30 Ağustos 2022 Salı

Gündelik Hayatımızda Temizlik - 3

 Nalın


Bugün şehirlerde nalın kalmadı, öyle ki nalınla takunyanın farkı da her halde bilinmiyor. Nalın ayakyolu ve hamamda giyilirdi, evlerde ‘hamam’ edilirken de, abdest alınırken de nalın kullanılırdı. Arapça ayakkabı demek olan nal sözcüğünden iki ayakkabı anlamında naleyn’den gelen nalın, yüksekliği, ön ve arka ayakların arasının geniş ve derin oyukluğu, ince işçiliği ve ayakları tutan şeridinin de özenli yapımı ile takunyadan ayrılır. Hamam günlerinde herkesin kendi nalını ile hamama gittiği devirlerde şimşir ve abanozdan yapılmış nalınlar olduğu gibi, zenginlik arttıkça işlemeler de abartılıyordu. Takunya ise kabaydı, ön ve arkası fazla oyulmamıştı. Evin avlusunda, bahçe ve sokakta giyilir, çeşmeye, bakkala giden kızlar kullanırdı. Apartman yaşamı ile önce nalın günlük kullanımdan kalktı. Banyoların önüne plastik terlikler ve hatta bir zaman moda olan ‘tokyo’lar koyuldu. Denize girme yaygınlaştıkça deniz malzemeleri de gelişti ve eczanelerde de satılan bol çeşitli, hatta ortopedik plaj terlikleri banyolarda da kullanılmaya başlandı.




Kâğıt Mendil


Birinci Dünya Savaşı sırasında pamuk kıtlığı nedeniyle yeni, emici bir bandaj üretilmişti. Üretici Kimberly-Clark firması bu ürününe selülozlu pamuk anlamında ‘cellucotton’s adını vermişti. Savaştan sonra geliştirilen ürün kadınlar için havlu olması düşünülerek piyasaya sürüldü ve daha çok gösteri dünyasında makyaj silmek için kullanılır oldu. Kleenex adıyla geliştirilen model, sinema artistleriyle yürütülen reklam kampanyası ile kısa sürede başarıya ulaşarak kadınların çantalarına girdi. Firmaya gelen mektuplarda ise kadınlar kocalarının ‘krem mendilleri’ne burunlarını sildiğinden şikâyet ediyor, erkeklerse erkekler için modellerinin üretilmesini istiyordu. 1921 yılında üretilen, tek tek kâğıt mendil almaya yarayan özel kutuyla ‘kleenex’ tüketimi daha da arttı. Firma 1930 yılında ürünün krem havlusu veya mendil olmasına karar verebilmek için bir anket-kampanya başlattı ve dağıtılan kuponların % 61'inden mendil talebi çıktı. Peçete,, havlu, mendil olarak ürünlerini çeşitlendiren firma 1936’da kırk sekiz çeşit ürün satıyordu. Amerika’da kleenex sözcüğü cins isim olarak dile yerleşti. Türkiye’de de son on yıla kadar Selpak aynı anlamda kullanılıyordu.



Kâğıt Havlu


Kâğıt havlunun piyasaya çıkmasında bir fabrika hatası etken oldu. 1907 yılında Scott kardeşlerin fabrikasında kesilerek tuvalet kâğıdı haline getirilecek olan ana kâğıt bobini hatalı çıkmıştı; kâğıt kalın ve buruşuktu. Kardeşlerden biri bu kâğıdın imha edilmesi yerine kâğıt havlu biçiminde piyasaya verilip denenmesini önerdi, ilk kâğıt havlular otel, lokanta ve halka açık tuvaletlerin bulunduğu yerlerde satıldı. Kâğıt havlu Amerika’da yıllarca evlere girmedi ve fiyatı iyice ucuzladığında, yeni bir ad altında 1931 yılından itibaren evlerde de kullanılmaya başlandı.



Misvak, Diş Fırçası


Eski Mısır’da IO 3000 yıllarından itibaren dişler kalem boyunda dallarla fırçalanırdı. Roma’da çeşitli maddelerden yapılan kürdanlar yaygındı. Afrika’da da birçok kabilede adı dişfırçası ağacı olan Salvadore persica’yla dişlerini fırçalarlar.


Arak denilen ağacın kısa kesilen dallarının uçları liflendirilerek fırça haline getirilmesiyle yapılan misvak ile diş fırçalamak sünnet kabul edilir ve Mısır Çarşısı, şifalı ot satan dükkânlar, Hacı Bayram gibi yerlerde satışı yapılmaktadır. Misvakla diş fırçalamanın on beş faydası sayılmıştır: Evvelki şehadet kelimesinin söylenmesine vesile olmasıdır, diş etlerini pekiştirir, balgamı giderir, safrayı keser, ağız ağrısını giderir, ağız kokusunu giderir, Allah misvak kullanandan razı olur, baş damarlarını kuvvetlendirir, şeytan gamlanır, gözler nıırlanır, hayır ve hasenat çoğalır, sünnet ile amel etmiş olur, ağzı pak olur, fasih’ül-lisan olur, misvaklı kılınan iki rekat namazın sevabı, misvaksız yetmiş rekatın sevabından çok olur (Sirâcü’l- vehhâc).


Bugünkülere benzer kıl fırçalar ise 1498’de Çin’de yapıldı. Fırçanın kılları Sibirya ve Çin’in soğuk bölgelerinde yaşayan domuzdan alınıyor, bambu veya kemik sapa takılıyordu. Avrupa’ya ilk diş fırçaları Çin’den getirildi. 

Avrupa’da diş fırçalamak; yaygın değildi ve daha yumuşak fırçalar kullanılıyordu. Modern dişçiliğin kurucularından Dr. Pierre Fauchard 1723 tarihli ders kitabı La Chirurgien Dentiste’de at kılı fırçaların yararsızlığından şikâyet eder. Mikropların keşfinden sonra doğal maddelerden yapılan kürdan ve diş fırçalarının zararlı olabileceği anlaşıldı. Sıcak su fırçaları daha da yumuşatıyor ve pahalı fırçalara zarar veriyordu.


Naylonun icadından sonra 1938’de ilk naylon kıllı diş fırçaları üretildi. Fakat kıllar çok sert olduğundan diş hekimlerince beğenilmedi. Yumuşak fırçaların üretimi 1950’lerde mümkün oldu. Naylon fırçalar sağlığa daha elverişli olduğu gibi, bütün dünyada domuzdan kıl koparılmasına da son verdi.


Elektrikli diş fırçası 1961’de, pille çalışanı bir yıl sonra yapılmıştı ama fırçada değişiklikler son yıllarda arttı ve yaygınlaştı. Müziklileri, renk değiştirenleri, çeşitli sertlik derecelerinde olanları ve çocuklar için olanları üretildi. Satılan diş fırçası adediyle fırçalanan diş arasındaki orantı ayrı bir konu ama, gençler ve özellikle de çocukların daha sağlam bir diş eğitimi alıyorlar.



Diş Macunu


Bilinen ilk diş macunu Eski Mısırlıların IO 2000’lerde öğütülmüş sünger taşı ve sirkeyle yaptıkları karışımdı. Romalılar ise ağızlarını insan sidiği ile çalkalıyorlardı. Zengin Romalılar kıtanın en güçlü sidiği olarak tanınan, Portekiz’den ithal edilen pahalı ‘macunu kullanıyorlardı. Sidik kullanımı 18. yüzyıla kadar, daha sonra modern dişçilikte de kullanılan amonyağın ayrıştırılmasıyla devam etti.


1308’de berber loncasından ayrılan dişçilerin en önemli işlevlerinden biri de dişleri beyazlatmaktı. Dişler nitrik asitten elde edilen sıvıyla beyazlatılıyor ve diş minesine verdiği zararla çürüme hızlanıyordu, fakat asitin kullanımı 18. yüzyıla kadar devam etti.


1802’de Napolili dişçiler Napoli suyundaki floridin dişlerin çürümesini engellediğini saptayınca diş macunu olarak florid ve bal karışımı kullanmaya başlandı ve 1840’larda İtalya ve Fransa’da yaygınlaştı. İlk bilimsel deneyler 1915’te ABD’de yapıldı ve floridin yararlı bulunmasıyla macunlarda kullanılmaya başlandı.


Avrupa ruhsatıyla her türlü malın üretilmeye başlanmasından önce bildiğimiz ünlü diş macunu markaları yerli ürünlerdi. Örneğin Radyolin, eczacı Necip Avni Akar tarafından 1927’de kurduğu Necip Avni Itriyat Fabrikası’nda önce Necip Diş Macunu adıyla üretilmişti. 1931’de adı değiştirilerek Radyolin yapıldı. Necip Bey Gripin’in de ruhsatını almış olduğu gibi Opon, Fay, Puro markalarının da üreticisiydi.



Ustura


12 Eylül’den sonra memur ve işçiler tıraşlarından dolayı baskı görür ve kıyafet yönetmelikleri çıkarılırken, YÖK de 1983’te sakal bırakan öğretim görevlilerini sakallarıyla görevleri arasında seçim yapmak zorunda bırakmıştı. Türk düşünce, basın ve edebiyatında yenilenme tarihinin öncü adı Şinasi ise, sakalını tıraş ettiği için memuriyetinden olmuştu. Dede Korkut’ta sakalı uzun olmak yabancı ‘tat eri’ olmakla özdeşleştirilirken, îslamiyetle birlikte sakal bırakmak sünnetler arasına girmiş, sakalın biçimi belirlendiği gibi, sakal duasıyla bırakılan sakalın kesilmesi de hoş karşılanmamıştır.


Ebussuûd Efendi “Zeyd sakalını tıraş edip ve kırkan kimsenin üstadı iblis ve Ebu Cehil’dir dese Zeyd’e ne lazım olur?” sorusuna, “Ebu Cehil idüğü malum değildir, evvelki haktır, her fiil-i nâ-meşruu ol öğretir,” diye cevap vermiştir. Mevlana’nın da sakal konusunda “Ben hiç sakalları olmadığı için Kalenderileri kıskanıyorum,” dediği ve “Az sakal erkeğin saadetindendir çünkü sakal erkeğin süsüdür. Onun çokluğu erkeği böbürlendirir. Bu da insanı manen öldüren şeylerdendir,” hadisine uyarak “çok sakal sofilerin hoşuna gider. Fakat sofi sakalını tarayana kadar, arif Tanrıya ulaşır,” görüşünde olduğu nakledilmiştir.

Klasik kaynaklarda, gece kitap okuyan bir muhteremin, kitapta “Sakalı bir yumruktan uzun olanda akıl yoktur,” diye okuyunca, kendi sakalının boyunu merak ettiği, elini atınca yumruğundan taştığını gördüğü, hemen kandili alıp taşan yerleri yakmak isterken elinin de sakalının da yandığı, ve kitabın kenarına “tecrübeyle doğrulanmıştır” diye şerh düştüğü çok yinelenen hikâyelerdendir.


Sermet Muhtar Alus, İstanbul’da ilk sakalsızın Alman Blum Paşa olduğunu, 1849’da sokağa çıktığında halkın kendisini akağalardan sandığını yazar. 1885’te dram aktörü Manakyan’dan başlayarak Aleksanyan, Arifi Bey, Burhaneddin. Tepsi sakallarını tıraş etmiştir. Osmanlı vatandaşlarına hüviyet cüzdanı verilmesini düzenleyen ve bunlara saç sakal renginin de yazılmasını isteyen yasa tasarısı 1910 yılında görüşülürken, sakalın kesilebileceği, hüviyet cüzdanında yazılmasının gereksizliğini söyleyen mebuslara karşı Amasya mebusu Fazıl Arif Efendi’nin cevabı serttir: “Bıyık ve sakalını tıraş eyler deniyor. Vicdanlı, hamiyetli bir insan, hiçbir vakit ne bıyığını, ne sakalını tıraş etmez. O bıyık ve sakalı kazımak birtakım adi sahtekârlar hakkındadır. Binaenaleyh bu kayıt kalkma malıdır.” Ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sakalını kesenler hızla artmıştır. Anadolu’da sakal İlmiyeye ait bir simge olduğundan sorun oluşturmamış, 1950’li yıllara kadar asker ocağında bıyıkları kestirmek zorunda kalan yiğitler zorlanmıştır.


Eski Mısır’da sakallı olup olmamak statüye bağlıydı ve firavunlar tıraş olurlardı; mezarlarına tunç tıraş bıçakları da konulurdu. Eski Yunanlılar Büyük İskender’in etkisiyle IÖ 4. yüzyılın sonlarından itibaren tıraş olmaya başladılar. Romalılar IO 300 yılında Roma zenginlerinin Sicilya’dan getirtdikleri Yunanlı berberlere tıraş olma modasıyla sakallarını kesmeye başladılar, imparator Hadrianus (IS 117-138) sakalı tekrar moda yaptıysa da tıraş olma âdeti yaşlılar dışında iyice yaygınlaştı ve yalnızca hizmetkâr, köle ve barbarlar sakallı kaldılar. Batı dillerinde ve Türkçede berber sözcüğü de Latince sakal anlamındaki barba!dan gelir.


Sakal konusunda zorluk yaşayan bir grup da Rus mujiklerdir. Rusya’yı Batılı yapmakta kararlı olan Büyük Petro sakalların kesilmesi gerektiğine karar verince boyarların direnişi ile karşılaşmış, buna karşılık sakal vergisi getirerek orta yolu bulmuş; Rus atasözü “Her gün tıraş olmaktansa yılda bir çocuk doğurmak yeğdir,” derken, vergiyi veremeyen mujiklerin sakalı kestirilmiştir.


Fakir sınıflar daima kısa saç ve sakallıyken, zenginlerin modası sürekli değişim göstermiştir. Örneğin, aristokrasinin enfiye alışkanlığına tutulduğu dönemde bıyık kullanışlı değildir. XIV. Louis döneminde sakallar kesilmiş, romantikler tekrar uzatmış, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1920’lerden itibaren saç ve sakal gene kısalmış ve 1968 hareketinden sonra gene uzamıştır.


İlk emniyetli ustura Fransız berber Jean Jacques Perret tarafından 1762’de yapılmıştır. Keskin bıçağın metal mahfaza içine konduğu bu modelden, t biçimli modern usturaya geçiş 1880’lerde Amerika’da olmuştur, fakat bu usturaların da ucu değişmediğinden sık sık bilenmesi gerekir.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak