma riski taşıyan klozetler yerine tek parça porselen klozeti geliştirerek bugünkü modelin esasını ortaya koydu. Buna rağmen 1850’den 1890’ların ortalarına kadar geliştirilen birçok ürün olduğu gibi, 1900-1932 yılları arasında da ABD Patent Bürosuna 350 klozet tasarımı sunulmuştu. Charles Neff ile Robert Frame’in sifonu geliştirmeleriyle bugünkü klozetlere ulaşılmış oldu ama oturaklar için süre kısaldıysa da ev dışı tuvaletlerin ortadan kalkması için yüz yıldan fazla zaman geçmesi gerekecekti.
Bedevilere Batı usûlü tuvalet yapıp, her şeyi yok eden çöle uyarlı tuvalet terbiyelerine aykırı bu ‘katkıyla, pislik ve haşeratla beraber hastalık tehlikesi de yaratan Batı kalıpları, temizlik kültüründeki farklı anlayışlar kadar iklim, altyapı donanımı gibi teknik özelliklere de uyarlanmak durumundadır. Örneğin, Afrika kabilelerine hep aynı yeri tuvalet olarak kullanmanın mantığını anlatmak zordur.
Türkçe tuvalet tarihinin suskunluğu nedeniyle fazla veri sahibi olmasak da, bunu mahremiyet anlayışının tarihselliği ile açıklamak mümkündür. Lazımlık ve oturağın çocuklara ait olması nedeniyle Avrupa soylularının 18. yüzyıla kadar süren tutumlarının maddi mirası da ortada yoktur. Bu konuda uyuşmazlık olduğu gibi, taharet anlayışı ve oturma yerine çömelme alışkanlığı söz konusudur. Osmanlıcada bulunan ve lağıma bağlı delikli taş anlamına gelen bellua sözcüğü bugünkü çözümün eskiliğine bir kanıt sayılabilir. Şehirler büyüyüp katlar arttıkça evin dışında tuvalet kalmamış, fakat bir yandan da alaturka alafranga ayrımı kendisini göstermiştir. Alafranga tuvaletlere takılan tuvalet musluğu ile bu ‘modern’ çözüm yerlileştirilmiştir.
Tuvalet kavramı ayıp kabul edildiğinden bütün dillerde olduğu gibi Türkçede de her zaman örtmece sözcükle ifade edilmiş, zaman içinde bir sözcük eskidikçe yerini yenisi almıştır. Örneğin, bugün kullanılması hoş olmayan kenef sözcüğü, Arapça taraf, yön demektir ve kibar bulunduğu için kullanılmıştı. Gene bir dönem rahatlıkla kullanılan hela sözcüğü de Arapça boş, ıssız anlamındaki halâ’dan gelir. Ayakyolu tuvaletlerin evin dışında olduğu dönemin sözcüğüdür. Abdesthane daha resmilerin, memişhane daha neşelilerin tercihidir.
Bu adlandırma tarihinde halen nötr niteliğini koruyan yüznumara, Fransızca numarasız (sans numero) sözcüğünden gelmektedir; otel tuvaletleri 00 olarak gösterilirken, çeviri, anlamlandırma hatasıyla bize yazı dilinde aynen, konuşma dilinde yüz olarak girmiştir. WC ise İngilizce ‘water closet’in kısaltmasıdır. Tuvalet (toilette) sözcüğü Latince teia’dan gelen Uıilc’nm küçültülmüş biçimidir; Fransızcada 14. yüzyılda masa üstünde bulunan sabah bakımı, özellikle saç bakımı donanımını anlatıyordu. 17. yüzyılda tuvalet masası feminen bir sözcük olarak Fransızcaya yerleşti. Bugün bu anlamıyla bizde de kullanılıyor. Genel tuvaletlerde bulunan pisuar ise Fransa’da 18.-19. yüzyıllarda genel tuvaletlere verilen ad olarak ortaya çıktı.
Dede Korkut’un “Usun Koca Oğlu Segrek Boyu”nda yer alan bir paragraf bu dönemde de kamusal tuvaletlerin bulunduğunu düşündürmektedir: “Bir gün yolı bir dirneğe uğradı. Kondılar, yimek içmek irdiler. Segrek mest oldı. Taşra ayak'yoluna çıkdı. Gördi kim öksüz oğlan bir kızanı çekişiir. Mere noldunuz diyii bir şapala birine bir şapala birine urdı. Eski tutun biti öksüz oğlanım dili acı olur. Biri aydur: Mere mizüm öksüzligümüz yetmez mi, bizi niye urursm, hünerin var ise kartaşun Alınca Kalasında esirdür, var anı kurtar didi.” Bu sahne yüz yüze ilişkilerin bulunduğu bir toplumsal yapı içinde, mahalle camisi, okul vb. tuvaletlerinde bugün de yaşanabilecek çok bildik bir davranış biçimini ortaya koymaktadır.
Milyarlık Hindistan’da bugün 600-900 milyon insanın tuvaletinin açıkta olduğu hesaplanmaktadır; şehirlerde % 30, kırsal kesimde % 3 oranında lağım sistemi vardır. Kamuya açık tuvaletin inşası Hindistan’da Cihangir zamanına, 1556 yılına gider, Delhi’den 120 km uzakta Alvar’da yüz aile için inşa edilmiştir. Paris’te ilk umumi tuvalet 1824’de açılmıştır. 1851 ’de George Jennings’in Dünya Fuarı’nda Kristal Saray’da sergilediği yenilikler umumi tuvaletin yaygınlaşmasında etkili olmuştur. 827.000 küsur kişi para ödeyerek bu yenilikleri görmek istemişti. Fransa’da belediyelerin umumi tuvalet işletmesini şirketlere vermesi 1872’de başlar. Yirmi yıllığına kiralanan tuvaletlerin ihalesi için şirketler birbiriyle yarışmıştır. Fransa’da 1959’da başlamak üzere umumi tuvaletler Avrupa’da artık yer altına alınmaktadır.
Gerçek şu ki, Türkiye’de kamuya açık tuvalet sektörü büyüklüğüne karşın, yirmi yıl öncesine kadar pek sağlıklı ortam üretememişti. 1913 yılında Mimar Mösyö Alfred Michel İstanbul Belediyesi’yle yap-işlet-devret sistemi ile “tahte’l-arz ve fevle’l-arz” 30 adet ‘tuvalet salonu’ yapmak için anlaşma yapmıştı. Mösyö Michel’in 30 yıl süreyle işleteceği tuvalet salonlarının “İstanbul’da kafilesi alaturka biçimde mermerden ve Beyoğlu cihetindekilerin her birindeki helaların nısfı alaturka ve nısfı alafranga ve diğerlerinin içinde birer tanesi alafranga olabilecek ve alaturkaların kaffesinde çömelmek itibariyle sağ tarafta muslukları olacak ve bir kutu derununda temiz pamuk bulundurulacak”tı. Mösyöye ilan asma, potin boyacısı, çiçek ve gazete satışı için de izin verilmişti. Ancak tuvalet salonlarının yalnız onu inşa edilebilmiş ve sözleşme koşulları yerine getirilmediğinden depozite akçası Belediye’ye irad kaydedilerek bu girişim başarısız kalmıştır. 1980’lerde turizm bakanlığının konu üstünde özenle durması ve modern tuvalet kredisi verilmesi anımsanacaktır. TSE, alafranga hela taşları (seramik) standardını 6 .7 .1982’de, alaturka hela taşları (seramik, dökme demir) standardını 11.1.1987’de belirlemişken, ‘halka ve müşterilere açık W C ’lerin sınıflandırılması ve özellikleri’ 12.4.1990’da saptanmıştır.
Tuvalet Kâğıdı
“Her Müslüman (...) söylemesi çok ayıp, kendini kirletmiş çocuk gibi önünü arkasını iyice yıkar. Bunun için abdest bozmaya gitmeden önce herkes beraberinde bir küçük ibrik içinde su götürür. Erkek olsun kadın olsun kıçlarını parmaklarıyla iyice temizlerler. Bu çok pis bir iş. (...) Türkler büyük abdestten sonra kâğıt kullanırlarsa peygamberlerine karşı büyük bir saygısızlıkta bulunmuş olurlar. Zira onlar nerede beyaz veya üzerine yazı yazılmış bir kâğıt görseler onu hemen kaldırıp bir yere saklarlar.” ...
“Çocuk misali kıçının her tarafını iyice yıkar. Bir de biz Hıristiyanlara karşı öğünürler!” Dernschwam 1553’te Osmanlı ülkesine yaptığı geziden sonra Türklerin tuvalet temizliklerini böyle garipsiyor ve Hıristiyanlara karşı öğünüldüğünü de haber vermiş oluyor.
Anadolu’da “Tedariksiz abdesthaneye giren domalı domalı taş arar” atasözünün de gösterdiği gibi taharet âdetleri Avrupalıdan farklıdır. Avrupa kültüründe tuvaletlerde halen su musluğu bulunmadığı gibi kâğıt kullanımı da tuvalet kâğıdının üretilmesinden daha eskiye gider ve anlaşılan daha önce yaygınlaşmamasının nedeni kâğıdın nadirliğindendir. ABD ’de mısır koçanının yaprağı, kırsal kesimde katalog sayfaları, kesilip hazırlanmış gazete kâğıdı uzun süre kullanılmıştır. Çin tuvaletlerinde kâğıdın daha önce kullanılmaya başlanması, kâğıt üretici bu kültür için olağan karşılanmalıdır. 589 yılında tuvaletlerde Beş Klasik kitabın ve üstlerinde bilgelerin adları olan kâğıtların kullanılmaması için ferman çıkarılmış, 1391 ’de saray için yılda 720.000 adet, imparator ailesi için daha kalın ama yumuşak 15.000 adet tuvalet kâğıdı tedarik edilmesi kararlaştırılmıştır.
1857’de ABD ’de Joseph Gayetty’nin ürettiği tuvalet kâğıdı satışa çıkarıldıysa da, bir süre sonra satılmadığı için piyasadan kalktı. 1879’da İngiltere’de Walter Alcock’un yırtılarak kullanılan tuvalet kâğıdı da başarılı olmadı. Aynı yıl Edward ve Clarence Scott ABD Philadelphia’da ticari başarıya ulaştı. Ancak tuvalet kâğıdının reklamı ayıp düşüncesiyle 1900’lü yıllara kadar yapılamadı. Tuvalet kâğıdı kanalizasyon sistemi yaygınlaştıkça otel ve lokantalardan başlayarak piyasada tutundu.
Tuvalet kâğıdı pahalı olduğundan Avrupa’nın çok yerindeki otellerde müşterilere sayıyla verilirdi. İlhan Selçuk 1970’li yıllarda yerini getirdikçe cici demokrasinin mutlu azınlık için tuvalet kâğıdı ithal etmesini eleştirirdi. Bugün ithal ikamesi sistemi terk edilip serbest ticaret tek yol sayıldığından, böyle tartışmalar yapılmıyor, fakat 2000 yılına gelindiğinde yalnız bir şirketin yaptığı son yatırımla ülkenin üretim kapasitesinin % 60’ını ifade eden miktarla üretimi dakikada 2 bin metreye, yılda 87 bin tona ulaşmış olsa da Türkiye tuvalet kâğıdı kullanımında dünya ortalamasının oldukça gerisinde görülüyor. Kişi başına Kuzey Amerika’da yılda 20, Batı Avrupa’da 10, Japonya’da 12 kilo tuvalet kâğıdı tüketilmekte ve dünya ortalaması 2,9 kilo iken, Türkiye’de kişi başına tuvalet kâğıdı tüketimi 0,95 kg’dır.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder