ÂSÎ:
İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.
1- Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlânın ve Resûlünün (Muhammed aleyhisselâmın) emirlerine âsî olanlar, beğenmeyenler,(asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyaçlara kâfi değildir diyenler)
kıyâmette Cehennem ateşinden kurtulamayacaklardır. Bunlara Cehennem'de, çok acı azâb vardır. (Nisâ sûresi: 14)
Melekler emrolundukları şeyde Allahü teâlâya âsî olmazlar ve emr olundukları şeyi yaparlar. (Tahrîm sûresi: 6)
Ana-babaya iyilik etmek; nâfile namaz, oruç ve hac ibâdetlerinden daha üstündür. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömürleri bereketsiz ve kısa olur. Ana-babasına âsî olan mel'ûndur. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)
Îmânsız gitmenin sebepleri kırk kadar olup, bunlardan birisi de anaya babaya âsî olmak, yâni İslâmiyet'e uygun olan emirlerini dinlememektir. (Kutbuddîn İznikî)
Âsî mü'min tövbe etmezse veya şefâate kavuşmazsa yâhut Allahü teâlâ affetmezse, Cehennem'e girip yanar ise de îmânı olduğu için Cehennem'de sonsuz kalmaz. (Reyhâvî)
2. Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.
Müslümanlar devlete âsî olmaz. Fitneye, isyâna karışmaz. Kânunlara karşı gelmez. (Abdülganî Nablüsî)
ASL:
1. Kök, temel, esas.
Nefsin hastalıklarını tedâvî eden şeylerin aslı beştir. 1) Az yemek, mideyi fazla doldurmamak, 2)Başa gelen işlerden Allahü teâlâya sığınmak, 3) Fitne yerlerinden kaçmak,
4) Devamlı istiğfar ve Resûlullah efendimize salât ve selâm okumak, 5) Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmeye, rızâsını kazanmaya çağıran kimse ile berâber olmak. (Ahmed Zerrûk)
2-Soy, neseb.
Zevil-erhâm adı verilen vârisler beş sınıf olup, ikinci sınıf meyyitin aslıdır. Bunlar fâsid cedler (dedeler) ve fâsid ceddeler (büyük anneler) ve bunların anaları ve babalarıdır. Meyyitin anasının babası ve bunun babası veya anası fâsid ced ve ceddelerdir. (Muhammed Secâvendî)
ASR (Asır):
1. Zaman, devir, yüz yıllık zaman.
Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:
Zamanların en hayırlısı benim asrımdır. Ondan sonra kıymetli olan, benim asrımdan sonra gelen asırdır. Daha sonra kıymetlisi, onlardan sonra gelen asrın müslümanlarıdır. Bunlardan sonra, yalancılık yayılır. Şâhid olmaları istenmediği hâlde, yalancı şâhidlik yapılır. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Benden sonra her asırda bir âlim çıkar, dînimi kuvvetlendirir. (Hadîs-i şerîf-Ebû
2. İkindi vakti.
Asr-ı Evvel:
İmâmeyn'e (İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e) göre ikindi vaktinin başlama zamânı.
Asr-ı Sânî:
İmâm-ı a'zam'a göre ikindi namazının başlama zamânı.
İslâm memleketlerinde ikindi ezânları, asr-ı evvele göre okunmaktadır. İkindi namazı, asr-ı sânîde yâni bu ezândan kışın 36, yazın ise 72 dakîka sonra kılınırsa, İmâm-ı a'zâm'a uyulmuş olur. (İbn-i Nüceym)
Asr-ı Seâdet:
Mutluluk devri. Peygamber efendimizin yaşadığı mübârek, bereketli ve hayırlı devir.
Zamân-ı seâdet ve vakt-i seâdet de denir.
Asr-ı seâdet, zamanların en iyisidir.Sevgili Peygamberimiz; "Asırların en iyisi benim asrımdır." buyurmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)
Resûl-i ekrem efendimizin eshâbı (arkadaşları) buyurdu ki: "Sizin gözünüzde kıl kadar önem vermediğiniz öyle işleriniz var ki, asr-ı seâdette biz bunları büyük günâhlardan sayardık." (İmâm-ı Gazâlî)
En mes'ûd en kazançlı kimse, dinsizliğin çoğaldığı zamanda unutulmuş sünnetlerden birini meydana çıkaran ve yayılmış bid'atleri yok eden kimsedir. şimdi öyle bir zamandayız ki, insanların en iyisinden yâni Peygamberimizin asr-ı seâdetinden uzaklaştıkça, sünnetler örtülmekte, yalanlar çoğaldığı için bid'atler yayılmaktadır. Bir kahraman lâzımdır ki, sünnete yardım edip, bid'atı durdursun. Bid'atı yaymak, İslâm dînini yıkmaktır. Bid'at çıkarana ve işleyenlere hürmet etmek, onları büyük bilmek, İslâmiyet'in yok olmasına sebep olur. (İmâm-ı Rabbânî)
Asr Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin yüz üçüncü sûresi.
Asr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Üç âyettir. Sûrede insanların zararda oldukları, bu kötü durumdan kimlerin kurtulacakları haber veriliyor. (Taberî, İbn-i Abbâs)
Asr sûresinde meâlen buyruldu ki:
Asra yemin olsun ki, muhakkak insan (ömrünü yalnız geçici dünyâ isteklerine kavuşmak için harcadığından) büyük bir (zarar ve) ziyândadır. Ancak îmân edenlerle, sâlih(iyi işler) amel yapanlar, birbirlerine hakkı, (inanılması ve yapılması lâzım olan şeyleri ve ibâdetleri yapmak, günâhlardan sakınmak husûsunda) sabrı tavsiye edenler böyle değil (onlar zararda ve ziyânda değildirler). (Âyet: 1-3)
Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder. Hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)
Kur'ân-ı kerîmde başka hiç bir sûre nâzil olmasaydı, inmeseydi şu pek kısa olan Asr sûresi bile, insanların dünyâ ve âhiret seâdetlerini te'mine yeterdi. Bu sûre, Kur'ân-ı kerîmin bütün ilimlerini içine alır. (İmâm-ı Şâfiî)
AŞERE-İ MÜBEŞŞERE:
Peygamber efendimiz tarafından Cennet'e girecekleri dünyâda iken müjdelenen on sahâbî.
Ebû Bekr Cennet'tedir. Ömer Cennet'tedir. Osman Cennet'tedir. Ali Cennet'tedir.
Talhâ Cennet'tedir. Zübeyr Cennet'tedir. Abdurrahmân ibni Avf Cennet'tedir. Sa'd ibni Ebî Vakkâs Cennet'tedir. Saîd ibni Zeyd Cennet'tedir. Ebû Ubeyde ibni Cerrah Cennet'tedir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin en üstünleri, O'na îmân ederek, mübârek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmdır. Bu Eshâbın da en üstünü Hudeybiye'de Resûlullah efendimize bî'at edip söz verenlerdir. Bunların da en üstünü Bedr muhârebesinde bulunanlardır. Bunların da en üstünü ilk müslüman olan kırk kişidir. Bunların da üstünü Aşere-i mübeşşeredir. (Teftâzânî)
ÂŞİR:
İslâm devletlerinde, şehir dışında durarak; müslüman tüccârdan o anda yanında bulunan ticâret malının zekâtını, müslüman olmayanlardan ise, gümrük denilen vergiyi toplayan me'mur.
Hükûmetin âşirlerle müslüman tüccardan zekâtları toplaması, onların bu ibâdeti yerine getirmelerine yardımcı olmak içindir. (İbn-i Hümâm)
İslâm devletlerinde yaşayan zımmî (gayr-i müslim vatandaş) ve harbî (İslâm hükûmetinden izin alarak, müslüman memleketine giden pasaportlu gayr-i müslim) tüccârın, mal ve can güvenliklerinin korunmasına karşılık her çeşit ticâret mallarından alınan vergiler de âşirler tarafından toplanırdı. (İbn-i Âbidîn)
Amr bin Şuayb şöyle rivâyet etti: Müslüman olmayan Menbic halkı, hazret-i Ömer'e mektûb yazarak; "Bize memleketine girmemize izin ver, ticâret yapalım. Biz kazanır size de vergi veririz" dediler. Hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmı (Peygamber efendimizin arkadaşlarını) toplayıp, mes'eleyi istişâre etti, görüştü. Uygun görülünce, âşirler vâsıtasıyla uşr (gümrük vergisi) denilen bir vergi almaya karar verdiler. Harbîlerden ilk gümrük vergisi, hazret-i Ömer zamânında alındı. (İmâm-ı Ebû Yûsuf)
AŞK:
Şiddetli sevgi. Allahü teâlâyı ve O'nun sevdiklerini çok sevmek. Buna hakîkî aşk denir.
Hakîkî aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir; insanın kalbinde bir ateş olup, Allah sevgisinden başka her şeyi yakar, yok eder. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi doğru ve saftır. (İbrâhim Hakkı Erzurûmî)
Aşk-ı İlâhî:
Allahü teâlâyı çok sevme hâli.
Aşk-ı ilâhînin alâmeti, Allahü teâlânın emirlerine çok uymaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
AŞR (Aşır):
On. Bir cemâat içerisinde ve daha çok cemâatle kılınan namazlardan sonra Kur'ân-ı kerîmden sesli olarak okunan on âyet veya bu mikdara yakın bir bölüm.
ÂŞÛRE GÜNÜ:
Hicrî senenin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günü.
Bir kimse Âşûre günü oruç tutsa, Allahü teâlâ ona bir şehîd sevâbı verir. Âşûre günü oruçlu olan için, yedi gök ehlinin sevâbını yazar. Âşûre günü, bir mü'mine iftâr verene, ümmet-i Muhammed'in hepsine iftâr ettirmiş gibi sevâb yazılır. Âşûre günü bir yetimin başını okşıyana, Allahü teâlâ o yetimin başındaki kıllar kadar Cennet'te derece verir.
(Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Muharrem ayı, İslâm dîninde kıymetli olduğu bildirilen dört aydan biridir. Aşûre gecesi bu ayın en kıymetli gecesidir. Nûh aleyhisselâm tûfânda gemisinde aşûre tatlısı pişirdiği için
müslümanların, Muharrem'in onuncu günü aşûre pişirmesi ibâdet olmaz. Bugün aşûre pişirmeyi ibâdet sanmak günâhtır. (Muhammed Sıddîk bin Saîd)
ATÂ:
İhsân, lütuf, bağış. Buna atiyye de denir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Biz (dünyâyı isteyenlerin de, âhireti isteyenlerin de) her birine, kısmet ettiğimiz rızkı veririz. Bu, Rabbinin atâsındandır. (İsrâ sûresi: 20)
ATEİST:
Dehrî, dinsiz.
Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak (ateist olmak)tır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ateistler, Allahü teâlâya inanmazlar. "Her şey tabîat kânunları ile vâr oluyor. Bir yaratıcı yoktur. Dehr yâni zaman ilerledikçe, her şey değişmektedir" derler. (Seyyid Şerîf Cürcânî)
Kitablarında din ile mücâdele eden ve "Dinleri yok etmek, materyalizmin, marksizmin alfâbesidir" diyen Lenin, iktidârı ele geçirdikten sonra Rusya'da ateistler birliğini kurmuştur. (Seâdet-i Ebediyye)
Kendilerini akıllı, ilim adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizler üç kısımdır: 1) Ateistler. 2) Herşeyi tabîat yapıyor diyen tabî'iyyeciler. 3) Yunan filozofları ve bu arada Sokrat ile talebesi Eflâtun ve onun da talebesi Aristo'nun yolunda olanlar. (İmâm-ı Gazâlî)
ATEŞPEREST:
Ateşe tapan, mecûsî. Zerdüşt tarafından kurulan bâtıl dîne inanan.
Ateş perestler Cehennem'in Hutame denilen beşinci tabakasında yanacaklardır. Birini görünce kendi elini veya onun elini öpmek ve eli göğse koymak ve eğilmek ve yere kapanmak ateşperest âdetidir. (Muhammed Rebhâmî)
Horoz, tavuk ve vahşî hayvanları, meselâ geyiği kurban etmek haramdır. Ateşperestlere benzemek olur. (İbn-i Âbidîn)
Nevrûz günü, ateşperestlerin bayramıdır. O gün, onların yaptıklarını yapan, bayram yapan müslümanın îmânı gider de haberi olmaz. (Kerderî)
ATEŞPERESTLİK:
Mecûsîlik, ateşe tapma.
Ateşperestliğin (mecûsîliğin) kurucusu Zerdüşt, mîlâddan altı yüz sene önce Hindistan'da doğdu. Brehmen din adamları tarafından kovuldu. Ateşperestliği Belh şehrinde yaydı. "İyilik tanrısı (Îzed) veya (Ormüzd) ile kötülük karanlık tanrısı (Ehrimen) olmak üzere iki tanrı vardır" dedi. (Zend) adlı kitabı ve (Avesta) denilen şerhi Avrupa'da basılmıştır. Ateşperestlik İran Şâhı İsfendiyâr tarafından İran'da yayıldı. Hazret-i Ömer İran'ı fethedince acemler müslüman oldu. Ateşperestlik Hindistan'da kaldı. (Şemseddîn Sâmî)
ATİYYE:
İhsan, lütuf, muhtaç olanlara yapılan bağış.
Kim dilencilik kapısını açarsa, Allahü teâlâ dünyâda ve âhirette ona fakirlik kapısını açar. Kim Allahü teâlânın rızâsını kasdederek atiyye kapısını açarsa, Cenâb-ı Hak ona hem dünyâ, hem âhiret seâdeti ihsân eder. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)
Peygamberler, ümmetleri için Allahü teâlânın atiyyesidir. Fakat Resûl-i ekrem efendimiz hediyyedir. Hediyye ile atiyye arasında fark vardır. Atiyye muhtaçlara, hediyye ise sevilenlere
verilir. (Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî)
AVÂM:
Amme'nin çoğulu, halk, topluluk.
1. Müctehid (âyet ve hadîslerden şer'î yâni dînî hükümler çıkaran İslâm âlimi) olmayan, mukallid (yâni mezhebinin usûl ve kâidelerini anlayıp taklîd eden).
Müctehid olmayan âlime nâkil, yâni haber iletici denir. Müctehid olmayan müftîler mukalliddir. Avâm, hadîs-i şerîflerden doğru mânâ çıkaramaz. Bunun için müctehidlerin anladıklarına uymaları, yâni onları taklîd etmeleri lâzımdır. (Feth-ul-kadîr)
Dînî mes'elelerde, şöyle veya böyle yapılabilir şeklinde ruhsat (izin vermek) avâmın sözü ile olamaz. Burada ancak müctehidler yetkilidir. (Reddül-Muhtâr)
2. Dînî ilimlerden haberi olmayan câhiller.
Avâm, fetvâ kitablarını anlıyamaz. Bunların, îmân ve ibâdet bilgilerini arayıp, sorup, öğrenmeleri farzdır. Müctehid âlimlerin de, sözleri, vâzları ve yazıları ile önce îmân, sonra dînin temeli olan beş ibâdeti öğretmeleri farzdır. (Muhammed Es'ad)
Sultanlar, milletin malını, zâlimler ve haydutlardan korudukları gibi; havâss yâni müctehid âlimler de, avâmın îtikâdını (inancını) bid'atçilerin (sapıkların) şerrinden korurlar. (İmâm-ı Gazâlî)
3. Olgunlaşmamış, irşâda (öğrenip, aydınlanmaya) muhtaç. Kulluk zevkini tatmamış; nefs-i emmâresinin te'sirinden kurtulamamış olan. Tasavvufta; takvâ, ihlâs derecelerinin en aşağısında bulunan kimseler.
Avâmın orucu, yemek içmek gibi şeylerden sakınmaktır. (İmâm-ı Gazâlî)
AVL:
İslâm mîrâs hukûkunda belirli hisse (pay) sâhiplerinin (Eshâb-ı ferâizin) mîrâstan alacakları payların toplamının ortak paydadan fazla olma hâli.
Avlde, hisse sâhibi mîrâscıların hisseleri orantılı olarak eksilir. (Seyyid Şerîf Cürcânî)
Zevce, ana, iki kız kardeş ve anadan iki kız kardeş bulunduğu zaman, mîrâs on ikiye taksim edilip, zevceye 3 hisse, anaya iki hisse, iki kız kardeşe sekiz hisse (her birine dörder hisse), ana bir iki kız kardeşe dört hisse (her birine ikiş er hisse) verilir ki, hisseler toplamı on yedi oluyor. Şu hâlde problemin aslı on yediye (Avl) etti denir ve mîrâs on yediye taksim edilir. (Mevkûfât)
AVRET:
1. İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş ) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey Resûlüm(sallallahü aleyhi ve sellem)! Mü'min erkeklere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar. Îmânı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekten korusunlar. (Nûr sûresi: 30)
Avret yerinizi açmayınız (yâni yalnız iken de açmayınız). Çünkü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler(melekler) vardır. Onlardan utanınız ve onlara saygılı olunuz. (Hadîs-i şerîf Eşi'at-ül-Lemeât)
Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri göbek altından diz altına kadardır. Diz avrettir. Kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka yerleri, bilekleri, sarkan saçları ve ayaklarının altı
avrettir. Ancak, kadınların elleri örtecek kadar uzun kollu namazlık veya geniş baş örtüsü ile elleri örtülü olarak kılmaları daha iyi olur. (İbn-i Âbidîn)
Konuşmaya başlamamış olan küçük çocukların avret yerleri yalnız sev'eteyn'i yâni önü ile arkasıdır. Erkek çocukların on yaşına kadar, kızların ise gösterişli oluncaya kadar galîz (kaba) avretlerine (göğüs, koltuk, böğür, uyluk, diz ve sırtlarına), bundan sonra bütün avretlerine bakmak câiz değildir, günâhtır. (İbn-i Hümâm)
Hamamda çok oturma. Hamamda göbeğin ile dizlerinin arasını açma. Erkeklerin ve
kadınların, hamamda da avret yerlerini açmaları haramdır, günâhtır. Açan da, bakan da
mel'ûndur. (Süleymân bin Cezâ)
2. Kadın, hanım.
Bir erkek, avretini döğerse, ben onun dâvâcısı olurum. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder