ÇiN'in yazılı tarihi çok eski zamanlara kadar uzanan önemli belgelere dayanır. Bunların bize kadar gelmeleri çoğunlukla “yıllık” biçimindedir. Bu yıllıkların konusu yönetici sınıf temsilcilerinin hayat hikayeleri yanında iç savaşlarla hanedan ailelerinin yükselişi ve düşüşüdür. Bunlar içinde, o tarihin özelliğiyle imlamı konusunda ileri sürülen bir düşünceye çok seyrek olarak rastlanıyar. Herhangi bir çözüme ulaşmak amacıyla tarihsel olaylarla süreçlerin anlamını belirtmek yönünden sürekli bir çabanın varlığından söz edilemez. Dikkat ve ilgi yalnızca geçmişle yaşanan döneme çevrilmişti. Seviyeli bir kültüre sahip olan Batı dünyası, Çin'in resim sanatı, fildişi, yeşimtaşı, tahta oymacılık ve heykelcilik sanatı karşısında olduğu kadar Pekin'in muhteşem sarayları önünde de hayranlığını gizleyememiş, bunların derin etkisi altında kalmıştır. Bu sanatın değeri ne kader büyük olursa olsun, ülkenin çok eskilere dayanan uzun tarihine ve kalabalık nüfusuna oranla çok az şey ifade edebilmektedir. Bütün tarihleri boyunca, Çinlilerin çoğunluğu tarım ve zanaatle uğraşmıştır. Yaşantıları sadeydi. Onların tarih karşısındaki tutum ve davranışlarını bu açıdan bakınca gerektiği gibi kavrayabiliriz. Çeşitli düşünce okulları da bu sadelik kaynağından doğmuş, onun anlamı içinde yoğrulmuştur.
Çin'de, tarih konusunda. Batılıların sandığından çok felsefe akımı vardır. Bu noktada Çinlileri, eski Yunanlılar, bazı Hint toplumları ve 19'uncu yüzyıl Almanlarının yanında saymak gerekir. Çin felsefesinin, tarihin özelliği ve anlamı konusunu görünüşte az işlemiş olması onun bu noktalarda boşlukları olduğu düşüncesini doğurabilir. Fakat bu düşünce yanlıştır. Çin felsefeleri tarih karşısında, tarihin teorik anlatımına ve belirli anlayışlarının savunmasına varan bir yol izlemiştir. Bu felsefi akımların gelişimi bazı sosyal gruplar içinde şekillenip yayılan fikirlerle olan ilişkileriyle gerçekleşmiştir. Bu fikirler, felsefi düşünce basamağına yükselmeden önce, gündelik hayatın malıydı. Felsefe akımları çoğunlukla yaygın inançların birer ifadesiydi. Onlardan tümüyle ayrıldığı noktalar da vardı. Çin'in tarih karşısındaki tutumunu kavrayabilmek için, bu tutumun kaynağı olan fikirlerle inançları öncelikle incelemek gerekir.
Düşünce akımlarının sık kullandığı bir terim olan Tao, bu akımlardan çok önce biliniyor ve kullanılıyordu. Bu terime karşılık olarak genellikle Tarik (yol) sözcüğü öngörülmektedir. Fakat bu sözcüğün kaynak anlamının çok geniş olduğu sanılıyor. Yaşantısını toprağa adamış kişilerin özel bir tabiat süreçleri anlayışı vardır: Mevsimlerin birbiri ardınca gelmesi; bitkilerin yetişmesini, olgunlaşmasını ve ölümünü düzenleyen 'nizam'; gök cisimlerinin deaişmeyen eylemi gibi. “Tarik”in ifade ettiği kavramlardan biri, bu anlayış açısından alınan tabiat süreçlerinde görülen düzenliliktir. Çok basit de olsa, toplum hayatında da bazı düzenlilikler görülüyor ve insanlar kendilerini tabiatın bir parçası olarak kabul ediyorlardı. Herşeyi kapsamına alan evrensel bir süreklilik hissi Içindeydiler. Tao maddi olarak etkisi duyulan her şeyi ifade edebiliyordu. Bir bütün olan Tao, kendisindeki bütüne hakim olabiliyordu. Tao'ya karşı gelmek boşuna çaba olacağından, eşyanın düzenine baş eğmek, genellikle yaygın olan bir davranıştı. Fakat Çinliler, tabiatın bütünüyle olduğu gibi parçalarıyla da cansız ve hissiz olabileceğini kabul etmiyorlardı. Bu kavram belirsizdi. Incelenen herşey sanki kendine özgü bir iç hayatına sahipmişçesine cevap veriyordu. Cevap, aslında, yalnızca insanların hissettikleriydi. Bu, onlar için herşeyden değerli ve herşeyden üstündü. Batılı bilginler bunu Animizm sözcüğüyle tanımlıyordu. Eski Çinliler, pek çok şey için olduğu gibi, nehirlerin ve ağaçların da ruhlarından söz ederlerdi. En yüce ruh Göklerin Efendisi Çang-ti'ydi. insanlarla bu ruhlar arasında inanışa göre bir “alışveriş” vardı. Çeşitli ayinlerde -hatta dinin icaplarından olarak- bu ruhlarla konuşulurdu. Daha sonraları Çin hükümdarlarına “Gök'ün Oğlu” denildi.
Eski Çinliler ne kendilerini ne de Göklerin Efendisi'ni modern Batının verdiği anlamıyla kişi olarak kabul etmiyordu. Çang-ti de dahil olmak üzere ruhlar karşısındaki tutum ve davranışları, gündelik yaşantıları süresinde birbirleriyle olan ilişkilerinden farksızdı. Geçmişlerini cansız maddi dünya ile bir insan topluluğunun ilişkisinden ibaret görüyorlardı. Onlar tarihi hiç yaşanmamış sayıyorIardı. Hayatın iki yüzü olduğu düşünülüyordu. Bu Yin ve Yang'tı. Yin, edilgen; Yang, etkendi. Biri diğerini tamamlıyordu.
Varoluş, Yin ile Yang hakimiyetinin almaşık ahengiydi. Kişinin hayatı, sırasıyla edilgenlik ve dinamizmden etkilenen çabalardan örütmüştü. Aynı şey, sosyal gruplar için de söylenebilirdi. Yin ve Yang, bir bütün olan Tao'nun değişik iki yüzüydü. Yin ve Yang içinde Tao, nizam ve düzenlilik olarak kendini göstermekteydi. Kitleler, Yin ile Yang'ın evrensel uyumuna olan baş eğmenin verdiği rahatlıkla huzurlarını koruyorlardı.
Çinliler bütün tarihleri boyunca atalarının dinini evrensel bir şekilde uygulamışlardır. Herşey, sanki ölülerin ruhu da yaşayanlarla birlikte yaşamaya devam ediyormuş ve onlar gibi ihtIyaçları varmışçasına düzenlenip yürütülürdü. Sungu şekillerini mezar ziyaretlerini ve aile geleneklerini anlamak için bu inancı bilmek gerekir. Bu inançta, ilk bakışta kişinin ölümsüzlüğü fikri varmış gibi geliyor. Fakat bu fikrin, günlük yaşantının akışı ya da tarihin üzerinde etki yapacak hissedilir sonuçlar doğurmuş olduğu söylenemez. Çin düşüncesi, hayatı ne başka dünyadaki bir hayata hazırlık ne de kusursuzluğa erişme yolunda katedilecek dizinin bir basamağı olarak görüyordu.
Bu tür kavramların savunucuları, Çin'e dışardan gelen Budizmin etkisinde kalmışlardır. Tao'cu ve Konfüçyüs'cü düşünürler, kişinin ölümsüzlüğü konusunda ne ciddi bir tartışmaya girişmişler, ne de böyle bir fikirden faydalanarak tarihin anlamını belirtmeye çalışmışlardır. Bir tek düşünür Moti bu nokta üstünde durmuştur. Fakat el attığı konu her bakımdan bilgisinin üstündeydi.
Bütün sadeliğine karşılık, Çinlilerin hayatı yinede gölgesiz bir mutluluk içinde sürüp gitmiyordu. Tabiatın Tao'sunun aksamayan düzenine rağmen su baskınları ve kuraklık ürüne zarar veriyor, salgın hastalıklar insanları kırıp geçiriyor, kasırga ve yer sarsıntıları türlü felaketler doğuruyordu. Od'lar, sosyal eşitsizlikten, fakire karşı kötü davranıldığından söz eder. Savaşla eşkiyalık, Çin tarihinin genel görünüşü içinde en önemli yeri tutar. Fakat bu her zaman ters giden kadere ateşli ümitler ve değişik bir gelenek anlayışı ile karşı konulduğu görülmüyor. Aksine, mutluluk dolu olduğuna inanılan geçmişin yaşantısına dönme isteği belirtilirdi. Çinli düşünürler. tarihi kötülüklerin cezalandırılıp iyiliklerin mükafatlandırıldığı bir ahlak eğItiminin kaynağı olarak görüyorlardı. Kader kötü yüreklileri ihsanlara boğmuş olabilirdi. Fakat bu yalnızca bir dış görünüştü. Aslında onlar ruhen güçsüz ve zavallıydılar. Savaşlar savunmak için yapılmalıydı. Savaşa haklı davanın er geç üstün geleceği inancı ile girişilmeliydi.
Çinlilerin tarih karşısındaki tutumları konusuna eğilirken. ortaklaşa paylaştıkları bir özelliği göz önünde tutmak gerekir: Bu sakin mizaç'tır. Hiç bir olay'ın sarsamıyacağı sakin ve 'mütevekkil' tutum, en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün Çinlilerde görülür. Bu özellikleri, Hintlilerde olduğundan daha yaygın ve daha güçlüdür. Çinli, yaşantısına gölge düşüren sıkıntı ve üzüntüler karşısında şaşırıp kalmaz. Içinde yaşadığı toplumda sosyal tarihinin uğradığı değişiklik ve felaketler de onu etkilemez. Bu ruh hali. Çin tarihi boyunca toplumun ve kişinin varlığının derinliğinde sürüp gitmiştir. Çin'in tarih tecrübesi, sevinçten çok bir herşeyi kabullenmeden, gelir, M.O. III. yüzyıl Çin düşünürlerinden Tıu-yın, doğal süreçlerin dönüşümüne dayanan devri bir tarih kavramı ortaya attı. Eski Dualar Kitabı, dünyada üç devir olduğunu kaydeder. Açımlayıcı Han'lar, ilk Yaz ve Güz vakılarında da nitelikte bir ayrıma rastlandığını söylüyor. Fakat Çin tarihinde, bu fikri yansıtan düşünce ve sözlere genellikle az rastlanır. Kiang Vu Vey (M.S. 1858 - 1927) bundan önemle söz eden ve dikkati bu noktaya çeken ender düşünürlerdendir.
Şimdiye kadar incelemeye çalıştığımız düşünce ve fikirlerin açısından bakarsak, Çinlinin tarih karşısındaki tutumunu sekincilik (kivetizm) olarak nitelendirebiliriz. Çeşitli Çin felsefeleri bu niteliği öz anlamı içinde doğrulamaktadır. Bu sekinci tutumun gerekli zamanlarda kişinin günlük eylemine yapmakta olduğu etkinin şekline ve önemine göre bu felsefelerde değişimler meydana gelmiştir. ilk elde Taoizmi incelemek gerekir. Bu felsefenin bize kadar uzanan belgeleri, tarih bakımından Konfüçyüs'cülerin yazılarından daha yenidir.
Çok eskiden beri söylenegeldiğine göre, Taoizmin kurucusu Lao tsö'dür. lao tsö'nün hayatı ve kişiliği üzerine söylenen herşey daima tartışma konusu olmuş, şüpheyle karşılanmıştır. Fakat şimdiye kadar, bu şüphelerin yerinde olduğunu kanıtlayan belgelere rastlanmamıştır. Bizi özellikle ilgilendiren Laonun kişiliği ve hayatı değil, taoist felsefenin tarih anlayışı üzerindeki etkileriyle, bu düşüncenin doğurduğu tutum ve davranıştır. Uzun geçmişi içinde Taoizm, bu noktalardaki kavramları açısından çeşitli değişimlere uğramıştır.
ÖZGÜL Taoizmin vardığı ilk aşama, bencillikle toplumdan uzaklaşarak huzura kavuşmak çabasında olan münzevilerin yaşantısına benzetilebilirdi. Efsane, ilk başta Lao tsö'yü yalnız, evsiz barksız olarak 'tasvir' ediyor. Bu şekill bir giriş, tarihin anlamını -özellikle iç huzurunda kişinin her türlü dış etken ve zorunluluktan bağımsız olmasında arayan bir görüşün ifadesiydi.
Taoizmin temel kitabı olarak bilinen Tao-tö King, ikinci aşama için daha çok şey söyler. Basit bir düşünce başlangıcını aşan derinleştirilmiş bır felsefeyi işliyor. Eşyanın daima değişen görüntüsü önünde Tao'yu, süreklilik; geçici olanın dengesizliği karşısında huzurun gerçek temeli olarak gösteriyor. Fakat, geçicinin de kaynağının yine Tao olduğu kabul edildiğinden, toplumsal yaşantıdan uzaklaşmayı öğütleyen bir söze rastlanmıyor. Bu durumda, Taoizm içinde, sosyal tarihe karışma tam anlamı ile ifade edilmiş demektir. Fakat Taoizme sıkı sıkıya bağlı olanlar, resmi görevler çarkına girmekten daima kaçınmışlardır. Onlar -ne kadar az yönetim olursa, o kadar iyidir. diyorlardı. Toplumsal ilişkileri kabul eden Taoizm; tarihle yalnızca kişinin iç hayatındaki dalgalanmalar ardından ve siyasal yönetimle de, ancak özel şartların zoruyla ilgileniyor. Taoizmin, milletlerin, daha genel "bir anlamla uygarlıkların "sürekliliği, gelişmesi ve düşüşü kavramlarına vardıran bır tarih felsefesi yoktur. Fakat bunun yanında, Tao-tö King'de sonsuzdur. Sonsuza kadar da. değişen ve görünenin, değişmeyen ve görünmeyen kaynağıdır. lao'nun bir şekli yoktur, fakat O eksiksizdir, bir tamdır. Her yöne uzanır. lao. özgül çabanın gerekliliğini duymaksızın çalışır. lao. evrensel bütünün tek gerçeğidir. Bunu böylece anlayan ve Tao'nun gölgesindaki yerini bilen kişi huzura kavuşur. Bu temel kavram açısından bakıldığında, kişi fikrinin Taoizm içinde çok dar bir çerçeveye hapsedildiği görülür. Bunun gibi, tarihin olayların ve kişilerin özelliklerinin de hiçbir önemi yoktur. Düşünce. kişisel ve toplumsal olanın ötesine, evrensele uzanıyor. Bu anlam içinde tarih, gerçek bir bütünün ifadesinden başka birşey değildir. Tarihin özellikleri de yalnızca salt bağıntılıktır.
Bu tutum ve felsefe toplumsalı bir kenara atmıyor, bunun tanınmasını öğütlüyor. Çünkü başklarını kendi açınızdan görüyorsunuz. Başka aileleri kendi ailenizden. başka dinleri kendi dininizden. başka memleketleri kendi memleketinızin köşesinden görüyorsunuz. Bir bütün gibi, kendi toplumunuzda" Büyük Toplumu görüyorsunuz.
Büyük Toplum, ancak Tao'nun varlığıyla anlaşılabilir. Tao-tö King'in birçok bölümleri, Taoistlerin tarihi kozmopolit ya da evrensel bir görüş açısından ele almış olduklarını belirtir niteliktedir. Taoizmi bu noktada -her ne kadar onların kesin ifadesine sahip olmasa da- stoisizme ve hristiyanlığa benzetebiliriz. Taoizm, insanların mutluluğu konusunda, ne inatçı bir çaba, ne de ateşli bir heyecan çağrısında bulunuyor. Taoizmde yalnızca, kişinin başkasına kötülük yapmasına engel olma isteği hissediliyor. Kişinin mutluluğu tarihte vardır ya da olacaktır. Dış baskı olmaksızın, herkesin kendi özelliklerini gerçekleştirip sağlamakla bu mutluluğa varılabilir. Tao, kişileri, kendi özellikleri içinde birbirlerine uydurmuştur, Tao'nun bütün hoşnutluğu, bunun gerçekleşmiş olmasındadır. insanlık gerçek mutluluğa, ancak Tao'nun her kişinin varlığında gelişmesiyle varabilecektir. Bir siyasal ya da idari örgütten doğan mutluluk geçicidir.
Olaylar konusunda temel bir ayrımın belirtilmesi, bunların birbirleriyle zincirleme bağlı oluşlarının doğurduğu sonuçları önleyebilecektir. Belirli bir yöne götürmekte olan olayları aksi yöne çekmek isteyen olaylar izleyecektir, Taoizme göre Deneysel önden arkaya ya da .. yukarıdan aşağıya doğru hareket eden bır dalgadan oluşmuştur; varolan her şey gelişir, sonunda gördüğünüz gibi aslına dönüşür.
Yine Taoizm eşya çok olabilir, ama herşey köküne döner. kaynaklarına gider; köküne gıder; huzura gider; bu, herşeyin kaderinin çıkış noktasına gitmek olduğunu belirtmektedir der. Bu kaderi hiç birşey değiştiremez. Tao'yu bilen, tarihin akışı içinde neler geçtiğini tarafsızlıkla değerlendirebilir: Geçici ve bencil isteklerin üstüne çıkarak, toplum olaylarını sıkıntısız izleyebilir ve sonunda. huzurdan payına düşeni alır.
Tao-tö King'den sonra Taoizmin en önemli kitabı çuang-tsö'nün Kltabıdır. Uzmanlar bu eserin tamamının çuang-tsö'ye (M.Ö. 369·286) ait olmadığını, fakat önemlı bir bölümünün onun tarafından yazılmış olduğunu kabul ediyorlar. Onun yazmamış olduğu bölümler de onun kendi düşüncesinden farklı olmayan bır şekilde işlenmiştir. Çeşitli kişilerce yazılmış olmasına rağmen Kitap'taki düşünce sistematiği, Tao-tö King'inkinden aşağı kalmamaktadır. çuang-tsö'nün Kitabı, bir çeşit tinselciliği (spritüalizm) ya da idealizmi savunmaktadır. En çok tekrar edilen şu bölüm, Berkeley'in ya da Hinduların tutumuna benzer niteliktedir:
çuang-tsö bir gün düşünde, kendini kelebek olmuş, oradan oraya uçar görmüştü. Eğilimlerini bilinçli olarak izleyebiliyordu. Kelebek, çuang-tsö olduğunu bitmiyordu. Bu arada çuang-tsö uyandı. çuang-tsö olduğunun bilincine vardı. Düşünmeye başladı: Çuang-tsö mü rüyasında kelebek olduğunu görmüştü. yoksa bir kelebek mi düşünde kendini çuang·tsö olarak görmüştü?
İdealist bir kavram burada kesin olarak doğrulanmaktadır: Büyük bir uyanış olacak, herşeyin büyük bir düşten ibaret olduğu anlaşılacak. Deli, kendini daima uyanık sanır. Bilgisi yalnızca kendisi ile doludur. Prens olur, çoban olur. Her zaman kendinden emindir. Üstad (Konfüçyüs) ve siz, ikiniz de düş görüyorsunuz. Size düş görüyorsunuz dediğim zaman, ben de düş görüyorum. Size söylediğim bu sözler çelişki olarak nitelendiriliyor. Bize herşeyi açıklayacak bir bilgeye rastlayana kadar sayısız kuşaklar gelip geçecek. Ona rastladığımız zaman da bu kısa günün bitişi olacak. Hayatın kısa bir düşten ibaret olduğu ve herkesin payına bir günün düştüğü fikri, tarihin, geniş anlamıyla bir anlamı olup olmadığı sorusunun cevabına yöneltmiyor.
Tarih'in bağımlılık içinde anlamsız olduğu düşüncesi çuang-tsö'de türlü şekillerde tekrar ifade ediliyor. Gerçek sonsuzdur; çuang-tsö .. zamanı umursamayın, sonsuzluk alemine göçün, ancak orada dinIenebilirsiniz diyor. Tao'nun eylemi iniş ve çıkıştır.
çuang-tsö şu soruyu soruyor: Neyi yapmamız, neyi yapmamamız gerekir? Karşılığını da kendi veriyor: Değişimler kendiliğinden oluşsun!. Eşyanın yakından incelenmesi, özde uyumluluk olduğunu göstermektedir. Eğer insanlar bunları bir .. birlik haline getirmek çabasındaysa kafalarını ve zekalarını boşuna yormuş olurlar. Tarihin özellikleri Tao'nun sürekli eylemi içinde kaybolup gitmektedir. çuang-tsö, siyasal hayata girmekten her zamıın kaçınmıştır, Şöyle der:
Büyük Toplumu yönetmeye kalkmak. denizin üstünde yürümek, nehir suyuna denk delmek, bir dağı bir sineğe taşıtmaya kalkışmaktan farksızdır,. Toplumsal örgütlenme huzuru sağlamaktan uzaktır. Çünkü, BiIgelerin denetimi, siyasal denetimin çok ötesindedir. diyen çuang-tsö'ye göre, tarihin akışı ıçınde herşey bağıntılıdır.
Şimdi hayat, şimdi ölüm, şimdi hayat!
Doğru olana bağlanmak, yanlış olana bağlanmaktır.
Yanlış olana bağlanmak, doğru olana bağlanmaktır.
iyi niyet, gündelik olaylarda etkililik, yönetimin iyi
düzeni, insanların yüreklerinde dostluk ...
Bütün bunlar zorunluluk altında değil, kendiliğinden oluşursa
bir değer taşır. Bunların anlamı dışta değildir. içten gelir.
çuang-tsö, zor kullanmayı kesinlikle yasaklıyordu: zor, Tao'dan değildir, şiddet Tao'dan değildir.,.
Zorun ele geçirdiği, hemen yok olur. Deneysel tarih eşyanın yalnızca yüzünü yalar geçer. çuang-tsö
der ki: -Gerçekten gelişmiş insan, düşüncesini bir
noktada, eşyanın ruhunda, sonsuz Tao'da toplar. Taoist tutum, deneysel gelişimi amaç edinmiş değildir.
Onun amacı -sürekli huzur halini sürdürebilmektir.
En uç şekliyle Taoizm, tarih karşısında sekinci
bir tutumun felsefesi olarak beliriyor: Edilginlik, sükunet, yumuşaklık ve eylemsizlik, barış içindeki evrenin özellik erildir. Bunlar Tao gelişiminin en yüce noktasıdır. Tao'nun görevi, günden güne daha az yapmak, sonuçta eylemsizliğe varmaktır.
Çağdaş Çin düşünürü ling Yutang bu noktada çok haklı olarak şunları söylüyordu: Eylemsizlik öğretisi, çok güç varılabilecek bir bilinç kavramıdır.
Lin Yutang'a göre, Taoizmin –modern bilimin ışığındaki anlamı-, -araçlardan olabildiği kadar kısıntı yaparak, varılmak istenen amaçlara erişmek için doğanın güçlerinden yararlanmaktır.- Fakat bu açımlarına, ilk bakışta göründüğü kadar aydınlık değildir. Ortada, varılmak istenen amacın ne olduğu sorunu var. Çağdaş uygarlığın mekanik metodları, amacı en kısa yoldan gerçekleştirmektedir. Taoizm, insanların yalnızca bu amaçlarla ilgilenmelerinimi istiyor? insanlar, taoistlerin deneysel tarihini şekillendiren sade yaşamaya bütünüyle karşıt olan bir uygarlığın ayrılmaz birer parçasıdır. Tao-tö King'in bir çok bölümleri; ahlaki kargaşalık, yarışma, kötülük, eşkiyalık gibi etkenlerin uygarlıktan sayılmasını kınamaktadır:
Silahlar çoğaldıkça, kötülüğün gölgesi Devletin ve ailenin üstüne daha fazla çökecek. İnsanların yetenekleri arttıkça, buluşları korku verici olacak ... Az bulunan şeylere bu denli rağbet olmasa, hırsızlık da olmayacaktır. çuang-tsö'nün görüş açısı bazan değişirde. çuang-tsö, düşüncelerimizi bütünüyle Tao'da toplayarak ve bulduklarımızla yetinerek yaşıyalım demektedir. çuang·tsö, -altını dağlara, inciyi denizIere .. bırakalım demeye kadar da vardırıyor işi. Taoist sekinciliğin el altında bulunanla yetinme düşüncesi. dünyanın çehresini değiştirecek. onu gelişime sürükleyecek çabaların karşısındadır. Taoizm bu konuyu ele alarak “bunun bir gelişme olup olmadığı sorununa takılmak boştur” der. Örnek olarak, -hayatı sevmek ve ölümden nefret etmek gibi düşünceleri kendisine dert etmeyen eski devrin gerçek insanını ele almalıdır.• Gerçek insanı da şöylece çiziyordu: -Hayat önünde apaçık duruyordu. Bu, onun için sonsuz bir sevinç kaynağı değildi. Ölümün karanlık kucağına itildiğinde kurtulmak için çabalamıyordu. Tıpkı bir kuş gibi. dala nasıl konmuş sa öylece uçup gidiyordu: Hepsi bu kadardı.
Başlangıçta Çinli'nin tarih önündeki tutumu metafizik değil, fakat doğacı ve pratik olan bir maddeciliğin belirtilerini taşımaktaydı. Tao bir anlamda doğrudan doğruya hissedilen bütündür, çuıng·tsö'nün Kitabı'nda metafizik bir görüş, vardır: Tao, geçici görülenin ardında, gizli olan sonsuz görülmeyendlr. Sekinellik burada, bu mutlak sonu sezinleyen bilince bağlıymış gibi ifade ediliyor. Sonuç olarak dünyadan el etek çekmeyi değil, ona karşı bağıntılı bir ilgisizlikle davranılmasını öğütler. Dr. Fung Yulanın yeni taoistler diye adlandırdığı M. S. III ve IV. asır Çin düşünürlerinde başlangıçtan gelen (orijinal) natüralizme yönelen tutuma doğru bir dönüş hissediliyor. Tao'nun tam anlamıyla “hiç bir şey” olduğunu kabul etmeleri, metafizik üstünlük kavramını bir kenara itmek anlamını taşımaktadır. Onların gözünde gerçek Tao, eşyanın doğrudan doğruya sezinlenen bütünüdür. Direnme, eşitlikle ve aynı zaman içinde, tek olan bütün ve çok olan özel üstüne yöneliyordu. “Herşey kendi içinde vardır”. fakat «birşeyin diğer şeylere de ihtiyaçı vardır.» Yeni taoistlerin savunduğu tutum, evrensel olduğu kadar kişiselciydi de. Bu arada tekrar tarih konusuna dönülüyor. Tarihi kavrayabilmek için. “özgül tabiat, kendi dışındakilerle ilişkisi içinde kişinin yeri ve deneyi” kavramlarını tam olarak anlamak gerekir: Kişi ne ise odur. Olmadığımız gibi olamayız. Olduğumuz gibi olabiliriz ancak Yapmadığımız şeyi yapamayız, yaptığımız şeyi yapabiliriz. Fakat bu yükseliş içten gelmez, önceden belirlenmiştir. Tarih içinde ve tarih karşısında sürdürülecek tutum konusunda yeni taoistler şöyle düşünüyordu:
Herşeyi olduğu gibi bırakalım, barış ve düzeni egemen kılmanın tek yolu budur. Çung-tsö'deki, düşünürlerin dünyanın gidişini bulandırdıkları iddiasına karşı Kuo Liang: "Sürüp gitmekte olan bunalımın nedeni, günün şartlarına eklenen tarihin akışıdır. Dünyayı karıştıran, düşünürlerin etkinliği değildir. Bunalımın gerçek nedeni genel olarak dünyadır. Fakat dünya da kargaşalıklar içine düşmüştür” der.
Tarih, tam anlamı ile bağıntılılıktır. Tarihin ele aldığı her olayı, özel zaman ve mekan şartları içinde incelemek gerekir. Olayları, ilkeler ve mutlak değerIer ölçüsüne vurmak boşuna bir çabadır. Taoculuğun ilk şekli ile yeni taoiım arasındaki ayrıcalıklara rağmen, hayat ve tarih karşısındaki tutum her iki şekilde de aynıdır: Karşı durmak için üzülüp çaba harcamak yerine tabiatın çizdiği yolu izlemek.
Bazı yenı taoistler. bu tutuma ancak aklın verilerine uygun olarak yaşamakla varılabileceğine inanıyorIar, bazıları da, eğilimlere ve hislere teslim olmayı öğütlüyorlardı. Bu içten geldiği gibi davranma Konfüçyanizmin anlaşmalı töresi, ve kuruluşlarının -sonucu olarak ortaya çıkan yapmacık yaşantının karşısındaydı. Taoizm, edilgenlik konusunda bazan çok ileri gitmiştir. Bilge, içindeki bütün istekleri yok edebilmelidir. Öyle ki, içinde «arzu etme isteği» bile kalmamalıdır. Tarihi geldiği ve olduğu gibi kabul etmelidir. Bilge, bütün isteklerden arınmış olarak. tarihi hiç bir şekilde etkileyemez.
çuang·tsö'nün ve taoistlerin, tarihsel olayların 'süreksizliği konusunu önemle ele almış olmaları, onları sonuç olarak karamsarlığa sürüklemiyordu. Neşe, Tao'nun ifadesi olan hal'de yaşamaktaydı. çuang·tsö'nün Kitabıı bunu şu sözlerle doğruluyordu: .. Bir insan şekli içinde bulunmak, tek başına bir neşe kaynağıdır. Fakat asıl büyük sevinç, şimdi şekli insan olan bu varlığın, perspektifi olgunluk olan sayısız aşamalardan geçeceğini bilmektir. İşte bunun için bilge, yok olmıyacağı, sürekli olarak çeşitli aşamalara katlanacağı için sevinir. Her şeyi tevekküne kabul edenlere, gençlikte olsun, yaşlılıkta olsun benzemek için çaba harcadığımız gibi, bundan daha büyük bir istekle, evrene egemen olanı kendimize örnek almayı arzu ederiz.
Bunun için de sürekliliğe inanmak gerekir. Lin Yutang, felsefe olarak taoizmin bu görüşünü şöyle özetler: Taoistler, temel Birliğe dönüşün felsefesini ifade etmişlerdir. Evren'in, dönüşün, kutuplaşmanın, sonsuz devirlerin, ayrıcalıkların dengesinin, bütün kuralların bağıntılılığının ve nihayet herşeyin en ilk olan Bir'e, Tanrısal Zeka'ya, bütün yaratılışın kaynağına dönüşün felsefesidir. Bu düşüncenin özünde, alçak gönüllülük ve herşeyi kabul etme kavramları vardı. Çıkarcı amaçlarla yapılan çekişmelerden uzak duruyordu. Bu haliyle Taoizm, siyasal hayatla ilişkisi olmayan düşünürlerin ve büyük halk yığınlarının mizacına çok uygundu. Fakat Çin tarihi boyunca görülen sürekli savaşlar, memleketin şu ya da bu bölgesinde durmadan kargaşalık çıkaracak sayıda kişinin taoist öğretileri hiçe saydığını gösterir niteliktedir.
Konfüçyanizm, işte bu duruma bir ölçüde son vermek için ortaya çıkmış bir öğretidir.
KONFÜÇYANiZMiN Çin tarihindeki önemi, Taoizminkinden değişik ve çok daha büyüktür. Taoizm içinde görülen sekincilik, konfüçyanizm'de de görülür. Bazı taoistler Konfüçyüs'ün Lao-tsö'nün bir öğrencisi olduğunu ileri sürerler. Kişiliği, düşüncesinden doğup gelişen akımı büyük ölçüde etkilemiştir.
Konfüçyüs daha sonraları idealize edildi. Onunkinden çok daha sonra gelen düşünce sistemleri, onun adını kullandılar. «Seçmelerin şüpheye yer vermeyecek şekilde Konfüçyüs'e ait olduğu söyleniyor.
Çağdaş uzmanlar da bazı belgelere dayanarak, Konfüçyüs'ün bu eserin yalnızca yarısına yakın bir bölümünün yazarı olduğunu ileri sürüyorlar. Ağızlarda dolaşan özdeyişler tam olarak onun etkisini hissettirir nitelikte değildir. Bunları bazı yerde geleneksel çizgilerle tamamlamak gerekir.
Konfüçyüs, düşüncelerini yaymak ve uygulamak için yüksek seviyede bir yönetici göreve sahip olmaya çalıştı. Bu amacına ulaşıp ulaşmadığı kesinlikle bilinemiyor. Bu nokta bugün bile hala tartışma konusudur. Konfüçyüs, eski geleneklerin gerçek anlamını vermeye çalıştığını söylüyordu. Öğretilerinin, bilinen Çin mizacına çok uygun olduğu bir gerçektir. Konfüçyanizm; ahlak konusunu ele alışı, kişisel ve toplumsal yönleri, çabayı öğütleyen düşünce şekli ile Taoizmden bütünüyle farklıdır.
Konfüçyüs, federal devletleri zayıf düşüren savaşlarla kötü yönetim şekilleri konularını ele almıştı.
Günün düzeninde değişiklikler yapılmasından yanaydı. Yapılması gereken şeyler konusundaki düşüncelerinin "Bilge Krallar devrine kadar uzandığını söylerdi. Konfüçyüs'ün, çeşitli aşamalardan geçerek varılan bir tarih objektifi kavramından söz ettiği iddia edilemez. Seçmelerin Konfüçyüs'e ait olduğu söylenen bölümünde, hayatta ve tarihte geçerli tek şeyin “iyilik” olduğu belirtilir. Fakat Konfüçyüs'ün, Iyilik kavramından ne anladığı kesinlikle bilinmemektedir. iyilik niteliği taşıyan bir kişinin, ne türlü bir kişiliğe sahip olması gerektiği konusuna da hiç değinmemiştir.
Konfüçyüs'ün tutumu, genel anlamda, tôrel idi ve iyilik, edilgen anlam içinde bir sekincilik olmamalıydı. Huzur, kişinin amaçlarını gerçekleştirmesini ve toplumsal durumunun gerektirdiği görevleri yerine getirmesini sağlayan bir unsurdu. Konfüçyüs: -Herkes, zenginliği ve tanınmışlığı Ister. Yoksulluk ve unutulmuşluktan kaçar- diyordu. Buradaki herkes sözcüğü ile Konfüçyüs, üyesi olduğu ve bağlı bulunduğu yüksek sınıfı nitelendiriyordu. Bütün Çin'in zenginliği ve ün'ü aradığını, yoksulluk ve unutulmuşluğu istemediğini söylemek yadırgatıcı olur. Hele yoksulluğu candan kabulleneceklerin olabileceğini düşünmek de yersizdir.
Konfüçyüs, iyilik bizden bu kadar uzak mı? Derken gerçekten iyiliğe ulaşmak isteyenler onu çok yakınlarında bulabilirler diye sözü sürdürüyordu. Dış zorunluluk nedeniyle izlenen bir tutum, toplumsal anlamda geçerli de olsa, huzur verici nitelikte değildir. Dış etkisi ne olursa olsun, iyilikte direnmeli. Davranışı, ne sevgi ne de nefret etkileyip değiştiremez.
Hayatın anlamı içinde Konfüçyüs hislere de yer veriyor, Aşırılığa varmayan zevk ile kişiye zarar vermeyecek üzüntüden söz ediyordu. Dış şartlar ne olursa olsun, kişi, neşesini kaybetmemeliydi .. Görülmemiş" Hui'yi şöyle anlatıyordu: Yemek için yalnızca bir avuç pirinç, içmek Için yalnızca bir yudum su, yatacak yer için yalnızca kaldırım taşları. Hui'den başkası buna dayanamazdı. O, bütün bunlara karşılık yine de neşesini kaybetmiyordu.
Yoksulluktan gelmiş olmak da, ayırdetmede doğru bir ilke olarak kabul edilemez. İyilik, kişisel davranışta belirir; Gerçek bir efendi yatışkındır ve her zaman rahattır. Zayıf adam tırnaklarını yiyecek kadar huzursuzdur ve her yerde de rahatsız. Gerçek bir efendi ne şiddet, ne de gururla davranır. Bakışları Iyi niyetle doludur. Konuşurken kötü ve çirkin sözler sarfetmez. iyilik, kişiliğini aşarak toplumsal ilişkilerini kapsar. Törel güç yalnızlıktan taşar, çokluğa doğru akar.
Seçmelerin hangi bölümünün Konfüçyus'e ait olduğunun kesinlikle bilinmemesi, ana baba sevgisine verdiği değerin nitelendirilmesini güçleştiriyor. Çin toplumunun gözünde ana - baba sevgisinin taşıdığı önemin bilinmesi, bu güçlüğün ne anlamda olduğunu belirtmeye yeterlidir. Konfüçyüs'ün fikirlerinin saptırıldığını ileri sürenler olmuştur. Bunlar, Konfüçyus'ün, çağdaş demokrasiye benzeyen toplumsal ve siyasal eşitliğe taraftar olduğunu iddia etmektedirler. Öte yandan, Konfüçyüs'ün kademeli bir derebeylik düzeninin savunucusu olduğuna dair belirtilere de rastlanmaktadır. Konfüçyanizm, ahlakın, sınıfların yükümlü oldukları görevlerin bir kuralını meydana getirdiğini ileri sürer. Konfüçyüs'ün yaşadığı devirde, eski düzenini sürdüren derebeylik çöküntüye yakın bir sarsıntı içindeydi. Bu olayı çok yakından izlemiş olarak Konfüçyüs; geçmişi yüceltmiş, ideal derebeylik düzeninin en iyi şeklini yine geçmişte bulmuş ve bunu örnek olarak ortaya atmış olabilir.
Konfüçyüs, ..gerçek bir efendinin niteliklerini belirtmek için kullandığı sözler ile yönetici sınıf üyelerine düşen görevin özelliği konusundaki düşüncesini de ifade etmiş oluyor. -Gerçek bir efendinin günlük nitelendirmelere ihtiyacı yoktur. Yığınlara Tarik (Yao) konusunda bilgi verilebilirdi, fakat ona bunun gerçek anlamını anlatmak boştur. Konfüçyüs Tao'nun anlamı üstünde ısrarla duruyor ve çevresini de buna zorluyordu. Yığınların kendisi gibi anlayış yeteneklerine sahıp olduğuna inanmayan Konfüçyüs'ün bu davranışını, Tao'yu halka indirmek ve yaymak çabası olarak nitelendirmek yanlış olur. Sonuç olarak ileri sürdüğü sosyal tutum, demokratik değil, ataerkil bir hakkaniyetle hareket idi. Bunu şu sözlerle ifade ediyordu: .. Gerçek bir efendi ihtiyacı olanların yardımına koşar. Amacı zenginleri zengin etmek değildir. Ayrıca yaşlıları yalnız bırakmamalı dostlarla iyi niyetli ilişkiler kurmalı ve gençliği sevmelidir. Bütün bunlar kişisel davranışlardır. Konfüçyüs geleneksel inançlara karşı saygı ile davranılmasını istiyordu: iyi davranışlar insanlar arasında sade ve dengeli ilişkiler kurulmasını sağlar, asırlık inançların gerçekleştirilmesini kolaylaştırırdı. Bu öğütlemenin ilk bölümü yüksek sınıfa hitap ederken. ikinci bölümü aile geleneklerine titizlikle bağlı kalarak toplumsal ayrıcalıkların sürdürülmesini destekliyordu.
Konfüçyüs, müzikten zevk alıyor ve müziği anlıyordu. Nesillerin Dansı ve bu dansın müziği. Konfüçyüs'e göre; güzellik ve iyilik bakımından tam bir olgunluktu. Savaş Dansı ise tam anlamıyla güzel, fakat iyilik yönünde mükemmellikten uzaktı. Konfüçyüs, müziği bir eğitim aracı olarak kabul ediyor ve bunun yanında, insanın ruhunu besleyen bir kaynak olduğunu da belirtiyordu. Gelenekler Kitabı'nın bir bölümü olan Müzik Kitabı şöyle der: Musıki neşenin ifadesidlr. Tarihin anlamından bir parça sanki müziğin verdiği zevkteymiş gibiydi. Ama müzik Çin'de en az gelişmiş olan sanat dalıydı.
Konfüçyüs'ün, tarihin bir adalet ilkesine sahip olduğuna inanmış olması mümkündür. iyiler mutlu, kötüler de kaderin kurbanı olurlar. Konfüçyüs bunu şu sözlerle ifade ediyordu: .. Gerçekten iyi olan kişi, hiç bir zaman mutsuz olmaz. Olgun kişi bunalıma düşmez. Yiğit olan korkmaz. KIşinin yaşantısı bütünüyle dürüstlük olmalı. Yoksa üzüntülerden, tehlikelerden hiç kurtulamaz.
Konfüçyüs genellikle metafizik tartışmalardan uzak kalmıştır. Eğer onun yaşamakta olduğu devirde meydana çıkıp şekillenmiş olsaydı, taoist felsefesinin Tao'yu gerçek ve görülmeyen son olarak ele alışını benimsemezdi. Onun gözünde Tao'nun anlamı Tarik'ti. Düzenlilik, denge ve nizamdı. Onun içIn hayat ve tarih, tabii varoluşun yaşanmış deneylerinden başka birşey değildi. Konfüçyüs, halk arasında çok yaygın olan animizmin sayısız ruhlarının gerçekliğini reddetmiyordu. fakat öte yandan hayatı boyunca bunları hesaba kattığı görülmemiştir. Konfüçyüs. Tanrı'nın şekli konusunda ileri sürülenleri bir kenara iter. Fakat insandan üstün olan bir gücün varlığına inanır ve onu “Gökler” deyimi ile nitelendirir. Göklerin emrine boyun eğmek zorunludur Konfüçyus için Göklere isyan edenin af beklemeye hakkı yoktur.
Tsukung, Konfüçyüs'ün Göklerin yolunda. ilerleyip gelişmeyi reddetmesinden yakınıyordu. Konfüçyüs'ün, tarihin anlamına bu dünyadaki hayatın ötesindeki bir yaşamda olduğunu belirleyen bır sözü yoktur. Tarihin anlamı hayattadır ve onun sürüp gittiği şekildedir.
Konfüçyus “Seçmeler”in bir bölümünde hayatını şöylece özetler: Onbeş yaşımda öğrenmeye gönül verdim. Otuz yaşında ayaklarım sağlam olarak yere basıyordu. Kırk yaşında tereddütlerimi yenmiştim. Elli yaşında Göklerin emrinin ne olduğunu biliyordum. Altmış yaşında emirleri yumuşak başlılıkla dinliyordum. Yetmiş yaşında hislerimin gösterdiği yola yöneliyordum; çünkü, artık beni yanıltmayacaklarını ve dengenin sınırını aşmayacaklarını biliyordum.
Belki de kendisini düşünerek şöyle söylediğini anlattılar: "İşte insanın kişiliği: Açlığını unutacak kadar düşüncelerine dalıp gider. O anın büyük mutluluğu içinde üzüntüsünü de unutur. Yaşlılığın içinde olduğunu fark etmez bile.
Konfüçyüs öğretisinin işlediği dört tema şunlardır: Kültür, iş yönetimi, üste karşı dürüst davranma ve verilen sözde durma. Konfüçyüs'ün hiyerarşik ve hatta feodalist özelliği, Mo-ti'nin (M. Ö. 500 - 396) muhalefeti ile su yüzüne çıkmıştır. Geleneksel sosyal sınıflar ve aile içi ilişkilerden doğan ayrıcalıkları reddeden Mo-ti, ahlakın temel ilkesinin “evrensel sevgi” olduğunu savunuyordu idari ve sosyal görevler. bunları yürütebilme yeteneğine sahip olanlara verilmeliydl. Yüksek bir sosyal sınıftan olmak bu görevleri hakketmek için yeterli nitelik değildi. Konfüçyüs'ün bütünüyle inkar etmemekle beraber oldukça hafife aldığı “Gökler”i, Mo-ti saygıyla anıyordu: Gökler evrensel sevgiyi emretmiştir. Bu yoldaki davranışları Gökler, niteliklerine göre mükafatlandırır ya da cezalandırır.
Mo-ti'nin öğretisi, yüksek sınıfın yaşantısını mahküm eder görünüştedir. Maddi huzurun ekonomik etkenle olan ilişkisini ve yalnızca faydalıya değer ve ten görüş tarzını kabullenmesinin nedeni büyük çoğunluğun yoksulluğundandı. Mo-ti, müzik, inançlar ve yararlılık kaynağından gelmeyen herşeyi gereksiz buluyordu. Düşüncesinin Çin toplumunda fazlasıyla yayılmamış olmasının nedenini anlamak, bu yüzden güç değildir. Çin'i yönetenler Konfüçyanizmi kendi çıkarlarına uygun buluyorlardı. Konfüçyanizme karşı olan bütün düşünce akımlarının kitaplarının yakılmasını isteyecek kadar ileri gidenler bile olmuştu. Böylece de Konfüçyanist olmayanlar da her zaman topluma hitap eden görevlerden uzak tutulmuşlardı.
Mensiüs hayattayken dikkatlerden kaçmıştı.. Sung hanedanı devrinde Mensis'ün Kitabı isimli eseri resmen tanındı. Eserinde, psikolojik çözüm diye tanımlayabileceğimiz bir yol ile. Konfüçyanizmin insan ruhunun oluşumuna uygun düştüğünü belirtmeye çalışıyordu. Tarihin özelliği konusunda kesin bir tutumu vardı. insanın doğuştan iyi olduğunu savunuyordu. Bu görüşü diğer üç görüşe karşı ileri sürüyordu. Bunlar sırasıyla: a- İnsan tabiatı ne iyi, ne de kötüdür, b- insan tabiatı içinde ne iyi, ne de kötü ögeler vardır, c- bazı insanlar doğuştan iyi, bazıları ise kötüdür. Mensiüs, bütün insanların doğal olarak, acıma duygusu, kötülük yapmaktan alıkoyan bir utanma hissi, terbiyeye yönelen bir alçak gönüllülükle doğruyla yanlışı ayırdetme yeteneğine sahip olduklarını iddia ediyordu. Kişi bu nitelikleriyle insan olmayan varlıklardan ayrıdır. İnsan da, tarihe anlam veren “İyi hayatta oluşabilir”. Mensiüs bu psikolojik çözümlemesine dayanarak Yang-çu'nun bencilliğini ve Motrnin ayrıcalık tanımayan evrensel sevgisini bir kenara atıyordu. Mensiüs'e göre; bütün sorumlulukların kaynağı. insanın kendisine karşı olan sorumluluğuydu. Görevlerin kaynağı da, ana - babaya karşı olan görevlerdi.
Menslüs, Konfüçyanizmin de kabul etmiş olduğu gibi bir sosyal ayrıcalıklar ilkesi olduğunu kabul ediyordu.
Yine Mensiüs'e göre; sevginin çeşitli dereceleri vardı: Bu dereceler, sosyal gruplar arası ilişkilere ve sosyal seviye bakımından geniş ölçüde değişiklikler gösteriyordu. Mensiüs, insan tabiatı açısından evreni akıı ve ahlakın bir benzeri olarak kabul ediyordu.
Dr. Fung Yu-Ian: insanların ahlak ilkeleri, evrenin metafizik ilkeleridir der. Bütün bu söylenenler, Konfüçyüs'ün Tao kavramının kapsadığı anlamı açıklamak içindi. Sonuç olarak, Konfüçyanizmde sosyal ahlakın önemi ne olursa olsun, bu sosyal ahlakı, bazı hallerde Batı'nın modern sosyolojisinin de ileri sürdüğü gibi, devirlere ve ortama göre gelişme gösteren toplumsal bır olay alarak kabul edemeyiz. Mensiüs, “mistik” olarak nitelendirebileceğimiz bir unsuru da hesaba katıyordu. Yeni konfüçyanistlerin Mensiüs'e verdikleri önemi buna bağlamak gerekir. Fakat eserlerini bize kadar ulaşabilmiş olan bölümlerinde bu mistisizmden söz eden satırlara rastlanmaz. Mensiüs:
“Herşey bizde var. İnsanın, kendi kendisini derinine
tanıyarak bunun bilincine varmasından daha büyük bir sevinç olamaz” diye yazmıştı. Mensiüs'ün görüşü açısından Konfüçyanizm, yalnızca bir sosyal ahlak değil; kişinin, evren içinde birim ve uyum olarak kendi üzerindeki deneyidir. Mensiüs'ün kitabı iki yerde tarih ile doğrudan doğruya Ilgileniyor. Birincisi, tarihte bir kararsızlık olduğu düşüncesini işleyen bölümdür:
“Düzenimiz vardı, fakat şimdi kargaşalık içindeyiz”, ..
Diğeri de Bilge Kralların geleneksel fikrini tekrar eder: .. Bir hükümdar beş yüz yılda bir gelir.
Mensiüs'ün uzun süre bilinmemiş olması, Siuntsö'yü eski Konfüçyanizmi şekillendiren düşünür olarak kabul ettirmişti. Siun-tsö, Taoizmin edilgen öğretilerini bir kenara atıyor ve şöyle diyordu: Göklerin görevini, yapmaksızın yapmak, eylemsizlik içinde eylemlilik diye açımlıyorlar. Bu görevin anlamı ne kadar derin ve büyük, önemi ne denli hayali olursa olsun, bilgisi bütün olan kişi buna hiç aldırmayacak ve anlamak için çaba harcamıyacaktır.
Siun-tsö'nün günlük hayat deneyi açıklaması bu idi. Konfüçyüs'ün aksine, Siun·tsö metafizik unsura karşı çıkmıyor, fakat onunla da ilgilenmiyordu. Göklerin yolu ne kadar derin olursa olsun, kişi onu daha derinleştirmeye çalışmayacaktır. Önemine rağmen bu yolu anlamak için çaba harcamayacaktır. Sırlarla dolu olması onu etkilemiyecek, çözmek için düşüncesini çelmiyecektir.
Siun-tsö'nün tutumu, özellikle ahlakçıydı. insanların sıkıntıya nasıl son verebileceklerini göstermeye çalışıyordu. Mensiüs'ün aksine, insanın doğuştan kötü olduğunu söylemekle yetiniyordu. Siun·tsö'nün düşüncesine göre: iyilik, sonradan kazanılan bir nitelikti ve insanlar yalnızca kişisel çıkarlarının peşindeydi. Toplumsal karışıklıkların nedeni de buydu. İnsan, yaradılışının kötüye olan eğilimi yüzünden iyiliğe yöneliyordu ve tabiatının kötülüğü nedeniyle yönetilmeye muhtaçtı. Bunun yanısıra Siun-tsö, insanın özgür olduğunu ve yükselebileceğini kabul ediyordu. Mensiüs - bedeni, düşünce yönetir. Ruhun efendisi odur ...
Seçimi yapan, eyleme geçiren ve eylemi durduran da odur- diyordu. insanların davranışının, doğal ve önüne geçilmez sonuçları vardır. Düşünce, yaptığı seçimlerin sonucunu yüklenir. Eylemlerin neticesinın kendiliğinden sürüp gitmesine karşı koyamazdı. insanların "üstün insan” idealine ulaşmasını sağlayan bu özgürlüktür. Bu ideale ulaşmayanlar, yalnızca istemedikleri için ulaşmamışlardır., Bütün insanlar, Konfüçyüs'ün Bilge Krallar öğretilerine dayanarak öğütlediği davranış şekillerinı uygulayarak iyi olabilirler.
İyi hayat, ne tabiatın, ne de Tanrı'nın verisi değildir. Siun·tsö bunun bütünüyle toprağa bağlı oldlığunu yazıyordu: - Doğum insanın başlangıcı, ölüm ise sonudur.- Hayatını güzel geçirmiş kişi için, yol tamdır, eksiksizdir. Tarihin gerçek anlamını hissetmiş -üstün insan_ odur. Onu, ilkeler yönetmiştir. Düzenli ve güçlü bir iradesi vardır. Mutludur. Kendi kendine saygısı vardır. İyi insanlar onun için birer sevinç kaynağıdır. Varlığın bütün yönlerini geliştirerek dengesini sürdürmek ister. İsteklerini ve tutkularını, ilkelerin yönetimi altında 'tatmin' eder. Bilgili ve ahlaka uygun bir güce sahip olmak için çaba harcar. Siun-tsö'nün naklettiği Konfüçyanizm, tarihe, uzak gelecekte bir amaç 'tayin' etmez. Tarihin anlamını sonsuzda, tarihten ötede olanda aramaz. Konfüçyanizm, o an içinde ve elle tutulabilende varolan ruh huzuruna ve toplumsal dengeye dayanan bir yaşantıyı savunur. Tabiat her ne kadar insanları birbirlerine benzer olarak şekillendirmişse de, aralarında, her kişiyi toplum içinde değişik özgül mevkilere geçmeye ve birtakım görevleri yüklenmeye yönelten farklılaşmalar vardır. İnsanı hayvandan ayıran, onun toplumsal örgütlenmeye olan eğilimidir. İnsanlar bütün isteklerini 'tatmin' yolunu bulamazlar. Fakat toplumsal durumlarını mümkün kılacak şeyi elde edebilirler. Genç yaşlıya, ast üste hizmet eder. Bu, evrenin uyduğu bır kuraldır. Eğer insanlar toplumsal durumlarını terkedip birbirlerine yardım etmekten vaz geçselerdi bu, yoksulluk olurdu. Yığınlar içinde sosyal farklılaşma olmasaydı. bu, sürekli tartışma kaynağı olurdu.
Siun·tsö, Konfüçyanizmin sosyal yönlerini de belirtir. M. Ö. IV. yüzyılda yazılmış olduğu ileri sürülen Büyük Bilgi, toplumsal unsur üzerinde ısrarla dururken, - kişisel varlığı filizlendirmek için, yine kişisel varlığı kök olarak kabul etmek gerekir. diye öğütlüyordu. Aynı tarihlerde yazıldığı sanılan Gerçek Ortada, kişinin açık ve gerçek olması gerektiğini belirtiyordu irade özgürlüğünün teknik tartışmasına girmemekle beraber Konfüçyanizm, kişinin özel bir tutum ve davranışı olmasını istiyordu.
Taoizmin, Konfüçyanizmin ve Mo-ti'nin ilk taraftarları, hem Bilge Kralcı, hem de geçmişin ideal kurallarının taraftarı olduklarını söylüyorlardı. Tarihsel görüşleri, gelecekten çok geçmişe aitti. Han Fey-tsö' nün (öl. M.Ö. 233) Kanuncular Düşünce Okulu'nun özelliklerinden biri de, bu akımın karşısında almaktı. Han Fey-tsö, mutluluğa ulaşmanın, geçmiş devirler yaşantısına dönmekle mümkün olabileceği ilkesine karşı çıkmaktaydı. Farklı devirlere ait farklı şartların, değişik tutum ve davranışlara ihtiyaç göstereceğini savunuyordu. Dr. Fung Yu-Ian bu konuda şunları diyordu: "Bir değişiklik süreci olarak bu tür bir tarih anlayışı, eski Çin düşüncesine egemen olan diğer düşünce okullarıyla karşılaştırıldığında, 'ihtilalci' bir nitelik göstermektedir .. Tarih içinde kişilere düşen objektiflerin hazcılık (hedonizm) açısından ele alınması, toplum bakımından yerinde bir davranış olmakla beraber. Kanuncular Düşünce Okulu bu görüşle yetinmekle kalmıyor, kişilerin tam anlamıyla uygulanan 'kanunlar yoluyla sosyal zorunluklara baş eğmelerini istiyordu. Bu düşünce okulunun öğretileri yöneticilere hitap ediyordu. Fakat yeteri kadar güçlü ve uzun süreli olamadığı için, geleneksel Konfüçyanizmin üstesinden gelemedi.
Özellikle Sung hanedanı devrinde şeklini bulan ve yaygınlaşan yeni Konfüçyanizm, X. yüzyılda başlayarak Çin'de en çok tutulan Konfüçyanizm şeklidir. Kavramları itibariyle ilkel Konfüçyanizmde daha felsevi, görüşü daha geniştir. Yeni Konfüçyanizmde, Taoizmin temel kavramlarının ve Budizmin önemli bır etkisi vardır. Ne Budizm, ne de Taoizm kişisel yönden olduğu kadar toplumsal yönden de insanın “doğrudan doğruya ve elle tutulabilen” konusundaki olaysal deneyini yeterli bulmuyordu. Dünya yüzündeki toplumsal ilişkiler içinde özel kişiliklerin dışında bir varlığın mevcudiyetine inanıyordu. Taoizm ve Budizm için, kişinin gerçek son ile olan ilişkisinde mistik bir yön vardı. Bu ilişki, tarih içinde olduğu gibi kişinin yaşantısı içinde de temel nitelikte bir ilişkiydi. Yeni Konfüçyanizm de bunu böylece kabul ediyordu. “Büyük Mutlak” kavramına ana kavram gözüyle bakıyordu. Fakat bu düşünce tarzı, kişinin davranışları ve toplumsal yaşantı konularında, Konfüçyanizmin ilk şeklinde olduğu gibi dünyadan elini eteğini çekme ilkesini getirmekteydi. Tao düşüncesine dalıp giderek siyasal eylemden geri durmak, hayatı bir çeşit yaşantı nizamı içinde terketmek ve manastırlara çekilmek yasaklanıyordu. Konfüçyanizmin pratik yönlerinde hiç bir değişiklik yoktu: Bu yönler, Yeni Konfüçyanizmin kabul ettiği deneyüstü ve kendiliğinden doğan mutlak'ın açısından görülüyordu. Yeni Konfüçyanizm, Eski Konfüçyanizm kavramları ile olan bağlılık ve sürekliliğini, Dört Kitap diye adlandırılan (Konfüçyüs'ün Seçmeleri, Gerçek Orta, Büyük Bilgi ve Mensiüs'ün Kitabı) eserlerin yaratmış olduğu derin etkiyle yürütebiliyordu. Yeni Konfüçyanizm. Eski Konfüçyanizmin pek az ilgilendiği mistik ve metafizik sorunlara cevap getiriyordu.
Tarihte salt olaydan başka birşey de vardır. Bu başka şey de ancak hayatın akışı içinde ve akışı ile anlaşılabilir. Bu, bir başka hayat süresinde bilinebilecek ve varılabilecek bir amaç değildir. Yeni Konfüçyanizmin Budizmi eleştirdiği noktalardan biri, sosyal yaşantıda dünya işlerinden el çekmeyi öğütleyip savunmuş olmasıydı.
Yeni Konfüçyanizm, Çin düşünce akımının belki de en yüksek ve en zengin ifadesidir. Yeni Konfüçyanizmin savunucusu büyük düşünürler içinde en tanınmışı Çu Hi'dir (M. S. 1130 - 1200). Düşüncesi, bir çok yerde, bu öğreti içinde unutulmaması gereken kavramları tekrar etmektedir. Çu Hi'nin sistemini Batılı anlamda bir idealizm olarak nitelendirmek yanlış olur. Çu Hi'nin ruhun üstünlüğünü kabul ettiğine şüphe yok. Çu Hi. ruhun kudretinin bedenin imkanlarıyla sınırlandığını söylüyordu: Ruh O kadar ince ki, bir saç teline. küçük bir otun içine girer ve ben bunun bilincine varabilirim. Ruh o kadar büyüktür ki, her yerde her zaman vardır. ister geçmişin en eski yıllarına dönülsün, ister geleceğin bilinmeyen devirlerine uzanılsın; düşüncem ruhumun kudretiyle en uç noktaya kadar varabilir. Ruh. zekası içinde ölçülemez niteliktedir. Düzeni ile, en el sürülemeyen, en yetkin olan odur ...
Çu Hi'de Mensiüs gibi ruhun yaratılıştan iyi olduğuna inanıyordu. Kötülük, zevkine ve dünyadaki hayata bütünüyle dalmış ruhta görülür. Ruh huzuruna varamamanın nedeni, maddi dünyaya bencillikle bağlanma ve ona olduğundan fazla değer vermektir. Herkesin ruhu vardır. Çu : Hi'ye göre: -Bazıları bunu yalnız çıkarları için kullanır, öyle ki ruh bunlarla dolup taşar. Bunlar her yerde zevk ile açlıklarının tatminini ararlar. Düşünceleri doğar doğmaz bu noktaya yönelir.
Temel kavramı olan ”Büyük Mutlak”, Yeni Konfüçyanizme metafizik niteliğini vermektedir. Burada yine ilkel Taoizmin Tao'ya verdiği anlamlardan biri ile karşı karşıya gelindiği görülecektir. Fakat Yeni Konfüçyanizm törel yön üzerinde durur ve Tao terimini, ona törel bir değer vererek kullanır. Tarihin anlamı, kişinin iç dünyasında hissettiği ruhun tôrel niteliğinden doğmaktadır. Bu anlam, ruh ilkelerinin evrensel alanda uygulanmasından da doğmaktadır. Burada yen (iyi) temel unsurdur. Dürüstlük, ana - babaya saygı, bilgelik ve açıklıkla birlikte gider. Huzur ile tarihsel sürecin değeri, hayat boyunca bu ilkelerin gerçekleştirilmesini destekler. Dr. Çan, Yeni Konfüçyanizmin görüşü açısından, .. Büyük Mutlakın yin ve yang'ının sürekli iniş çıkışından doğan Evrenin gelişen düzenli bir sistemli olduğunu söyler. Dr. Çan -denge, bu sistemin değişmez kuralıdır diyordu. Deneyin özel noktalarının çokluğunda, her nokta tektir. Madem ki aynı akıl hepsinde var, hepsinin bir bütün meydana getirdiğini kabul etmek gerekirdi. Bütün milletler kardeştir, ben de her şeyin dostuyum.
Bu sözün anlamında, ..Büyük Mutlakla olan mistik bir ilişkinin verdiği haz hissedilir. CU HI, o devirde Çin'de pek çok sayıda olan budist rahiplerin öğretilerinin aksine, ruh göçü (metampsikoz) teorisini şiddetle yeriyor ve reddediyordu.
Vang Yang-ming'e (M. S. 1472 – 1529) göre; tarihin gerçek anlamı, bilge olmak için harcanan çabadaydı. Bilge, konfüçyanist idealin çizdiği manevi kişiliğe ve sosyal davranışa sahip olan kişiydI. Vang Yang-,ming budistlerin öğretisi yalnızca “seyir”den ibaret bir yaşantı anlamında aldığı için, konfüçyanist idealin, seyir değil, kişinin kendine düşen görevde eylemli bir yaşantı sürdürmesi olduğunu savunuyordu, Vang Yang-ming, tarihin anlamını gelecekteki amaca yönelmiş sosyal olaylarda aramıyordu: -En yüksek hasletler ruhta yaratılıştan vardı. Sosyal ilişkilerden ve duyusal deneyin dış görüntüsünden çok, ruhun özelliklerine eğilmeliydi. Yang-ming tarihin amacı zamanın ötesinde bulunuyormuşçasına insanların mistik bir sonsuz adına günlük yaşantı deneyinden yüz çevirmelerini kabul etmiyordu. Yang-ming'in ruh ölümsüzlüğü ve ruh göçünden söz ettiği de olur. Fakat bu kavramlardan ender ve bir rastlantıyla söz etmesi, onun, tarihin anlamı konusunda bu kavramları pek önemsemediğini belirtmektedir, iyilik. ruhun iç yapısında oluştuğu için, yaşantı boyunca her şekli ile uygulanabilir. Hayatın değişen şartları, başarı ya da başarısızlığa rağmen iç huzuru etkilemez, etkilememelidir de, Yetkin kişi için başarı da başarısızlık gibi., hayat da ölüm gibi. Göklerin emridir, Bunlar ruhu ne coşturur, ne de karamsar kılar.
Vang Yang-ming, eskiden uygulanan yönetim şekillerine dönmek gerektiğini savunan görüşe de karşı çıkmaktadır. Tarihi, olaylara dayanan bir görüş açısından inceler: -Beş Klasikler, iyiyi ve: kötüyü açıklamak. öğretmek ve önceden bildirmek amacıyla kendilerini tarihe adamışlardı. 'iyi'. bilime uygun düşmektedir, Zamanın akışı, davranışlara kural olsun diye izler bırakmıştır. Kötü de, uyarma yönünde yararlıdır.
xıx. yüzyıl sonu XX: yüzyıl başı düşünürlerinden Kiang Yu-vey, dinsel sonuçlarının üstünde durarak,
ilkel Konfüçyanizmin kenara atılmış yönlerini su üstüne çıkarmaya çalışmıştı. Bu çabası, tarihin üç dönemi fikri üzerine dikkatleri çekmek bakımından yararlı oldu. Bu fikir, Gelenekler Kitabı ile ilk Yaz ve Güz Yıllıklar (Han devri) eleştirilerinde işlenmişti.
Dr. Çan 'ın "son büyük konfüçyanist dediği Kiang Yu-vey, bu fikrin Konfüçyüs'ün öğretileri içinde olduğunu savunuyordu. Eğer bu gerçek ise, bu fikrin Çin tarihi boyunca çok zayıf bir etkide bulunmuş olması garipsenecek bir olaydır.
Kiang, ilk döneme “karışıklık devri” adını veriyordu, Bu Konfüçyüs'ün yaşadığı devirdi ve başlangıçtan beri sürüp gelen en uzun devirdi. Kiang'a göre; ikinci dönem, Avrupa ve Amerika'daki sosyal ve siyasal reformlar yanında, Doğu ile Batı ilişkisinin gelişmesiyle başlamıştır. Kiang bu döneme «Doğruluk Devri» adını vermişti. .. Büyük Barış Devri diye adlandırdığı üçüncü dönem ise jen ile evrensel birleşmenin gerçekleşeceği. insanlar arasında sevgi bağlarının kurulacağı devirdi.
Budizmin Çin 'deki tarihi çok uzundur. Hindistan'da doğmuş olduğu ilk şeklinden çok değişik olarak uygulanmıştır. Çin'deki gelişmesi öylesine özel bir şekil almıştır ki, bir Çin Budizminden söz etmek yanlış olmaz. Budizmin öğütlediği rahip hayatı Çin'de çok yaygın bir hal almıştı. Bu durum sosyal hayat şartlarını tehlikeye sokar niteliğe bürünmüştü. Buddha'nın lao-tsö'nün öğretisini izlemiş olduğu fikri çok defa ortaya atılmıştır. O devir insanlarının Budizm ile Taoizmi ne derecede yaklaştırdıklarını, bu fikir, en iyi şekilde belirlemektedir.
Çin Budizmi özellikle sekinciydi. Bu niteliğiyle Çin mizacına çok uygundu. Tarihsel süreçleri doğuran olguların süreksizliği ve devamlı çoğalması öğretinin, her şeyi olduğu gibi kabul etme eğilimini destekliyordu. Bu tutum aynı zamanda dünya işlerinden kopmayı da kapsıyordu. Vang Yan-ming, huzura kavuşturanın Budizm değiL. Konfüçyanizm olduğunu savunuyordu:
Budistler, olaylarla hiç bir şekilde ilişkileri olmadığını söylerken, bunlarla ne kadar ilgili olduklarını açıklamış oluyorlar. Biz konfüçyanistler ise olaylarla ilişkilerimizin olmadığı noktasında hiç birşey söylemiyoruz. Olaylara bağlı olmadığımızı göstermek için bu davranış yeterlidir... Budistler, insanlar arası ilişkilerin güçlüğü önünde korkuya kapılmışlardır. Bu ilişkilerden bir an önce kaçıp kurtulmaya çabalıyorlar. Onlara bağlı oldukları için onlardan kaçmak zorunluluğunu duyuyorlar. Biz baba - oğul ilişkisine sevgiyle karşılık veriyoruz. Karı - koca ilişkisini karşılıklı saygı ilkesi Içinde görüyoruz. Biz olaylara karşı bir bağlılık hissetmiyoruz.
Çin Budizmi, yaşantının her yönünü eşitlikle ele alan Konfüçyanizmin aksine bir seyretme tariki şeklinde görünüyordu. Budizmin tarihin amacını Nirvana ile birleştiren ruh göçü öğretisi ile, Çin'in tarih karşısındaki tutumu konusuna bir değişiklik getirdiği söylenemez.
Çin'de olsun, Çin' in dışında olsun Çin felsefesinin yok olmaya yöneldiğini, yok olduğunu ve şimdi yalnız Batı düşüncesini izlemekten ibaret bir kopya felsefe olduğunu sananlar çıkabilir. Çok sayıda Çinli Üniversite öğrenimini Avrupa'da ve Amerika'da yapmıştır. Batı'nın felsefi düşünce şeklini benimseyen Çin düşünürleri olmuştur. Fakat pek azının düşüncesi idealizme, Tanrıcılığa yönelmiştir. Jonh Dewey ve Bertrand Russel Çin felsefesinden söz etmişlerdir. Her ıkisinin Batı'ya anlattıkları felsefede tabiatçı bir tutum vardı. Tarihin anlamının diğer bır hayatta, zaman ötesindeki bir amaca yönelen mistik bir ilişkide olduğunu belirleyen bir tek söze rastlanmıyordu.
Sosyal örgütlenmenin hiyerarşik şeklinin kabulü, Çinlileri toplumsal huzurun gerçekleşmesi için herkesin kendine düşen özel görevi yapıp bitirmesini beklemeye yöneltmiştir. Çin'i yönetenler çok ender olarak toplumsal huzur ile ilgilenmişlerdir. Son devir milliyetçi yönetiminin gerçek demokrasiye uygun düşmeyen bir şekilde, küçük bir azınlıkça kurulmuş olması, büyük Çin çoğunluğunu rahatsız etmemiştir. Fakat toplumsal huzura gerektiği kadar ilgi göstermemiş olması nedeniyle, komünizme karşı çıkışı, büyük Çinli yığınlarının geniş ve heyecanlı desteğinden yoksun kalmıştır. Komünistler propagandalarında, birinci amaçlarının toplumsal huzuru sağlamak olduğunu söylüyorlardı. Sosyal ideali daha iyi yerleştirebilmek için, geleneksel hislere hitap ediyorlardı.
Komünizmin maddeci diyalektiği ile Çin'in Tanrı'yı ya da diğer bir hayatı hesaba almayan düşüncesi arasında benzerlikler vardır. Çin'in tarih karşısındaki tutumu. büyük ölçüde doğacı olarak nitelendirilebilir. Komünizm de kendi özelliği içinde doğacıdır. Sekinci tutum yanında her Çinlide bulunan taoist düşünce, komünist örgütlenme ve yönetimi yadırgamaz. Uzun Çin tarihi boyunca görülen bütün yönetimler için de aynı şey söylenebilir. Çin mizacı, dış hayatta kurallara sıkı sıkıya bağlı kalma eğilimindedir. Fakat Çinli, kişi olarak bir iç özgürlüğe sahip olduğunu ve bu özgürlüğü kimsenin kısıtlayamıyacağını bilmektedir. Tarihte onun için belki de en değerli şey budur.
Sonuç olarak, günümüz Çin 'inin komünizm konusunu işlemeyen çağdaş bir Çin düşünürünün temel görüşlerini incelemekte fayda vardır. Lin Yutang bir rahibin oğluydu. Genç yaşta hristiyanlığı kabul ederek papaz oldu. Batı'ya gitti. Orada bir süre kalarak düşünce akımları ile yaşantı ilkeleri konusunu inceledi. Son yıllarda hristiyanlığa tekrar döndüğünü belirtmekle beraber "Yaşamanın Önemi» (1937) adlı eseri o devirde hristiyan dinini terketme nedenlerini 'manidar' kavramlar içinde açıklamaktadır. Aynı eserde Lin Yutang, Batı uygarlığını da derin bır eleştiriden geçirmektedir.
Kitabı şu cümlelerle başlar: -Eserimde Çin görüşünü açıklayacağım. Bu, Çin düşüncesinin en iyi ve en olgun temsilcilerinin, halka inmiş bilgelikleri ve güzel yazıları içinde açıkladıkları bütün hayat ile ilgili görüşleridir. Lin Yutang, eseri boyunca Çin edebiyatından. özellikle Çuang-tsö ile şair liao Yuang ming'den aldığı örneklerle, kişiliğinde Çinliliğin ne denli ağır bastığını göstermektedir.
Lin Yutang, Çinlilerin kişinin başka bir hayatı olacağı inancında olmadıklarını belirtiyordu. Aile kuruluşunun meydana getirdiği tarihsel süreklilikte, geçmiş ve gelecek kuşaklar önemli yer tutuyordu, Ölümsüzlük yalnızca ırk, eserler ve kişisel etkiler bakımından geçerli olan bir kavramdı. Tarihin anlamı; kişinin yaşantısı süresi içinde aranıyor ve bulunuyordu. lin Yutang: Ölümsüzlük söz konusu edilmeyince, yaşamak çok basit bir sorun olmaktan ibaret kalıyor, insan olarak dünya yüzünde çok kısa -ender olarak yetmişln üstünde- bir süre boyunca kalıyoruz. Bu nedenle. yaşantılarımızı birleştirerek içinde bulunduğumuz maddi şartların bizi mutlu kılabileceği kadar mutlu olmaya çalışmalıyız diyor ve Çinli düşünürler, hayat kavramına takılıyorlar. Sürekli olarak tekrarlanan sorunda. 'nasıl yaşayacağız?' sorununda birleşiyorlar diye ekliyordu.
lin Yutang, -genel bir hayat akışı içinde yüzdüğümüzden sık sık söz eder. Temel unsur kilitdir der. Felsefe kişi ile başlar, kişi ile sona erer. Çünkü kişi, hayatın son olgusudur, Kişi, kendi içinde bir bitiştir, bir sondur. İnsan düşüncesinin yarattığı başka şeyler yolunda kullanılacak bir araç değlldir.
lin, Konfüçyüs'ün yazılarından da bazı bölümler aktarır: imparatordan halk adamına kadar herşeyin temeli kişisel hayatın eğitilmesidır.
Buna rağmen Çinli, kişiyi aile çerçevesi içinde ele alır. Aileye verilen değer kişiye verilmez. Çin düşüncesine göre; -aile olmadıkça ya da ailenin dışında, kişinin gerçek bir varlığı yoktur. Lin Yutang, "aile anlayışı, Çinlinin hayatındaki tek grup bilinci ve ekip fikrinin tek şeklidir. demeye kadar varıyordu. Eseri boyunca, siyasal ilerleme ya da devletin gelişmesi konularında herhangi bir fikir ileri sürmüş değildir. Kişi, her zaman devletten daha fazla önemsenmiştir ve üç hafta önceden, üç hafta sonraki bir görüşme için söz almak Çin 'de görülmemiş bir haldir.
Bu tutum genelleştirildiğinde, geleneksel düşünceye bağlı olan Çinlilerin, memleketlerinin gelecek devirlere ait tarihi konusunda, herhangi bir ciddi çaba harcamak eğiliminde olmadıkları kolayca anlaşılmaktadır.
Yaşantımızın amacı, hayvansal ve ruhsal içgüdülerimizin uyarlı bir şekilde tatminidir. Bu uyum, kaynağını Çinlinin düşüncesine sığmayan en anlamlı hayat idealinin ifadesi olan Gerçek Orta öğretisi içinde buluyor. 'Yarım felsefesi' diye adlandırılan düşünce akımı da aynı sonuçları kapsamaktadır. Hayat karşısındaki tutumları bakımından bütün Çinliler yarı taoist, yarı konfüçyanist doğmuşlardır. denir. Taoistin güçlü bir işçi olmasına rağmen, boş zamanlarında hiç birşey ile ilgilenmemesi. Lin Yutang’ın gözünde çok özel bir anlam kazanmaktadır. Lin Yutang, ÇinIinin tarih karşısındaki sekinci tutumu ile Amerikalıların edilgen tutumunun bir karşılaştırmasını yapıyor. Tarihsel deneyin değeri. tarihi hiç bir şekilde etkilemez ve onu kendi akışı içinde sürüp gitmeye bırakır. insanların hayatı belirlenmiş değildir. İnsanlar sistem ve teori yapımların bilgili hesaplarını alt üst eden beklenmedik davranışlarda bulunurlar.
Lin Yutango bu değerlerle bağıntılı olan deneylerin tatmin edici nitelikte olmadığını kabul ediyordu: -“erçek bir dünyada yaşayarak belirsiz ve heyecanlı bir hayat tarzı içinde yaşayıp giden kişinin gerçekleştirmek istediği bir ideali vardır.”
Bu noktaya kadar lin Yutang'ın görüşü, hümanist olarak nitelendirilebilir. Bundan sonra izlediği tutum değişiktir: c Bizi çevreleyen evrensel yaşantı ile uyumlu olan mutlu bir ilişki kavramını işlemedikçe, hiç bir felsefe, hiç bir kavram insanın ruhsal hayatı konusuna tam olarak girmiş ve kavramış sayılamaz. İnsan kendisi gibi olağanüstü nitelikleri olan bir evrende yaşamaktadır. Kendisini çevreleyen evrenin büyüklüğünün bilincine varamamış kişinin, tatmin edici bir hayat sürdürdüğü söylenemez .
Lin Yutango “dindar olmayan bütün Çinliler Tanrı'ya inanır” der. Çin edebiyatında sık geçen çao hu (Herşeyin Yaratıcısı) sözüyle de Tanrı terimi tam olarak ifadesini bulmaktadır: “Dindar olmayan Çinli” saygılı ve ürkek bir inançla Herşeyin Yaratıcısı'nı bir sır perdesi ardında bırakır. Bunu hissetmek, onun için yeterlidir derken, lin Yutang, özellikle “tanrılık” konusundaki özgül tartışmaları düşünüyordu.
Çinlilere özgü olan sakin mizaç, bu çeşit bir Tanrı inancına vardır niteliktedir.
ALBAN G. WIDGERY
Tarih Boyunca BÜYÜK ÖĞRETİLER
Türkçesi : Gülçiçek SOYTÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder