Günümüz insanları için de önemli bir manevî ve içtimaî kurum olan şamanizm, geçmişin ilkel toplumlarında çok büyük bir anlama ve öneme sahipti. Bu toplumlarda şamanın gücü, öldükten sonra bile devam eder, resimleri yapılır ve ailenin veya kabilenin koruyucu ruhu olarak sonraki nesiller tarafından da kendisine ibadet edilip, yardım istenir. Bununla beraber Sibirya şamanları ayrı bir sosyal sınıf teşkil etmeyip, yüksek bir gelir seviyesine sahip değillerdir, dolayısıyla dikkâte değer bir maddî güçleri yoktur.
Kurban Merasimleri ve Kurban Şölenleri
İlkel halklar, insanların dünyasında görünmeyen ruhların dolaşmakta olduklarına ve onların insanların hayatlarını zorlaştırmaya, hâtta yönlendirmeye muktedir olduklarına inanırlar. İnsan suretine de girebilen bu ruhlarla iyi geçinmenin tek yolu, onların ihtiyaçlarını karşılamaktır. Kökenleri çok eski dönemlere kadar uzanan “ölülerin ruhuna kurban kesme veya sunu yapma” merasimleri, bunların bakış açısından bakıldığında, anlaşılabilir törenlerdir.
Ölüler kültü, Altay halklarının evlerinde muhafaza ettikleri ruh resimlerinin hoş tutulmasını da kapsamaktadır. Lopatin, Goldelerin yedikleri her şeyden-lapa, et veya tavuk- bu “ruh resimleri”nin ağzına sürdüklerini aktarır. Resmin önüne bir yemek tabağı koyarlar veya ona tütün ikram edip, tabağına parmaklarıyla içki damlatarak, onu bu şekilde memnun etmeye çalışırlar. Ailenin koruyucu ruhları için yapılan bu ikram sunuları, sadece Goldelere mahsus bir gelenek değil, hemen bütün Sibirya halkları için geçerlidir. Ruh resimlerinin kürk veya kumaş parçalarıyla sarılması da yaygın bir gelenektir. Sık sık bu ruhlara hayvan kurban edilir ama bu kurbanın amacı her zaman söz konusu ruha ikramda bulunmak değil, bu kurban bazen hayvan ihtiyacı olan birine hediye etme şeklinde yerine getirilir. Kurban törenine ilişkin çoğu ritüel, avcı kültüründen kaynaklanan av ritüelleriyle paralellik gösterir. Buna ilişkin en iyi misâllerden biri, kurban edilen hayvanın kemiklerinin hiçbir şekilde kırılmadan veya zarar görmeden muhafaza edilmesidir. Bunun sebebi, kemikler muhafaza edildiğinde, kurban edilen hayvanın öteki dünyada adına kurban edildiği kişiye hizmet edeceğine inanılmasıdır. Daha sonraki dönemlerde, Güneydeki halklarla ilişkiler sonucu yeni bazı gelenekler yayılmış olmakla, bu geleneklere göre ruhlara yapılan sunular, ateş yoluyla da iletilebilirler, lâkin burada da esas olan, hayvanın kemiklerinin zarar görmemesidir. Orman Tunguzları ve benzeri bazı topluluklar, kurban edilen hayvanın kemiklerini ormandaki bir ağaca asarken, bazı bölgelerde kurban hayvanının kemiklerinin korunaklı bir yere defnedilmesine özel önem gösterilip, dil, kalp ve ciğer gibi bazı organlarının parçalarını da yanına bırakırlar. Sarı Uygurlar, kurban edilen hayvanın kellesini, boynunu, kalbini, ciğerlerini ve kaburgalarını, yâni en önemli olduğunu düşündükleri parçalarını diğerlerinden ayrı olarak pişirirken, Buryatlar kurban etini pişirirken soluk borusu, ciğer ve kalbin birbirlerinden ayrılmamasına özellikle dikkât ederler ki, hâtta bazı yerlerde kurbanın başı, ayakları ve bahsi geçen diğer organları da hayvanın doldurulan postunun içinde bırakılır. Kurban hayvanının doldurulmuş postu, toprağa saplânmış bir kayın direğin üzerine asılır. Kurban edilen hayvanların postlarının ağaçlara asılması Altaylarda yaygın bir gelenektir. Radloff, Altaylarda hayvanın derisinin doldurulup, eğimli bir sırığa takıldığında, bunun gerçek bir at gibi görüntüsü ortaya çıkardığını aktarır.
Altay bölgesi göçebe halkları için at, diğer hayvanlara nazaran daha değerli bir kurbandır. At, genel olarak Tanrılara verilen bir söze, bir adağa istinaden kurban edilir. Gmelin, Tunguz şamanının bir hastanın ruhunu geri getirdikten sonra ruhu çalan varlığı nasıl yatıştırdığını, şamanın, uzun bir ipin üzerine muhtelif hayvanların postunu ve kayın kabuğundan yapılma bir atı bu ipin üzerine asıp, ayin esnasında bütün bu hediyeleri “şeytan”a göstermekle, hediyelerin asılı olduğu ipin gerilmesinin hediyelerin kabûl edildiğine işaret sayıldığını ve vaadedilen atın, ancak hasta sağlığına kavuştuktan sonra kurban edildiğini anlatır. Adanılan kurbanların ipe asılmasının Türk kökenli kabilelerde görülen yaygın bir gelenek olup olmadığını bilemiyoruz, ancak Altay bölgesindeki çoğu evde, ruh resimlerinin yakınına gerilmiş bir ip bulunur ve bu ipin üzerine dokuz tane bez veya şerit asılıdır. Çoğunlukla bu bezlerden ortadakinin üzerine bir hayvan resmi çizilmiş veya bez yerine bir tavşan postu asılmıştır. Bu örneklerden, bir kurban adandığında, dilek gerçekleşene kadar onun bir resmi veya adak hayvanını temsilen küçük bir hayvanla yetinildiği anlaşılmaktadır. Daha önce görmüş olduğumuz örneklerden de anlaşılacağı üzere, üzerine hayvan postları, bezler ve muhtelif başka şeylerin asıldığı bu ipler kurban merasimlerinde kullanılır ki, meselâ, Buryatların merasimlerinde özellikle tavşan postunun çok önemli bir yeri vardı. Radloff, Teleütlerin kurban merasimleri hakkında şunları yazar: “Şaman, bana bütün Teleüt evlerinde, Tanrı resimleri olmasa da, en azından Tanrılara adanmış bir bölüm bulunduğunu söyledi ve her evde birkaç tane bulunan, üzerine tavşan postu takılmış kayın direklerini gösterdi. Bu tavşan postlarının çürüyene kadar direkten çıkartılmadığını, çürüdüğünde, yeni bir direk dikilip oraya yeni bir tavşan postu asıldığını anlattı. Söylediğine göre bu direklere asılan tavşan postlarının üzerinde hayvanın kuş tüylerinin olması gerekir ve senede iki defa, sonbahar ve ilkbaharda, yerin ve göğün efendisi Ülgen için bu direklerin önünde sunu yapılıp postların üzerine süt serpilir”. At kurban etmeyi adayan biri, bunun göstergesi olarak atın yelesinden veya kuyruğundan yolunma kıllar asar.
Altay halklarının inançlarında, Tanrılara veya ruhlara kurban sunmanın tek yolu hayvanın öldürülmesi değildir, Sibirya Samoyedleri ve Ogurlarda olduğu gibi kimi zaman hayvanlar canlı olarak da “adayabilirler”. Maack, Yakutların ruhlara ren geyiği, at veya başka hayvanları adadıklarını anlatır. Bildirdiğine göre, bu hayvanların yaşı için bir sınırlama yoktur ve diğerleriyle karıştırılmaması için dizginlerine boncuklar takılır. Georgi, Tunguzların sürülerinin çoğalması için şamanlar aracılığıyla Tanrılarına hayvan adadıklarını aktarır ki, “Hongun” adı verilen bu “adak” hayvanların kulaklarına veya dizginlerine kırmızı bir bez bağlanır. Georgi, ayrıca “süreli” adaklardan sözettiği yazılarında, vahşi hayvan saldırısı veya don gibi sebeplerle sürüleri zarar gören Tunguzların, bazen bir veya birkaç ay hâtta iki yıl boyunca sürülerini Tanrılara “adadıklarını” ve bu süre boyunca hiç bir hayvanı kesip, satmadıkları gibi, hediye de etmediklerini anlatır. Buryatlar, vakfettikleri atın sırtına kımız veya süt dökerler. Adak hayvanı bir boğa da olabilir. Changalov, Buryatların bu adakları boğayı nasıl yıkayıp kurdelelerle süslediklerini, sırtından tarasun döküp, dualar okuduktan sonra hayvanı serbest bıraktıklarını anlatır. Ancak adanılan bu kurban daha sonraki dönemlerde kesilmeye başlanmıştır. Pallas, Kalmukların sürülerindeki sarı baş beyaz bir koça “Tengri tokho” (Göğün koçu) adını verdiklerini, bu koçun asla iğdiş edilmeyip, satılmadığını ve özel olarak bakıldığını anlatır. Ancak hayvan iyice yaşlandığında kesilip, eti yenilir, yağı ve kemikleri ateşte yakılır, başı ve derisi de bir ağaca asılır. Onun yerine bir başka koç “Tengeri tokho” seçilip, adanır.
Pallas’ın vermiş olduğu bu örnek, Finlilerin “yünü kırpılmamış koyun” adağını hatırlatmaktadır ki, küçük bir kuzu iken bunun için seçilen hayvan kesilecek kadar büyüyene kadar tüyü kırkılmaz. Geleneklere göre kurban edilecek hayvan sağlıklı ve o zamana kadar işe koşulmamış ve çiftleşmemiş bir hayvan olmalıdır. Bu sebeple, Kuzey-doğu Altay Türkleri (Kumandinler), kurban edecekleri atları genç ve üzerine hiç binilmemiş hayvanların arasından seçerler. Öldürülmeyip, Tanrılara kurban sunma geleneğinin bu gelenekle nasıl bir ilişkisi olduğu bilinmemektedir. Bu sorunun cevabını ararken göz önünde bulundurulması gereken husus, adak hayvanları için de kurban kesiminde uygulanan ritüellerin aynen uygulanmasıdır. Bu ritüeller arasında, hayvanın kurban edilmeye uygunluğunun kontrol edilmesi, arındırılması, kurdele ve şeritlerle süslenmesi gibi işler yeralır.
Tanrının kurbandan razı olup olmadığını anlamak için Buryatlar, kurbanın sırtına bir içecek kabı koyarlar ve yere ne şekilde düştüğüne bakarlar. Kap, düz olarak (tabanı yere gelecek şekilde) düştüğünde, bunu tanrının kurbandan razı olduğuna yorarlar. Bir kabın veya kaşığın atılması âdeti, İran ve Sibiryadaki kurban gelenekleri arasında yeralır.
Kurbanın sırtına kımız veya süt dökülmesi, İdil bölgesinde bir geleneği hatırlatmakta olup, burada da Tanrının kurbandan hoşnut olup olmadığını anlamak için hayvanın sırtına su dökülür ve hayvanın titremesi kurbanın kabûlû olarak addedilir. Sarı Uygurların kurban edilecek koyunun sırtına “ak su” (beyaz su) adını verdikleri sütle karıştırılmış su döktükleri, hayvanın ürperip silkinmesini, kurbanın kabûl edildiği anlamına yordukları anlatılır ki, Tibet Tangutları, Tanrıların hoşnutluğunu anlamak için aynı şekilde hareket ederler. Mançu dilinde yer alan Çince kökenli bir kelime, benzer bir geleneğin bu bölgede de olduğunu ortaya koyar ki, bu kelime “kurban edilecek domuzun kulağına su veya içki dökmek” anlamına gelmektedir. Antik dünyada benzeri geleneklere rastlanmaktadır.
Altay halklarının kurban ayinlerinde görülen farklılıklar, sadece bölgeyle ilgili değil, kurbanın verildiği varlığa göre ayin ritüellerinde de göze çarpar. Meselâ, ateş için verilen kurbanların özel bazı nitelikleri olduğu gibi, ölülerin ruhları için verilen kurbanlarla, Gök Tanrıya verilen kurbanlar arasında uygulanan ritüeller açısından farklılıklar vardır ki, bu farklılıklar özellikle kuzey bölgelerde daha açık olarak görülebilir. Turuhansk Tunguzları bana bu farkları açıklarken, örnek olarak bir hastanın iyileşmesi için düzenlenen bir kurban törenini anlatmışlardı. Söz konusu törendeki kurban, siyah bir ren geyiğidir, kesim esnasında yüzü Batıya dönük tutulur ve ayin gece yapılır. Kurbanın derisi bir çam ağacına asılıp, kemikleri çadırın arkasında toprağa gömülür. Buryat inançlarına göre, ölüler ülkesi ruhlarına kesilecek kurbanlar siyah renkli olmalı, gece kesilmeli ve kemikleri yakılmamalıdır. Altay Tatarları ise, iyileşen bir hasta için kurban kestiklerinde aynı şeylere dikkât ederler.
Gök Tanrıya ise beyaz renkte kurbanlar verilir. Turuhansk Tunguzlarında Gök Tanrıya kurban nadir olarak verilir. Bu ayin esnasında Doğuya veya Güneye dönerek ve daima gündüzleri yapılır. En yaygın kurban, beyaz bir ren geyiği olup, kurbanı ailenin reisi keser. Ren geyiğinin derisi yüzüldükten sonra bir direğin üzerine çapraz çakılmış iki tane tahtadan oluşan bir nevi haçın üzerine gerilir.
Geyiğin kafası ana direğin üzerine, ayakları ise çapraz tahtaların ve bu hâliyle tahta bir kerevetin üzerine yatırılır. Bu ayinde şaman yer almaz. Sibirya bölgesindeki halklar ve Samoyedler, Gök Tanrıya sadece beyaz hayvanlar kurban ederler ve kurban gündüz vakti Doğuya dönük olarak kesilir. Ayrıca bir çok yerde de kurban bir kayın ağacının altında kesilir. Werbitskij, Altaylardaki kurban geleneklerini şu şekilde anlatır: “Ülgen, zaten insanları seven bir Tanrı olduğu için ona nadiren kurban verilir. Ama her yetişkinin, evleneceği zaman Ülgene bir kurban vermesi gerekir ve Ülgen özellikle beyaz atlardan hoşlandığı için kurban, beyaz attan seçilir. Ülgene kurban edilmek için seçilen ata özel olarak ihtimam gösterilip, yelesine kırmızı bir kurdele bağlanır ve kadınlar bu ata binemezler. Kurban zamanı genelde ilkbahar aylarıdır ve kurban yeri olarak da bir kayınlık seçilir.
Beltirler ise üç yılda bir Gök Tanrı için kurban keserler. Bu şölen için her aile özel olarak içki damıtır ve şölen yemeği için bol miktarda koyun hazırlanır. En tercih edilen kurban, kara başlı, ak koyunlardır. Erkekler “Kurban dağı”na giderken, başlıklarını kartal tüyleri ve mavi-beyaz şeritlerle süslerler. Dağdaki kurban yerinde dört kutsal kayın bulunur ve bunların Doğusunda ateş yakılır. Kurbanlar kesilip, etleri pişirildiğinde erkekler şapkalarındaki süsleri çıkartıp bir ipe dizerler. Bu ipin bir ucu en Doğudaki kayına bağlanır, diğer ucunu töreni yöneten kişi elinde tutar ve dua eder. Daha sonra iple Doğu Batı yönünde bütün kayınların etrafında dolaşılır ve en Batıda kalan kayın ağacına ipin ucu bağlanır. Kurban eti pişirilirken çıkan dumanın güneşe doğru yükselmesi, iyiye âlamet bir işaret olarak addedilir. Kemiklere hiçbir zarar verilmemesine itina gösterilir ve kemikler, postla birlikte ateşte yakılır.
Bu kurban ayinlerinin asıl maksadı, kurban edilen hayvanı göğün yedi-veya dokuz- katından geçirip, gök Tanrıya ulaştırmak ve bu geçilmesi gereken gök katlarının bazılarında orada yaşayan ve sunular yapılması gereken bekçilerin olduğuna inanılır. Gerek bu ayinler, gerekse gök katları ve bekçilerine ilişkin tasavvurlar oldukça eskilere dayanmaktadır. Mitra kültüne ait eski tapınak resimlerinde yedi gök katını temsil eden ağaçlara ve aynı sayıda sunağa rastlanır.
Altay halklarının her yıl yaptıkları kurban törenleri genelde geçim kaynaklarıyla ilişkili olmasına rağmen Georgi, Orman Tunguzlarının belirli zamanlarda yaptıkları törenlerinin olmadığını aktarırsa da, muhtemelen bu gözleminde yanılmaktadır. Turhansk Tunguzları bana sonbaharda, av mevsimi ve onların “yeni yıl”ı başladığında, ruhlar için bir şölen düzenlediklerini anlatmışlardı. Sonbaharda, Goldelerin de senelik kurban şenlikleri düzenlediklerinden sözeder. Lopatin, senede bir defa Amur nehri donduğunda Goldelerin toplanıp, düzenledikleri büyük bir şöleni şöyle anlatır: “Şölen tarihine hep beraber karar verilir ve şölen, en kalabalık köyde veya kabilenin en yaşlısının veya şamanının yaşadığı köyde düzenlenir. Şölenden bir gece önce kabilenin şamanı ilâhiler ve danslar yoluyla kabile ruhlarının gönlünü kazanıp, onları memnun etmeye çalışır. Ertesi gün toplu olarak “Kabile ağacı”na gidilir. Kurban edilecek hayvanlar önceden “Kabile ağacı”na götürülüp bağlanmış ve ağacın köklerinin dibine kabilenin koruyucu ruhlarının resimleri konulmuştur. Şaman bir süre ilâhiler söyleyip, dans eder ve bu sırada törene katılanlar diz çöker, şaman ruhların kurbanları kabûl ettiklerini söyleyene kadar da bu vaziyette beklerler. Bundan sonra yaşlılardan biri, ayakları bağlı bir şekilde ağacın dibinde yatırılmış olan domuzu keser. Şaman, domuzun akan kanını ağacın dibindeki ruh resimlerinin üstüne sıçratır ve birazını da kendisi içer. Sonra herkes tekrar diz çöküp, şaman kabilenin koruyucu ruhlarına gelecek seneye ilişkin dileklerini iletir. Bundan sonra ağacın dibindeki ruh resimleri toplanır ve bir sonraki şenliğe kadar kiler veya yer döşemelerinin altında muhafaza edilir. Kurban edilen domuzun eti uygun bir kulübede yenilir. İçki içilirken önce başparmak içine batırılıp bir parçası ruhlar için etrafa serpilir. Kadınlar, şenliğin hiçbir aşamasına iştirak etmedikleri gibi, kurban hayvanın etinden de yiyemezler”
Georgi, Orman Tunguzlarının belirli bir şenlik dönemi olmadığını, fakat “At Tunguzları”nın her yıl, ilkbaharda taze otlar bittiğinde yâni “ilk ot ve ilk süt döneminde” bir şenlik düzenlediklerini ve bu şenlikte Tanrılara hayvan kurban edip süt sunduklarını aktarır. Bu gelenek, çoğu göçebe Altay halklarında da mevcut olup, çok eskilerden beri yapıldıkları bilinmektedir. Meselâ, “Hunnu hanedanı” dönemindeki vekayinâmelerde her yıl beşinci ayda (Çin takvimine göre beşinci ay) halkın biraraya toplanıp, “atalara, göğe, yeryüzüne ve ruhlara” kurban verdikleri anlatılır. Mayıs ayında gerçekleşen bu şenlikler hakkında Ruysbroeck, seyahâtnâmesinde; ”Mayıs ayının dokuzunda, sürülerindeki beyaz kısrakları toplayıp kutsarlar. Sonra yere kımız dökerek, bir şölen düzenlerler. Bu şölende kımız içmek âdettendir, bu bizim Aziz Bartolomeus veya Sixtus gününde şarap içmemiz veya Jakubus ve Christophous günlerinde orman yemişleri yememiz gibi bir âdete benzemektedir” diye bahseder.
Yakutların ilkbahar şenliği geleneği yeni göç ettikleri bölgelerde de devam eder: Troschtschanskij, Yakutların Gök Tanrı için düzenledikleri yegâne şenliğin bu olduğunu ve bu şenlik esnasında kımız sunup, Tanrıdan bereket dilediklerini anlatır. Gök Tanrı için hayvan kesmek yerine ona bir hayvan adayarak, bu hayvana o günden itibaren ihtimamla bakılır. Yine Troschtschanskij’in aktardığına göre, daha eski dönemlerde Gök Tanrıya yanlarında taylarıyla beraber bütün bir kısrak sürüsünün adandığını ve bu adak hayvanlarının Doğu yönünde uzak yerlere götürülüp serbest bırakıldığını ilâve eder. Çeşitli kaynaklarda Yakutların ilkbahar şenlikleri hakkında başka bilgilere de rastlarız. Konu hakkında Strahlenberg, “Otlar yeşerdiğinde bütün aileler uygun bir ağacın altında toplanır-Yakutların yeni yılları Nisan ayında başlar-burada at ve sığır kurban ederler. Kurban ettikleri at ve sığırların başlarını etraftaki ağaçlara asarlar, atların kafaları derisi üzerinde bırakılır. Sonrasında daire oluşturacak şekilde oturarak, kımız adını verdikleri içkiden içerler. Kımızın konduğu kâse elden ele dolaşır, her alan kâsenin içine bir ip parçası daldırıp bununla, havaya ve ateşe kımız sepeler” sözleriyle şahit olduğu şenliği anlatır. 1823 yılından kalma bir vesikada ise, ilkbaharda kısraklar süt vermeye başlayıp ilk kımız yapıldığında, Yakutların tanrılarına sunu olarak ateşe içecek attıkları anlatılır. Bu vesikada adı geçen tanrılar; “Ürün ai”, “Ürün ar”, “Kün kübai Hatun” ve “äjäksit” isimli tanrılardır. Sunu töreni, daha sonra katılımcıların da içmeleriyle devam eder.
Middendorff gibi, Maack da bu şöleni “ysyah” (patlatma, sıçratma) şenliği olarak adlandırır ve hamsin yortusuna yakın zamanda insanların açık alanlarda toplanarak bunu kutladıklarını anlatır. Bu şenlikte söylenen ilâhiler ve şarkılar; otların büyümesi, ağaçların yapraklarının açması, tabiatın canlanması üzerinedir. Şenlik alanı direklerle çevrilir, kayın ağaçları dikilip, katılanlar bu kayınların altına serili minder ve şiltelerin üzerine gruplar hâlinde otururlar. Bu gibi şenliklerde bolca tüketilen kımız, kayın fıçılar veya deri tulumlar içerisinde hazır beklemektedir. Şenlik, bu iş için önceden belirlenmiş üç kişinin öğleden sonra ellerinde bir tas kımız ile yüzleri Doğuya dönük olarak şenlik ateşinin başına gelmeleriyle başlar. Her biri elindeki kâseyi birkaç defa havaya kaldırır ve sırasıyla Gök Tanrı “Ar tojon”, karısı “Kübäi Hatun”, diğer önemli ruhlar ve ölen şamanların onuruna ateşe döker. Bundan sonra şenlikte yaşlılardan biri veya şenlik yemeğini bağışlayan kişi dua edip, tanrılara şükreder ve onlardan bolluk, bereket diler. Duanın sonunda herkes üç defa “urui” diye haykırır. Şenlik yemeğinden tanrılara kendi payları sunulduktan sonra, geri kalan katılımcılar da yiyip içmeye başlarlar.
Priklonskij, başka bir bölgedeki ilkbahar şenliğini tasvir ederken, insanların sabah gün doğumundan itibaren şenlik alanında toplanışlarını, dokuz genç delikanlının öne çıkıp ellerinde bir tasla, sol dizlerinin üstüne diz çöküp beklemelerini, ayini yöneten rahibin sırayla bu dokuz kâsenin her birinin içindeki içecekten birer kaşık alıp tanrılar için havaya savuruşunu anlatır. Bazı bölgelerdeki Yakutlar, ilkbahar şenliği yemeği için özel bir çadır kurarlar. Bu çadırın duvarları ve zemini kayın dalları ve yapraklarıyla donatılır. Çadırın ortasındaki ateş yerine şenlik başlamadan önce sunu içecekleri dökülür ve katılanlar ancak bundan sonra içmeye başlayabilirler. Yakutların bu ilkbahar şenliklerinde bunun dışında ödüllü at ve koşu yarışları, güreşler gibi faaliyetler de yapılır. İkili yarışlarda taraflardan birinin kara, diğerinin ak renkli kıyafet giymesine dikkât edilir, hâtta ikili at yarışlarında da buna dikkât edilmeye çalışılır. Bilindiği üzere, Avrupanın birçok yerinde yapılan ilkbahar şenliklerindeki yarışmalarda da “yaz” ve “kış” temsili olarak birbirleriyle yarışırlar.
Moğollar, Kalmuklar ve Buryatların ilkbahar şenliklerinde kımız önemli bir yer tutar. Banzarov’un anlattığına göre, bu şenlikler esnasında Moğollar diktikleri iki kazık arasına bir ip gerer ve kısrakları bu kazıkların yanına toplarlar. Bir kişi bir kısrağın, bir başkası da bir tayın üzerine oturup, kısrağın üzerindeki sürünün etrafında dolanırken, tayın üzerindeki her hayvanın sırtına biraz kımız dökerek hayvanları kutsar. Kutsanan hayvanların yelelerine ayrıca kırmızı birer bez bağlanır.
Buryatların geleneklerinde ise, aileler hâlinde “Kurban dağı”nda toplanılıp, gelenler yanlarında sunulmak üzere süt, kımız ve kurbanlık hayvanlar getirirler. Ayini yöneten kişi, kayın ağacından bir sopanın ucuna takılı bir parça Sibirya çamı kabuğunu yakar ve bu sopayı her sunu kabının içine batırarak sunuyu kutsar. Sonra kurban sunağının yanına geçip, yüzünü Güneye dönerek dua okumaya başlar. Her aileden bir temsilci, sağ ellerinde bir kap “tarasun” sol ellerinde bir tas sütle ayin rahibinin yanına gelirler. Rahip elindeki sopayı tekrar taslara batırır ve içindeki içeceği Güney yönüne serper. Daha sonra elindeki sopayı göğe doğru çevirip, aile temsilcileri ellerindeki kapları havaya fırlatırken “uğur olsun” diye bağırırlar. Taslar yere düştüğünde, hangi konumda düştüklerine bakılır ki, dibi aşağıda kalacak şekilde, yâni düz olarak düşerse, bunun iyiye, ters düşerse talihsizliğe alâmet olduğuna inanılır. Bu işlem üç defa tekrarlanır. Kurban yemeğinden sonra başka yerlerde olduğu gibi güreş ve at yarışları başlar. At yarışını kazanan, atının yelesine tarasun döker. Herkes iyice yiyip içtikten sonra şarkılar söylenmeye başlanır. Şenlik başladıktan sonra yağmur yağacak olursa, bu iyiye alâmet kabûl edilir ve şenlik daha da büyük bir coşkuyla kutlanır.
Abakan ve Altay bölgelerinde de benzeri şenliklere rastlarız. Radloff, Abakan bölgesinde bu şenliklerin Haziran ayında düzenlendiğini, her köyün muhtelif tarihlerde sunak yerinde toplandıklarını, her ailenin reisinin şenlik yemeği için bol miktarda kımız getirdiğini anlatır. Tanrılara kımız sunulması dışında, kurdelelerle süslenmiş hayvanlar kurban edilir. Buradaki şenliklerde de şarkılar söylenip, dans edilir, güreşler ve at yarışları yapılır ve şenlik şölenle sona erer.
Katanov, Abakan bölgesindeki şahit olduğu Sagaların, Haziran şenlikleri hakkında şöyle söyler: Bütün ahâli yüksekçe bir dağda toplanır ve oraya şenlik alanına bir kayın ağacı dikip, altına dört bacaklı bir masa koyarlar. Kayının dalları ve kendi başlıkları beyaz ve mavi şeritler ile süslenir. Kurban olarak ak bir koyun seçilir ve kesilmeden önce üç defa kayın ağacının etrafında dolaştırılır. Ayin rahibi dualarında Gök Tanrıya, dağların ve suların ruhlarına niyazda bulunur.
Orta Asyadaki bu ilkbahar şenlikleri, muhtemelen eski dönemlerde yeni yılın gelişinin kutlanması anlamına gelmekteydi. Kırgızlar ilkbahardaki ilk gök gürültüsünü yeni yılın başlangıcı olarak sayarlar.
Schaschkov, Altay Teleütlerinin üç at veya inek kurban ettikleri bu şenlikleri 20 Haziranda düzenlediklerini aktarır. Şenlik tarihinin Haziran sonuna kadar gelmesi, muhtemelen tarım kültürünün etkisiyle olup, zaten şenlik tarihinin de Rusların “Elias Günü” (İlyas peygamber yortusu) ile aynı olması, dışarıdan ithal bir kutlama olduğuna işaret eder.
Hildén, Lebed Tatarlarının her yıl alışılmış şekilde düzenledikleri tek bir şenliklerinin olduğunu ve bunun da (yaz) gün dönümünden sonraki ilk dolunayda yapıldığını anlatır. Bu kutlamalar her köyde ayrı ayrı ama aynı tarihte yapılır. Sunak yeri olarak, sık yapraklı genç bir kayın ağacı seçilir, ağacın bir dağın Doğuya bakan yamacında olması tercih edilir. Bu kutlamalarda sadece at kurban edilir ve şölen sonrası atın kemikleri kayın dallarından örülü bir sepetin içine konup, sunak ağacının dalına asılır. Bu şenliklerde ayin rahibine yardımcısı olarak dokuz delikanlı görev alır. Hildén’e mihmandarlık yapan bir kişinin, “Ekinlerin bu şenliklerden sonra olgunlaştığını” anlatmış olması, Lebed Tatarlarının oldukça geç dönemlerde tarım toplumuna geçmiş olduklarını göstermesi bakımından önemlidir.
Tarım kültürünün yaygınlaşmasıyla, geniş bölgelere yayılmış olan ve senenin sıcak aylarında kutlanan bu şenlikler, genelde Gök Tanrıya adanmıştır. Kurbanların beyaz renkli hayvanlardan seçilmesi, kurban veya sunu esnasında yüzün Doğuya veya Güneye dönülmesi ve kayın ağacının sunak yerlerinin en önemli unsuru olması Gök Tanrı inancının göstergelerindendir. Volga bölgesine göç edip, burada tarımla uğraşmaya başlamış olan Çuvaş ve Tatarların şenlikleriyse, hem düzenlendikleri dönemler, hem de düzenleme âdetleri yönünden bu bölgelerdeki Fin kökenli halklarla benzerlik gösterir.
Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.
Çeviren: Erol Cihangir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder